10 Ağustos 2010 Salı

Allah'ın Detay Sanatı

ALLAH’IN
DETAY SANATI









HARUN YAHYA















ARAŞTIRMA
YAYINCILIK


Talatpaşa Mah. Emirgazi Caddesi
İbrahim Elmas İşmerkezi
A Blok Kat 4 Okmeydanı - İstanbul
Tel: (0 212) 222 00 88


Baskı: Entegre Matbaacılık
Sanayi Cad. No: 17 Yenibosna-İstanbul
Tel: (0 212) 451 70 70



İÇİNDEKİLER


Giriş

Muhteşem Bir Yaratılış Harikası: DNA

Mükemmel Koruyucu: Atmosfer

Yaşamsal Tüm Faaliyetlere Vesile Olan Bir Detay:
Enzimler

Allah'ın Bir Sinekte Yarattığı Mükemmel Detay:
Petek Gözler

İnsana Ait Müthiş Bir Detay: Koku Alma Mucizesi

Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri

Üstün Özelliklere Sahip Bir Canlı: Keser Balığı

Bize Daima Geri Dönen Su

Taklit Edilemeyen En Üstün Sistemlerden Biri: Fotosentez

Bal Arılarındaki Üstün Yetenek ve Mimari Harikası Petekler

Yetenekli Karaciğer Hücreleri

Gözle Görülmeyen Hücrenin İçinde Önemli Bir Detay: Genler

Okyanusun Derinliklerinde Yaşayan Bir Detay:Amfobid

Allah'ın Detayda Yarattığı Bir Mucize: Moleküller 42

Yaratılışın Kanıtlarından Biri Olan En Büyük Patlama: Big Bang

Tüm Canlılarda Allah'ın Üstün Sanatı Hakimdir

Mucizevi Şekilde Yenilenen Beden

Uzaydaki Olağanüstü Detaylar

Beyindeki Muhteşem Sinir Ağı Allah'ın Eşsiz Bir Eseridir

Saniyede 500 Kere Çırpılan Kanatlar

Kokuyu Algılayan Mükemmel Sistem

Bakterilerin Sahip Olduğu Üstün Detaylar

Yerde ve Gökte Hakim Olan Güzellikler

Muhteşem Bir Detay: Karıncadaki Sinir Sistemi

Yaşamın Varlığının Sebebi Olan Detaylardan Biri:
Dünya'nın Büyüklüğü

Hayranlık Uyandırıcı İnsan Gözündeki Mükemmel Detaylar

Beyindeki Üstün Nitelikli Sinir Hücreleri

Tüm Varlıkların Yapı Taşı Olan Mucizevi Bir Detay: Atom

Yeryüzündeki Bitki Çeşitliliğinin Sebebi Olan
Mucizevi Bir Detay: Tohum

Elektriği Hissedebilen Canlılardaki Göz Alıcı Detaylar

Vücudun Denetimine Vesile Olan Önemli Bir Detay:
Hipofiz Bezi

Kar Üstünde Yaşayan Kutup Ayılarını Soğuktan Koruyan
Mükemmel Detay

Bir Çift Gözdeki Üstün Detaylar

Tat Alma Hücrelerindeki Üstün Detay

Sahip Olduğumuz En Büyük Nimetlerden Biri: Su
İnsan Beyni ve Sahip Olduğu Üstün Enerji

Atomdaki Hayranlık Uyandırıcı Detay

Muhteşem Isı Reseptörlerini Kullanan Sivrisinekler

Üstün Hafızasıyla Fındıkkıran Kuşu

Bize Nimet Olarak Verilmiş Hayranlık Uyandırıcı Bir Detay:
Deri

Hücrenin İçindeki En Temel Detay: Protein

Kusursuz Arıtma Sistemi: Böbrekler

Buzun Altında Yaşama Olanak Veren Üstün Detay

Vücuttaki Özel Temizleme Birimi

Kusursuz Bir Haberleşme Ağı: Beyin

Beyaz Köpek Balıklarının Gözlerindeki Üstün Detay

Tek Bir Hücredeki Kusursuz Sistem

Birbirine Mesaj İleten Hücrelerdeki Mükemmel Detay

Eşsiz Bir Mucize: Kristal Kar Taneleri

Sonuç

Darwinizm'in Çöküşü

OKUYUCUYA


Bu kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtarı felsefenin temelini oluşturmasıdır. Yaratılışı ve dolayısıyla Allah'ın varlığını inkar eden Darwinizm, 140 yıldır pek çok insanın imanını kaybetmesine ya da kuşkuya düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucularımız belki tek bir kitabımızı okuma imkanı bulabilir. Bu nedenle her kitabımızda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayrılması uygun görülmüştür.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir. Yazarın tüm kitaplarında imani konular, Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta, insanlar Allah'ın ayetlerini öğrenmeye ve yaşamaya davet edilmektedirler. Allah'ın ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir şüphe veya soru işareti bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır.
Bu anlatım sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve yalın anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve anlatılanların doğruluğunu inkar edememektedirler.
Bu kitap ve yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi, karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları birarada okumaları, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları açısından yararlı olacaktır.
Bunun yanında, sadece Allah'ın rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve okunmasına katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların diğer insanlar tarafından da okunmasının teşvik edilmesidir.
Kitapların arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise önemli sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz özellikleri taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı vasıflara sahip daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve siyasi konularda yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.
Bu eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli kaynaklara dayalı izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen anlatımlara rastlayamazsınız.


YAZAR VE ESERLERİ HAKKINDA


Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. 1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın eserleri yaklaşık 30.000 resmin yer aldığı toplam 45.000 sayfalık bir külliyattır ve bu külliyat 41 farklı dile çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi, inkarcı düşünceye karşı mücadele eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların kapağında Resulullah'ın mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı ise, kitapların içeriği ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar da, yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah'ın sünnetini kendine rehber edinmiştir. Bu suretle, inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen itirazları tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah'ın mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duası olarak kullanılmıştır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'nın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyanın daha pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, Sırpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullanılıyor), Hausa (Afrika'da yaygın olarak kullanılıyor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullanılıyor), Danimarkaca ve İsveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan, inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi üslubun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri taşımaktadır. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların, artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri dayanakları çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya külliyatı karşısında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler, Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine vesile olmaya niyet etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini sağlayan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli bir hizmet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa meydana getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve zaman kaybına neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın eserlerinin tek amacının dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu, bu hizmetteki etki, başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise, dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır. Dünyanın günden güne daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve kargaşa ortamı dikkate alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmiş olan Harun Yahya Külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.






GİRİŞ


İnsan, sadece bir kaç dakika için üzerinde yaşadığı dünyayı ve kendisine yaşam veren şeyleri dikkatlice düşündüğünde hayrete düşecektir. Devasa büyüklükte galaksiler barındıran bir boşlukta, uçsuz bucaksız büyüklükteki galaksilerden birinin içinde bulunan, yaşam için özel olarak var edilmiş bir gezegen üzerinde yaşamaktadır. Bu gezegen, yani Dünya, uçsuz bucaksız boşluğun içinde hiç durmadan dönmekte, evrendeki milyarlarca yıldızdan sadece biri olan Güneş yine aynı boşluk içinde yeryüzüne ışınlar yollamakta, bu ışınlar sayesinde Dünya ısınmakta, besin döngüsü, su döngüsü, azot döngüsü gerçekleşmekte, insan; hayvan, bitki ve mikroorganizmalarla birlikte kendisine sağlanan sayısız sebep vesilesiyle yaşayabilmektedir. Milyonlarca, milyarlarca detay bir araya getirilmiş, en güzel ve en kusursuz şekli ile insana sunulmuştur. Kimisi insanın yaşaması için gereken ihtiyaçları karşılarken, kimisi de bir güzellik, bir nimet olarak ona ikram edilmiştir. Bu detayların her biri bir sanattır, bir yaratılış harikasıdır. Bazen bu detaylar o kadar hayatidir ki, olmamaları durumunda yaşam durur, Dünya ölü bir gezegen halini alır. İnsanın ise, bunların çok büyük bir bölümünü değil yoktan var etmeye, benzerlerini bile yapmaya gücü yetmez.
Allah insana yaşamı boyunca nimetler sunar. İnsan, her an kopyalanan DNA'sı, her an aldığı nefes, her an atan kalbi, her nefeste soluduğu oksijen, her an dönen Dünya, her an hareket eden atomlar ve daha sayısız detay sayesinde yaşayabilmektedir. Çeşit çeşit yiyecekler, Dünya'ya "renk" getiren güneş ışınları, fotosentez yapan bitkiler, gökten inen su, bitkilere besin sunan mikroorganizmalar, denizler ve daha sayısız nimet bu dünyada yaşamın devamlılığına vesile olur. Dünya'nın konumu, Güneş'in, Ay'ın varlığı, bunların Dünya'ya uzaklıkları, Samanyolu galaksisi içindeki yerleri, büyüklükleri, eğimleri, yörüngeleri, içerdikleri tüm gazlar, moleküller, atomlar, insanın var olmasına uygun özel koşullarla yaratılmışlardır. İnsan, hayatta kalabilmesini sağlayacak sayısız nimetle birlikte kusursuz bir şekilde yaratıldığını düşünmelidir ve bunların tümü, kendisine önemli bir gerçeğin hatırlatıcılarındandır:
İnsanı yoktan yaratmış olan Allah'tır. Onu ve onun etrafını saran tüm güzellikleri, farkında olduğu veya olmadığı tüm nimetleri, bu nimetlerin en küçüğünü ve en büyüğünü sürekli olarak yaratan ve bunların her birinde hayranlık uyandırıcı detaylar var eden Yüce Allah'tır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır. Allah, sonsuz aklı ile insanların kavrayamadıkları, henüz detaylarını keşfedemedikleri sistemler yaratmış, her detayın içinde Kendi Yüceliğini ve kudretini gösteren daha da ince güzellikler var etmiştir. Yoktan var eden, her şeyi dilediği gibi takdir eden ve onları her an dilediği gibi yaratmaya kadir olan Yüce Allah için kuşkusuz bu son derece kolaydır. Allah dilerse, elbette bunların tümünü giderip yok edebilir. İnsana düşen, kendisine karşılıksız sunulan bu nimetlere şükretmek, Allah'a muhtaç olduğunu bilmek ve yalnızca O'na yönelmektir.
Elinizdeki bu kitap, Allah'ın ayetlerde bildirdiği bu önemli gerçeği hatırlatmak için yazılmıştır.

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir.
O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 1-4)

Muhteşem Bir Yaratılış Harikası: DNA


Ortalama 100 trilyon hücreye sahibiz. Sahip olduğumuz her hücrede birer tane DNA molekülü vardır. Bunlardan "sadece bir tanesinin" içinde 3 milyar farklı konuda bilgi bulunur. Bu bilgiler toplam 1 milyon sayfalık bir seri kitap oluşturabilirler. 1 milyon sayfalık kitap yaklaşık 1000 cilttir. Bu 1000 ciltlik eserin sayfalarını yan yana uzatabilsek, uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanabilir. Bu 1000 ciltlik eser 24 saat hiç durmadan okunacak olsa, eserin tamamlanması 100 yıl sürer. Bu muazzam bilgi, tek bir tırnağımızda, saçımızın tek bir telinde veya kolumuzun üzerindeki herhangi bir tüyde bulunan "tek bir DNA"ya aittir.
1000 ciltlik bir kütüphane, nasıl gözle göremediğimiz tek bir tüycüğün içinde saklanmış olabilir? Nasıl o tüycüğü meydana getiren tüm hücrelerde ayrı ayrı paketlenebilir, nasıl bizleri oluşturan "tüm diğer hücrelerin" içine sığdırılmış olabilir? Tek başımıza taşımamız mümkün olmayan 1000 kitaba sığacak bilgi, nasıl 100 trilyon kere bedenimize yerleştirilmiştir? Bunu insan istese, kendi kendine başarabilir mi? Bunu başarabilecek herhangi bir teknoloji var mıdır? Bu muazzam bilginin tesadüf eseri hücrelerin içine yerleşmiş olması mümkün müdür?
Ne rastgele olayların, ne insanın, ne de teknolojinin, bu hayranlık uyandırıcı eseri meydana getirecek gücü olmadığı açıktır. Bu, bilimsel olarak da delillendirilmiş bir gerçektir. Bedenimizde taşıdığımız bu hayranlık uyandıcı eser, herşeyi dilediği gibi yapmaya gücü yeten Allah'a aittir.

Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)


Mükemmel Koruyucu:
Atmosfer

Bir canlının Dünya üzerinde yaşayabilmesi için Güneş'e belirli bir uzaklık, belirli aralıklarda ısı, karbon, ozon ve su döngüsü, mikroorganizmaların açığa çıkardığı mineraller, fotosentez, Dünya'nın özel eğimi, yerçekimi kuvveti, atom parçalarını bir arada tutan kuvvetler ve bunun gibi pek çok önemli detay gereklidir. Yeryüzü, bu şartların tümünü bir arada tutacak şekilde korunmuştur. Bu mucizevi gezegeni saran ve tüm bu dengeleri koruyan atmosferi ortadan kaldırsanız, yaşam sona erer.
İnsanların Dünya üzerinde yaşamasını sağlayan belli bir ısı ve ışık aralığı vardır. Uzaydaki kavurucu sıcaklıklar, dondurucu soğuklar, öldürücü ışınlar arasından atmosfer bize sadece bizi yaşatacak olan miktarları ulaştırır. Güneş'te meydana gelen tek bir patlamanın açığa çıkardığı enerji oldukça büyüktür. Tek bir patlama, Hiroşima'ya atılanın benzeri olan 100 milyar ton atom bombasının gücüne eşittir. Bu yakıcı etki de atmosfer aracılığıyla Dünya'ya en ideal şekliyle ulaşmaktadır. Eğer Dünya yüzeyine, şu an yeryüzüne ulaşandan biraz daha fazla miktarda kızıl ve mor ötesi ışın, gama ve mikro dalga ışın ulaşsa, tüm canlılar yok olacaklardır.
Yeryüzü milyonlarca yıldır aynı korunmuş tavan ile korunmaktadır. Milyonlarca yıldır, aynı ışınlar yeryüzüne ulaşmakta ve yaşama olanak vermektedir. Bir gün atmosfer, kendi işlevini yerine getiremese, Dünya için, onun yerini tutacak başka bir koruyucu tavan oluşturmak mümkün müdür? İnsanı, hızla kendisine ulaşan öldürücü ışınlardan ve kavurucu sıcaktan koruyacak bir yöntem var mıdır? Kuşkusuz böyle bir şeye ne insanın gücü yetebilir ne de buna güç yetirebilecek bir teknoloji vardır. Böyle bir durum karşısında, tesadüfler sonucu yeni bir atmosfer oluşmasını beklemek mantıklı mıdır?
Elbette bu son derece mantıksızdır. Bu kusursuz eserin kör tesadüflerle oluşmasına akıl ve irade sahibi hiçbir insan elbette ihtimal vermeyecektir. Kaldı ki böyle bir bekleme süresi de olmayacak, yaşam daha ilk anda sona erecektir. Atmosferin bu mükemmel yapısı, her an, her hadisede büyüklüğünü gösteren, kuvvet sahibi, Yüce Allah'ın muhteşem bir sanatıdır.

Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş yollar açtık. Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 31-32)


Yaşamsal Tüm Faaliyetlere Vesile Olan Bir Detay:
Enzimler

Tek bir cümleyi okumak sadece birkaç saniye sürer. Oysa insan vücudundaki enzimlerden sadece bir tanesi görevini yapmasa, bu cümleyi okumak 1500 yıl sürecektir. Enzimler, hücreleri hareketlendirip reaksiyonları başlatmak ve hızlandırmakla görevlidirler. Bir enzim bir reaksiyonu 1010 defa yani 10 milyar kere hızlandırabilir. Eğer enzimler kendi görevlerini yerine getirmeseler, siz bu cümleyi okuyana kadar sizi yaşatan pek çok reaksiyon da devreye girmeyi bekleyecek ve birbirinden habersiz ve hareketsiz hücreler teker teker ölmeye başlayacaktır. Ve bu cümleyi bitirmeye ömrünüz yetmeyecektir.
Hücre içinde reaksiyonların tümü enzimler tarafından gerçekleştirilir. Eğer bir insanın bedenindeki enzimler bir anda görevlerini yapmamaya başlarlarsa, onları tekrar eşzamanlı ve hızlı bir şekilde harekete geçirebilmek çok zordur. Günümüzde gelişmiş tıp bilgisine ve üstün teknolojiye rağmen, 100 trilyon hücreye ulaşabilecek enzim sisteminin benzerini meydana getirmek mümkün olmamıştır. Evrimciler böyle üstün bir mekanizmanın tesadüflerle oluştuğunu iddia ederler. Oysa insan, tüm bilgi ve imkanlarına rağmen, sahip olduğu mevcut sistemi kopyalayıp onun bir benzerini üretme konusunda çaresizdir. Enzimler kadar hızlı reaksiyonlar gerçekleştiren tek bir model bile meydana getirmeyi başaramamıştır. Bu gerçek gösterir ki, bedenin içinde tüm kimyasal reaksiyonları başlatacak ve hızlandıracak, üretim, kontrol, kopyalama gibi sayısız hayati işlemi hatasız yerine getirecek bu mucize proteinlerin şuursuz olaylar sonucunda, kendi kendilerine meydana gelmiş olmaları imkansızdır.
Bu durumda üzerinde düşünülmesi gereken, bütün kainatın ve onun içindeki tüm detayların sahibinin, insanı ve insan bedenindeki enzimleri de yaratanın Allah olduğu gerçeğidir.

Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. (Lokman Suresi, 20)


Allah'ın Bir Sinekte Yarattığı Mükemmel Detay:
Petek Gözler

Sinek, saniyede 500 kere çırptığı kanatları ve müthiş uçma yeteneği ile bir yaratılış harikasıdır. Onu önemli kılan bir diğer özelliği ise, müthiş komplekslikte binlerce merceği olan gözleridir. Bir sinek, başının sağ ve sol taraflarında 4000'er ayrı bölme bulunan, toplam 8000 bölmeli petek gözlere sahiptir. Bu 8000 bölmenin her birinde, görüntüyü farklı açılardan gören birer mercek vardır. Sinek bir çiçeğe baktığında çiçeğin tüm görüntüsü, sineğin sahip olduğu 8000 ayrı mercekte ayrı ayrı belirir. Sineğin beynine ulaşan bu farklı görüntüler, bir yap-boz oyunundaki parçaların birleşmesi gibi birleşirler. Bu binlerce farklı parçanın birleşmesi sonucunda ise sinek için anlamlı bir çiçek görüntüsü oluşur. 1
Sinek son derece küçük bir canlıdır. Gözlerinde binlerce mercek bulunması, gördüklerini anlamlı hale getirecek bir beyin sistemine sahip olması olağanüstü bir durumdur. Bizler ancak bu canlıyı incelediğimizde bu bilgiye sahip oluruz. Oysa yeryüzündeki tüm sinekler, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu mükemmel yapıya sahiptirler. Çünkü onlar da, yeryüzündeki canlıların tümü gibi, Allah'ın yarattığı birer mucizedirler; araştırıp inceledikçe insanı hayrete düşüren eşsiz yaratılış harikalarıdır.
Sadece birkaç milimetrelik bir alan içine 8000 tane mercek yerleştirebilecek ve bunların her birine görme yeteneği verebilecek bilgi ve teknoloji günümüzde mevcut değildir. Bunların ışığı algılamasını sağlayacak ve bu algıyı mükemmel bir şekilde görülür hale getirecek bir sinir sistemini oluşturmak ise imkansızdır. Üstün bilgi ve tecrübeye rağmen insanın bir benzerini meydana getiremediği bu kusursuz yapının tesadüflerle ortaya çıktığı iddiasının bir inandırıcılığı olabilir mi?
Elbette böyle bir şey mümkün olamaz. Tesadüfler, bu canlının sahip olduğu 8000 mercekten sadece bir tanesini, hatta bu mercekleri oluşturan sayısız hücrenin tek bir proteinini bile oluşturamazlar. Her varlığı mükemmel detaylarla yaratan, küçücük bir sinekte olağanüstü bir donanım var eden ve insanlara bunları anlayıp düşünmeleri için akıl ve vicdan veren, varlıkların tümünü her an gören ve her an gözeten Yüce Allah'tır.

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

1. How Come? Planet Earth, Kathy Wollard, Workman Publishing, New York, 1999, sf. 116


İnsana Ait Müthiş Bir Detay:
Koku Alma Mucizesi

Bir karanfil sizin için her zaman aynı kokar. Bir parfümü ikinci kere kokladığınızda ise bunun hemen tanıdık bir koku olduğunu hatırlarsınız. Çünkü bir şeyi yaşamınız boyunca bir kere bile koklasanız, o koku, hafızanızdaki yerini almıştır.
İnsan burnunda 1000 civarında değişik koku reseptörü vardır. İnsan, 1000 değişik reseptörün kombinasyonlarıyla 10.000'den fazla farklı kokuyu aygılayabilir. Karanfili kokladığınızda o kokuyu algılamanızı sağlayan moleküller koku reseptörleriyle birleşir ve karanfile ait kodu oluşturur. Hafızanızda çoktan var olan bu kod, kokladığınız şeyin karanfil olduğunu size tekrar hatırlatır.
Bu sistem olmasaydı ne olurdu?
Tatları algılama fonksiyonu koku alma duyusuyla bağlantılı olduğundan, bozulmuş bir yiyeceği fark edip hemen ağzınızdan dışarı atmanızın sebebi çoğu zaman kokusudur. Eğer koku algılama sisteminiz işlevini yitirseydi, yediğiniz şeyin tadını da tam olarak alamayacak ve muhtemelen bu tehlikeyi fark edemeyecektiniz. Evinizde başlayan yangını, dumanı görmeden fark edemeyecek, etrafı saran yanık kokusunu asla anlayamayacaktınız.
Koku hafızanıza yerleşen bilgi sadece moleküllerdir. Hiçkimsenin hafızanıza binlerce kokuyu yerleştirebilme gücü ve imkanı yoktur. Hiçkimsenin moleküllere koku verme ve onları beyninizdeki ilgili birimlere uygun hale getirme ihtimali yoktur. Tüm bunları oluşturan, kokuyu, koku alma sistemini ve mükemmel özellikleriyle hafızayı yaratan, tüm varlıkların sahibi olan Allah'tır.

Yere gelince, onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçalttı-koydu. Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 10-13)


Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri

İnsan, üzerinde sürekli cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez. Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır. Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar.
Bu, harika bir sistem ve mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile değildir ama, rahatlık içinde yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde çalışması ile mümkün olur.
Vücuttaki bu "alışma" mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.
Hissetmenin bir nimet olması gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, bir insan bedeninin ne zaman hissetmesi, ne zaman hisse alışması gerektiğini belirleyecek bir bilinci yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına yeten, Kafi olan Yüce Allah'tır.

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)


Üstün Özelliklere Sahip Bir Canlı:
Keser Balığı

Büyük bir yaratılış harikası olan Keser balığı, okyanusların 1000 m derinliklerinde yaşar. Okyanus derinliklerinde yaşayan balıkların büyük bölümünde olduğu gibi bu balık da iyi görmesini sağlayan iri gözlere sahiptir. Ve bu gözler yukarı bakacak şekilde yerleştirilmiştir. Bunun sebebi, bu derinlikte yaşayan balıkların genellikle üstlerinden geçen balıkları avlamalarıdır.
Ama bu canlılar, bir yandan da yukarıdan gelebilecek tehlikelere karşı görünmez olmak zorundadırlar. Sahip oldukları bedenin üstün tasarımı, canlıya tehlikelerden korunma özelliği vermektedir. Keser balığının vücudu yassıdır. Bedeninin rengi ise gümüş rengidir, bu nedenle karanlıkta rahatlıkla kamufle olabilir.
Peki bu canlı, aşağıdan gelebilecek tehlikelere karşı nasıl korunmaktadır? Elbette ondan daha derinlerde yaşayan balıklar da iri gözleri sayesinde onun için birer avcıdırlar. Ancak Keser balığı, karnında bulunan ve "fotofor" adı verilen hücreler sayesinde avcılara karşı müthiş bir yanıltma özelliğine sahiptir. Bu hücreler ışık üretirler. Bu, biyolojik bir ışıktır. Farklı iki kimyasal madde bir araya gelir ve bir kimyasal reaksiyon başlatarak bu ışığı oluştururlar. Bu olağanüstü hücreler, yukarıdan süzülen ışığın değişen rengini olduğu gibi taklit eder ve tamamen aynı renkte ışık meydana getirirler. Bu mükemmel mekanizma sayesinde Keser balığının gölgesinin aşağıdaki avcılar tarafından fark edilmesi engellenmiş olur.
Keser balığının varlığından belki de hiçbir zaman haberiniz olmadı. Onun neye benzediğini, nasıl yaşadığını belki de hiçbir zaman bilmediniz. Şimdiye kadar adını bile duymamış olduğunuz ve belki de hiç yakından görmeyeceğiniz bir hayvanın bu müthiş özelliklere sahip olduğunu bilmenizin size nasıl bir faydası olabilir? Allah dilese, bu canlıyı saydığımız işlevlerle yaratmaz veya sayısız özelliği, yaşamasına sebep kılmazdı. O halde karşımızdaki bu müthiş detaylardan nasıl bir fayda elde ederiz?
İnsana sunulan detaylar, kişilerin tüm yaşamını ve bakış açısını değiştirebilir, onları dünyevi hırsların peşinde koşan huzursuz ve endişe dolu insanlarken, mutlu, mutmain ve ahiret beklentisi içindeki inançlı insanlar haline getirebilir. Bunun için karşılaşılan her şeyin Allah'ın yarattığı nimetler olduğunu görmek ve Allah'ın mutlak varlığını düşünmek yeterlidir. Karşımıza çıkan her güzellik ve her detay, tüm bunları bize kesintisiz sunmakta olan Allah'a aittir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)


Bize Daima Geri Dönen Su

Allah insana birçok konuda bilgi ve imkan vermiştir. Örneğin günümüzdeki teknoloji sayesinde, pek çok şeyin oluşumu laboratuvar ortamında izlenebilir. Ancak öyle temel olaylar vardır ki, bunların oluşumunu insanlar ne laboratuvarlarda izleyebilir, ne de bunu sağlayabilirler. Bu büyük nimet, dünyanın büyük bir kısmını kaplayan ve en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan "su"dur. Su, dünyanın oluşumu sırasında bir defaya mahsus olarak oluşmuş, ardından oluşum devresi son bulmuştur.
Havada serbest halde dolaşan iki molekül olan Hidrojen ve Oksijen gazının bir araya gelerek suyu oluşturabilmeleri için atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Çarpışma sırasında hidrojen ve oksijen moleküllerini oluşturan bağlar zayıflar ve bu molekülleri oluşturan atomlar yeni bir molekül olan suyu (H2O) meydana getirmek üzere birleşirler. Söz konusu çarpışma ancak çok yüksek bir sıcaklıkta ve yüksek bir enerji seviyesinde meydana gelmektedir. Şu anda yeryüzünde suyun oluşumuna olanak sağlayacak kadar yüksek bir ısı yoktur. Bu nedenle suyun oluşumu imkansızdır. Dünya'da var olan su, Dünya'nın oluşumu sırasındaki yüksek sıcaklık sonucunda oluşan sudur.
Bu suyun miktarında hiçbir zaman bir değişme olmaz. İçtiğimiz, kullandığımız, yaşamımızın bir parçası olan su her zaman aynı sudur. Yeryüzündeki su döngüsü sebebiyle buharlaşan sular, yepyeni tazelenmiş olarak bulutlardan bize geri dönerler. Allah bu gerçeği ayetleriyle haber vermiştir:

Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 68-69)

Eğer Allah yeryüzünde hazır olarak var ettiği suyu kurutup giderse, onu geri getirmeye güç yetirebilecek hiçbir varlık yoktur. Eğer Allah bulutlara çektiği suyu bir daha indirmese, onu yeryüzüne geri indirebilecek bir güç yoktur. Nimetlerin tümü Allah'tandır. İnsana sürekli olarak ikram edip sunan, yoktan var eden, üstün güç sahibi olan Yüce Allah'tır.

Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 18)


Taklit Edilemeyen En Üstün Sistemlerden Biri:
Fotosentez

Elinize tek bir yaprak alın ve ona dikkatlice bakın. Bu yaprak, müthiş kapsamlı kimyasal işlemler sonucunda "fotosentez" yapar. Bir başka deyişle, insanların günümüzde laboratuvarlarda başaramadıkları bir işlemi saniyeler içinde başarır. Küçük bir yaprağın büyük bir sükunetle gerçekleştirdiği bu kimyasal işlem, insanın yeryüzünde yaşamını sürdürebilmesinin başlıca sebeplerinden biridir.
Bu yaprağın sadece 1 milimetre karesinde 500 bin adet klorofil bulunur. Bir başka deyişle, fotosentez için gerekli olan ve yine insanların hiçbir şekilde laboratuvarlarda elde edemedikleri muhteşem molekül, bu yaprağın içinde milyonlarcadır. Eğer klorofil molekülünü inceleyebilme imkanı olsaydı, daha fazla detay karşımıza çıkardı. Klorofilin içindeki işlemin hızı saniyenin on milyonda biri kadardır. Yani, yapraktaki suya ulaşan ışığın, atomaltı parçacıkları harekete geçirmesi ve onların yörüngelerini değiştirmelerini sağlaması gibi karmaşık bir işlem, her saniye on milyon kere tekrarlanmaktadır. Üstelik bu işlem her klorofil molekülünde ayrı ayrı gerçekleşmektedir.
Bir gün Allah'ın dilemesiyle klorofil molekülleri, söz konusu işlemleri yapmayı durdursalar veya bitkiye ulaşan ışığın dalga boyu fotosentez yapmaya uygun olmasa, yeryüzüne oksijen sağlayabilecek başka bir kaynak bulabilme imkanı yoktur. Bitkiler fotosentez yapmasa, insan ve hayvanların solunumundan dolayı ortaya çıkan aşırı karbondioksiti tekrar oksijene dönüştürecek başka bir yol yoktur. Yeryüzündeki yaşamı sürdürebilmek için bir klorofil molekülünün tesadüflerin eseri olarak meydana gelip havayı temizlemesini ve besin oluşturmasını beklemek kuşkusuz mantıksız olacaktır. Çünkü böylesine karmaşık bir sistemin tesadüflerle oluşması imkansızdır.
Bir bitkinin karbondioksit soluyup oksijen açığa çıkarabilecek üstün bir yeteneğe sahip olması, büyük bir mucizedir. Bu olağanüstü sistem, alemlerin Rabbi olan Allah'ın büyük bir nimeti, hayranlık uyandırıcı bir eseridir.

Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)


Bal Arılarındaki Üstün Yetenek ve Mimari Harikası
Petekler

Tam olarak 109 derece 28 dakikalık birbirine bitişik altıgen şekiller yapmak söz konusu olduğunda, bu şekilleri belirtilen açıda, kusursuz olarak yapabilmek için çeşitli açı ölçerlere ve düzgünlüğü sağlayabilmek için cetvellere ihtiyaç vardır. Bir insan için bu şekilleri çizerken arada yanlışlık yapma ihtimali çok büyüktür. Ayrıca çeşitli düzeltmeler yapmak, gerekirse bazı altıgenleri baştan çizmek ve buna muhtemelen oldukça uzun bir vakit ayırmak gerekecektir. Şaşırtıcı olan, insan, akıllı ve şuurlu bir varlık olarak tüm bunlarla uğraşırken, aynı çalışmayı bal arılarının hiçbir açı ölçer veya cetvel kullanmadan hatasız ve aralıksız şekilde gerçekleştirmeleridir. Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz açıyı kullanarak petekler yaparlar. Kovan etrafında yüzlerce arı bulunmasına rağmen bunların tek bir tanesinin bile hata yapması söz konusu değildir. Bu canlılar, peteklerini inşa ederken tam olarak 109 derece 28 dakika ve 70 derece 32 dakikalık iki açı kullanırlar. Hesapta en ufak bir sapma olmaz. Peteklerin uçlarını ise 13'er derece yükselterek inşa ederler. Bu önemlidir, çünkü bu eğim sayesinde bal, petekten dışarıya akmaz.
Bir peteğin yakınlarında dursanız oradan oraya uçuşan arılardan başka bir şey görmezsiniz. Oysa uçan her arı, taşıdığı balmumunu hangi açıyla peteğin neresine yapıştırması gerektiğini bilen üstün bir matematikçidir. Bir arının böylesine usta ve yetenekli olması mümkün müdür? Bir arı, insandan daha iyi hesap yapabilme kabiliyetine sahip midir? Elbette arı ne matematik bilgisine ne de üstün yeteneklere sahiptir. Peki bu kusursuz peteği oluşturmayı tesadüfen mi öğrenmiştir? Milyonlarca yıldır, her balarısı, tesadüfen bu yetenekle doğmuş olabilir mi? Kuşkusuz insanın sahip olmadığı bu yeteneğe, bir arının tesadüfen sahip olması mümkün değildir. Bu canlıları, üstün özellikleri ile birlikte meydana getiren, canlılara Kendi fazlından ilim veren, sonsuz kudret ve güç sahibi Yüce Allah'tır.

Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)


Yetenekli Karaciğer Hücreleri

Karaciğer hücrelerinin her biri yaklaşık 500 kadar değişik kimyasal işlem gerçekleştirme yeteneğine sahiptir. Vücudun dolaşım, sindirim, boşaltım gibi sistemlerinde gerçekleşen tüm faaliyetlerden haberdardırlar. Üstlendikleri bu görevler nedeniyle hücrelerin her birinde yoğun bir hareketlilik vardır ve bu hareketlilik durmaksızın devam eder.
Eğer herhangi bir sebeple karaciğerin bir kısmı hasar görür veya alınırsa, faaliyet aniden çeşitlenir. Artık hücrelerin yeni faaliyetleri "çoğalma"dır. Hücreler 500 ayrı görevi yerine getirirken, aynı zamanda çok yüksek bir hızla çoğalmaya da başlarlar. Bunun amacı, hasar gören karaciğeri tamamlamaktır. Karaciğer, hücrelerin bu olağanüstü yetenekleri nedeniyle vücutta kendisini yenileyebilen tek organdır. Karaciğer normal boyuta gelip tamamlandığında, hücreler aynı anda faaliyetlerini durdururlar.
Karaciğer hücrelerinin, parmağınızın ucundaki bir milimetrelik kısımdaki hücrelerden bir farkı yoktur. Karaciğerinizde bulunan hücreler de parmağınızdakiler de aynı bilgiyi taşırlar. Onları farklı kılan, sahip oldukları bilginin sadece farklı bir kısmını kullanmalarıdır. Buradaki gözle görülmeyen tek bir hücre, çoğalma işleminin başlaması gerektiğini bilmekte ve kendisini kopyalayabilmektedir. Sonra, aniden karaciğeri tamamlama görevinin bittiğini haber almakta ve faaliyetini diğerleriyle birlikte durdurmaktadır. Hiçbir hücre, başıboş bir şekilde üretim işlemine devam etmez. Hiçbir hücre çoğalma esnasında diğer görevlerini biraz bekletmesi gerektiğine karar verip sistemin aksamasına sebep olmaz. Kopyalanan hiçbir yeni hücre, hangi görevleri yerine getireceği konusunda eğitilmez. Ancak buna rağmen, her yeni hücre tereddütsüz hemen karaciğerdeki faaliyetine başlamaktadır.
Bu kapsamlı sistemin kontrolü insana ait değildir. Evrimcilerin ise, bu kompleks sistemin tesadüflerle oluştuğu iddialarını savunabilmeleri için öncelikle karaciğeri oluşturan tek bir hücrenin nasıl ortaya çıktığını açıklayabilmeleri gerekmektedir. Ancak evrimciler için, yaşamın temelini kapsayan böylesine önemli bir sorunun açıklaması yoktur. Çünkü kuşkusuz, tüm canlıları, onların sahip olduğu her bir hücreyi yaratan, bunları her an kontrolü ve denetimi altında tutan, sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Karaciğerde sergilenmiş olan sistem de, varlığı hiç değişmeden duran, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Yüce Allah'ın eseridir.

Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için... (Hac Suresi, 5)
Gözle Görülmeyen Hücrenin İçinde Önemli Bir Detay:
Genler

İnsan, kalbinin atışını kontrol edemez. Yemek yerken tükürük bezinin faaliyetlerinin denetimi kendi elinde değildir. Kendi kontrolüne bırakılsa, her saniye nefes alması gerektiğini sürekli olarak hatırlaması oldukça zordur. Bunun gibi sayısız vücut fonksiyonu onun hiçbir müdahalesi olmadan gerçekleşmektedir. Ancak kendi bedeninde kendi denetimi olmamasına karşın, sahip olduğu tüm sistemlerde kusursuz bir işleyiş vardır.
İnsanın kromozomlarının içinde kendisiyle ilgili her bilgi vardır. Çekirdekteki 46 kromozomun her biri, bir insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle hücrelerde yer alan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler. Örneğin, vücutta deri 2.559, beyin 29.930, göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, göğüs 4.001, akciğer 11.581, karaciğer 2.309, bağırsak 3.838, iskelet kası 1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından kontrol edilmektedir.
Gözle görülmeyen bir hücrenin içinde saklanan sayısız küçük parçanın, dev bir vücut sistemini kontrolü altında tutması büyük bir mucizedir. Bu sistemde hiçbir aksaklık ortaya çıkmaması, doğan her yeni insanda, aynı genlerin, aynı sistem ve organları kontrol etmesi, olağanüstü bir durumdur.
Genler kuşkusuz akıl sahibi varlıklar değildirler; kör ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşurlar. Dolayısıyla buradaki üstün akıl ve kusursuz denetim onlara ait değildir. Hayranlık uyandırıcı birer yaratılış harikası olan genler, örneksiz olarak muhteşem alemler yaratan Allah'ın emrine uyarak hareket etmektedirler. Aslında bu, evrendeki küçük büyük her detayda kendisini açıkça gösteren bir gerçektir. Her şey, Allah'ın üstün yaratmasının bir tecellisidir. Genler, Allah dilediği için "her an" vücut sistemiyle ilgili "her şeyi" kontrol edebilirler. Bu üstün kontrol, tüm bu sistemin asıl sahibi Celil (azîm, mertebesi yüksek) olan Allah'a aittir.

Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)


Okyanusun Derinliklerinde Yaşayan Bir Detay:
Amfobid

İnsan sudaki erimiş oksijeni soluyamaz, su altındaki basınçlara dayanamaz. Su, havadan yaklaşık 1.300 kat daha ağırdır ve derinlere inildikçe basınç süratle yükselir. Her on metre derinlikte üzerimize bir atmosfere denk basınç biner. Su altında, 150 metre derinliğe kadar inildiğinde damarlar çökebilir ve ciğerler sıkışarak bir gazoz kutusunun ortalama boyutlarına inebilir.
Dünya üzerindeki yaşam, insana sadece karada yaşama olanağı verir. Suyun içinde ise bizler için yaşam mümkün değildir.
İnsan, suyun basıncına karşı son derece dayanıksızdır. Ama yeryüzünde öyle canlılar vardır ki, sahip oldukları özel donanımlar sayesinde insandan üstün niteliklere sahip olurlar. Örneğin, okyanusun en derin noktası olan Pasifik'teki Marina Çukuru, karidese benzer şeffaf bir tür kabuklu olan amfobid kolonilerinin yuvasıdır. Burası, okyanus yüzeyinden yaklaşık 11.3 kilometre aşağıdadır. 4 kilometrelik ortalama okyanus derinliğinde bile şiddetli olan basınç, bu olağanüstü derinlikte, çimento yüklü on dört kamyonun ağırlığı altında ezilmekle birdir. 1
Hangi şartlarda nasıl yaşadığını bile bilmediğimiz bir canlı, bizden çok daha üstün özelliklere sahip olabilir ve çok daha zor şartlar altında yaşamını sürdürebilir. Bu canlının kendisi, okyanusun onlarca kilometre derinliklerinde yaşadığının ve insanın ölümüne sebep olabilecek bir basınç altında varlığını sürdürebildiğinin farkında bile değildir. Bu canlının, bizim ulaşamadığımız derinliklerde yaşamına devam etmesi, yerin veya suyun derinliklerinde de olsa, göğün en yükseklerinde de olsa tüm canlıların, Allah'ın üstün sanatıyla yaratılmış olduklarını gösteren delillerden biridir.
İnsan, tek bir örneğe bakarak Allah'ın büyüklüğünü görebilir, O'nu takdir edebilir. Tüm nimetleri, tüm varlıkları, yerde ve gökte olan her şeyi yaratanın Allah olduğunu anlayıp idrak edebilir. Bunun için sahip olduğu tek bir özellik, görüp incelediği tek bir şey üzerinde düşünmesi yeterlidir. İnsana düşen, kendisine verilmiş delilleri mutlaka görmesi ve Allah'ın yerde ve gökte bulunan tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini takdir etmesidir.

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson,
Boyner Yayınları, 2003, sf. 209-210


Allah'ın Detayda Yarattığı Bir Mucize: Moleküller

Etrafımızda gördüğümüz her şey, kendi bedenimiz de dahil olmak üzere, sadece 109 atomun kombinasyonundan oluşmaktadır. 109 ayrı atom bir araya gelir ve dağları, suları, bitkileri, eşyaları, binaları, tatlıyı-acıyı, zehirliyi-faydalıyı, güzel kokuyu, güzel rengi ve birbirinden çeşitli canlıları oluştururlar. Bu, gerçekten büyük bir mucizedir.
Atomlar bir araya geldiklerinde, birleşerek özel dizaynlar meydana getirirler. Oluşan özel dizaynlar, yani moleküller, birbirinden farklı maddesel özelliklerin ortaya çıkmasını sağlar. Elinizde tuttuğunuz kalem de, eliniz de, içtiğiniz su da benzer atomların çeşitli şekillerde bileşmelerinin bir sonucudur. Bazen moleküle tek bir atom eklenir ve içilen su bir zehire dönüşebilir. Moleküle eklenen veya molekülden ayrılan tek bir atom, yenilemez şeyi yenilebilir hale, keskin ve çirkin bir kokuyu muhteşem gül kokusuna dönüştürebilir. Aynı atomların farklı şekillerde birbirlerine bağlanmaları, molekülün rengini değiştirebilir, akışkan bir maddeyi katı yapabilir.
Yeryüzündeki çeşitlilik olağanüstüdür. Allah, moleküllere çeşitli özellikler vermekle üstün bir sanat sergiler. Bir elmanın tatlı olması, taşın sert, pamuğun yumuşak olması, gözle görülmeyen atomlarda Allah'ın sergilediği büyük bir mucizedir. Allah, yeryüzünü yoktan yaratmış, tüm varlıklara % 99.99999'u boşluk olan atomları sebep kılmış ve bu gözle görülmeyen alem içinde de hayranlık uyandırıcı bir sanat sergilemiştir.
İnsan, Allah'a her anında muhtaçken, O'nun dilemesi dışında hiçbir şeye güç yetiremezken, kendisine sunulmuş nimetleri çok iyi anlamalı ve bunların sahibinin alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu çok iyi düşünmelidir. O zaman dünyada sahip olduğu nimetler nedeniyle imanın neşesini yaşayacak, ahirette ise tüm güzelliklerin en fazlasına kavuşacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. "Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür." Orada diledikleri her şey onlarındır; Katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35)


Yaratılışın Kanıtlarından Biri Olan
En Büyük Patlama:Big Bang

Dünya üzerinde yaşamın var olması için gerekli olan unsurların dengesinin bozulması oldukça zordur. Aniden karbonmonoksit solumaya başlamaz, yerçekimi kuvvetinin azalması ile oturduğunuz koltuktan havalanıp uzay boşluğuna doğru hareket etmezsiniz. Güneş'ten gelen ışık aniden gözlerinize ve derinize zarar vermez, veya aşırı oksijen ciğerlerinizi yakacak bir seviyeye hiçbir zaman ulaşmaz.
Bunu sağlayan sebepler elbette çok fazladır. İlginç olan, tüm bu sebeplerin evrenin tüm maddesini içinde barındıran sıfır hacme sahip tek bir noktanın patlaması ile ortaya çıkmış olduğu gerçeğidir. Bu patlama Big Bang'dir ve şu an uzayda bulunan tüm dengeler bu patlama ile yerlerini bulmuştur.
Evrendeki hassas oranı sabit tutabilmek için bir araya gelmiş pek çok sebep vardır. Örneğin Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli bir düzene eriştiği zamanda, bu hız üzerinde bahsettiğimiz 1/1018'lik fark oluşsaydı, bu oran söz konusu dengeyi yok etmeye yetecekti.
Saydığımız bu ufak farklılıklardan sadece bir tanesi gerçekleşse, tüm evren tümüyle yok olacaktı.
Etrafınıza şöyle bir bakın. Her şey olağanüstü bir sabitlik, sakinlik ve mükemmellik içindedir. Çünkü yeryüzünde var olan hiçbir şey tesadüfi değildir. Hiçbir şey kontrolsüz ve bilinçsiz gelişmemektedir. Her şey, kusursuz ve mükemmel bir orana ve olağanüstü hassaslıktaki dengelere bağımlıdır. Çünkü bütün bunların sahibi, tek bir patlamayı sebep kılarak kusursuz bir sanat ve mucize yaratan, büyüklük ve kerem sahibi olan Yüce Allah'tır.

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

Tüm Canlılarda Allah'ın Üstün Sanatı Hakimdir

Nefes alma işlemi, insanda bir refleks olarak gerçekleşir. Bazı canlıların ise refleks olarak nefes almaya ihtiyaçları yoktur. Örneğin yunuslar için bu, bilinçli bir harekettir. Bizim yürümeye karar vermemiz gibi, onlar da nefes almaya karar verirler. Nefes almak için yüzeye çıktıklarında ciğerlerinin %80-90'ını hava ile doldururlar. Bu miktar, uzun süre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Uyurken havaya ihtiyaç duymaları ise onlar için bir sorun değildir. Yunuslar, beyinlerinin sağ ve sol loblarını 15 dakikalık periyodlar olarak alternatifli kullanırlar. Loblardan bir tanesi uyurken, yüzeye çıkıp hava alabilmek için beyinlerinin diğer lobu görev başındadır.
İnsan yeryüzünde karmaşık özelliklere sahip tek canlı değildir. Araştırıp incelediğiniz hemen her yer, gökte uçan veya denizin derinliklerinde yaşayan, birbirinden kompleks ve farklı canlılarla doludur. Bunların, bizlerden ve birbirlerinden farklı yaratılmaları, farklı alemlerde, farklı güzellikler ve eserler yaratan Allah'ın hikmetidir. İnsan, bir canlıyı suda nefes alabilme yeteneği ile donatamaz, havayı ciğerlerine belirli bir oranda almasını sağlayamaz. Gece uyurken ona beyin loblarını kontrol etme kabiliyetini veremez. Uyurken ölmemesi için kullanması gereken sistemi ona öğretemez. Yeryüzündeki hiçbir canlıya, yaşadığı ortama en uygun yaşama imkanlarını ve özelliklerini veremez. İnsan bunu, kendisi için bile yapamaz.
Bilinçli bir varlık olarak insanın gerçekleştiremediklerini ise bilinçsiz tesadüflerin gerçekleştirmesi kuşkusuz imkansızdır. Tesadüfleri ilahlaştıran, tüm varlıkların rastgele meydana geldiğini savunan evrim teorisi, her geçen gün ortaya çıkan kompleks yapılar karşısında tamamen çöküşe uğramış bir teoridir.
İnsana ve yeryüzündeki tüm varlıklara can veren, her birine yaşamaları için türlü olanakları nimet olarak sunan ve bunun için türlü donanımlar var eden Yüce Allah'tır. Bu nimetlerle sürekli karşılaşan insanın yapması gereken ise, Rabbimiz'in üzerimizdeki rahmetini ve nimetini düşünüp O'na yönelmektir.

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)


Mucizevi Şekilde Yenilenen Beden

İnsan hiçbir yeni günde, eski bedeninin aynısına sahip değildir. Vücuttaki hücrelerin bir kısmı yenilenmiştir. İnsanın "benim bedenim" diyerek sahiplendiği bedenini oluşturan hücrelerin bir kısmı ölmüştür. "Benim" diyen şey ruhtur, bedenin kendisi değişmektedir.Bu bilimsel bir gerçektir. İnsan vücudunu oluşturan dokular sürekli yenilenir. Bunu sağlamak için vücutta her dakika 200 milyon hücre doğar ve ölmüş hücrelerle yer değiştirir. Bu mükemmel olayın denetimi ise, Allah'ın dilemesiyle, troksin denilen tek bir hormona verilmiştir.
Troksin hormonu bedeni denetler, ömrünü tamamlayan hücreleri belirler ve buna göre yeni bir üretim yapılması emrini ilgili birimlere iletir. Bedenin yenilenmesi asıl olarak bu hormonun faaliyetine bağlıdır. Eğer troksin hormonu, eksilen hücrelerin sayısını hesaplayamasa ve ihtiyaçtan daha fazla veya daha az üretim yapsa, bedende oldukça karmaşık bir durum oluşur. Hücreler yeterli sayıda yenilenmediği için dış görünümde yaşlanma meydana gelirken, organlar işlevini yapamayacak hale gelecektir. Fazla üretim sonucunda ise, kontrolsüz büyüyen organlar ve oluşan tümörler, kısa sürede ölüme sebebiyet verebilir. Böylesine tehlikeli riskleri olan bir üretimin, evrimcilerin iddia ettiği gibi sözde bilinçsiz şekilde hareket eden ve tesadüfen işlev gören tek bir hormonun kontrolünde olması mantıklı mıdır? Yine evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşmuş (ki bu imkansızdır) ve tamamen şuursuz hareket eden tek bir hormonun vücutta ne kadar hücrenin ölmüş olduğunu hesaplayabilmesi, meydana gelen eksikliğe uygun olarak yeni bir üretim yapması mümkün müdür?
Bir hormonun tesadüfen meydana gelerek ve kendi kendine kararlar vererek vücuttaki bir üretimi yönlendirmesi elbette mümkün değildir. İnsan, bedenindeki mükemmel dengenin, tesadüfen oluşmuş, rastgele hareket eden tek bir hormona ait olduğunu zannederse, yaşamını büyük endişelerle geçirmek zorunda kalır. (Zaten tesadüfen bir hormonun meydana gelebilmesi de, tesadüfi müdahalelerle bir insan bedeninin canlı kalabilmesi de mümkün değildir. Darwin'in öne sürdüğü tesadüfi aşamalar, tek bir bakteri hücresinin tek bir proteininin oluşumunu bile açıklayamamaktadır.) Bir insan bedeninde, tek bir rastgele olaya bile izin vermeyecek kadar kompleks ve detaylı sistemler vardır. Bütün bu sistemlerin Yaratıcısı, onları her an kontrolü altında tutan, yerde ve gökte olan her şeyin hakimi olan Allah'tır.

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)


Uzaydaki Olağanüstü Detaylar

Evrende bir yıldız ne kadar büyükse o kadar hızla yanar. Bizi ısıtan ve bize besin ve yaşam sağlayan Güneş, eğer şu an olduğundan on kat daha büyük olsaydı, oluşumundan on milyar yıl sonra değil, on milyon yıl sonra sönecekti ve bizler şu anda burada olamayacaktık. Eğer Güneş'e çok yakın bir yörüngede bulunsaydık, Yerküre üzerindeki her şey buharlaşıp yok olurdu. Çok daha uzak bir yörüngede olsaydık, bu durumda da her yeri buzlar kaplayacaktı.
Güneş, Dünya'ya yaşam sağlayabilmek için en uygun büyüklükte ve Dünya'ya en uygun uzaklıktadır.
Dünya eğer Güneş'ten yalnızca %1 oranında uzak ya da ona %5 oranında yakın olsaydı, üzerinde yaşanılamaz bir gezegen olurdu. Söz konusu yüzdeler, evrendeki büyük sayılar dikkate alındığında aslında oldukça küçük mesafe birimleridir. Bunu anlayabilmek için Venüs'ü örnek verebiliriz. Dünya'dan hemen önceki gezegen olan Venüs'e Güneş'in sıcaklığı bizden sadece iki dakika önce ulaşır. Büyüklük ve yapı açısından Venüs Dünya'ya oldukça benzerdir, fakat yörüngesel mesafedeki küçük bir fark, bu iki gezegen arasındaki "yaşam" farkının oluşmasının sebebidir. Bu iki dakikalık farkın sonucunda Venüs'ün yüzey sıcaklığı 4700C'ye ulaşır. Bu sıcaklık, kurşunu bile eritebilecek kadar yüksektir. Yüzeyindeki atmosferik basınç ise Dünya'dakinin 90 katıdır. Böyle bir basınç altında, insan yaşamı mümkün değildir. 1
Elbette ki Allah , uzayda var olan tüm gezegenler üzerinde yaşam yaratabilirdi. Ancak Allah, yaşamı yalnızca Dünya üzerinde var etmiştir. Bunun için sayısız faktörü hassas dengelere bağımlı kılmıştır. Bunlardan sadece birinin dengesinin bozulması, Dünya üzerindeki yaşamı sona erdirmeye yeterlidir. Dünya üzerindeki yaşam, onun sahip olduğu kusursuz denge ve bunların bağımlı olduğu sebepler, tüm bunları yaratan Allah'ın kontrolü altındadır. Yaratılan her şey gibi üzerinde yaşadığımız Dünya da, Yüce Allah'ın kusursuz sanatına sahiptir.
O, sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay'ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah'ın takdiridir. (Enam Suresi, 96)

1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 216-217


Beyindeki Muhteşem Sinir Ağı
Allah'ın Eşsiz Bir Eseridir

Dünyada aynı anda yüz milyonlarca telefon görüşmesi yapılabilir. Dünya çapındaki bu ağ, oldukça üstün ve kapsamlı bir ağdır. Bu gerçeğe karşın bu büyük ağ, tek bir insan beyni ile karşılaştırıldığında oldukça sıradan kalır. Tek bir insanın beyninin içinde ortalama 100.000.000.000 (yüz milyar) nöron (sinir hücresi) bulunmaktadır. Bu mükemmel ağı daha iyi anlamak için şu örneği verebiliriz: Beyindeki bu nöronlar, sahip oldukları uzantılardan uç uca eklenecek olursa, uzunlukları birkaç yüz bin kilometreyi bulmaktadır. Bilim adamlarının beyni, "evrendeki en büyük gizemlerden biri" olarak tanımlamasına neden olan en önemli unsurlardan bir tanesi, bu olağanüstü ağın varlığıdır.
İnsan beyninde yaklaşık 100 trilyon sinaps bulunur. Sinapslar, sinir hücrelerinde kimyasal geçişin gerçekleştiği yerlerdir. Vücuttaki herhangi bir hücre, sinapslar yoluyla, 1000 ayrı beyin hücresi ile bağlantı kurabilmektedir. Bu olağanüstü ağ sayesinde meydana gelen bilgi işlem hızı, gerçek anlamda hayret vericidir. Tek bir bit'lik bilgi, bir anda tam 100.000 nörona ulaşabilmektedir. Bu özelliği ile beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır. Böyle mükemmel bir eserin, aynı hız ve aynı özelliklere sahip bir benzerinin yapılması, IBM'in teknoloji müdürü Dr. Kerry Bernstein'ın ifadesiyle, mümkün gözükmemektedir. 1
Böylesine kapsamlı bir ağı, küçücük bir alana sığdırmak ve onun katrilyonlarca bağlantı yapmasını ve bunu saliseler içinde başarmasını sağlamak elbette imkansızdır. Dünyadaki gelmiş geçmiş tüm insanların sahip olduğu bu muhteşem sistemi yoktan var etmek için insanın yapabileceği hiçbir şey yoktur. Beyin, insanların bu gerçeği görebilmesi için çok kapsamlı ve detaylı yaratılmış bir mucizedir. İnsanlara armağan edilmiş bu değerli hediyenin sahibi, çeşit çeşit nimetleri karşılıksız bağışlayan Yüce Allah'tır. Üstün yaratılış harikası beynin varlığı, Yüce Rabbimiz'in büyüklüğünü ve kudretini bir kez daha sergilemektedir.

Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)

1. "Brain Teaches Computers A Lesson", MSNBC.com, 6 Ağustos 2002
(Bit: Bir bigisayardaki en küçük bilgi (veri) parçacığına bit adı verilir.)


Saniyede 500 Kere
Çırpılan Kanatlar

Sivrisinek, kanatlarını "saniyede" yaklaşık "500 defa" çırpar. İnsanın kollarıyla oldukça sınırlı sayıda gerçekleştirebildiği bir işlemi, o sadece tek bir saniyede 500 kere gerçekleştirmektedir.
Saniyede 500 kere kesintisiz olarak hareket eden böylesine güçlü bir mekanizma, yapay olarak geliştirilememektedir. Çeşitli malzemeler ile geliştirilen buna benzer bir mekanizma, sürtünmenin şiddetinden kısa bir süre sonra yanacaktır. Ama bir sivrisinek, yaşamı boyunca uçtuğu her saniye, kanatlarını bu sıklıkla çırpmakta ve hiçbir sorun yaşamamaktadır. Dahası, bu üstün nitelikli kanatlar ona, yüksek bir hızda, dilediği yöne, dilediği uzunlukta uçma imkanı verirken, aynı zamanda manevra ve iniş yeteneklerini de en mükemmel şekilde gerçekleştirmesini sağlar.
Kanatlarını bu hızda çırpabilmek için sivrisineğin çok miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Bu nedenle sivrisinek, hemen her hücresine ulaşan özel bir solunum borusuna sahiptir. Bu boru, doğrudan dışarıdaki havaya bağlı olduğundan, hücreler oksijen alışverişini aracı bir madde olmadan yaparlar. Bu özel sistemin sonucu olarak da dakikada binlerce kez kanat çırpan sivrisinek hiç yorulmaz.
Büyüklüğü 1 cm'yi bile bulmayan bir canlıda, saniyede yüzlerce kez çırpacak bir kanat ve bunu mümkün kılacak bir solunum sistemi var etmek Allah'ın hayranlık veren bir sanatıdır. Hiçbir tesadüf, böylesine kompleks bir canlıda, bu mükemmellikte bir mekanizma meydana getirip onu her bir bireyde mükemmel işler hale getiremez. Hiçbir tesadüf, eş zamanlı hareket eden bir çift kanada saniyede 500 kere çırpma imkanı veremez. Bu kusursuz canlının da onun sahip olduğu hayranlık uyandırıcı kanatların da Darwin'in öne sürdüğü gibi tesadüfi aşamalarla meydana gelmesi imkansızdır. Bu eser, Sani (sanatçı) olan Allah'a aittir.

Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)


Kokuyu Algılayan Mükemmel Sistem

Derin bir nefes aldığınızda, bu nefes ile birlikte çok çeşitli şeylerin kokularını da aynı anda algılarsınız. İçtiğiniz kahvenin, içeride pişen yemeğin, vazoda duran çiçeğin ve dışarıdaki dumanlı havanın kokusunu aynı anda alır ama hepsini ayrı ayrı algılarsınız. Bunun sebebi, burnunuzun, aldığı kokuları 30 saniye içinde analiz edip değerlendirmesi ve bu sayede yaklaşık 3000 kokuyu birbirinden ayırt edecek kadar mükemmel bir kapasiteye sahip olmasıdır.
Dakikalar içinde milyarlarca koku hücresinden gelen mesajlar, burunda bulunan on binlerce hücreye aktarılır. Buradaki hız olağanüstüdür. Milyonlarca bilgi saniyenin binde biri gibi zaman aralıklarında "hiçbir hata yapmadan" bir hücreden diğerine hareket edip durur. Bu işlemler kısa bir süre içinde burnunuza gelen sayısız kokuyu ayırt edebilmenizi sağlar. Aynı zamanda burna iletilen bilgilerin tanınması ve organize edilmesi koku duyarlılığını da artırır. Gelen kokuların her birinin ayırt edilmesi ve tanınması, burundaki koku alma hassasiyetini de oldukça artırmıştır. 1
Buradaki hatasız iletişimin olağanüstülüğünü şöyle açıklayabiliriz: Belirli bir bilginin bir milyon telefon hattıyla taşındığını ve bu hatların sayısının bir santralde aniden bine indirildiğini varsayalım. Böyle bir geçiş durumunda, ne kadar gelişmiş bir teknoloji kullanılırsa kullanılsın, yüksek ihtimalle orijinal bilgilerde bir kayıp veya hata olacaktır. Buna karşın, koku hücreleri aynı görevi, yaşadığımız süre boyunca kusursuz olarak yapmaya devam ederler. Aynı anda çok sayıda koku ile muhatap olmamız, bu kokuları birbirinden ayırt etmemizi engellemez; sayı ne kadar artarsa artsın tüm kokuları birbirinden zorlanmadan ayırt edebiliriz.
Bir insanın, dakikalar içinde kendisine ulaşan binlerce kokuyu hatasız algılayacak bir sisteme sahip olması belki de onu hayatı boyunca hiç şaşırtmamıştır. İnsan, gülü kokladığında tanıdığı gülün kokusunu, kahveyi kokladığında tanıdığı kahvenin kokusunu alıyor olmasını yadırgamaz. Bir meyvenin kokusunun hangi aşamalarla kendisine zamanla tanıdık hale geldiğini belki de hiç düşünmemiştir. Oysa hayatının her anında burnun koku alma bölümünde bunu sağlayan kompleks işlemler devam etmektedir. Tüm insanların sahip olduğu bu özel sistem ancak Allah'ın dilemesiyle vardır, O'nun kontrolü ile kusursuz şekilde işler. İnsana sunulmuş diğer tüm nimetler gibi bu özel nimet de Allah'ın bir ikramıdır.

İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 6-7)

1. Tim Jacob, "Olfaction", 2001, http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/
teaching/sensory/olfact1.html


Bakterilerin Sahip Olduğu Üstün Detaylar

Bakteriler olmadan yeryüzünde canlılığın sürmesi mümkün değildir. Toprağa atıp, çürüyüp ufalanacağından emin olduğumuz tüm atıklar, bakterilerin faaliyetleri sonucunda yok olurlar. Onlar, yeryüzündeki tüm atık maddeleri işlenebilir ve yeniden kullanılabilir hale getirirler. Ölü bir madde, onların vesilesiyle çürür. Bakteriler, bu maddenin her parçasını küçük minerallere ayrıştırır ve bunların besin olarak canlılara sunulmasını sağlarlar. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar artırırlar. Bedenimizde de önemli işler bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Bakteriler, bağırsaklarımızdaki vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere ve polisakkaritlere (bir karbonhidrat grubu) dönüştürürler. Yemeklerle aldığımız yabancı mikroplara karşı savaşı da gerçekleştirirler.
Yeryüzü için büyük öneme sahip azot döngüsü, tümüyle bakterilere bağımlıdır. Bakteriler havadan nitrojeni (azot) alır ve onu yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürürler. Bu, yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlemdir. Bakteriler, endüstriyel yöntemlerle 5000C'de ve normalin 300 katı kadar basınç altında gerçekleştirilebilecek bir işlemi, saniyeler içinde sorunsuz olarak yerine getirmektedirler.
Bunlardan çok daha önemlisi, bakteriler bize soluduğumuz oksijeni sunarlar. Dünyamızın solunabilir oksijeninin büyük bir kısmı fotosentez yöntemi ile mikoorganizmalar tarafından sağlanmaktadır. Siyanobakteriler, algler ve denizleri dolduran diğer minik organizmalar havaya her sene yaklaşık 150 milyar kg oksijen salarlar. 1
Dünya'da yaşamın varlığına vesile olan sayısız sebepten sadece bir tanesi olan bakteriler, Darwin'in evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmıştır. Darwin bu canlıların ilkel olduklarını varsaymış ve tüm teorisini bu varsayım üzerine şekillendirmiştir. Ancak 21. yüzyıl bilimi bu canlıların hiç de ilkel olmadıklarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Sahip oldukları özellikler ve gerçekleştirdikleri harikalar, tesadüflerle asla oluşamayacak mükemmel varlıklar olduklarını gösterir. Bir bakteri, kendi kendine oluşamayacak, kendi kendine söz konusu yetenekleri edinemeyecek kadar komplekstir ve evrim teorisi tek bir bakterinin sözde tesadüfen ortaya çıkışını hiçbir şekilde açıklayamamaktadır.
Tüm bunlar, müthiş komplekslikleri, mükemmel yapıları, kusursuz işlemleri gerçekleştirme yeteneğini birarada yaratıp yeryüzünün her yanında var eden Allah'ın sanatının tecellileridir. Bu örnekle Allah, "en basit" yakıştırmasının yapıldığı en küçük tek hücreli canlının bile ne derece kompleks ve üstün özelliklere sahip olabileceğinin delillerini sunmuştur. Allah, insana, tek hücreli bir canlıya muhtaç yaşadığını hatırlatmıştır. Bundan öğüt alanlar, Allah'ın rızası ve cenneti için çabalayanlar ve Allah'ı gereği gibi takdir edenler olacaktır. Çünkü Allah, yerde ve gökte olanları boşuna yaratmamış, onlarda, her insanın öğüt alıp Allah'a yönelmesi için deliller kılmıştır.

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)

1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 264


Yerde ve Gökte Hakim Olan Güzellikler

Evrendeki büyüklükler ve uzaklıklar, insanın hayal gücünün çok ötesindedir. Dünya şartlarındaki bizim için büyük olan rakamlar, evrenin tümü düşünüldüğünde aslında oldukça küçüktürler. Örneğin, evrende 300 milyar galaksi bulunduğu hesaplanmıştır. Bu galaksilerden sadece biri olan içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızlardan sadece biri olan ortalama büyüklükteki Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Güneş'e en yakın olan yıldız Alpha Centauri'nin Güneş'ten uzaklığı bile 78.000 kilometre gibi büyük bir uzaklıktır.
Henüz sırrı çözülememiş olan uzay ve onun içindeki milyarlarca galaksi, kendi yörüngelerinde kendileri için belirlenmiş bir yönde hareket etmekte ve devasa çekim kuvvetleri ile birbirlerini etkilemektedirler. Bu azametli evrende dev büyüklükleri ile tüm yıldızlar, bunları takip eden uydular hatta bunların üzerindeki tek bir buz veya toz tanesi, kısacası evrendeki her şey kendileri için belirlenmiş bir kader dahilinde hareket eder. Her birinin hareketi, dönüş hızı, sıcaklıkları, uzaklıkları Allah'ın Katında belirlenmiştir. Yerin derinliklerindeki gözle görülmeyen küçücük bir canlıyı yaratan, onun için bir kader belirleyen Allah, evrendeki dev yıldızları da en mükemmel şekli ile yaratandır ve diğer her şey gibi onları da sürekli olarak Kendi kontrolü altında tutmaktadır. Kebir olan Allah, büyüklüğünü ve kudretini, toprağın altında yaşayan bir canlıda da, kainatın derin karanlıklarındaki dev galaksilerde de açıkça sergileyip gösterendir.
İnsan, yerde ve gökte olan her neyi araştırırsa araştırsın, mutlaka Allah'ın üstün ve kusursuz sanatı ile karşılaşacaktır. Varlıkların hiç biri, tesadüfen bir özellik kazanamaz, tesadüfen mevcut düzen ve dengelerini koruyamazlar. Bunların tümü, üstün ve sonsuz bir aklın kontrolünde ve hakimiyetindedir. Her yerde varlığını gösteren bu üstün akıl, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a aittir.


Muhteşem Bir Detay: Karıncadaki Sinir Sistemi

Küçücük bir karınca yaklaşık 500.000 sinir hücresine sahip büyük bir iman hakikatidir. Neredeyse tüm amacı besin toplayarak yaşamını devam ettirmek olan böyle bir canlıda bile Allah, kompleks yapısı ve üstün iletişim sistemi ile mucizevi bir sinir ağı var etmiştir.
Bu olağanüstü sistem sayesinde karıncalar oldukça değişik iletişim yöntemleri kullanabilirler. Avlarını bulmaktan birbirlerini takip etmeye, yuvalarını kurmaktan düşmanlarıyla savaşmaya kadar birçok faaliyeti sahip oldukları bu özel sinir ağının vesilesiyle gerçekleştirebilirler. Allah'ın kendilerine sunmuş olduğu üstün donanım sayesinde hiç bir yardıma ihtiyaç duymadan mükemmel şekilde hayatlarını sürdürebilirler.
Oysa bir karıncanın, sahip olduğu 500.000 sinir hücresinden haberi bile yoktur. Bir karıncanın yaşaması için bu kapsamlı donanımı ne bir insan ona sağlayabilir, ne bilim adamları, ne de tesadüfi olaylar... Darwin'in öngördüğü tesadüfi mutasyonlar, tek bir karıncadaki bu muhteşem sistemin tek bir hücresini bile ortaya çıkaramazlar. Tesadüfler, bir canlının nereden ne hissetmesi gerektiğini bilemez, buna göre yepyeni bir vücut sistemi meydana getiremezler. Evrimcilerin öne sürdükleri evrim mekanizmaları, söz konusu mevcut kompleks sisteme yalnızca zarar getirirler. Bu özel sistemin sebebinin, bilinçsiz tesadüfler olması mümkün değildir.
Karıncalar, kendi bedenlerindeki kapsamlı sinir ağına yaratıldıkları andan itibaren sahiptirler. Çünkü her canlı gibi onlar da, her incelikte ve her olayda büyüklüğünü gösteren Rabbimiz'in eseridir ve her an O'nun kontrolündedirler. Tüm varlıklara can veren, onları dirilten ve yaşatan Muhyi olan Allah'tır ve Yüce sanatı, tek bir karıncada bile en mükemmel şekli ile sergilenmiştir.

Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir Ay var eden (Allah) ne Yücedir. O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 61-62)


Yaşamın Varlığının Sebebi Olan Detaylardan Biri:
Dünya'nın Büyüklüğü

İnsan, ayağa kalkıp yürümeye başladığında, üzerinde ne yukarı ne de yere doğru bir basınç hissetmez. Oturmak, yürümek, koşmak son derece olağan işlerdendir. Oysa ayağa kalkıp yürüdüğünde, hatta koltuğunda rahat otururken bile oldukça güçlü yerçekimi kuvvetine karşı direnç gösterir. Bu kuvvet öylesine kararında bir orana sahiptir ki, insan, günlük hayatında gösterdiği bu direncin farkında bile değildir.
Bunun en önemli sebebi Dünya'nın büyüklüğüdür. Dünya eğer biraz daha küçük olsaydı yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosfer Dünya çevresinde tutunamayacak, dağılıp gidecekti. Biz de tıpkı atmosfer gibi yeryüzünde bir türlü sabit duramayacaktık. Eğer Dünya daha büyük olsaydı, bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutan atmosfer öldürücü hale gelecekti. Bizler, bu zehirli gazlardan korunmayı başarsak bile, oturduğumuz yerde ağırlaşacak ve hareket edemeyecektik.
Ancak böyle bir sorun hiçbir zaman söz konusu değildir. Çünkü Dünya'nın büyüklüğü, üzerinde bizim yaşayabilmemize olanak verecek şekilde oldukça özel belirlenmiş bir orana sahiptir.
İnsanın yaşayabilmesi için bir araya gelen sebepler, öylesine büyük bir hassasiyete sahiptir ki, bunlardan bir tanesinin bile tesadüfen meydana gelmiş olması mümkün değildir. Bilim adamları Dünya'daki yaşama elveren şartların oluşma ihtimalini hesap etmişler ve bunun 10 üzeri 123 (10123)'te bir ihtimal olduğunu belirlemişlerdir. 1 Bu rakam, 10'un yanına 123 sıfırın gelmesiyle oluşur ve Dünya'da yaşama elverişli bir ortamın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını açıkça ilan eder.
Elbette Allah dilese, yarattığı tüm yıldız ve gezegenleri yaşama elverişli kılabilirdi. Allah dilese, yarattığı insanların ne su içmeye, ne yemek yemeye, ne belli orandaki özel gazları solumaya, ne yerçekimi kuvvetine, ne de Güneş'e ihtiyacı kalmazdı. Her birini ayrı ayrı yaratan Allah, dilese hiçbirini birbirine bağımlı kılmayabilirdi. Ancak sadece yaşam için bile sayısız sebep bir araya gelmiş ve bunlar bizleri hayrete düşüren detaylara sahip olmuşlardır. Bütün bunlar, her şeyi Allah'ın yarattığı ve her an kontrolü altında tuttuğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmakta, bizlere Allah'ın Yüce kudretini bir kez daha takdir edip O'na yönelme imkanı vermektedir.

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

1. Roger Penrose, The Emperor's New Mind, 1989; Michael Denton, Nature's Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s. 9


Hayranlık Uyandırıcı İnsan Gözündeki Mükemmel
Detaylar

Elinizdeki kaleme sadece birkaç saniye için bakarken bile gözünüzde yüz milyarlarca işlem gerçekleşir. Gözünüze gelen ışık ışınları korneadan, gözbebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Buradaki ışığa duyarlı hücreler, ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına uyarı olarak gönderir. Retinaya ulaşan görüntü orijinaline göre başaşağı durumda ve ters taraftadır. Ancak beyin bunu yeniden yorumlayarak görüntünün düz olmasını sağlar. Her iki gözden de ayrı ayrı görüntüler, bakılan cisme ait tüm özellikleri toplar. Her iki gözden gelen bu görüntüleri beyin tek bir görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini, rengini belirler ve ne kadar uzaklıkta olduğunu saptar. Ve bütün bu işlemler, saniyenin yalnızca onda biri kadarlık kısa bir süre içinde gerçekleşir.
Siz küçük bir noktaya bakarken de, büyük bir gemiyi incelerken de beyninizde aynı işlemler gerçekleşmekte, baktığınız cismin görüntüsü ağ tabakadaki 1 mm'lik noktada oluşmaktadır. Ne elinizdeki kalemin size yakın olduğundan, ne de uzaktaki bir geminin kalemden büyük olduğundan emin olabilirsiniz. Her birinin oluştuğu yerin büyüklüğü aynıdır. Ama baktığınız her şeyde bir mesafe hissi vardır. Siz, neyin ne kadar uzaklıkta olduğunu anlayabilir, önünüzdeki sehpada duran bardağa uzanıp onu almada hiçbir zaman güçlük çekmezsiniz. Göz gibi mükemmel bir organı yaratan Allah, onu insanın hayal gücünü aşan detaylarla donatmış, beynin kusursuz mekanizmasını da "bir nesneyi bulunduğu yerde, tüm detaylarıyla görebilmek için" vesile kılmıştır. Yeryüzündeki tüm insanların sahip olduğu olağanüstü komplekslikteki gözler, Allah'ın üstün birer eseridirler.
Yeryüzündeki hiçbir teknoloji gözün başardığı işlemleri başaramamıştır. Bu mükemmel organın sırlarını anlayabilme çalışmaları sürekli olarak devam etmekte, bize nasıl renkli bir dünya sunduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Elbette ne birkaç santimetre büyüklüğündeki gözün, ne de görüntünün oluştuğu milimetrelik bölgenin tek başlarına insan için renkli bir dünya oluşturabilme güçleri olamaz. Dışarıda var olan maddeyi gören ve beyinde yeniden yorumlayan ruhtur. İnsana Kendi ruhundan üfleyerek görme, algılama, hissedip yorumlama gibi yetenekler veren ve bütün bunları olağanüstü sebeplere bağımlı kılan Kadir olan Allah'tır. Yaratılan görüntü de, onu gören hayranlık uyandırıcı gözler ve buna bağlı sayısız sistem de Allah dilediği için vardırlar ve O'nun dilemesiyle yaratılmışlardır.


Beyindeki Üstün Nitelikli Sinir Hücreleri

Yaptığınız her hareket, düşündüğünüz, konuştuğunuz, hissettiğiniz her şey beyninizde oluşur. Beyninizde bunu sağlayan haberleşme ise beyne ait sinirler, yani nöronlar tarafından sağlanır.
Bir nöronun ortalama genişliği 10 mikrondur. (Bir mikron milimetrenin binde birine eşittir). Nöronlar o kadar ufaktırlar ki, ortalama boyutlardaki 50 tanesi bu cümlenin sonundaki nokta işaretinin içine sığabilir. Bir insan beyninde ortalama 100 milyar nöron vardır. Eğer bu 100 milyar nöronu her saniye birer tane olmak üzere saymak isteseydik, o zaman bütün bu sayım işlemi 3.171 yıl sürerdi. Eğer bu 10 mikronluk 100 milyar nöronu tek bir çizgi haline getirebilseydik, bu uzunluk tam 1000 kilometre olurdu. İnsan vücut ağırlığının yalnızca %2'sini kaplayan bir organda böylesine uzun bir iletişim ağının varlığı şüphesiz harikulade bir mucizedir. 1
Yeryüzündeki yapay haberleşme ağlarının tümünü bir araya getirsek, tek bir insan beyni içindeki kadar sistemli, kompleks, kusursuz ve hızlı bir sistemi elde edemeyiz. Yaptığımız en küçük bir hareket için bile, bu haberleşme ağı müthiş bir faaliyet içindedir. Gelmiş geçmiş, milyarlarca insanın her biri, bu kusursuz iletişim ağına henüz anne karnındayken sahip olmuştur. İnsan beynindeki bu üstün kompleks koordinasyona benzerlik gösterebilecek bir teknoloji yeryüzünde yoktur.
Bu mükemmel sistemin sadece küçük bir parçası hasar görse, sadece tek bir nöron yerine getirmesi gereken görevleri gerçekleştiremese, bu durum beyinde elektrik iletiminin zarar görmesine ve dolayısıyla duyu ve his kayıplarına yol açabilir. Şu durumda bu olağanüstü hassas sistemde rastgele bir işlemin gerçekleşmesi beyin fonksiyonlarının büyük bir kısmını, hatta tamamını işlevsiz hale getirecektir. Bu gerçek gösterir ki, henüz sınırları anlaşılamamış olan bu benzersiz haberleşme ağının, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. İnsanın sahip olduğu bu olağanüstü yapı, yeryüzündeki tüm canlı hücrelerini ve onlara hayat verecek vesileleri yaratan, Celalet ve Ululuk sahibi olan Allah'a aittir.


De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir." (Ankebut Suresi, 20)

1. http://faculty.washington.edu/chudler/what.html


Tüm Varlıkların Yapı Taşı Olan Mucizevi
Bir Detay: Atom

Atomlar, bir canlı öldüğünde dağılır ve başka bir şeyin parçası olurlar. Artık bir ağacı, bir bakteriyi veya bir yağmur damlasını oluşturmak için birbirlerinden ayrılmışlardır. Her şeyin en temel yapı taşını oluşturan atomlar, oldukça küçüktürler. Yarım milyon atom üstüste gelse, ancak bir tek bir tüyün arkasına saklanabilirler. Buradan yola çıkarak tek bir atomun büyüklüğünü hayal edebilmek neredeyse imkansızdır. Bunu anlayabilmek için şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz:
Milimetre, şu uzunlukta bir çizgidir: "-". Bu çizginin bin eşit parçaya bölündüğünü hayal edelim. Bu parçalardan her biri birer mikrondur. Mikroorganizmalar işte bu büyüklüktedirler. Tipik bir terliksi hayvan yaklaşık 2 mikron büyüklüğündedir. Yani gerçekten çok küçüktür. Bir damla su içinde bu canlıyı görmek isteseniz damlayı büyüterek çapını yaklaşık 12 metre yükseltmek zorunda kalırsınız. Ama aynı damladaki atomları görmek istediğiniz takdirde damlanın çapını 24 km'ye yükseltmeniz gerekir. Başka bir deyişle atomlar, bambaşka bir küçüklük ölçeğinde var olur. Atomların ölçeğine inebilmek için bu mikron dilimlerinden her birini alıp kırparak çok daha ince on bin dilime ayırmanız gerekir. Atomun ölçeği işte budur: Bir mm'nin on milyonda biri. Bu büyüklüğü de anlayabilmek için şu kıyası yapabiliriz: Bir atomun bir milimetrelik bir çizgiye oranı, bir parça kağıdın "kalınlığının" Amerika'nın en yüksek binalarından Empire State'in yüksekliğine olan oranıyla birdir. 1
Var olan her şeyi, Allah'ın dilemesiyle, bu muazzam küçüklükteki atomlar oluşturur. Bu olağanüstü küçüklükteki yapı taşının ise %99.9999'u boşluktur. Atomların bir araya gelip moleküller oluşturmaları için tek sebep, %99.9999 boşluk dışında kalan kütle içinde oldukça küçük bir yer kaplayan elektronlardır. Evrenin, güneşlerin, aslanların, tavşanların, dağların, gökdelenlerin, uçakların, insanın ve diğer her şeyin oluşma sebebi sadece budur.
Laboratuvarlarda kendi hücrelerini, kendi atomlarını inceleyen evrimci bilim adamları için tek bir atomu oluşturabilme imkanı var mıdır? Elbette olamaz. Bilim adamları henüz atomaltı parçaların detaylarını keşfetmekten uzaktırlar. Bu durumda, neredeyse tamamı boşluk olan bir milimetrenin on milyonda biri büyüklüğündeki parçalardan milyarlarca kilometrelik galaksiler yaratan Allah'ın Yüce kudreti ve yaratma sanatı aklını kullanan her insan için açıktır.
Yüce Allah, varlıkları "Ol" emri ile var eden, onlara mucizevi detayları sebep kılandır. Atomun sebep kılındığı her varlık, yani bu evrendeki her şey, bu özel yaratılışa en büyük delillerdendir.


O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 73)

1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf.120


Yeryüzündeki Bitki Çeşitliliğinin Sebebi Olan
Mucizevi Bir Detay: Tohum

Her gün üzerine basıp geçtiğimiz kara toprağın içinden türlü güzellikte bitkilerin çıkması büyük bir mucizedir. Bir bitkinin Güneş'e doğru yönelmesi, bütün güç ve gayreti ile yukarıya doğru uzamaya çalışması, bu arada dallarının kalınlaşıp su ve mineralleri yerçekimine rağmen yukarı taşıyacak bir sisteme sahip olması hayranlık verici bir olaydır. Bitkinin kuru dallarından taze yeşil yaprakların çıkmasında, yaprakların arasından gözalıcı renklerde ve eşsiz kokularda çiçeklerin belirmesinde, bunun ardından tat, koku ve fayda açısından insan için özel yaratılmış meyvelerin oluşmasında heyecan verici bir olağanüstülük vardır. Kendi içinde sayısız karmaşık sisteme sahip bitkide gerçekleşen bütün bu mucizeler için ise 1-2 cm çapındaki bir tohumun sebep kılınmış olması üstün bir sanattır.
Bir bitkiye ait olan her bilgi, onu meydana getiren küçücük bir tohumun içinde saklıdır. Tohumlar ait oldukları bitkinin her dalına, her yaprağına, şekillerinin nasıl olacağına, dış kabuğunun ne renkte ve kalınlıkta olacağına, besin ve su taşıyan borularının genişliğine, sayısına, bitkinin uzunluğuna, meyve verip vermeyeceğine, verecekse bu meyvelerin tatlarına, kokularına, şekillerine, renklerine dair -kısacası bir bitkiyle ilgili olabilecek- bütün bilgilere sahiptirler. Bu, Allah'ın tek bir küçük tane içine yerleştirdiği olağanüstü bir bilgidir.
Evrimciler, yeryüzündeki tüm canlı varlıkların hayali evrimsel oluşumu hakkında senaryo kurarlar. Allah'ın üstün sanatını ve Yüce kudretini takdir edemez ve bir canlının Allah'ın dilemesiyle sahip olduğu ve daha pek çok detayı çözülememiş komplekslikler içerdiğini hesap edemezler. İnsanın, sahip olduğu bilinç ve imkanlarla bile tek bir meyveyi, tek bir yaprağı, tek bir tohumu meydana getiremeyeceğini görmezden gelmeye çalışırlar. Oysa bu açık bir gerçektir. Evrimciler yeryüzündeki tüm bilgi ve teknolojiyle bile, bitkinin tek bir canlı hücresini meydana getirememektedirler. Bu yaratılışı sürekli gerçekleştirmekte olan, alemler yaratan ve bunların içinde sanatını sergileyen Yüce Allah'tır. Onun ilmi ve sanatı her yeri kaplamıştır. Üstün ve güçlü olan Allah'ın benzersiz eserleri karşısında evrimciler, sürekli olarak yenilgiye uğramaktadırlar.

Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız. (Vakıa Suresi, 63-65)



Elektriği Hissedebilen Canlılardaki
Göz Alıcı Detaylar

Canlıların ısı dışında elektrik de yayma özellikleri vardır. Bir canlıya yaklaştığınızda yaydığı elektriği fark edebilmeniz zordur, çünkü hava yalıtkandır. Söz konusu elektriğin hissedilebilmesi için iletken bir ortam ve bunu fark edebilecek özel bir donanım gerekmektedir. Doğal iletken olan su ve suda yaşayıp vücuttaki elektrik akımından faydalanan bazı canlılar buna bir örnektir.
Suyun içinde elektriği hissedebilen ve bu hisse göre hareket edebilen bir canlı çok etkili bir duyuya sahip olmuş olur. Köpek balıkları, bu önemli avantaja sahiptirler. Sudaki tüm titreşimleri, suyun ısısındaki değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki canlıların yol açtığı elektrik alanındaki küçük değişiklikleri bile hissedebilirler.
Köpek balıklarının vücutlarında, içi jöle dolu çok sayıda oluk mevcuttur. "Lorenzini ampülleri" olarak adlandırılan bu özel organlar, mükemmel birer elektrik algılayıcısıdır. Köpek balıkları ve vatozlar bu algılayıcılarını kullanarak avlarını bulurlar. Öyle ki köpek balıkları, bir voltun 20 milyarda biri büyüklüğündeki akımları bile hissedebilirler. Bu muazzam bir güçtür. Evlerde bulunan kalem pilleri düşünün. Sadece 1.5 voltluk olan bu pillerden iki tanesini denizin içinde birbirinden 3000 kilometre uzağa koyduğumuzda köpek balıkları bu pillerin yaydığı akımı hissedeceklerdir. 1
Bir canlının, yaşadığı ortama uygun ve kendisi için hayati olan son derece özel bir sistemle donatılması, ancak onu var eden, ihtiyaçlarını ve bulunduğu ortamı bilen ve tüm bunları bir canlıda yaratmaya kadir olan Yüce Kudret'in dilemesi ile mümkündür. Bu üstün Gücün sahibi, Alim ve Aziz olan Allah'tır.

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Published by BBC Worldwide Ltd., London 1999, s. 17


Vücudun Denetimine Vesile Olan Önemli Bir Detay:
Hipofiz Bezi

İnsan beyninde yaklaşık 0.5 gr. ağırlığında, bezelye tanesi büyüklüğünde bir et parçası bulunmaktadır. Bu ufak et parçasına, Allah'ın dilemesiyle, vücudun tümünü yönetme ve denetleme görevi verilmiştir. "Hipofiz bezi" adı verilen bu organ, yeryüzünün en kompleks, en hatasız ve en hayati idarecisi olarak yaratılmıştır. Sayısız hormona görevler dağıtır, hiçbir aksama olmadan her birini denetler ve mutlaka her biri için belirlenmiş bir işi vardır.
Aynı anda başımızı ve kollarımızı hareket ettirir, duyar, görür, gülümser, konuşur ve dokunuruz. Bizimle konuşulanları anlar, zihnimizde çeşitli yorumlar yaparız. Bize gelen tüm hisler ve yaptığımız tüm hareketler, hormonların vesilesiyle gerçekleşmektedir. Eş zamanlı olarak gerçekleşen yüzlerce iş, eksiksiz ve rötarsız olarak hipofiz bezinin kontrolü ile yerine getirilir. Bir insan bedeninde hormonların bazılarının geç hareket etmesi, bazılarının da aldıkları mesajı iletmeyi başaramadıkları bir durum söz konusu değildir. Karşımızdaki kişinin bizimle konuştuğunu görüyorken, ondan gelen sesi dakikalar sonra duyduğumuz veya elimiz kaynar su ile yanarken, yanma hissinin bize hiçbir zaman ulaşmadığı, dolayısıyla biz bunu fark edene kadar elimizde ciddi bir yanık oluştuğu bir durum, özel hastalık durumları dışında, muhtemelen hiç söz konusu olmamıştır. Çünkü kendisi de protein, su ve yağdan oluşan 0.5 gr. ağırlığındaki bir et parçası olan hipofiz bezi, tüm haberleşmeyi kusursuz gerçekleştirmek için görevlendirilmiştir. Onun yaratılması da, yaptığı işlerin kontrolü de alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
Yeryüzündeki her varlığın her yaptığı iş, ancak Allah'ın dilemesiyledir. Hiçbir varlığın kendine ait, Allah'tan bağımsız bir gücü yoktur. Allah dilediği takdirde, yarattığı her varlıkta Kendi kudretini, gücünü ve yüceliğini dilediği şekilde tecelli ettirir. Hem bedenimizde hem de çevremizde gördüğümüz, göremeyip de bilgisine sahip olduğumuz her şey, Allah'ın Yüce varlığının birer tecellisidir.

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. (Enam Suresi, 102-104)


Kar Üstünde Yaşayan Kutup Ayılarını
Soğuktan Koruyan Mükemmel Detay

İnsan bedeninde olağanüstü sistemler vardır. Nasıl işledikleri, nasıl kesintisiz hareket ettikleri, sorunlar karşısında nasıl "tedbirler" alabildikleri ve nasıl hata yapmadıkları gerçek anlamda hayranlık vericidir. Ancak bu üstünlük yalnızca insana verilmiş bir ayrıcalık değildir. Yeryüzündeki tüm canlılar, dev balinalardan karıncalara, tek hücreli alglerden kaplanlara kadar her biri, birbirinden küçük ya da büyük farklara sahip ama benzer derecede hayranlık uyandıran donanımlara sahiptirler. Yeryüzündeki bu olağanüstülüğe şahit olup da bir insanın, Allah'ın eserlerini inkar edebilmesi gerçek anlamda bir mucize, ayette belirtildiği gibi büyük bir cahillik özelliğidir:

Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)

Örneğin kutup ayıları, tüm donanımlarıyla buzullarla kaplı soğuk ortamda yaşamak üzere yaratılmışlardır. Bir kutup ayısı, ayak parmaklarının arasındaki oyuklar sayesinde buz yüzeyini vakum etkisiyle kolaylıkla kavrar. Böylelikle buz üzerinde uzun mesafeleri kaymadan rahatça yürüyebilir. Parmaklarının arasındaki ağımsı yapı sayesinde ise, saatte 10 km hızla yüzebilir ve 100 km gibi bir mesafeyi hiç dinlenmeden katedebilir. Sahip olduğu 5 cm kalınlığındaki özel kürkünün beyaz görünen tüyleri aslında şeffaftır. Fiberoptik özellikteki bu tüyler ısı kaybını önlerken, güneş ışınlarının sıcağını alttaki siyah renkli tüye kadar iletir. Kürkünün hemen altında ise, yine soğuktan koruyucu özellikte 10 cm kalınlığında bir yağ tabakası vardır. Kutup ayısının kürkü yüzmeye de elverişlidir. Suyun içinde tüyler birbirine yapışarak koruyucu bir kalkan oluşturur ve su geçirmez bir dalış elbisesi görevi görür. Tüm bu özellikler sayesinde kutup ayısı, 37 derecelik vücut sıcaklığını suyun içinde veya buzun üzerinde mutlaka korur.
Saydığımız tüm bu özellikler, yeryüzündeki bir canlının yaşamını devam ettirebilmesi için çok büyük öneme sahiptirler. Yeryüzündeki varlıkların çok detaylı ve kusursuz yapıları, bunların tesadüfen meydana gelemeyecekleri, hatta tüm bunlara insanın bile güç yetiremeyeceği gerçeğini açıkça ortaya koyar. Her şeyi kusursuz yaratan Allah'tır. Kutup ayısının soğuktan korunma sisteminde de bu gerçek açıktır. Bu canlıyı buzulların içine yerleştiren de, onu bu şartlara göre korunaklı donanımlarda yaratan da Allah'tır. Bu gerçek insana sürekli olarak, tüm varlıkların durumlarını ve davranışlarını mutlak iradesiyle takdir eden, Mukaddir olan Allah'ın büyüklüğünü hatırlatmaktadır.

Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)


Bir Çift Gözdeki Üstün Detaylar

Bu satırlara baktığınız anda gözünüzden beyninize saatte 500 km hızla bir elektrik akımı ilerlemeye başlar. Bu akım, 600 bin sinir arasından herhangi biri ile beyne iletilir. Akım iletildiğinde, siz de karşınızdaki satırları okumaya başlarsınız.
Göz, 600 bin sinirle beyne bağlanır. Aynı anda 1.5 milyon mesaj alıp bunları düzenler ve saatte 500 km'lik hızla beyne gönderir. Tek bir noktaya baktığınızda, aslında birbirinden farklı yüzlerce detay görürsünüz. Göz, bunların hepsinden gelen mesajları ayırt eder, hepsini değerlendirir ve her birini beyne iletir. Elinizdeki kitap size oldukça yakınken, aynı anda arka planda gördüğünüz manzara oldukça uzaktır. Ama her birini aynı netlikte görürsünüz. Baktığınız yerdeki tek bir detay bile ihmal edilmez, tek bir nokta bile bulanık değildir. Karşınızdaki manzara ne kadar fazla detay içerirse içersin, o manzara içinde hareket eden küçük bir karıncanın bile görüntüsü beyninize mutlaka ulaşır.
Hiçbir kamera, hiçbir televizyon bu netliği sağlayamamıştır. Hiçbir teknoloji ile göz vesilesiyle sağlanan mükemmelliği ve görüş hızını elde etmek mümkün değildir. İnsan, kendisine doğuştan verilmiş olan bu nimetten mahrum kalsa, etrafını tekrar görebilmek için yine bu kusursuz sisteme ihtiyaç duyacaktır. Bu da, ancak Allah'ın dilemesiyledir.
İnsan için, henüz anne karnında küçük bir embriyo iken yaratılmış bu özel nimet, Müstean olan yani Kendisi'ne her an ihtiyaç duyulan ve Kendisi'nden her an yardım beklenen Allah'ın bir ikramıdır.

De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

Tat Alma Hücrelerindeki Üstün Detay

10 gün önce tadıp beğendiğimiz bir yemeğin tadını hatırlayabiliriz. Bu yemeği tekrar yesek, daha önce aldığımız aynı tadı alır ve aynı zevki duyarız. Çünkü yemeğin tadı bize tanıdıktır. Ancak ilginç olan, dilimizde bulunan tat hücrelerinin 10 gün öncekilerle aynı olmamasıdır.
Tat hücreleri, vücut sıcaklığının oldukça üstünde veya altındaki gıdalarla, asitli besinlerle her gün muhatap olurlar. Sıcak bir çay, buzlu bir meyve suyu, koyu bir kahve veya ekşi bir greyfurt suyu onları belli ölçüde yıpratır. Yıpranan ve zamanla görevlerini tamamlayan tat hücrelerinin yerini almak üzere tat tomurcuğunda yeni hücreler olgunlaşır ve eskilerinin yerini alırlar.
İnsanın farkında bile olmadığı bu işlemler o kadar hızlı gerçekleşir ki, bazen akşam yemeğinde kullandığımız tat hücreleri kahvaltıdakilerden farklıdır. Ama yine de sofrada yediğimiz yemeklerin tatlarını ilk defa algılıyor olmayız. Hiçbir zaman bir elmanın lezzetine şaşırmayız. Çünkü yeni oluşan her hücre, geçmişteki hücrelerin sahip olduğu bilgiyle donatılır.
Bedenimizdeki tüm diğer hücreler de sürekli yenilenir, ama hiçbir zaman burnumuzun şekli veya saçımızın renginde bir değişme olmaz. Yeni üretilen hücreler yerleşmeleri gereken yeri şaşırıp vücudun herhangi başka bir yerinde şekil bozukluğuna sebep olmazlar.
Ömrünü tamamlayan tat hücreleri eğer yenilenmese, tat alabilmek için yapılabilecek pek bir şey olmazdı. Yediğimiz şeyin lezzetli bir yemek veya bir tahta parçası olması bir şeyi değiştirmezdi. "Tatlı"nın neye benzediğini unutur, zehirli veya bozuk bir yiyeceğin farkına bile varamazdık. Çünkü bu üstün işleve ve bu güzel nimete vesile olan, özel olarak yaratılmış tat hücreleridir. Onları mükemmel bir hafıza ve üstün bir yenilenme sistemi ile yaratan ise, tüm varlıkların Yaratıcısı ve hakimi olan Yüce Allah'tır. Bu ve bunun gibi binlerce nimet, kullarına karşı iyiliği bol olan Allah'ın bir ikramıdır. Allah, karşılıksız bağışlayan ve rahmeti bol olandır.

Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü Kendisi'ne ait olan Allah'ındır; ahirette de hamd O'nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır. (Sebe Suresi, 1)


Sahip Olduğumuz En Büyük Nimetlerden Biri:
Su

Yeryüzünün 3/4'ünü, insan bedeninin ise yaklaşık %70'ini su oluşturmaktadır. Su, insanın sahip olduğu her hücreye girer, içindeki her damarda dolaşabilir. 100 trilyon hücrenin her birine besin taşır, oksijen ve enerji verir. Su, yaşam için benzeri olmayan bir nimettir.
Bedenin hayatta kalabilmesi için vücudun her yerini dolaşabilme yeteneğindeki su, eğer şu an olduğundan daha akışkan olsaydı, canlıların yapıları suyun tahrip edici etkisi ile karşılaşacak ve buna pek uzun bir süre dayanamayacaklardı. Hassas moleküler yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece narin olan yapısı yaşamını sürdüremeyecekti. Eğer su şimdikinden daha az akışkan olsaydı, protein ve enzimler gibi makromoleküllerin ve küçük organellerin kontrollü hareketleri sona erecek, hücre bölünmesi imkansız hale gelecekti. Hücrenin tüm yaşamsal faaliyetleri fiili olarak donacaktı. Hücreler birer birer ölecek ve sonuçta organizma için de ölüm kaçınılmaz olacaktı.
En küçük bir molekülden okyanuslardaki balinalara kadar yeryüzündeki her şey suya muhtaç olarak yaratılmıştır. Su ise, tüm yeryüzü, canlılar, canlı bedeni ve bedenin içindeki en küçük moleküle kadar her şeye fayda getirebilmek için çok özel bir akışkanlık değeri ile var edilmiştir. İnsan bedenindeki hücrelere ulaşabilecek aynı özelliklerde bir başka sıvıyı üretmek günümüz teknolojisiyle mümkün olmamıştır.
Allah, insanın var etmeye gücünün yetmeyeceği muhteşem detayları, insan için büyük bir gereksinim haline getirmiş ve bolluk içinde ona ikram etmiştir. Bunun hikmetlerinden biri, düşünüp kavrayabilen insanlara Allah'ın kudretini hatırlatmak ve verdiği nimetlere şükretmelerini sağlamaktır. İnsanı yaşatan unsurlardan sadece bir tanesinin üzerinde düşünmek, bütün varlıklar üzerine hakim olan Allah'ın büyüklüğünü takdir edebilmek için başlıbaşına vesiledir.

Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 65)


İnsan Beyni ve Sahip Olduğu Üstün Enerji

Beyin, yaklaşık olarak %80 su, %10 yağ ve %8 proteinlerden meydana gelir. Geri kalan bölümünü ise, karbonhidrat, tuz ve diğer mineraller oluşturmaktadır. Beyindeki her sinir, elektrokimyasal sinyaller alarak işler. Sinir ağları, çok sayıdaki bağlantılarını zayıflatarak veya güçlendirerek anıları saklarlar. Ve bunun sonucunda da hafıza oluşur. Alışılmadık durumlarla karşılaşılması, örneğin ilk defa bakılan bir portre, hücrelerin kendi aralarında farklı düzenlemelere girmelerine neden olur. İlgili sinirler aniden bağlantılarını güçlendirir ve karşılaşılan durumu tanımlamaya çalışırlar. Kaydedilen veriler, ikinci deneyimde, işlemin daha hızlı gerçekleşmesini sağlar. Dolayısıyla aynı portreye ikinci defa bakıldığında portre artık tanıdık gelecektir. Yaşam boyu tekrarlanan işlemler, genel bir görüntü olarak beyinde saklanır. Beyinde hafızaya kaydedilen her an, 100 milyar sinirin saatte 400 km hızla yaptığı 1000-500.000 arasındaki bağlantı vesilesiyledir.
Bu müthiş kapasiteye sahip olan beyin, loş bir lambayı aydınlatabilecek kadar enerji kullanmaktadır. Vücut ağırlığının sadece 50'de biri olan beyin, vücudun tüm oksijen ve glikoz ihtiyacının 1/5'ini tüketmektedir. Beyin öylesine önemlidir ki, kalpten çıkan ilk kan ona gönderilir, herhangi bir sebeple bedende kalan az miktarda kan ise, öncelikle onu hayatta tutmaya çalışır. Kalp, damarlar ve tüm diğer organlar, adeta bu gerçeği bilirler.
Beyinde meydana gelebilecek en küçük bir hasar, insanı sakat bırakabilir veya öldürebilir. Beyin öylesine hassastır ki, elektrik sinyallerinin tek bir sinire ulaşamaması, insana dış dünyayı hissettiren duyularından bir tanesini kaybettirebilir. Beyindeki tek bir nokta bile tesadüfen oluşamayacak, tesadüfen değişemeyecek kadar kusursuz bir donanım ve organizasyona sahiptir.
İnsan beynindeki bu mükemmellik insana verilmiş büyük bir nimettir. Bu büyük nimet, kullarına karşı iyiliği çok olan (Berr), kusursuzca var eden (Bari) ve kudret sahiplerinin üzerinde olan (Mütekebbir) Allah'ın üstün yaratma sanatıdır.

O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)

Atomdaki Hayranlık Uyandırıcı Detay

Atom, çekirdeğinde birbiri ile yapışık haldeki proton ve nötronlar ile çekirdeğin çevresinde hızla dönen elektronlardan oluşur. Çekirdek, nötronun yüksüz olması ve protonun artı yüklü olması sebebiyle artı yüklüdür. Elektron ise, protonun taşıdığı artı yük oranında eksi yük taşımaktadır.
Eğer proton ve elektronun elektriksel yükleri eşit olmasaydı evrendeki tüm atomlar, protondaki fazla artı elektrik nedeniyle, artı yüklü hale gelecek ve birbirlerini iteceklerdi. Bunun sonucunda ise insanlar da dahil olmak üzere yeryüzündeki her şey, tüm denizler, dağlar, Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenler ve evrendeki bütün gök cisimleri aynı anda sayısız parçaya ayrılıp yok olacaktı.
İnsan sakin yaşamı boyunca, ne birbirini çekmekte olan atomaltı parçacıklarının, ne çekirdek etrafında hızla dönen elektronların, ne de bunların içindeki hassas denge ve güçlerin farkındadır. Bir atomun, ayrılan en küçük parçasında bile öyle nefes kesici detaylar vardır ki, tüm bunları insandan, insanın bildiği her türlü dünyevi güçten çok daha büyük bir gücün, mutlak irade sahibi olan Allah'ın var edip yarattığı açıktır.
İnsan, oldukça hassas ve inceliklerle dolu bir sistemin içinde yaşamasına rağmen hiçbir zaman zorluk ve endişe içinde değildir; çünkü bu hassas sistem, kusursuz şekilde yaratılmıştır. Buna rağmen çoğu insan sahip olduğu bu nimetlerin farkında değildir. Eğer bu nimetlerden biri elinden alınsa, insan o zaman ne kadar aciz olduğunu ve o güne kadar büyük bir rahmetle kuşatıldığını anlayabilir. Ancak imtihan olarak yaratılan dünya hayatında önemli olan, insanın nimet ve rahmet içindeyken şükredici olması, Allah'a yönelmesidir. Bu dünya hayatının yaratılma amaçlarından biri, hangi insanların nimetleri hakkıyla takdir edebileceğini, hangilerinin gaflet içinde nankörlük edeceğini belirlemek içindir. Aklını kullanan ve iman eden bir insan için yapılması gereken, bütün bu nimetleri Yüce Allah'ın dışında bir gücün veremeyeceğini bilmek ve bunu sürekli olarak tefekkür etmektir.

O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)


Muhteşem Isı Reseptörlerini Kullanan
Sivrisinekler

Etrafta bir canlının varlığını anlayabilmek için o canlının ısı yayması sivrisinekler için yeterlidir. Çünkü sivrisinekler oldukça hassas ısı reseptörlerine sahiptirler. Çevrelerindeki her şeyi ısılarına göre farklı renklerde algılarlar. Bu algılama ışığa bağlı olmadığı için bir sivrisinek için karanlık bir odada kan damarlarını seçebilmek hiç de zor değildir. Sivrisineğin ısı reseptörleri 0.05 C derece kadar küçüklükteki ısı farklılıklarını bile hissedebilecek kadar hassastır. 1
İnsan, böyle bir yeteneğe sahip değildir. Allah bu üstün yeteneği, insandan kat kat küçük bir sivrisineğe vermiş ve bununla yön bulmasını, kendisine yiyecek sağlamasını ve tehlikelerden korunmasını sağlamıştır. Büyüklüğü 1 cm'yi bile bulmayan bir canlıda bu üstün algı sistemini var edecek Allah'tan başka hiçbir güç yoktur. Yeryüzünde, ısıya göre hareket edebilecek böylesine küçük ve kusursuz bir mekanizma meydana getirip sonra ona can verebilecek hiçbir irade yoktur. Bunun, kör tesadüflerin bir eseri olarak kendi kendine gelişmiş olduğunu iddia etmek ise kuşkusuz son derece mantıksızdır.
Tarafsız düşünebilen mantıklı her insan, herhangi bir tesadüfi olayın, değil mükemmel yapıdaki kompleks sistemleri oluşturmak, aksine onu bozup yıkıma uğratacağını bilir. Bu gerçek apaçık ortadadır. Sivrisinekte üstün nitelikteki ısı algılama sistemini yaratan, her şeye şekil ve suret veren, onları her an kontrolü altında tutup gözetleyen, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamde layık olandır. (Nisa Suresi, 131)

1. http://www.colostate.edu/Depts/Entomology/
courses/en507/papers_1997/roachell.html


Üstün Hafızasıyla Fındıkkıran Kuşu

Şu ana kadar tespit edilmiş, hafızası en güçlü kuş, fındıkkıran kuşudur. Bu kuş, Kuzey Amerika'da büyük kayalık dağların çevresinde ve Büyük Kanyon'da yaşar. Besin maddesi ise çam fıstığıdır. Ancak bu fıstıklar, sadece Eylül ayının birkaç haftasında yenilebilir durumdadırlar. Dolayısıyla, kuşun diğer zamanlar için fıstıkları saklaması gerekmektedir. Bunun için yer belirler. Çam ağaçları ile kuşun fıstıkları saklamak için belirlediği yer arasında kimi zaman 20 km'yi aşan uzaklıklar olabilmektedir. Fındıkkıran kuşu, çamlardan topladığı fıstıkları, saklamak amacıyla belirlediği yerlere gömmeye başlar. Fıstığı tek hamlede sert toprağın içine sokar ve bazen de işaret için üzerine bir taş bırakır. Hareketli geçen 3 hafta boyunca fındıkkıran kuşu sürekli olarak fıstık toplar. Uçtuğu sırada yer şekillerini, uğradığı ağaçları, kaya yamaçlarını mucizevi şekilde hatırlar ve bunları kafasında canlandırdığı haritaya ekler. Fındıkkıran kuşunun, bu kısa ve verimli dönem boyunca Büyük Kanyon'un yüzlerce kilometrelik alanına dağıtarak gömdüğü 100 bin fıstığın yerini ezberlemesi gerekmektedir.
Fındıkkıran kuşu, önündeki aylar boyunca beslenebilmek için ezberlediği haritaya ihtiyaç duyacaktır. Eğer gömdüğü fıstıkların nerede olduğunu hatırlayamazsa hayatta kalamaz. İşaretleri birer fotoğraf şeklinde hatırlaması da zordur, çünkü kar manzarayı değiştirmiştir. Dolayısıyla bıraktığı işaretler de yok olmuştur. Ama bu durum, kuşun kafasını karıştırmaz. Gömdüğü yaklaşık 100 bin fıstığın %90'ını bulur. 1
Bir kuşun, yemesi gereken besinin yılın belli bir döneminde sona ereceğini, bu nedenle hayatta kalması için bunları saklaması gerektiğini bilmesi kuşkusuz imkansızdır. Ona, besin maddesini, kış için belirli yerlere gömmesi gerektiği öğretilmemiştir. 100 bin fıstığı gömdüğü yerleri tek tek aklında tutması gerektiğini bilmesi mümkün değildir. Ancak bu canlı, bunların tümünü mükemmel şekilde yapar. Çünkü yeryüzündeki her varlık gibi o da Allah'ın ilhamıyla hareket eder. Bir yıl boyunca, hakkında hiçbir belirti olmayan binlerce fıstığı hiç zorlanmadan bulabilmesi için ona tüm bunları yapmasını ilham eden, onu yaratıp var eden Allah'ın gözetimine ve yardımına ihtiyacı vardır.
Yarattığı varlıklar üzerinde gözetici olan ve onlara sınırsızca, hesapsızca ve bilinemeyecek yerlerden sürekli olarak rızık veren Allah'ın yaratması gözler önündedir. Küçücük bir kuşta sergilenen bu detay, Allah'ın büyüklüğünü ve Yüceliğini bir kez daha en güzel şekli ile sergilemiştir.

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)

1. http://en.wikipedia.org/
wiki/Clark's_Nutcracker


Bize Nimet Olarak Verilmiş
Hayranlık Uyandırıcı Bir Detay: Deri

Bize düzgün bir görüntü veren, bedenimizin içinde süren olağanüstü hareketliliği gizleyen ve dış dünya ile bağlantımızı sağlayan en önemli duyulardan birini, "hissetmeyi" sağlayan kusursuz bir kılıftır deri. İçinde algılayıcı sinirler, dolaşım kanalları, havalandırma sistemleri, ısı ve nem ayarlayıcıları gibi sayısız faktör görev yapar. Deri; hem sağlam, hem de esnektir. Bir başka deyişle, bir arada olması neredeyse mümkün olmayan iki özelliğe birlikte sahiptir.
Deri, vücutta 2m2'lik bir alanı kaplar ve ağırlığı 3 kg'dır. Deri hücreleri ortalama bir hafta yaşarlar. Sonra ölür ve yenilenirler. İnsanın yaşamı süresince 20 kg deri hücresi üretilir. Derinin her cm2'sinde temasları algılamayı sağlayan ve bulundukları yere göre değişik görevler üstlenen duyu hücreleri bulunmaktadır. Örneğin kaynar suya eliniz değdiğinde, alıcılar devreye girer ve ilk olarak sıcağı sonra da acıyı hissetmenizi sağlarlar. Derinin üzerindeki alıcıların 30.000 tanesi sıcaklığı algılarken, 3.500.000 tanesi de acıyı hisseder.
Deri, bir insanı sarıp kuşatan mükemmel bir kılıftır.
Dış etkenlerden olumsuz etkilenmeyen, müthiş bir esnekliğe sahip olan, her mm2'sinden vücuttaki sinirlere, oradan da beyne mesaj iletebilen, sürekli olarak yenilenen ve sinir ve damar ağından oluşan bir insanın suretini mükemmel kılan bu özel eser, açıkça bir mucizedir. Allah bu mucizeyi her insanda var eder. Allah, bu mucizenin en küçük parçasına bile his verir. Allah bu mucizeyi o kadar kusursuz yaratmıştır ki, günümüz teknolojisi ile bir benzerinin yapılması imkansızdır.
Allah yarattığı bu kusursuz kılıf ile bizleri korur, bizlere dokunma nimetini verir ve bizlere güzel suretler bağışlar. Bu mükemmel nimet ve kusursuz detay, Allah'ın üstün ilmi ile insana özel olarak yaratılmış ve ikram edilmiştir.

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)

Hücrenin İçindeki En Temel Detay: Protein

Hücrenin yapı taşlarından olan protein, aminoasitlerin sıralı dizilimi sonucunda oluşur. Bir proteinin oluşması için pek çok temel şart vardır. Bunlardan bazıları:
Aminoasitlerin peptid bağı adı verilen oldukça özel bir bağ ile bağlanmaları,
Tümünün "sol-elli" olması,
Ve özel bir dizilim ile bir araya gelmeleri gerektiğidir.
100 aminoasit uzunluğundaki küçük bir protein zincirinde bile bütün aminoasitlerin tesadüf eseri sol-elli olması, yine tesadüf eseri özel belirlenmiş bir sıralama ile bir araya gelmesi, üstelik yine tesadüfi olarak birbirine peptid bağı ile bağlanmış olması hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu ihtimallerin hiçbirinin tesadüfen mümkün olamayacağını gören bilim adamları bu konuda bir hesaplama yapmışlar ve böyle bir ihtimalin yaklaşık 10190'da 1 olduğunu tespit etmişlerdir. (Bu sayı 10 sayısının yanına 190 sıfır gelmesiyle oluşur). Böyle bir ihtimalin gerçekleşebilmesi için Dünya'nın yaşı kadar uzun bir süre verilse bile, bu proteinin tesadüflerin eseri olarak oluşması imkansızdır. Nitekim matematiksel olarak da 1050'de bir ihtimalin "sıfır" olarak kabul edildiğini de göz önünde bulundurduğumuzda, bu gerçek çok daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü 10190 sayısı, yaklaşık 4 tane 1050 sayısından oluşmaktadır. (1050.1050.1050.1040=10190)
Proteinler, hücrelerin hem inşaat malzemesini hem de çok karmaşık makinelerini oluştururlar. Tüm bedeninizin, daha geniş bir ifadeyle tüm canlılığın temelidirler. Tek bir proteinin kendi kendine, tesadüflerin eseri olarak oluşma ihtimali imkansızken, bu mükemmel yapının hücrenin temelini oluşturması, bu kadar çok proteinin bir araya gelmiş ve sürekli olarak yeniden üretiliyor olması, evrim teorisini temelinden geçersiz kılan oldukça önemli bir gerçektir.
Allah, kendi kendine oluşması imkansız olan bu mükemmel hammaddeyi insanlara tanıtarak Kendi yaratma sanatının üstünlüğünü göstermektedir. İnsan, kendisini oluşturan sayısız proteinin varlığını sadece birkaç saniye düşünerek, Allah'ın her an bir mucize yaratmakta olduğu gerçeğini tüm açıklığıyla görebilir. Kendisine verilmiş bu büyük nimet karşılığında yapması gereken ise yalnızca şükredici olmaktır.

Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir. (Cin Suresi, 28)


Kusursuz Arıtma Sistemi: Böbrekler

Sadece 10 cm büyüklüğünde bir makine icat etmek ve bunun içine kan, su ve diğer sıvıları tam olarak arıtabilecek bir sistem kurmak oldukça zordur. Arıtma işi için bir tesis gerekir. Yaklaşık 10 cm'lik bir alan içinde bunu başarmak ise, hem işlemin gerçekleşmesi hem de sonuçları açısından yeterli olmayabilir. Su veya diğer sıvıların temizlenmesi belki başarılabilir ama insan için gerekli olan temiz kanın sağlanması, böylesine küçük bir cihazla henüz başarılamamıştır.
Ama şu bir gerçektir ki, dünyadaki insanların tümü, aslında bu özel arıtma sisteminin mükemmel bir örneğine sahiptirler. İnsanın sahip olduğu böbrekler, yaklaşık 10 cm büyüklüğünde, 100 gram ağırlığındadır. Bedeniniz, yaklaşık 1 milyondan fazla mikro arıtma tesisini bu 10 cm içinde barındırmaktadır. Size hayat veren her şeyi taşıyan kan, bu mikro arıtma tesislerinde sürekli olarak temizlenir. Tüm hücre ve dokularınıza ulaşan suyun da yoğunluğunu ayarlar. Böbrekler, dokularınızda bulunan sıvı miktarını ve bu sıvının yoğunluğunu bilir, vücutta gerekli düzenlemeleri yapar ve Allah'ın dilemesiyle yaşamınızı sorunsuz devam ettirmenize vesile olurlar.
Böbrekler görevini yapmadığında ise nasıl bir durum söz konusu olur herkes az çok bilir. Dev makinelerle haftada birkaç kere gerçekleştirilen diyaliz işlemi yeni bir böbrek nakledilinceye kadar külfetli bir çözümdür hasta için. Cihazın yetersiz kaldığı anda ise ölüm gerçekleşir. Bu olağanüstü arıtma tesisinin önemini ve mucizevi yönünü görebilmek için kuşkusuz bu örnek yeterlidir. Bu mükemmel organ henüz taklit bile edilememişken, evrimciler tarafından bunun tesadüflerle ortaya çıktığının öne sürülmesi kuşkusuz son derece mantıksız ve delilsiz bir iddiadır.
Bu sistem kuşkusuz olağanüstüdür ve tesadüfen oluşamayacak kadar çok detay ve kusursuzluk içerir. Çünkü bu sistem, insanı kusursuz bir mükemmellik içinde yaratan Allah'ın sanatını temsil eder. Bir insanın Allah'ın büyüklüğünü görüp iman edebilmesi için sahip olduğumuz bu organ başlı başına yeterlidir.

Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)


Buzun Altında Yaşama Olanak Veren Üstün Detay

Suyun neden şeffaf renkte olduğu, kumun nasıl olup da saydam bir cam haline gelip yaşantımızın en önemli parçalarından birini oluşturduğu veya dev bir geminin nasıl olup da suya batmadan okyanuslar üzerinde seyrettiği belki de üzerinde pek de düşünülmeyen konulardır. Tüm bunlara yaşam boyunca öylesine alışılmıştır ki, kum yüksek ısıda cam haline dönüşmese, yaşamın nasıl bir hal alacağı belki de kimsenin aklına gelmemiştir. Oysa, yaşamdaki büyük öneme sahip pek çok ayrıntı üzerinde biraz düşünmek, her birinin benzer ve bazen de hayati detaylarla donatıldığını gösterecektir.
Bu detaylardan bir tanesi de sudur. Bir bardak su, sıfırın altında bir derecede bekletildiğinde buz haline gelecektir. Suyun buz haline dönüşmesi, hayatımızdaki doğal olaylardan bir tanesidir. Ancak suyun buz haline gelmesinin ardındaki detaylar, bilinen fizik kanunlarının dışındadırlar. Allah'ın özel bir amaç üzere yarattığı sudaki özel detaylar, Dünya üzerindeki yaşamın sebeplerinden birini oluşturur.
Bilinen tüm maddeler ısıları düştükçe büzüşürler. Bunlara sıvılar da dahildir. Sıvılar, büzüşüp hacim kaybettiklerinde yoğunlukları artar ve böylece sıvının soğuk olan kısımları daha ağır hale gelir. Bu yüzden maddenin katı hali, sıvı haline göre daima daha ağırdır. Buna bir çeliğin sıvı ve katı hallerini örnek olarak verebiliriz. Ama su, bilinen tüm sıvıların aksine, belirli bir ısıya (+4°C'ye) düşene kadar büzüşür, ama sonra birdenbire genleşmeye başlar. Donduğunda ise daha da genleşir. Bu nedenle suyun katı hali, sıvı halinden daha hafiftir. Yani buz, aslında "normal" fizik kurallarına göre suyun dibine batması gerekirken, su üstünde yüzer. İşte bu nedenle donan deniz ve göl yüzeylerinin alt kısmı, canlı yaşamının devamına olanak veren +4 derecelik sularla kaplıdır. Eğer bu özellik olmasa, yani buz suyun üzerinde yüzmese, Dünya üzerindeki suyun çok büyük bir bölümü tamamen donacak, göllerde ve denizlerde yaşam kalmayacak, ekolojik denge tamamen bozulacak ve bu durum zamanla tüm canlılığın sona ermesine neden olacaktır.
Suya özel olarak verilmiş bu ayrıcalık, insana nimet olarak sunulmuş önemli bir detaydır. Ona böyle bir farklılık verilmiş olması ve bununla verilen mesajı anlayabilmek, insanı, Allah'ın yarattığı nimetlere karşı daha duyarlı hale getirmek için çok önemlidir. Elbette fizik kurallarının her biri de Allah'ın yarattığı sebeplerdir. Ancak kuşkusuz Allah dilese sebepsiz yaratır, hiçbir şeyi hiçbir kanuna veya kurala bağımlı kılmayabilirdi. Allah, buna muktedir olduğunu bizim için hayati olan detaylarla göstermektedir. Allah'ın bu üstün detay sanatı yeryüzünün her noktasında hakim olan bir gerçektir.

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)


Vücuttaki Özel Temizleme Birimi

İnsan vücudunda, hücreler sürekli olarak beslenir, çoğalır ve ölürler. Bunun denetimi vücutta mükemmel şekilde gerçekleşir. Çünkü hücre, kendisini kopyalayabilecek, besleyebilecek ve yok edebilecek özel donanımlarla birlikte yaratılmıştır.
Vücutta zamanla ölen hücrelerin bir şekilde ortadan kaldırılıp temizlenmesi gerekmektedir. Hücrelerin yok edilmeleri gerektiğinde, kendi kendilerini ortadan kaldıran bir dizi proteinleri vardır. Hücre vücut için faydalı ve işler durumdayken, bu proteinleri asla devreye sokmaz. Ancak yaşlandığı, hastalandığı, işe yaramaz veya kötü huylu bir hale dönüştüğünde, öldürücü proteinler çözülürler, etkin hale gelir ve hücreyi öldürürler.
Hücrenin Allah'ın dilemesiyle tam zamanında ve yerinde tedbir alması çok büyük bir nimettir. Bu vesileyle vücutta sağlıklı hücreler varlıklarını sürdürürken, hastalıklı ve yaşlı hücreler sürekli olarak yok edilmektedirler. Vücut daima sağlıklı kalmakta, ölen hücreler büyük bir hızla yenilenmektedir.
İnsanın hayatta kalabilmesi için oldukça fazla sayıda unsurun bir araya gelmesi gerekir. Ama insan hiçbir zaman bu unsurların ve bunların arasındaki mükemmel denetimin farkında olmaz. Bedende, ne zaman hücre üretilmesi gerektiği, ne zaman hücrenin yok edilmesi gerektiği, insanın iradesi ve bilgisi dışında kusursuz bir zamanlama ve düzen içinde işler. Bunun sebebi, tüm bu denetim ve kontrolün, bütün bunları yaratan Allah'a ait olmasıdır.
İnsana sunulan nimetlerin her birinin özel bir amacı olduğunu unutmamak, oldukça önemlidir. İnsan, her şeyin bir sebep ile ve kusursuz bir sistem dahilinde yaratıldığını ve kendisine bir nimet olarak verildiğini derinlemesine düşündüğünde, Allah'ın üstün kudretini daha iyi kavrayabilir. Etrafındaki gerçekleri ve güzellikleri daha iyi görebilir. Kendisini kuşatan gerçek, sahip olduğu her şeyi sonsuz güç sahibi Allah'ın yarattığı ve Kendi idaresinde tutmakta olduğu gerçeğidir. İnsanın üzerinde Allah'ın rahmeti çok büyüktür.

Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 20)

Kusursuz Bir Haberleşme Ağı: Beyin

Bir yere baktığımızda, bir şey düşündüğümüzde veya bir koku aldığımızda, beynimizde bir hareketlenme başlar. İlgili sinirler, bir elektrik akımı vesilesiyle gelen mesajları yorumlarlar. Bir bardağa baktığımızda, onun bardak olduğunu anlamamızın nedeni, beyindeki sinirlerin onu "bardak" olarak yorumlamasıdır.
Bir şeyi düşüdüğümüz sırada beynimizde olanlar, sinirlerin birbirleriyle koordinasyon kurmaları ve birbirlerinin üzerinden elektrik akımlarını geçirmeleridir. Karşımızdaki bardağın görüntüsünün beynimizde oluştuğunu zannederiz. Oysa, bardaktan gelen görüntü beynimize sadece bir elektrik sinyali şeklinde ulaşmıştır ve zifiri karanlık beyinde bardağın görüntüsünden en ufak bir iz yoktur. Düşünmemiz, koklamamız, görmemiz, kısacası dış dünyayı algılamamız için verilmiş olan sebepler, sinir hücreleri arasındaki işlemlerdir. Bu gerçek karşısında, 10 milyar sinir hücresinin beynin içinde özenle yerleştirilmiş olması ve bizimle ilgili her şeyin kontrolüne vesile olmaları, dahası bizlere renkli bir dünya sunmaları, elbette büyük bir mucizedir. Bu büyük mucizenin sahibi Yüce Allah'tır. Kuşkusuz, insan hiçbir şey değilken onu yoktan yaratan Allah için tüm bu sebepleri yaratmak çok kolaydır.
Beynin sahip olduğu sistem, hala anlaşılmaya çalışılan önemli bir sırdır. Henüz insan bunu anlamaya güç yetirememişken ve sistemin tümü üstün bir yaratılışı ispat etmekteyken, kör tesadüflerin bir yaratıcı gücü olduğuna ihtimal vermek büyük bir cehalettir. Allah, rahmeti ile, yarattığı varlıkları vesile ederek insanlara Kendi Yüceliğini ve üstün yaratma sanatını sürekli olarak hatırlatmaktadır. Tüm bunları görüp anlayabilen iman sahipleri, dünyada da ahirette de kurtuluş bulanlardır.

Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 29-30)


Beyaz Köpek Balıklarının Gözlerindeki Üstün Detay

Beyaz köpek balıkları avlarını gözleri ile takip ederek yakalarlar. Sıcak mercan kayalıklarında gezinirken bu canlılar için hiçbir sorun yoktur. Avlarını kolaylıkla görürler. Ancak serin okyanusların beyaz köpek balıkları için bir sorun oluşturması gerekmektedir. Çünkü genel olarak soğuk su, kimyasal işlemleri yavaşlatıcı bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla köpek balığının gözlerinin de soğuk okyanus sularında, hızla hareket eden avları takip etmede zorlanması gerekir.
Şimdiye kadar defalarca gördüğümüz gibi, bu örnekte de Allah, canlının karşı karşıya kalacağı bu zor ortamda benzersiz ve hayranlık uyandıran bir çözüm yaratmıştır. Beyaz köpek balıklarının gözleri kendileri gibi soğukkanlı değildir. Bu türde, vücut kaslarının ısısı doğrudan gözlere aktarılır. Bu sayede söz konusu canlılar, en hızlı hareket eden balıkları hatta fok balıklarını bile rahatlıkla yakalayabilirler.
Bedeninde ısı tutamayan soğukkanlı bir canlının, kendi gözüne ısı iletmeyi başarmasında düşündürücü pek çok detay vardır. Köpek balığında yaratılan bu sistem, bu canlının bulunduğu ortamı da, ona göre özel bir donanımı da yaratan Yüce Allah'ın eserlerinin ve kudretinin her yerde hakim olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Bu üstün yaratılış örneği insan için çok büyük bir nimettir. Çünkü insan, kendisindeki ve etrafındaki yaratılış delilleri ile Allah'ın üstün varlığını görür ve anlar. Bir köpek balığında, balığın haberi bile olmayan kompleks ve detaylı bir sistemin olması, insana Allah'ın varlığını hatırlatan bir vesiledir.
İnsana bir gerçek olarak sunulan her üstün yaratılış delili, Allah'a yakınlaşıp O'nu yüceltmesi için bir sebeptir. Bir insan, gördüğü güzellikler ve nimetler üzerinde ne kadar düşünürse, Allah'ın Yüceliğini o kadar iyi anlayıp kavrayacaktır. Akıllı ve şuurlu bir insan, etrafını sarıp kuşatmış olan sayısız nimeti sürekli olarak görmeli, bunların Allah'ın insanlara birer hatırlatıcısı olduğunu sürekli olarak düşünmelidir.

Göklerde İlah ve yerde İlah O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü Kendisi'nin olan (Allah) ne Yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi O'nun Katındadır ve O'na döndürüleceksiniz. (Zuhruf Suresi, 84-85)


Tek Bir Hücredeki Kusursuz Sistem

Vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein olduğu tahmin edilmektedir. Ve henüz bunların sadece %2'sinin vücuttaki görevleri tam anlamıyla çözülebilmiştir. Geri kalan %98 de çok özel görevler gerçekleştirirler ama bunlar insan için hala bir bilinmeyendir. Tek bir hücrenin sahip olduğu farklı çeşitlerdeki protein sayısı bir milyardan fazladır.
Sahip olduğumuz "tek bir" hücrenin içindeki bir milyar proteini bir saniyede bir tane saymak kaydıyla, gece gündüz durmaksızın ve hata yapmaksızın saymak yaklaşık 32 senemizi alacaktır. Uyumak, yemek yemek gibi zaruri ihtiyaçlarınızı hesaba katarsak, tek bir hücrenin içindeki proteinleri saymaya ömrümüz muhtemelen yetmeyecektir. Tek bir hücremizi oluşturan proteinleri bir ömür boyunca saymayı başaramayız.
Bedenimizdeki bu kompleks yaratılış ancak Allah dilediği için böyledir. Allah'ın her şeyi yaratmaya kadir olduğunu, ancak insanın, kendi bedenindeki tek bir hücreye dahi hakim olamayacağını her insanın bu örneklerle bilip görmesi gerekmektedir. Yaratılmış olan her varlık, onların sahip olduğu her kusursuz detay, insanın kendisi de içinde olmak üzere çok büyük birer mucizedir.
Allah'ın nimetlerini görüp değerlendirmek, onların verdiği mesajı anlayabilmek vicdan kullanmayı gerektirir. Ancak samimi bir insan etrafında yaratılmış sayısız detaya bakarak, Allah'ın yaratmadaki üstünlüğünü görüp takdir edebilir.

O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. O, sizi yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız. O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? (Müminun Suresi, 78-80)

Birbirine Mesaj İleten Hücrelerdeki Mükemmel Detay

Beyindeki kusursuz sistem, bir insanın Allah'ın üstünlüğünü anlaması için tek başına yeterlidir. Beyin, daha önce de belirttiğimiz gibi 100 milyardan fazla sinir hücresi ile donatılmıştır. 1 Algılamak, görmek, hissetmek için bu 100 milyar sinir hücresinin birbirleriyle iletişiminin sağlanması gerekmektedir. 100 milyar hücre, toplam 100 trilyon bağlantı yoluyla iletişim kurmaktadırlar.
Bu hayret verici iletişimin sağlanma yolları da son derece etkileyicidir. Sinir hücreleri arasında özel bir sıvı vardır ve bu sıvıda çok özelleşmiş bazı kimyasal enzimler yer alır. Bu enzimler "elektron taşıma" özelliğine sahiptirler. Elektrik sinyali bir sinirin ucuna ulaştığında, elektronlar bu enzimlere yüklenir. Enzimler de sinirler arası sıvıda yüzerek taşıdıkları elektronları diğer sinire aktarırlar. Elektrik akımı böylece bir sonraki sinir hücresine geçerek akmaya devam eder. Bu işlem saniyenin çok küçük birimlerinde gerçekleşir ve elektrik akımı en ufak bir kesintiye uğramaz.
Eğer bu enzimlerden bir tanesi görevini yapmayacak olursa, iletilmesi gereken mesaj beyninize gitmeyecektir. Yani elinize doğru bakmanıza rağmen, elinizin görüntüsü beyninize ulaşmayacaktır. Ve eğer günün birinde bu enzimler herhangi bir sebeple fonksiyonsuz kalsalar, beyindeki 100 milyar sinir hücresi de fonksiyonsuz kalacaktır. Eğer bu enzimler günün birinde mesajı götürmeleri gereken yerlere götürmek yerine, rastgele dağıtmaya karar verseler, beyindeki bu karmaşa, tüm algı sistemini altüst edecek, dış dünya ile olan bağlantı felce uğrayacaktır.
Her şeyi tesadüflerin eseri olarak değerlendiren evrimci mantığına göre, beyinde sürekli olarak böyle bir karmaşanın gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Çünkü bu özel sistemi yönetenler, şuurlu varlıklar değildir. Sistemin sahip olduğu düzen, şuurlu şekilde meydana gelmemektedir. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri gibi her şey rastgele gerçekleşiyorsa, sinir hücrelerinde gerçekleşebilecek herhangi bir rastgele iletişim sırasında art arda sayısız karmaşık olaylar meydana gelmesi gerekmektedir. Ancak olağanüstü durumlar dışında, yeryüzündeki milyarlarca insanın beyninde böyle bir karmaşa yoktur. Her birinin sahip olduğu her bir sinir hücresinde, tüm sistem hatasız işler. İşte bu, söz konusu evrimci mantığı tümüyle ortadan kaldırmaktadır. Saniyenin küçük birimlerinde, hemen her an, enzimler görevlerinin başındadırlar ve hata yapmadan hareket ederler. Proteinlerin oluşturduğu şuursuz varlıkların bu benzersiz görevi yerine getirmeleri elbette ancak Allah'ın ilhamıyladır.
Beynimizdeki her sinir, her enzim, her protein, her elektron, kısacası her şey Allah'ın eseridir. Burada örneği verilen şey, yaratılmış sayısız detaydan sadece bir tanesidir. Allah, tüm varlıkları her an kontrolü altında tutan ve her an rahmeti ile kuşatandır.

O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 10-11)

1. http://www.tesolgreece.com/nl/73/7305.html


Eşsiz Bir Mucize: Kristal Kar Taneleri

Bir maddeyi oluşturan moleküller ve atomlar, en düzenli şekillerini katı haldeyken elde ederler. Birbirlerine bağlanarak meydana getirdikleri şekiller, üç boyutlu geometrik şekillerdir ve peşpeşe meydana getirdikleri prizmalardaki açıların belli oranları vardır. Bu oranda asla bir hata, bir sapma, bir değişiklik olmaz. Eğer bir maddenin 3 santimin milyonda biri kadarlık bir alanında bile, atomlar söz konusu mükemmel ve kusursuz geometrik düzenlemeye sahip iseler, bu madde kristaldir.
Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlayan bir kristaldir. Büyüklüğü sadece birkaç mikron kadardır. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve oluşan bu kristal, köşelerinden itibaren küçük kollar uzatarak gitgide gelişir. Hava soğudukça, ortam değiştikçe, kristal büyür, oluşan yapı üzerinde kılcal uzantılar oluşur. Kar tanelerini meydana getiren atomlar, birbirlerine gevşek bir bağ ile bağlanırlar. Bu durum kristallerin birbirlerine farklı şekillerde bağlanmalarına sebep olmaktadır. Bu farklılık o kadar büyüktür ki, yeryüzüne birbirinin aynısı olan bir çift kar tanesinin düşme ihtimali oldukça zordur.
Yeryüzüne sadece bir yıl içinde düşen kar tanelerinin sayısını bir düşünelim. Bunu tahmin edebilmemiz oldukça zordur. Sadece tek bir yağış sırasında tek bir alana düşen kar tanelerinin sayısını bile tahmin etmekte güçlük çekeriz. Her yıl yeryüzüne sayısı belirlenemeyecek kadar çok kar tanesi düşmektedir ve bunların tümü birbirlerinden farklı şekillere sahiptirler. Trilyonlarca minik taneye birbirinden farklı şekil verebilmemiz imkansızdır. Bu durumda, yine Allah'ın yarattığı mükemmel bir detayın, bir olağanüstülüğün sergilenmekte olduğu açıktır. Kainatın Yaratıcısı olan Allah için kuşkusuz birbirinden çeşitli kar tanelerini yaratmak çok kolaydır. Bu örnek, Allah'ın her şeyi çeşit çeşit yaratmaya kadir olduğunun, yeryüzünün her yanında olduğu gibi dilediği zaman mikroskobik detaylar üzerinde de mükemmel incelik ve zerafet sanatını insanlara tanıtacağının delilidir. Allah, bir zerafet, güzellik ve nimet olarak yağan kar tanelerinde Kendi detay sanatını sergileyerek kudretini ve yarattığı güzellikleri insanlara göstermektedir.
Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)

İnsana gösterilen Allah'ın delilleri çok fazladır. Bu delilleri görebilmek için insanın ön yargısız ve samimi şekilde Allah'a yönelmesi gerekir. Allah, insanın görüşünü, anlayışını ve takdir etme gücünü bu vesile ile kuvvetlendirebilir. Yoksa insan körleşir, kendisine verilmiş nimetlerin güzelliğini fark edemez ve bu nedenle ahirette hüsrana uğrayabilir. Böyle bir hüsran ile karşılaşmamak için, insana hazır olarak sunulan bu güzel nimetlerin gerçek sahibi olan Allah'a sürekli olarak kalpten yönelmek gerekmektedir.


SONUÇ


Yeryüzündeki tüm varlıklar mükemmel detaylara sahiptirler. Bir canlıyı incelediğinizde, sahip olduğu her detayın içinde sayısız yaratılış mucizesi görürsünüz. Bir mikroorganizmanın yapısında detaylar vardır, her şeyin temeli olan en küçük parça yani atomlar çok çeşitli detaylara sahiptir. Gökyüzü olağanüstü dengeler ve düzenlerle yaratılmıştır. Evren, insan vücudu, bitkiler, Güneş, çiçekler, dağlar, denizler her biri sayısız ayrıntı ve özellik ile birlikte var edilmiştir. Sahip oldukları tüm detaylarda bir sanat vardır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır.
Ancak önemli olan şu gerçeğin hiçbir zaman akıldan çıkarılmamasıdır: Allah'ın yaratırken tasarlamaya ve sebepler var etmeye ihtiyacı yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). Bir canlının görebilmesi için kompleks bir görme sisteminin var olmasına, tüm bilgilerimizin DNA'larımızda kayıtlı olmasına, DNA'ların varlığına, suyun oluşması için oksijen ve hidrojenin çarpışmasına, bitkilerin fotosentez yapmalarına, karıncanın 500.000 hücrelik bir sinir ağına sahip olmasına, bitkinin oluşması için tohumun varlığına ve bunun bilgi depolamasına, okyanus derinliklerindeki canlıların ışık üretmelerine hiçbir zaman gerek yoktur. Allah, tüm bunları hiçbir sebebe bağlı olmadan da yaratır, çünkü göklerin ve yerin Yaratıcısı olan Allah sebeplerden münezzehtir.
Allah, bir şeyin yaratılmasını dilediği zaman ona yalnızca "Ol" der. Bir şeyin, sahip olduğu mükemmelliklerle bir anda olmasını dilediğinde, ona hükmetmesi yeterlidir. Bu gerçek insanlara ayetlerle haber verilmiştir:

Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir.
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 81-82)

Allah'ın detaylar yaratmasının hikmetlerinden biri, bizleri düşündürmektir. Allah'ın her şeyi yoktan var ettiğini, Kendi varlığının delillerini sergilediğini görüp anlamamız içindir. Bizi oluşturan yapı taşlarının kompleksliklerini tefekkür edebilmemiz, bir bakterinin kimi zaman bizden üstün yetenek ve becerilerini çözüp anlamaktan aciz olduğumuzu fark edebilmemiz içindir. Allah'a muhtaç varlıklar olduğumuzu görebilmemiz içindir...
Dünyada Allah'ın dilemesiyle var olduğumuzu, Allah'ın dilemesiyle yaşamakta olduğumuzu ve Allah'ın dilemesiyle ahiretteki sonsuz yaşamımıza devam edecek olduğumuzu açıkça anlamamız içindir...
Mutlaka Allah'a dönecek birer varlık olduğumuzu ve dünyada gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan, bize verilen delillerden sorguya çekilecek olduğumuzu hatırlatmak içindir.
Allah yeryüzündeki ve evrendeki her türlü detayı çeşitli amaçlarla yaratmıştır.
Elbette Allah, bunların tümünü yok edip gidermeye ve ahirette çok daha mükemmel halleri ile yeniden yaratmaya kadirdir. Allah büyüktür, uludur, Yücedir. Tüm varlıklar O'na boyun eğmişlerdir. Bu dünyada yaşayan ve yaşayacak olan tüm insanlar, bu satırları okuyan sizler de dahil olmak üzere, bir gün mutlaka Allah'ın huzuruna çıkarılacaktır. O gün gelmeden evvel, her insanın, Allah'ın varlığının delillerini takdir edebilmesi gerekir. Allah'ın detay sanatı, işte bu gerçeği her an hatırlayabileceğimiz şekilde sergilenmektedir.
Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah'ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ancak onların çoğu bilmezler.
O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz. (Yunus Suresi, 55-56)


DARWİNİZM’İN ÇÖKÜŞÜ


Darwinizm, yani evrim teorisi, yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini artık "yaratılış gerçeğiyle" açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.

Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan bir öğreti olmasına karşın, kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkıyordu. Darwin'e göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.


Aşılamayan İlk Basamak: Hayatın Kökeni
Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce ilkel dünyada ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi, yaratılışı reddettiği, hiçbir doğaüstü müdahaleyi kabul etmediği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir tasarım, plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde rastlantısal olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.

"Hayat Hayattan Gelir"
Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür. 1
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.

20. Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı:
Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır. 2
Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit) sentezledi.
O yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı.3
Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti.4
Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı?5

Hayatın Kompleks Yapısı
Evrim teorisinin hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmesinin başlıca nedeni, en basit sanılan canlı yapıların bile inanılmaz derecede karmaşık yapılara sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha karmaşıktır. Öyle ki bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Hücrenin en temel yapı taşı olan proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme ihtimali; 500 aminoasitlik ortalama bir protein için, 10950'de 1'dir. Ancak matematikte 1050'de 1'den küçük olasılıklar pratik olarak "imkansız" sayılır. Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. 6
Kuşkusuz eğer hayatın doğal etkenlerle ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın doğaüstü bir biçimde "yaratıldığını" kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı yaratılışı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.

Evrimin Hayali Mekanizmaları
Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı.7

Lamarck'ın Etkisi
Peki bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti.8
Ama Mendel'in keşfettiği ve 20. yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.

Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala dünyada evrim adına geçerliliğini koruyan model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rasgele bir etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. 9
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.

Fosil Kayıtları: Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil kayıtlarıdır.
Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu teorik yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir. 10

Darwin'in Yıkılan Umutları
Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.11
Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci Biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.12
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil yaratılıştır.

İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, bugün yaşayan modern insanın maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, modern insan ile ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir.13
Evrimciler insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. 14
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.15
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (modern insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır.16
Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler.17
Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür.18
İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.

Darwin Formülü!
Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.

Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir. Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır.
En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir. Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.

Beynin İçinde Gören ve Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.

Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler. Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.19
Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı yarattığına inanır. Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendi deyimleriyle "İlahi bir açıklamanın sahneye girmemesi" için, bu kabulü savunmaya devam etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği göreceklerdir: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.

Evrim Teorisi Dünya Tarihinin En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları, profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için "dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, eski Mısırlıların Güneş Tanrısı Ra'ya, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

…Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Allah başka ayetlerde de, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)

Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir:

(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)

Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa ve ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayetteki ifadeyle "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:

Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)

Ayette de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. 20
Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.



... Sen Yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm
ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)




KAYNAKÇA


1- Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2
2- Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s.196
3- "New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
4- Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7
5- Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40
6- Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78
7- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189
8- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184
9-B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.
10- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179
11- Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133
12- Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197
13- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389
14- J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992
15- Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272
16- Time, Kasım 1996
17- S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30
18- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19
19- Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak 1997, s. 28
20- Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43
PB