AŞAĞIDA ANLATILANLARI ACELE ETMEDEN VE İYİ DÜŞÜNEREK OKUYUN
ÖLÜME
HAZIRLIKLI OLUN
Bir
şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Ne yarın sabah
uyanacağımızdan eminizdir nede bu yazıyı okumayı bitirdiğimizde hala hayatta
olacağımızdan. Bu durumda her insanın kendisine samimi olarak sorması gereken
bazı sorular vardır:
-
Bize bu kadar yakın olan ölüme gerçekten hazır
mıyız?
-
Hayatımızda bu çok önemli gerçeği unutmadan
yaşıyor muyuz?
-
Ölüme hazır olabilmek için ne yapmak gerekir?
Ölüme
hızla yaklaşıyorsunuz. Her gün ölüme biraz daha yaklaştığınızın farkında
mısınız? Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kimbilir o an, belki de şu andır ya da
size çok yaklaşmıştır. Ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde
hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini
gördüğü, çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden
çekilmemesine benzemektedir.
Belki
de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size
tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları
okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra
hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat
değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin
değildir. Bu yazıları sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi
yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç
aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.
Bir
gün öleceğinizi, bedeninizin toprağın altına gömüleceğini, üzerinize toprak
atan tanıdıklarınızın, sevdiklerinizin sizi toprağa gömdükten sonra mezarınızın
başından ayrılıp günlük işlerine devam edeceklerini, sahip olduğunuz herşeyin
ölümünüzle birlikte yok olacağını düşündünüz mü? Ölümünüzden sonra sizi nasıl
bir hayatın beklediğini hiç düşündünüz mü?
Bu
durumu kendi üzerinizde de düşünün: Herşeyden önce, ölüm size hiç
beklemediğiniz bir anda gelecek. Yani büyük bir ihtimalle hiç hazırlık yapma
imkanınız olmayacak. O anın şu an olmaması için de hiçbir neden yok. Buna
benzer bir anınızda birden ölümle karşılaşacaksınız.
İnsan
ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa kaçsın,
aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru koşar. Önünde başka bir
kapı, tercih veya çıkış yolu yoktur. Geri sayım sürekli devam eder. Ne yöne
dönerse ölüm onu oradan karşılar. Çember sürekli daralarak ona doğru yaklaşır
ve sonunda kıskıvrak yakalar. Allah'ın kanununda yine bir değişme olmamıştır.
Kaderde belirlenmiş bir anda ve yerde ölüm onu yakalamıştır.
Ne
zaman öleceğinizi bilmediğiniz için o nedenle ölüme hazırlıksız yakalanmaktan,
hesabını veremeyeceğiniz, ihmal ettiğiniz, ertelediğiniz, gevşek tuttuğunuz
konuların olmasından çok korkup sakınmanız gereklidir. Çünkü ölüm melekleri
geldiğinde artık eksiklerinizi tamamlama, yapmanız gerekenleri telafi etme gibi
bir imkanınız olmayacaktır. O ana kadar yapıp ettikleriniz yanınıza kar yada
zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkınızda hüküm
verilecektir. Ölüm gerçeğini düşünmeyerek ölümden uzak durmak değil, aksine
ölümün yakınlığını düşünerek harekete geçmek insana fayda sağlayacaktır. Her an
her saniye ahirete geçilebileceğini unutmamak, cehenneme gitme ihtimalinden
korkmak ve bu nedenle cennetteki sonsuz nimete kavuşmak için hazırlık içinde
olmak herkes için çok önemlidir. O halde akılcı olan, düşünmeyerek ve unutmaya
çalışarak kesin olarak gerçekleşecek bir olaydan kaçmak değil, bu gerçekle
karşılaşabilecek şekilde hazırlık yapmaktır. Kişi ölümün ne kadar yakın
olduğunu ve insanı hiç beklemediği bir anda nasıl apansız yakalayabildiğini
düşünmelidir. Bunun yanında dünya hayatının çok kısa olduğunu ahiret için
birşeyler yapabilmenin ne kadar aciliyetli olduğunu kavramalıdır. Çünkü insan,
dünyaya bir kez gelir, bir kez imtihan olur ve öldükten sonra bir daha bunun
geri dönüşü mümkün değildir.
Bir yerlere ulaşmaya
çabalayan insanın karşısına aniden bir cenaze arabası çıkabilir. Bu ise aslında
insanı kendisine getirebilecek çok önemli bir fırsattır. Karşısına çıkan bu
görüntü ona ölümü hatırlatmıştır. Bir gün kendisi de o arabanın içinde
olacaktır. Buna hiç şüphe yoktur, ne kadar kaçınsa da er geç ölüm onu
bulacaktır. Belki yatağında, belki yolda, belki de tatilde bir yerde bu
dünyadan mutlaka ayrılacaktır. Çünkü ölüm kaçınılmaz bir gerçektir.
Çevrenize bir bakın;
gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız, akrabalarınız kısaca dünya üzerinde
var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka
öleceklerdir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük
gafletlerden biridir. Oysa ölümü uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan
insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka
ölecektir.
Unutmayın; ne genç ne
yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir olmaları, ne ünleri, ne de
mevkiileri bugüne kadar yaşayan insanları ölümden koruyamamıştır. İnsan düşünse
de düşünmese de bu kaçınılmaz olayı, hiçbir aşaması eksik kalmaksızın bizzat
yaşayacaktır. Her an ölebileceğini düşünen bir insan geçici şeylerle oyalanmaz.
Kalıcı işlere yönelir ve gelmeden önce ölüme hazırlanır.
Siz şu an bu satırları
okurken ölümün yakın olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama kesin gerçekleşecek
olan bu gerçeği biraz daha derin düşünün; kimbilir belki de buradaki yazıların
tamamını okuyamadan ölüm sizi bulacaktır. O halde, sakın ölümün size de, tüm
diğer insanlara da çok yakın olduğunu unutmayın.
Ölümle karşılaşmanız
için detaylı birtakım olayların art arda gerçekleşmesi gerekmez. Allah, ölüm
vakti gelen kişiye ummadığı bir zamanda ölüm meleğini gönderir ve bir anda
canını alır. Bu, şu an oturduğunuz yerden kalkamadan da gerçekleşebilir. Bulunduğunuz
odada aniden ölüm meleğini karşınızda görebilirsiniz. Yanınızda
arkadaşlarınızın, ailenizin olması da bir şeyi değiştirmez, onlar sizi ölümden
koruyamazlar. Öyleyse her insanın Allah'ın görevlendirdiği ölüm meleği
tarafından hayatına son verileceğini ve böylelikle Allah'a döndürüleceğini
sakın unutmayın.
Öldükten sonra dünyada
yapılan hataların, işlenen günahların telafi edilmesi asla mümkün değildir. O
halde insanın kaybedeceği tek bir an dahi yoktur. Yaşadığı dakikalar göz açıp
kapayıncaya kadar geçmekte, insan ölüme her geçen saniye daha da
yaklaşmaktadır. Üstelik ölümün ne zaman, hangi gün ve saat kendisini
bulacağından da emin değildir. Bir gün mutlaka ölecek ve dünyada yapmış olduğu
davranışlar ile yaşadığı hayattan dolayı Rabbinin huzurunda hesaba
çekilecektir.
Bu nedenle insan çok
yakında öleceğini sürekli aklında tutmalı ve ahirette pişman olmamak için
yaşamını yeniden gözden geçirmelidir.
Şu an ölüm melekleri ile
karşılaşmış olsa, acaba geçirdiği bunca senenin hesabını verebilecek midir?
Bugüne kadar Allah'ı
razı etmek için neler yapmıştır?
O'nun hükümlerini
uygulamadaki titizliği yeterli midir?
Bu soruların belki de
hiçbirine verebileceği olumlu bir cevabı olmayabilir. Ama eğer, şu anda tevbe
eder ve bundan sonraki hayatını Allah'ı razı etmek için geçireceğine samimi
olarak karar verirse, Allah'ın tevbesini kabul edeceğini, onu bağışlayacağını
umabilir.
Unutmayın ki her insan
bir anda ölümle karşılaşabilir ve her ne kadar pişman olsa da bir daha geri
dönüp yaptıklarını düzeltme imkanı bulamayabilir. Bu nedenle eğer Rabbi
tarafından esirgenmek, O'nun sevdiği bir kul olmak ve ölümünden sonra O'nun
salih kulları için hazırladığı cennete kavuşmak istiyorsa, bir an önce Rabbinden
bağışlanma dilemeli ve hayatını O'nun emrettiği şekilde Kuran'a uyarak
yaşamalıdır.
Ölüm, unutulması,
düşünülmemesi gereken bir “musibet” değil, aksine insana hayatın gerçek
anlamını öğreten ve dolayısıyla üzerinde yoğun biçimde düşünülmesi gereken
büyük bir derstir. Hiç kimsenin bir dakika sonra hayatta kalacağına dair bir
garantisi yoktur. Bu nedenle, mümin sanki her an ölecekmiş gibi davranmalıdır.
Bir
cenazede, herkes geçici bir süre için de olsa yaşamın kısalığının, ölümün
kesinliğinin bilincine varır. Duygu yüklü sözlerle ölümün mutlak gerçek olduğu,
Allah'ın herkesin canını alacağı tekrarlanır, ölen kişinin ise ne kadar iyi bir
insan olduğu, kalbinin temizliği konuşulur. Ancak bu sıkıntı dolu dakikalar
geçip de cenaze atmosferinden çıkıldıktan bir süre sonra, sanki o olanlar hiç
yaşanmamış gibi Allah'ın varlığı, ölümün kesinliği yine unutulur. Dünyanın
geçici tutkularına geri dönülür. Ölüm yine hiç konuşulmaz, tartışılmaz,
hatırlatılmaz.
Bazen
de ölümden bahsedenlere "bunu düşünerek yaşamak insanı çıldırtır"
derler. Elbette eğer insanın ölümden sonrası için bir hazırlığı ve güzel bir
beklentisi yoksa, gerçekten de psikolojisinin bozulması normaldir. Ölüm
gerçekleştiğinde rahat ve huzurlu olmak, ahiretteki azaptan kurtulmak ve
sayısız nimetin bulunduğu cennete kavuşmak için bir çaba göstermek, bir
girişimde bulunmaktan daha akılcı ne olabilir?
Kişi Allah'ın her an her
yerde kendisini görüp duyduğunu, tüm yaptıklarını katında saklı tuttuğunu,
kendisini bunlardan hesaba çekeceğini derinlemesine düşünmelidir. Ölümün an
meselesi olduğunu, bir an sonra kendisini Allah'ın huzurunda hesap verirken
bulabileceğini ve eğer Allah'ın bildirdiği ahlakı göstermemiş, vicdanını gereği
gibi kullanmamış ise de cehennem azabıyla karşılaşabileceğini açık bir şuurla
kavramaya çalışmalıdır.
Etraftaki
insanların çoğunluğunun ölüm kendilerine hiç ulaşmayacakmış gibi davranmaları,
insanda aldatıcı bir rahatlamaya sebep olabilir. Bir hatayı işleyen çok sayıda
kişinin bulunması insanı yanıltabilir. Bu lise yıllarındaki "sınav
psikolojisi" gibidir. Genelde sınavlar belirli bir süre önceden
öğrencilere duyurulur ve buna çalışmaları için bir süre tanınır. Sınavın
konuları da bildirilir ki öğrenciler nereye çalışacaklarını bilsinler. Bazı
zamanlar sınavın gününü ve saatini önceden bilmemize rağmen, bu sınava hiç
hazırlanmamışızdır. "Nasıl olsa daha çok vakit var" mantığıyla günler
geçmiş, sınav saati gelip çatmıştır. Sınav salonuna doğru giderken, önceden
çalışmış olanların rahat tavırları bize ne büyük sıkıntı vermiş, "keşke
ben de hazırlansaydım" diye büyük bir pişmanlık duymuşuzdur. İçimizde
derin bir gerginlik hissetmiş, "zamanı geriye çevirebilmeyi" ve
geçmişe dönüp sınava çalışmayı istemişizdir. Elbette ki bu imkansızdır, ve
artık geri dönüş yoktur. Sınavdan alınacak başarısız sonuca katlanmak
zorundayızdır.
Şimdi
bir de insanın ahirette, Allah'ın huzuruna çıktığı gün yaşayacağı sıkıntıyı ve
vicdan azabını düşünelim. Şüphesiz ki bu sıkıntı, okul sıralarında sınav
saatinde çekilen sıkıntıyla kıyaslanmayacak kadar büyük olacaktır. Üstelik
kopya çekerek, öğretmenin yardımını alarak ya da başka yollara başvurarak bu
sınavı atlatmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü bu, ahirette Allah'ın huzurda hesap
vereceklerinin bilincinde yaşayan, Allah'ın dinini öğrenmeye ve uygulamaya
çalışan, kısacası "çıkacakları sınava" hazırlanan insanlara haksızlık
olur. Sonsuz adaletiyle Allah böyle bir haksızlığa asla izin vermez, ve o hesap
günü hakeden hakettiğini tam karşılığıyla alır.
Ölümden
sonra Allah’ın insanları yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğini ve bu hesabın
sonucunda cennete ya da cehenneme sevkedileceğini bildirdiği halde ahiret için
bir hazırlık yapmamak büyük akılsızlıktır.
Bir insanın ölümü ne
kadar kalabalık bir ortamda olursa olsun, ölüm meleği ruhunu alırken dünya ile
ve o anda yanında olan diğer kişilerle ilişiği kesilir. Ahirette diriltilip
hesap vermeye koşarken mahşer kalabalığı içinde de yalnızdır. Çünkü, orada
kimse kimseyle ilgilenecek durumda değildir. Bu yalnızlık dünyadakine de
benzemez. Hesaba çekilme anı, dünyada gafil yaşamış bir insan için
yaratılışından itibaren o zamana kadar içine düştüğü en zor andır. O anda
hissettiği yalnızlık, yaptığı herşeyin bir bir hesabını vereceği, bu anda hiç
kimsenin olmadığını ve Allah'ın huzurunda son derece aciz olduğunu anlamanın
verdiği bir yalnızlıktır. İnsanlara Allah'ın huzurunda yalnız olacakları
Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına'
geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
İnsanlar şu an, cennetle
cehennem arasındaki ayrıma getirilseler ve birazdan yapılacak bir sorgulama ile
sonsuz bir hayata başlayacaklarını anlasalar, nasıl bir tavır içine girerler?
Bu şartlar altındaki bir
insanın hemen yanı başında duran ve belki de bir an sonra içerisine atılacağı
cehennemi, bile bile Allah'ın razı olmayacağı bir tavır göstermesi mümkün olur
mu?
Kuşkusuz ki hayır.
Aksine böyle bir durumla karşı karşıya gelen her insan son da olsa bir
fırsatının olduğunu düşünerek cennete girebilmek için aklını ve vicdanını son
sınırına kadar kullanır, Allah'ın en beğeneceği tavrı uygulamaya çalışır.
Dünyada iken bu durumu kendisinden çok uzak gören ve ahiret hayatından yana
hiçbir hazırlık yapmaya gerek duymayan bir insan bile büyük bir panik
içerisinde durumu telafi etmeye çalışacaktır. Ancak o gün artık telafi etmek
için vakit yoktur. Çünkü Allah'ın kullarına belirlemiş olduğu imtihan süresi
ölümleriyle birlikte sona ermiş ve hesap defterleri kapanmıştır. O ana kadar
iyilikten ya da kötülükten yana ne yaptılarsa sadece bunlarla karşılık
göreceklerdir.
İşte müminlerin dünya
hayatında gösterdikleri çaba da, ahirete, sonsuz cennet ve cehennem hayatına
kesin bilgiyle iman etmeleri, bunu akıllarından çıkarmamaları ve ölümü her an
gerçekleşebilecek kadar yakın görmelerinden kaynaklanır. Onlar ahirette bu
korkuyu ve pişmanlığı yaşamamak için, dünya hayatları boyunca kendilerini her
an bu toplanma yerinde haklarında karar verilmesini beklermişçesine düşünürler.
Sanki oraya gitmiş, cennetin güzelliğini ve cehennemin korkunçluğunu görüp de
dünyaya geri dönmüşlercesine açık bir şuur ve imanla ahirete hazırlık yaparlar.
Ve böylece karşılaştıkları her olayda olabilecek en vicdanlı ve en güzel tavrı
ortaya koyarlar. Çünkü bilirler ki, gösterdikleri en ufak bir gevşeklik ya da
bir vicdansızlık, o gün yürek acısı olacak pişmanlığa neden olabilir.
Genç,
yaşlı, zengin, fakir demeden ölümün her insanı, her zaman ve her yerde
bulduğunu bilmek, bu dünyaya bağlanmamanızı ve asıl olarak ölümden sonraki
sonsuz hayata hazırlık yapmanız gerektiğini anlamanızı sağlamalıdır. Unutmayın
ki, her ne sebeple olursa olsun mutlaka bir gün ölecek ve Allah’ın huzurunda
hesap vereceksiniz.
Ölümün uzak olduğunu düşünen bir insanın ne
kadar büyük bir aldanış içinde olduğunu sakın anlamazlıktan gelmeyin. Ve bu
apaçık gerçeğin insana verdiği şuur ve vicdanla her an ölebilecekmiş gibi, Allah’ın
hoşnut olacağı bir yaşam sürün.
Gözümüzün önünde tek bir
dünya var gibi gözükürken aslında insanlar sayısınca dünya vardır. Her insan
bulunduğu zaman ve mekan şartları içinde farklı bir dünya şartlarında yaşar.
İnsan hayatı bir sinema ise, bu sinemanın hem yönetmeni, hem de başrol oyuncusu
kişinin kendisidir. İnsan hayat boyu kendi filmini kayıt altına alır. Kendi
‘harddiskine’ veya CD’sine kaydeder. Sinema perdeleri gibi hayat karelerini bir
bir yaşamaya devam ederken bir gün gelir ki perdede bir ‘son’ yazısı ile
karşılaşır. Bu yazı artık bu dünya şartlarında kayıt işleminin sona erdiğinin
işaretidir. Bu noktadan sonra kayıt işlemi sona ermiş ve ölüm sonrası seyir
işlemi başlamıştır. Kişi ömür boyu kayıt altına aldığı hayatını, ölüm sonrası
seyretmeye başlar. Hem de en gerçek hali ile.
İnsan ölümü ile birlikte
kendi hayatını orada seyretmeye başlar. Herkes orada bizzat kendi kaydettiği
dünyasına bakar. Sonsuza uzayıp giden sinema perdelerinde veya dev ekranlarda
kendi hayatını seyreder. Şayet kişi inançlı bir hayat yaşamışsa, hayatını
Allah’ın emirlerini yerine getirerek süslemişse, günahlardan kaçınmakla
hayatını korumuşsa önüne çıkacak hayat filmi elbetteki cennete uzayıp giden bir
görüntü oluşturacaktır. Öte yandan diğer bir insanda Allah’ın emirlerine gereği
gibi uymamış, Allah’ın yasaklarından kaçınmamışsa, Allah’ın rızasını kazanamayıp
öldüğünde dünyada eşi benzeri görülmeyen dehşetli bir korku filmini aynı dehşet
içinde seyretmeye başlayacaktır. Bu korku filmi kendi hayatıdır. Başroldeki
kendisidir. Hayat filmini bu kadar dehşetli bir hale sokan yine kendisidir.
Böyle iç karartan dehşetli bir filmi, insan seyretmeye dayanamaz. Müthiş bir
korkuya, müthiş bir üzüntüye kapılır. Bu hayat kirli bir hayattır. Böylesine
kirlenen bir hayatı da temizleyecek olan ancak cehennemdir. Allah böyle bir
kirliliği mülkünde barındırmaz. Cehennemi ile temizler. İşte cehennemin bu
temizliğini gören kişi ise azap halini yaşamaya başlar.
Madem insan bu hayatta
kendi filmini çekiyor. Madem bu film, sonsuz hayatta sonsuza kadar
gösterilecektir. Ve madem hayatın başrol oyuncusu da, yönetmeni de biziz. Öyle
ise insan, hayatını Allah’ın emirlerine uyarak süslendirmelidir. Kendisini
günahlardan uzak durmakla korumalıdır. Yani insan Allah’ın rızasını ve
cennetini kazanmak için dünyada senaryosunu iyi yazmalıdır.
Ölümün bizi nerede
beklediği belli değildir. Ancak, biz onu her yerde beklemeliyiz. Akıllı olan
insanın temel özelliklerinden birisi, yarınını garanti altına almak için
bugünden çalışıp gayret etmek ve başına gelmesi muhtemel olan hadiseler için
önceden tedbir almaktır. Şu kısacık dünya hayatında bile insan, bugünden yarın
için, yazdan kış için çalışıp hazırlık yapmaktadır. Halbuki hiç kimsenin yarına
kavuşacağı hususunda bir garantisi yoktur. Gelmesi muhtemel olan yarın için
bugünden hazırlık yapan insanoğlu, gelmesi kesin olan ölümden sonraki hayatı
hatırlayıp da ona hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? Bu sebeple Peygamber
Efendimiz, ölümü çok düşünmemizi ve ondan sonrası için hazırlık yapmamızı
emretmekte, ölümden sonraki hayat için çalışan insanı akıllı insan olarak
nitelendirmektedir.
Bir
insan her an ölebileceğini düşünmezse yaşayacağını zannederek hareket eder.
Yaşama hissiyle hareket eden bir insan gaflete kapılıp günah işleyebilir. Ölüme
hazırlık duyma ihtiyacı duymayabilir. Ölüm sonrası hayata gitmesine daha çok
zaman olduğunu düşünür. Bir insanın yaşayacağı hissine kapılmamasını sadece her
an ölebileceğini düşünmesi engeller. Fakat insan ölümü unutursa yine yaşama
hissine kapılarak hareket etmeye devam eder. O nedenle insanı yaşama hissinden
kurtarıp daha bilinçli bir hale getirmeyi sağlayan ölümü düşünmek ve ölüme
hazırlıklı olmak her insan için çok önemlidir.
Bazı
insanlar olmayacak bir uzun süre yaşamayı ve dünyada kalmayı arzu eder ve bunun
hayalini kurarlar. Allah bu duruma işaret ederek şöyle buyurmuştur:
… (Onlardan) Her
biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz.
Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara Suresi, 96)
Yaşama
ümidini kısa veya uzun tutmak, hem ahiretle ilgili amel ve ibadetleri, hem de
dünya ile ilişkileri etkiler. Yaşama ümidini kısa tutan bir kimse, sınırladığı
süre içinde ölürse hazırlıklı ölür; ölmezse bu hazırlığın sevinciyle yaşar ve
yeni ameller hazırlar. Ümidini uzun tutan kimse ise, hazırlıkta gevşek
davranır. Onun için, hayal ettiği süreden önce ölürse hazırlıksız gitmiş olur.
Bir
kimsenin uzakta iki kardeşi bulunsa ve kendisi bunlardan birinin gelişini
yarın, diğerinin gelişini ise bir ay veya bir sene sonra beklese; elbette ki,
şimdilik yarın gelecek olan kardeşi için hazırlık yapar. Çünkü bir olaya
hazırlık yapmak, onun uzaklık ve yakınlık ölçüsüne göredir. Tıpkı bunun gibi,
ölümünü bugün veya yarın bekleyen bir kimsenin hazırlığı, ölümü daha sonra
bekleyen bir insanın hazırlığından daha akılcıdır. Birinci kimse sürenin
daraldığını görür ve elini çabuk tutmak gerektiğine inanır. İkinci kimse ise,
zamanın çabuk geçtiğini unutarak aceleye gerek olmadığını düşünür. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Çoğu
insanlar, iki nimete aldanırlar. Bu nimetler sağlık ve zamandır.” (Buhari)
Çünkü
onlar, bu nimetleri kalıcı zannederler, bu yüzden de onlarla ahiret ameli
hazırlamak için acele etmezler. Sonra, beklemedikleri bir anda bu nimetleri
kaybederler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Siz
ameli ertelediğiniz gelecekten ne bekliyorsunuz? Zenginlik mi? O ise nefsi
şımartır. Fakirlik mi? O ise sersemlik verir. Hastalık mı? O dengeyi bozar.
Yaşlılık mı? O el ve kolu bağlar. Ölüm mü? O her şeyin sonunu getirir.”
(Tirmizi)
Ölümü
düşünmeye engelleyen şeyler (gaflet, meşguliyet) yanında, onu düşünmeye davet
eden şeyler (hastalıklar, ölümler) de vardır. Hastaları, ölüleri görmek,
mezarlığı ziyaret etmek, daha önce ölmüş olanların hayat hikayelerini, hırs ve
tamahlarını, ölümden kaçışlarını, dünya için çalışıp didinmelerini, gülüp
eğlenmelerini düşünmek ve sonra bütün bunların bir gölge ve hayal gibi silinip
yok olduklarını görmek, ölüm gerçeğini anlamaya yardımcı olurlar.
İnsanın
ölümü düşünmekten kaçınması da bu karşılaşma, yüzleşme korkusundan ileri gelir.
Bu insanlar ölümden sonrası için yeterli hazırlık yapamadığı endişesi taşırlar.
Bu kişiler her ne kadar ölümden çok rahatsız olmasalar da yinede kaygılanır,
korkarlar. Korkulan bazı şeyleri düşünmekten kaçınmak, onunla mutlaka
yüzleşeceğimiz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ölümü düşünmek, insana hem gayesini
hatırlatan, hem de onu yaşadığı asrın gündelik dertlerinde kapılmaktan koruyan
çelik bir zırh gibidir.
Yakın
bir zamanda bir başkasının bizim ölümümüzle ilgili bir haberi aynı gazeteden
okumayacağından emin olabilir miyiz? Elbette hayır. Ölüme hazır olabilmek için
her an Kuran ahlakını yaşamak gerekir. Fırsat elinizdeyken vakit kaybetmeden
geleceği kesin olan ölüm için bu dünyada şimdiden hazırlık yapmanız gerekir.
Ölüm böylesine kesin ve yakın olduğuna göre, her zaman onu düşünmek ve ondan
sonrası için hazırlık yapmak aklen gerekli ve zorunludur.
Ruhunuz
bedeninizden her an çıkabilir yani her an dünyadan ayrılabilirsiniz. Kendinizi
bir anda farklı bir hayat boyutunda bulabilirsiniz. Her an ölebileceğinizi
şimdiden düşünün ve ahirete şimdiden hazırlıklı olun.
HER AN DEVAM EDEN ÖLÜMLERİ UNUTMAYIN
Dünyada
her an ölümler devam etmektedir. Ölen insanlar hiçbir zaman dünyaya geri
dönmemek üzere dünyadan gitmiş olurlar. Az önce ölmüş olan insanları şöyle bir
düşünün. O insanlar az önce kendi bedenlerini, malını, mesleğini, ailesini,
yakınlarını, arkadaşlarını, komşularını, her şeyini bırakıp dünya hayatından
ölüm sonrası hayata gittiler. Bu durum şu anda hala devam etmektedir. Sizde bu
duruma hızla yaklaşıyorsunuz.
Unutmayın
ki sizden önce ölenler de; aynı şimdi insanların yaptığı gibi belki az sonra
yiyeceği yemeği, daha bitirilmesi gereken işlerinin olduğunu veya ertesi gün
gideceği yeri planlarlarken hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle
karşılaşmışlardır. Şu anda yine bu düşüncelerde olup az sonra ölecek insanlarda
muhakkak vardır. Biraz sonra ölecek olan bu insanlara ölüm çok yaklaşmıştır ve
kendileri bundan gafildirler. Biraz sonra ölecek olan insanlar çevrelerinde
birçok insanın ölümüne şahit olmuştur, ama kendi ölümlerini şu anda kendilerine
uzak görüyorlar. Biraz sonra bu insanlar tüm tanıdıklarını ve her şeyini
bırakıp dünyadan gideceklerdir. Kısa bir zaman sonra kılınacak olan cenaze
namazları bile şu anda akıllarının ucundan bile geçmiyordur. Bu insanlara
Allah’ın gösterdiği dünya hayatının görüntüleri biraz sonra değişecek ve o
andan itibaren gerçeklerle karşı karşıya kalacaklardır. Hazırlıksız bir şekilde
ölüm ile karşılaşacaklardır. Allah’ın rızasını kazanamadılarsa büyük bir
pişmanlıkla dünya hayatına geri dönmek isteyecekler ama artık geç
kalacaklardır. Bu durumu kendiniz için düşünün. Biraz sonra ölecek olan insanlar
gibi sizinde hayatınız belkide biraz sonra bitecektir. Belkide 2-3 gün sonra
cenaze namazınız kılınacaktır. Bunun kısa zaman içinde olmamasının garantisini
veremezsiniz. Her an ölüm sonrası hayata gidebileceğinizi düşünün.
Yaşayacağınıza kesin gözle bakmayın. Her an ölebileceğinizin bilincinde olup
tevbe etmeli, günahlarınızın affedilmesi için dua etmeli ve Allah için amel
işlemeye gayret etmelisiniz.
Ölüm Allah’ın rızasını kazanmış olanlar için
güzel bir başlangıç olacaktır. Dünyada tek bir iyi işi bile yapma imkanınızın
kalmayacağı ölüm anına ulaşmadan evvel gücünüzün yettiğinin en fazlasıyla ahiret
hayatı için çaba gösterin.
ÖLDÜKTEN SONRA DÜNYAYA
GERİ DÖNME İMKANINIZIN HİÇBİR ZAMAN OLMAYACAĞINI SAKIN UNUTMAYIN
Şu
ana kadar ölmüş bütün insanları düşünün. O insanların hiç birisi şuanda dünyada
değiller. O insanların dünyaya geri dönmeleri hiçbir zaman mümkün değildir.
Ölen insanlar dünyaya geri dönemeyeceklerine göre, hatalarını, günahlarını
telafi etmeleri ve Allah’ın rızasını kazanmaları hiçbir zaman mümkün
olmayacaktır. Şu anda ölenler ve bundan sonra ölecek olan bütün insanlarda
hiçbir zaman dünyaya geri dönemeyeceklerdir. Allah hiçbir insana ölümden sonra
dünyaya geri dönme imkanını vermez. Allah dileseydi sizinde canınızı önceden
alabilirdi. Eğer öyle olsaydı sizde dünyada olmayacaktınız. Cenaze namazınız
kılınmış ve mezarınızda adınız, soyadınız, doğum ve ölüm tarihiniz yazılı
olacaktı. Bedeniniz toprağın altında çürüyüp yok olacaktı. Dünyaya geri dönme
imkanınız hiçbir zaman mümkün olmayacaktı. Öldüğünüz ana kadar neler
yapmışsanız onlarla ahirete gitmiş olacaktınız. Allah sizi şu an yaşattığına
göre bunun sizin için çok iyi bir fırsat olduğunu sakın unutmayın. Allah’ın
size verdiği bu fırsatı çok iyi değerlendirmeye çalışın.
Allah dileseydi ölümden sonra insanlara ikinci, üçüncü veya daha
fazla dünyaya dönme imkanı verebilirdi. Bu durumda bazı insanlar ölümden sonra
dünyaya tekrar geri dönme imkanları olacağını bildikleri için, bunun
rahatlığıyla ilk yaşayacakları ölüme pek hazırlık yapma ihtiyacı
duymayabilirlerdi. İlk ölüme gereği gibi hazırlanamamış olsak bile bir dahaki
ölümlere daha iyi hazırlanırız düşüncesi olurdu. Fakat Yüce Allah insanlara ilk
ölümden sonra artık hiçbir zaman dünyaya geri dönme imkanını vermeyeceğini
bildirmektedir. Allah’ın bu kanunu şu ana kadar nasıl devam ettiyse aynı
şekilde kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Öldükten sonra Allah’ın bütün
insanlara hiçbir zaman dünyaya geri dönme imkanı vermeyeceği çok önemli bir
gerçektir. Ancak bunu bilmeniz yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin
düşünmeniz gereken çok hayati bir konudur. Çünkü bu gerçekle her an
karşılaşabilirsiniz. Yani dünyaya geri dönüşünüzün hiçbir zaman mümkün
olmayacağı ölüm sonrası hayata her an gidebilirsiniz. Ölüm geri dönüşü olmayan
bir kapıdır. Allah size dünyada belli bir süre vermiştir. Ölüm geldiği anda
süreniz tamamlanacaktır ve dünya hayatına hiç geri dönmemek üzere ölüm sonrası
hayata gideceksiniz.
Ölümünüzden sonra namaz
kılmanız, Allah yolunda harcama yapmanız, Kuran okumanız, sabır göstermeniz,
iyilik yapmanız, tevbe etmeniz, dua etmeniz, şükretmeniz, Allah’ı yüceltmeniz
yani Allah’ın emirlerini yerine getirebilmeniz hiçbir zaman mümkün
olmayacaktır. Ne kadar yalvarıp yakarsanız da size bir fırsat daha tanınmaz.
Allah’a karşı yerine getirmediğiniz sorumluluklarınızı yerine getirmeniz için size
ek bir süre verilmez. Dünyada Allah’ın rızasını kazanma fırsatını kaçırırsanız,
ölüm melekleri yanınıza geldiği anda artık hiçbir zaman telafi edemeyeceğiniz
bu korkunç hatanızın farkına varacak ve pişmanlık içinde olacaksınız. Allah’ın
emirleri dünya hayatında yapılırsa makbuliyet kazanır. Ölümünüzden sonra
Allah’ın emirlerini yerine getirme fırsatı bir daha elinize geçmeyecektir. İnsan
ne yaparsa yapsın, bu dünyadan bir daha geri dönmemek üzere ayrılacaktır. O
nedenle sizde her an ölebileceğinizi ve ölümünüzden sonra dünyaya geri dönme
imkanınızın hiçbir zaman mümkün olmayacağını unutmayın. Ahirette kimse kimseye
yardım edemeyecek ve ahiretteki pişmanlık hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Dünya
hayatında olmanız sizin için çok önemli bir fırsattır. Hatalarınızı,
günahlarınızı hemen şimdi telafi etmeniz mümkündür. Bu fırsatı da Allah’ın
emirlerini zaman kaybetmeden yerine getirerek iyi değerlendirin. Her an
ölebileceğinizin bilincinde olarak Allah’ın bütün yasaklarından uzak durun.
Dünya hayatına geri dönüşünüzün hiçbir zaman olmayacağı ölüm sonrası hayata her
an gidebileceğinizi sakın unutmayın.
ÖLDÜĞÜNÜZÜ DÜŞÜNÜN
Bir
insanın her an ölebileceğini hakkıyla düşünmesi samimi ve vicdanlı olmasını
sağlar. Sizde öldüğünüzü farzedin. Ölümünüzün sonrasında neler yaşanacağını
şöyle bir düşünün:
Hareketsiz
bir şekilde, etrafınızda olup bitenleri anlamayıp öylece yatacaksınız.
Bedeniniz başka insanlar tarafından taşınacak ve bir "et yığını"
olarak kabul edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı mezar kazılacak ve gusülhanede
görevli kişi tarafından yıkanacaksınız. Beyaz kefenle sizi saracaklar. Dar bir
tabutun içine konulacaksınız. Camideki işlemler bittikten sonra mezara gidilecek,
üzerinde adınızın, soyadınızın, doğum ve ölüm tarihinizin yazıldığı bir taş
olacak. Kaskatı bir haldeki bedeniniz evin bir odasında veya bir hastane
morgunda bekletilecek. Cenaze arabasına yerleştirilip mezara götürüleceksiniz.
Bedeninizi kefenle birlikte sizin için kazılan çukurun dibine bırakacaklar.
Üzerinize tahta konacak, daha sonra da toprak. Üzeriniz iyice toprakla
örtülecektir. Sonra işlem son bulmuş olacak. Yakınlarınız nüfus dairesine gidip
sizin öldüğünüzü ve kaydınızın bu dünyadan silinmesini söyleyecekler. İlk
zamanlar belki hatırlanacaksınız, arkanızdan ağlayan birkaç kişi olacak. Ancak
zamanın unutturucu etkisi ileriki yıllarda gittikçe ağır basacak. Birkaç on yıl
sonra ise "koca bir ömür" sürdüğünüz dünyada sizi hatırlayan pek
kimse kalmayacak. Ama bununla birlikte, öldükten sonra arkanızda bıraktığınız tüm
aileniz ve tanıdıklarınız da dünya hayatından ayrılacağı için, hatırlanıp
hatırlanmamak pek bir şey ifade etmeyecek.
Dünyada
bunlar olup biterken, toprağın altındaki bedeniniz ise, hızlı bir parçalanma
sürecine girecek. Toprağa konmanızdan hemen sonra böcekler ve bakteriler
devreye girecek. Karnınızda toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik
vücudunuzun her tarafına yayılarak, bedeninizi tanınmaz hale getirecek. Bundan
sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan kanlı
köpükler gelmeye başlayacak. Çürüme ilerledikçe kıllarınız, tırnaklarınız, avuç
içleriniz ve tabanlarınız yerlerinden ayrılacak. Bu dış değişmeyle beraber, iç organlarınızda
da çürüme başlayacak. En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın
bölgesinde toplanan gazlar derinizi zayıf noktasından patlatacak ve bedeninizden
tahammül edilemeyecek derecede pis kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan
başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak. Cildiniz ve yumuşak kısımlarınız
tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak. Beyniniz tamamen çürüyecek
ve kil görünümünü alacak, kemikleriniz bağlantılarından ayrılacak ve iskeletiniz
dağılmaya başlayacak… Bu olay, cesediniz bir toprak ve kemik yığını haline
gelene kadar böylece devam edecek. "Ben" sandığınız bedeniniz,
oldukça iğrenç bir sonla yok olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir ruh olan siz,
bu bedeni çoktan terk etmiş olacaksınız. Unutmayın, bu günle mutlaka
karşılaşacaksınız; eninde sonunda bir gün bedeniniz toprağın altında yapayalnız
kalacak.
Artık
dünya hayatının bir saniyesine bile geri dönme imkanınız olmayacak. Ailenizle,
yakınlarınızla, komşularınızla görüşme, arkadaşlarınızla buluşup eğlenme, ideallerinizi
gerçekleştirme şansınız da kalmayacak. Dünyaya geri dönüp hatalarınızı,
günahlarınızı telafi etme ve Allah’ın rızasını kazanma imkanınız hiçbir zaman
mümkün olmayacak. Öldüğünüz ana kadar neler yapmışsanız onlarla ahirete gitmiş
olacaksınız. Dünyadaki herşeyinizi geride bırakmış olacaksınız. BUNLARI
YAŞAMANIZA BELKİDE ÇOK ZAMAN KALDI.
Bu
yaşanacak olanları kendinizden uzak görmeyin. Bu gerçekleri şimdiden iyice
düşünün. Bunların olmasına daha zaman vardır diye düşünüp kendinizi
kandırmayın. Gariptir ki siz bu yazıları okuduktan kısa bir süre sonra
ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerin
olması belki de ölümün sizin için henüz erken ve zamansız olduğunu
düşündürüyordur. Oysa bu bir kaçıştır ve bu kaçış fayda vermez. İsteseniz de
istemeseniz de cesediniz beyaz bir beze sarılıp, yerin altına girecek ve
üstünüze kürek kürek toprak atılacaktır. Ölümden sonra karşınıza gelecek
olaylarla tek başınıza muhatap olacaksınız. Bu konu doğrudan doğruya sizi
ilgilendirmektedir. Kesinlikle yaşayacağınız bu büyük olayı dikkatli düşünün.
İnsan
kendi vücudunu ölmüş ve kabirde çürümeye terk edilmiş haliyle görmeye
çalışmalıdır. Bu da insana ölüm tefekkürünü kuvvetlendirir. Ölümü unutsanız da,
hatırlasanız da sonuç hiç değişmeyecek ve ölüm sizi bulacaktır. Ahirette hiç
kimse size yardım edemeyecektir. Hayatınızın hesabını tek başınıza Allah’a
vereceksiniz. Bu gerçeklerden hiç kimsenin kaçabilmesi mümkün değildir.
İnsan
bedeninin ölümden sonra girdiği hal kuşkusuz ibret vericidir. Böyle bir
görüntüyle birkaç dakika hatta saniyeler süresince muhatap olmak bile bir insan
için dayanılmazdır. Peki yaşamı süresince son derece düzgün görünümü olan insan
bedeninin, ölümün ardından neden bu hale geldiğini hiç düşünmüş müydünüz?
Elbette bu, üzerinde düşünmeniz gereken bir konudur. Öncelikle insan,
kendisinin aslında beden olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmiş
geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde
bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Dahası insan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu
geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün
arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden bir
gün mutlaka toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir.
Ve o gün belki de çok uzak değil, bir adım ötededir…
Bazı
insanlar dünyaya dalmış ve hazır güne adanmışlardır. Ölümü düşünmenin kuvvet ve
şiddet bakımından da çok dereceleri vardır. Bu tıpkı bir insanın önündeki
korkulu bir olayı düşünmesi gibidir. Bu iki halde de olay ne kadar
yaklaştırılırsa, etkisi o kadar fazla olur. Onun için, ölümü hemen gelecekmiş
gibi düşünmek lazımdır. Ölüm, insanın karşılaşabildiği en büyük olaydır. O, hem
dünyadaki, hem de ahiretteki sonuçları itibarıyla büyüktür. Ancak, insan onu
düşünmediği ve aklına getirmediği zaman, kısa bir süre için önemini ve büyüklüğünü
çarpıcı bir şekilde hissetmez. O halde insanın yapması gereken, öleceğini asla
aklından çıkarmamak ve dünyada Allah'ı razı edecek işler yapmaktır.
UYUMADAN ÖNCE VE
UYANDIKTAN SONRA MUTLAKA DÜŞÜNMENİZ GEREKENLER
İnsanlar
uyumadan önce genelde uyanacaklarının garanti olduğunu zannederek uyurlar.
Allah bazı insanların canını uyku esnasında alır. Uyuduğu esnada ölen insanlar
belkide uyumadan önce ölebileceklerini hiç düşünmemişlerdir. Bu insanlar yarın
uyanacaklarını ve günlük hayata devam edebileceklerini düşünerek uyumuşlardır. Uyuduğunuz
esnada Allah canınızı alabilir ve kendinizi ölüm sonrası hayatta bulabilirsiniz.
Her uyumadan önce uyanacağınızın garanti olduğunu düşünmeyin. Uyumadan önce bu
uyku benim son uykum olabilir diye düşünün. Her zaman böyle bir ihtimal
olduğundan dolayı Allah’a yönelip samimi tevbe edin. Günahlarınızın affedilmesi
ve ahiret için dua edin.
Uyuduğunuz
esnada ölme ihtimalinizin olduğunu unutmamanız önemlidir. Nasıl olsa yarın
uyanıp okuluma, işime giderim, arkadaşlarımla buluşurum, ailemle konuşurum, bir
yerlere giderim, günlük hayatıma devam ederim gibi düşüncelerin kesin olacağını
düşünmeyin. Unutmayın ki uyuduğunuz andan itibaren hiçbir şeyin farkında
olmadığınız esnada bedeninizi, tüm tanıdıklarınızı, sahip olduğunuz herşeyi
dünyada bırakıp ölüm sonrası hayata gidebilirsiniz.
Her
uyandığınız günün dünyadaki son gününüz olabileceğini unutmayın. Uyandığınız
gün son gününüzün başlangıcı olabilir. Allah size ahiret için son bir fırsat vermiş
olabilir. Her an dünya hayatından gitme ihtimalinizde var. O halde yapmanız
gereken bu gerçeklerin bilincinde olmak ve gününüzü Allah’ı razı ederek
geçirmek olmalıdır.
ÖLÜMÜN BÜTÜN PLANLARINIZI HER AN SONA ERDİREBİLECEĞİNİ UNUTMAYIN
İnsanların, kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları
vardır. Liseyi bitirmek, üniversiteyi okumak, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev
sahibi olmak, evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli
olmak, huzurlu bir hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en
sıradan olanlarındandır.
Ama
acaba bunları gerçekleştirebilecek kadar ömürleri var mıdır? İşte her insanın
öncelikle bunu düşünmesi gerekir. Çünkü planların hiçbirinin gerçekleşmesi
garanti değildir. Ama ölüm mutlaka gerçekleşecek, her insanın başına
gelecektir. Buna rağmen bazı insanların ölüm sonrası için hiçbir plan ve
hazırlıkları yoktur. Tüm hayatları dünyadaki yaşamlarına yönelik idealleri
gerçekleştirmeye adanmıştır. Üstelik bir gün ölümle birlikte tüm planlarının
bir daha tamamlanmamak üzere yarıda kalabileceğini akıllarına bile
getirmemişlerdir. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince
ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında
hiçbir şey düşünmemişlerdir bile. Bu insanlar dünya hayatına kapılıp kendi
kendilerini kandırarak bir ömrü tüketmişlerdir. Geriye kalan planlarını
gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak,
dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler...
Ölüm
bütün planları hiç gerçekleşmeyecek üzere bitiren bir gerçektir. Dünyaya
yönelik planlarınız ölümle birlikte her an son bulabilir. Peki akla ve bilince
sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan
hakkında mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların bazıları,
kesin olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün
planlarını, gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için
yaparlar. Ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları
hayat daha gerçektir.
Eğer
insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün
planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp
kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır. Ölüm gerçeği hesaba
katılmadan kurulan bir hayat elbette çürük bir temel üzerine kurulmuş olur. Bu
nedenle insanın planlarını dünya hayatı üzerine kurması, geçici bir sebeple
bulunduğu mekanı asıl hayatı kabul edip, sonsuza kadar asıl hayatını yaşayacağı
ahireti unutması çok büyük bir hatadır. Ölüm her an karşılaşılabilecek, tüm
planları altüst edebilecek bir gerçektir ve insan adeta bir "geri
sayımdaymışçasına" her geçen saniye ölüm anına doğru ilerlemektedir.
Ölüm ile birlikte bütün
hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona
erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a
döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği
dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona
erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde
şahit olacak, unutmaya çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya kalacaklardır.
Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdikleri kısa ömür sona ermiştir
ve yeni bir başlangıç kendilerini beklemektedir. O güne şahit olan herkes dünya
hayatının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacak ve sonsuz hayatına
başlayacaktır. Bundan kaçış yoktur.
Öyleyse bu APAÇIK
gerçeği anlamazlıktan gelerek sakın ölüme gafil bir şekilde yakalanmayın.
Ölümle beklemediğiniz bir anda buluşabileceğinizi anlamazlıktan gelmeyin.
ÖLÜMÜ DÜŞÜNMENİN FAYDALARI
Ölümü
düşünmek dünya hırsını ortadan kaldıran kesin bir delildir. Ölüm insanları
müthiş terbiye eden, ahlaklarını müthiş düzenleyen en önemli nedenlerin başında
gelir. Ölümü düşünmek insanı olgunlaştırır. Ölüm sevgiyi, insanın derin
düşünmesini, cömertliği, affediciliği, intikamdan uzaklaşmayı sağlar. Ölümü
düşünmek insanda mal biriktirme arzusunu yok eder. Allah yolunda harcama
yapmasını sağlar. Ölümü düşünmek insanın sonsuz yaşayacağını hatırlattığı için
insanın kalbi ferahlar. Ölümden sonra insan sevdiklerine kavuşacağını ümit
ettiği için bunun sevincini duyar. Ölümün her an kendisini yakalayabileceği
gerçeğini aklından çıkarmaması aynı zamanda insanın nefsine de şifa olur, onu
gafletten kurtarır. Ahlakının güzelleşmesine ve manevi olgunluğa ermesine sebep
olur. Dünyada da mutluluk ve huzur bulur. Ahireti düşünerek mutmain ve
tevekküllü bir ruh hali kazanır. Bu da ruhuna lezzet, bereket ve zevk verir.
Ölümü düşünmek insanı dünya hırsından ve günahlardan korur. İnsanın bilinçli
olmasını sağlar. Ahirette sonsuz azap ve sıkıntı yerine Allah’ın izniyle sonsuz
nimetlere kavuşmasına vesile olur. Mümin ömrü boyunca gösterdiği güzel ahlaktan
Allah’ın razı olacağını umar ve ölümü ile birlikte ahirette cennete de
kavuşacak olmanın neşesini yaşar. Bu nedenle ölüm anı bir mümin için sonsuz
güzelliklere açılan bir kapı, iman etmeyen bir insan için ise sonsuz azaplara
açılan bir kapıdır.
Müminlerin
hayırlarda yarışmalarının nedenlerinden biri dünya hayatının çok kısa, ölümün
de çok yakın olduğunun bilincinde olmalarıdır. Her an ölebileceklerini ve böyle
bir durumda da Allah'ın rızasını kazanmakta yeterli çabayı göstermemiş olmaktan
dolayı ahirette büyük bir pişmanlık duyabileceklerini bilirler. Çünkü ahirete
geçişten sonra insanın bir daha dünyaya geri dönüp de hayırlarda yarışması,
salih amellerde bulunması mümkün değildir. İşte bu nedenle de müminler daha çok
hayır kazanma konusunda zamana karşı büyük bir yarış içerisine girerler. Dünya
hayatında kendilerine tanınmış olan süre içerisine hayırdan yana olabildiğince
fazla şey sığdırmaya çalışırlar. Bu doğrultuda karşılarına çıkan her işe büyük
bir şevkle talip olur ve her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırlar.
Ölümü
düşünebilen bir insan, her an her yerde ölümle karşılaşabileceğini, yaşamının
her an son bulma ihtimali olduğunu bilir. Bu da onu hayatının her anında
ihlaslı davranmaya, aklını, vicdanını ve imkanlarını son noktasına kadar
kullanmaya yöneltir. Bir an sonra kendisini Rabbimizin huzuruna varmış, hesap
verirken bulabileceğini, her an cennet ya da cehenneme sevk edilme ihtimaliyle
karşı karşıya kalabileceğini bilmenin verdiği açık şuur ile hareket eder. Dünya
hayatını, ahirete gidip cenneti ve cehennemi görüp geri dönmüşcesine, tüm
bunların gerçekliğinden ve yakınlığından kesin olarak emin olmuş bir iman ve
ihlasla geçirir. Her anını, canını almaya gelen ölüm melekleriyle karşılaştığı,
amel defterinin ortaya konduğu, cennete mi yoksa cehenneme mi sevk edileceğinin
kararını beklediği anı yaşıyormuş gibi derin bir Allah korkusu ile geçirir.
Cehennem azabının yakınlığını ve dehşetini her an aklında tutarak, sonsuza
kadar bu azabı tatmanın korkusunu her an hissederek hareket eder. Aynı şekilde
cehennemden kurtulmuş olup, sonsuza kadar Allah'ın dost edindiği bir kul olarak
cennette yaşayacak olmanın şevkiyle dolu olur. Hesap gününde Allah'ın huzuruna
çıkarıldığı vakit, "Bilmiyordum, anlamamıştım, fark etmemiştim,
unutmuştum, gaflete dalanlarla birlikte ben de dalmıştım, gevşeklik
göstermiştim, şeytana uymuştum ya da Allah nasıl olsa affeder diye düşünmüştüm,
ibadetleri yerine getiriyordum bunlar yeterli olur zannetmiştim" gibi
mazeretler öne sürmesinin hiçbir fayda sağlamayacağının bilincinde hareket
eder.
Bu
bilinç güçlü bir vicdan, keskin bir kavrayış gücü, üstün bir akıl ve kesintisiz
bir ihlas anlayışıyla kendini gösterir. Bu şuurdaki bir insan ölümün an
meselesi olduğunu bildiği için, hayırdan yana hiçbir işi ertelemez, hiçbir
konuda üşengeçlik ya da tembellik yapmaz, şevksiz davranmaz. "Birazdan,
bir saat sonra ya da yarın yaparım" dediği bir işi gerçekleştirmeye
ömrünün yetmeyebileceğini düşünür. Ahirette de ertelediği ve eksik tuttuğu bu
gibi işler nedeniyle çok büyük bir pişmanlığa kapılabileceğini bilir.
"Keşke
imkanım varken daha çok salih amelde bulunsaydım, daha çok infak etseydim,
hayırlarda yarışsaydım, ihlas sahiplerine, müminlere önder olacak kadar üstün
bir ahlak içerisinde olsaydım, keşke Allah'ın dinine daha sıkı sarılsaydım,
keşke din ahlakını tebliğ etmek için daha çok çaba harcasaydım, keşke insanlara
iyiliği emredip kötülükten menetmek için birşeyler yapsaydım, keşke dünya
işlerine kapılıp ahiretim için hazırlık yapmayı ertelemeseydim, keşke hayırdan
yana yaptıklarımı artırsaydım da bu gün kurtuluşa erenlerden olsaydım"
diyenlerden olmamak ve ahirette bu pişmanlığı yaşamamak için Peygamberlerin
göstermiş olduğu gibi bir ihlas anlayışı içerisinde hareket etmesi gerektiğini
bilir.
Her
an ölümle karşılaşabileceğine göre ne kadar acele etse, ne kadar ihlaslı
davransa, ne kadar salih amelde bulunsa o kadar karlı çıkacaktır. Cehennem gibi
zorlu bir son ile karşılaşmamak için böylesine bir samimiyet ve ihlas
içerisinde olmaya mecbur olduğunu bilir. Gevşeklik göstermenin, ağırdan
almanın, daha güzeli, daha iyisi ve daha mükemmeli varken biraz daha azını
tercih etmenin ahirette pişmanlığa sebep olacağının şuurundadır. Bu şuur
açıklığı ve ihlas her konuda kendini gösterir; Allah'a olan yakınlığında,
müminlere gösterdiği saygı, sevgi ve samimiyette, güzel ahlakta, fedakarlıkta,
çalışkanlıkta, ibadetinde, duasında, malıyla canıyla harcadığı çabasında, Allah
yolunda yaptığı infakında, her an her yerde yaptığı Müslümanca konuşmalarında,
şevkinde, canlılığında hep ihlaslı bir tavır sergiler. İşte bu yüksek ihlas
anlayışını insana kazandıran; dünya hayatını ölümü düşünerek yaşıyor olmasıdır.
Bir gün öleceğini
düşünen mümin, cennete kavuşabilmek için de Allah'ın emrettiği güzel ahlakı
yaşamaya çalışır. Ölümün yakınlığını her düşündüğünde bu konudaki kararlılığı
pekişir ve yaşamı boyunca giderek gelişen üstün bir ahlaka sahip olmaya
çalışır. Ölümü düşünmek, bazı kimselerin düşündüğü gibi kişiyi dünyadan koparan
değil, tam tersine dünya nimetlerinden de olabilecek en fazla lezzeti
alabilmeyi sağlayan önemli bir vesiledir. Çünkü insan nimetlere bağlanıp,
onları şehvet haline getirdiği zaman değil, tam tersine tüm bunların fani ve
geçici olduğunu kavradığı takdirde onlardan çok daha fazla haz duyabilir. Ölümü
düşünmek ve bu gerçeğin şuuruna varmak insanı her an ihlaslı ve vicdanlı
davranmaya yönelten önemli bir tefekkür konusudur. Ölümü düşünmek insanı dünya
hayatındaki her türlü tavır ve ahlak bozukluğundan arındıracak önemli bir
vesiledir.
Kuran'ın ve dinin ruhunu
ve anlayışını kavrayan insanın her tavrı ve düşüncesi dinin öngördüğü ahlaka
göre belirlenecektir. Diğer bir deyişle bu ahlakı yaşayan insan, her an vicdanlı
davranacak ve düşünecektir. Herşeyden önce ölümü ve ahireti hiçbir zaman
unutmayacak, unutmadığı için her tavrı ahirete yönelik olacaktır. Böyle üstün
bir kişi ahireti hem kendisi hem de dostları için düşünecek; bir yandan kendi
ahiret yurdunu hazırlarken bir yandan da sevdiği dostlarının veya diğer
insanların da ahireti için çaba harcayacaktır.
Ölümü sık sık düşünmek
müminin ihlasını korumasını ve hep şuurlu hareket etmesini sağlar, Allah
korkusunu artırır, nefsini terbiye etmesine yardımcı olur. Apaçık olan ölüm
gerçeğini düşünen insanın dünyayla ilgili hırsları bitecektir ve o insan artık
gerçek ve sonsuz hayatın olduğu ahiret için çalışmaya başlayacaktır.
Müminler ölümün kesinliğini ve yakınlığını idrak etmeleriyle
birlikte, ölümden sonraki sonsuz hayata hazırlık yapmaları gerektiğini de
anlarlar. Allah'ın emrettiği ahlaka tam olarak ulaşamadan ve Allah'ın rızasını
kazanamadan ölmekten korkar, bu nedenle de büyük bir samimiyet ve gayretle
Allah'ın dinine sarılırlar. Ve her an ölecekmiş gibi Allah'a yakınlaşmakta ve
O'nun rızasını kazanmaya çalışmakta acele ederler.
DÜNYA HAYATINA SAKIN
ALDANMAYIN
Allah
insanların dünya hayatına aldanmamasını Kuran’da şöyle emretmiştir:
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi
aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak)
aldatmasın. (Fatır Suresi, 5)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından
çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir
çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın
va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar)
da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)
İnsanlar dünyaya misafir
olarak gelirler. İnsanların sahip oldukları şeyler de misafire verilen
emanetlerdir. Misafir gider, emanet de sahibine iade edilir. Dünyanın en
zengin, en itibarlı ya da en yüksek makam mevki sahibi de, en güzel insanı da
mutlaka ölecek ve sahip olduğu bu özelliklerden hiçbiri kendisini
kurtaramayacaktır. O gün hiçbir insana ne tüm hayatı boyunca sahip olmak için
çabaladığı mal ve mülk, ne de değer verdiği yakınları, dostları eşlik
etmeyecektir. O gün insan, yapayalnız bir şekilde Allah'ın karşısına
çıktığında, tüm yapıp ettikleri önüne getirilecektir. İşte o an dünya hayatının
geçici bir deneme yeri olduğunu istisnasız tüm insanlar idrak edeceklerdir. Ama
o gün pişman olmak için artık çok geçtir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri ile
insanın arasında kesin bir ayrılık demektir. Altmış-yetmiş yıllık bir hayatın
içerisinde Allah'ın insanları denemek için yarattığı olaylara sabır yerine
tahammülsüzlük gösteren, bunları isyanla karşılayan, güzel ahlakında,
ibadetlerinde süreklilik göstermeyen kişi de bir gün mutlaka ölecek ve cennet
ile cehennemi karşısında bulacaktır.
Dünya
hayatı, Kuran'da da bildirildiği gibi "göz açıp kapayıncaya kadar"
geçer. İnsan burada vicdanını, iradesini belki az bir süre kullanacak ama
sonsuza kadar Allah'ın rahmetiyle rahat edecektir. Fakat sadece "burada
nefsimin tutkularını tatmin edeyim" diyerek hak dinden yüz çevirecek
olursa, eksikliklerle dolu kısa bir dünya hayatı için sonsuz ve mükemmel bir
ahiret hayatını -Allah'ın dilemesi dışında- kaybeder. Oysa bu, değmeyecek bir
alışveriş ve değmeyecek bir seçimdir. Her insanın her an ölme ihtimali varken
ve ölümden sonra hiçbir zaman dünyaya geri dönme imkanı olmayacağına göre o
halde dünyaya bağlanmanın bir anlamı yoktur. Akılcı olan ise dünya hayatının
peşine düşmeyip Allah’ın rızasını ve cenneti kazanmaktır. Çünkü insan ölüm
melekleri ile karşılaştığında dünya hayatında tattığı ve önemli gördüğü
zevkleri aklından geçirmeye bile vakti olmayacaktır. Can köprücük kemiğine bir
kez dayandı mı insanın dünya hayatında iken tüm yaşadıkları hafızasından bir anda
silinip gidecektir. Sonrasında ise hesap gününün dehşeti yaşanacaktır. Herkesin hayatını ölüm gerçeğine göre
düzenlemesi gerekir. Çünkü her kişi ölümün ardından dünyada yaşadığı hayatla
değerlendirilip ya cennette ağırlanacak ya da cehenneme atılacaktır. Kuran'da,
dünyada iken akıllarını gereği gibi kullanmadıkları için ahirette pişmanlık
duyarak yakınan akılsız kimselerin durumundan şöyle bahsedilmiştir:
Ve derler ki: "Eğer
dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı
arasında olmayacaktık. (Mülk Suresi, 10)
Kuşkusuz insanın, böyle
bir ihtimalin kendisi için de söz konusu olabileceğini düşünmesi, büyük bir
korku duymasını ve pek çok şeyi henüz vakit varken idrak etmesini
sağlayacaktır. Bu durumda insan, eğer cehennem gibi bir sonla karşılaşırsa
muhtemelen aklından pişmanlıkla şu düşüncelerin geçeceğini fark edecektir:
Dünyada iken vicdanıyla
açıkça gördüğü, belki de kendisine defalarca hatırlatıldığı ve önünde hiçbir
engel olmadığı halde, bile bile aklın yolundan yüz çevirmiştir
Ama o sırada artık geri
dönüp de durumunu telafi edebilmesinin kesinlikle mümkün olmadığı cehennem
ateşinin içindedir …
Dünyada iken Allah'ın
azabı kendisine hatırlatılmış, ama kendisi kibiri sebebiyle bu uyarıları
dinlememiştir
"Nasıl olsa önümde
daha uzun bir hayat var", "Nasıl olsa daha sonra telafi ederim"
diyerek doğru olan davranışları sürekli ertelemiştir…
Dünyada sahip olduğu
zenginlik, güzellik veya bilgi kendisini büyüklük hissine kaptırmış ve Allah'a
itaat etmesini engellemiştir…
Ama o anda artık
içerisinde bulunduğu ateşten ve azaptan kurtulabilmek için yapabilecek hiçbir
şeyi yoktur, apaçık bir çaresizlik içindedir…
Ve artık her ne yaparsa
yapsın, içini yakan pişmanlıktan kurtulamayacak ve sürekli olarak akılsızlığına
yanıp yakılacaktır…
İşte insanın henüz
dünyada iken bu durumla karşılaşabileceğini düşünmesi, hemen o anda derin bir
pişmanlık duymasına neden olur. Ateşin içinde pişmanlıkla bu ve benzeri sözleri
söylememek için, hemen o andan itibaren vicdanlı davranmaya karar verir. Çünkü
vicdanına başvurarak düşündüğü zaman, her insan ertelediği, önemsemeyerek
üzerinden geçtiği ya da doğru olduğunu bildiği halde bile bile yaptığı küçük
büyük pek çok olayla karşılaşır. Ve tüm bunları hemen şimdi telafi edebilmek
her insan için mümkündür.
Bir insana, "Bu
vicdan muhasebesini, dayanılmaz bir pişmanlıkla ateşin içerisinde iken mi
yapmak daha akılcıdır, yoksa şu anda
telafi imkanı varken mi?" diye sorulsa, samimi davranan her insan mutlaka
"Elbette ki şu anda, hem de hemen şimdi" yanıtını verecektir.
Ardından da aklını kullanacak ve bugüne kadar vicdansızlık yaptığı her olayı bir
an bile ertelemeden düzeltmeye çalışacaktır.
Yapılması gereken en
akılcı tavır da budur zaten. İnsanın, bir an için bile olsa cehennem ateşinin
içinde olduğunu düşünmesi, bu samimi kararı alması için yeterli olacak ve
vicdanını harekete geçirecektir. O ana kadar yapılan akılsızca ve vicdansızca
tavırları telafi etmek ise Allah'a güvenip dayanan bir insan için çok kolaydır.
Unutulmamalıdır ki
vicdanına başvurarak doğruyu gören bir insan hemen içinde bulunduğu durumu
telafi edebilir. Fakat aklını kullanmamakta direten her insan ahirette bu
gerçekle kesin olarak karşılaşacak ve telafisi asla mümkün olmayan bir
pişmanlığa sürüklenecektir. Her insanın bu gerçeği mutlaka göz önünde
bulundurması ve ölümden sonra gideceği asıl yurt için dünyadayken hazırlık
yapması şarttır.
Dünya
hayatında Allah'ın insanlar için takdir ettiği ömür süresi son derece kısadır.
Dahası insan hangi gün hangi saat ölümle karşılaşacağını bilemez. Bu nedenle
ağır davranması, Allah'ın rızasını kazanmak için göstereceği çabayı "nasıl
olsa önümde uzun yıllar var" diyerek zamana yayması son derece yanlış
olur. Tam tersine "belki de bir an sonra ölüm ile karşılaşabilirim"
diyerek her an çok coşkulu, şevkli ve gayretli bir tavır içerisinde olmalıdır.
Müminlerin bu konuda birbirlerine verecekleri destek de çok önemlidir. Kuran'da
haber verilen, "Rabbinizden
olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o
cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resulüne iman
edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine
verir. Allah büyük fazl sahibidir." (Hadid Suresi, 21) ayeti
gereği, birbirlerine sürekli olarak ölümün, ahiretin ve hesap gününün
yakınlığını, asıl makbul olanın "yarışıp öne geçenlerden" olmak
olduğunu hatırlatırlar.
Kuran'ın "Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve
ibadetle) yorulmaya-devam et." (İnşirah Suresi, 7) ayetiyle
bildirildiği gibi, birbirlerini Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı
işlerde bulunmaya, işlerinden boşaldıklarında da yine hemen bir başka faydalı
işe yönelmeye teşvik ederler.
Allah başka ayetlerinde
dünyada malı ve sahip olduğu imkanlar ile kendini kandırarak yaratılış amacını
unutan, bu nedenle ahirette büyük bir hüsrana uğrayan insanların durumundan
şöyle bahseder:
"Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi.
"Malım bana hiçbir yarar
sağlayamadı."
"Güç ve kudretim yok olup
gitti."
(Allah buyruk verir:) "Onu
tutuklayın, hemen bağlayın."
"Sonra çılgın alevlerin içine
atın." (Hakka Suresi, 27-31)
Dünyaya ait şeylerin kısa ömürlü ve geçici
olduklarını, bunlardan ayrılmanın kesin olduğunu, kendi bedeninizin de, değer
verdiğiniz tüm insanların bedeninin de bir gün çürüyüp kokuşacağı gerçeği sizi
dünyaya bağlanmaktan, ahireti unutmaktan kesin bir suretle alıkoyacaktır. Bu
gerçeğin bilincinde olmak insanı Allah’a ve ahirete yöneltir. Çünkü insan
fıtratı geçici olan ve ayrılığa mahkum bulunan şeyleri sevmez. Dünyaya
bağlanmayı kalpten çıkarmak için ahiret sevgisini kuvvetlendirmek lazımdır. Bu
sevgi kuvvetlendirilip alternatif durumuna getirilmediği müddetçe, dünya
sevgisinden ve onun neden olduğu uzun yaşama hissiyle ve bunların kötü
sonuçlarından yakayı kurtarmak mümkün değildir. Ahireti sevmek için de onun ne
olduğunu, insana neler kazandırdığını ve dünyaya kıyasla üstünlüğü bilmek ve
düşünmek lazımdır. Dünyadaki bütün güzelliklerin, zevk ve lezzetlerin daha
iyisi, daha fazlası ve hiç bitmeyecek olanı ahirettedir.
Dünya hayatının
detaylarına kendinizi kaptırıp Allah’ı ve ahireti sakın unutmayın. Yaptığınız
hata her ne olursa olsun hemen tevbe etmeyi ve Allah'tan af dilemeyi sakın
unutmayın. Ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Ölümün, tevbeyi
tamamlamadan gelip insanı bulma tehlikesi vardır. Her an ölümün size
gelebileceğini ve bunun için belki de bir daha fırsatınızın olamayacağını
düşünerek hemen şimdi tevbe edin. Yapmanız gereken en önemli şey Allah’ın razı
olduğu bir kul olmaya çalışmaktır.
SAKIN İBADETLERİ
ERTELEMEYİN
İnsanın yapması gereken
ibadetleri yaşlılık dönemine erteleme düşüncesi çok büyük akılsızlıktır. Bu
savunma mekanizması gençlerde ve orta yaşlılarda görülür. Bunu kullanan insan,
genelde 60-70 yıl yaşayacağını hesaplar ve ancak ömrünün son yıllarını bu tür
"iç karartıcı" konulara ayırmaya karar verir. Hayatının en güzel
yıllarında böyle "kasvetli" konularla kafasını yormak istemez. Bunun
için dünyadan elini eteğini çekeceği bir zamanı uygun görür. Böylece, ölüme ve
öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay ayırmış olduğunu düşünür ve
vicdanını rahatlatır. Önlerinde uzun seneler olduğunu, yaşlanmanın ve ölümün
çok ileride olacağını varsayarlar. Kuran'da insanların içerisine düştüğü bu
yanılgı açıkça belirtilmiştir:
Evet
Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş
gibi) uzun geldi… (Enbiya Suresi, 44)
Bir
insan dünyayı sever, dünyanın şehvet ve lezzetlerine düşkünlük gösterirse,
ondan ayrılmak kendisine zor gelir. Bundan dolayı da, bu ayrılmayı
gerçekleştirecek olan ölümü sevmez. İnsan sevmediği ve hakkından gelemediği bir
şeyi unutmak istediği için, sevmediği ve çare bulamadığı ölümü de unutmak
ister. Bu sebeple, onu hiç düşünmek istemez; düşünmek zorunda kaldığı zaman da
ölmemek arzu ve temennisini bir perde gibi bu acı gerçeğin üzerine çekip durumu
idare etmeye çalışır. Ölümün kesin olduğunu, dolayısıyla gözünü kapatmakla
ondan kurtulmanın mümkün olmadığını fark ettiği anlarda da, yine başından atmak
için onun uzak bir tarihte olacağını düşünmeye çalışır. Bundan dolayı ölüm ve
ahiret için acil olarak hazırlık yapmak ihtiyacını duymaz. Bunun için de, “Ben
henüz gencim, yaşlanınca amel ederim.” Ya da, “Şu işleri halledeyim de ondan
sonra.” der. Fakat bu sözler de içinden gelen ciddi ve samimi kararlar olmadığı
için, yaşlandıkça daha ileriki bir yaşı gösterir ve işleri yoluna koydukça
başına yeni işleri açar. Her gün etrafında kendisiyle yaşıt hatta daha genç pek
çok kişi ölür. Gazeteler ölüm ilanlarıyla doludur. Televizyonlarda her gün
birçok ölüm haberi izler. Çoğu zaman, büyük küçük, kendi yakınlarının
ölümlerine tanık olur. Fakat etrafındaki insanların bir gün hatta belki de
yarın, kendi ölümüne de tanık olacaklarını, kendi ölüm ilanını okuyacaklarını
aklına getirmez. Kaldı ki, o beklediği "yaşlılık" sınırına kadar
yaşasa bile bir şey değişmeyecek, sahip olduğu zihniyeti değiştirmediği sürece,
ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme mantığını sürdürecektir. Halbuki bir
saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar yaşayacağını,
nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli
sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır. İnsanın "gençliğimi yaşayayım, nasıl
olsa ölmeme yakın ibadetlerimi de yapar, ahireti de kazanırım" düşüncesi
ile Allah'a karşı olan sorumluluğunu bile bile ertelemesi ahiret hayatını
kaybetmesine neden olabilir. Bu kimse devamlı erteleme ile ömrünü bitirip
ummadığı bir zamanda ölümün pençesine düşer ve sonrasında gerçeklerle karşı
karşıya kalmış olur.
Unutulmamalıdır ki, hiç kimse ölümle ne zaman
karşılaşacağını bilemez. Buna rağmen insanın öleceği vakti biliyormuşcasına
ibadetleri yerine getirmeyi belirli bir vakte ertelemesi kuşkusuz ki büyük bir
hata olur. Zira ölümle karşılaştıktan sonra insan her ne kadar pişman olup geri
dönmeyi istese de bir daha böyle bir imkan elde edemeyecektir.
Dikkat edin, sakın siz
de Allah'a kulluk etmekte çekimser davranıp mazeretler öne sürmeyin. Asla böyle
bir samimiyetsizliğe yaklaşmayın. Unutmayın; samimiyetsizce bir mazereti insan
daha aklından geçirirken Allah bunu bilir. Ve siz bununla kendinizi kandırıp
oyalarken bir anda ölüm meleklerini yanınızda bulursanız, ne kadar çok
isteseniz de Allah'a ibadet etmek için bir daha asla geri döndürülmezsiniz.
Allah Kuran'da, dünyada sapasağlam iken ibadet etmekten kaçınan insanların
hesap günü karşılaşacakları pişmanlığı ve hissedecekleri korkuyu şöyle
bildirir:
Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve
onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan
ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha
önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)
Ölüm,
mazeretleri dinlememekte ve takdir edilen vakit hızla yaklaşmaktadır. Hiçbir
şeyin ölümü engellemesi ya da durdurması söz konusu değildir. Ahiret için
hiçbir hazırlık yapmadan zamanını tüketmiş olan bir insanın ölüme hazırlıksız
yakalanması kendisi için kötü bir hayatın başlangıcı olacaktır. O anki
pişmanlığıyla kendisine bir hak daha verilmesini isteyecek ama artık geri
dönüşü olmayan, kapıları kapatılmış bir kapıdan girmiş olacaktır. Bu, bütün
insanların aklından bir an bile çıkarmaması gereken bir gerçektir. Allah bu
gerçeği ayetlerinde hatırlatırken, kendilerini kandıran insanların
pişmanlıklarını ve çaresizliklerini de şöyle bildirmektedir:
Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim
olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline
uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel.
Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta)
yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın
diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet
verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü
zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan
edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 54-58)
Unutmayın; kendini
kandırmak insan için, bir nevi ateşle oynamaktır. Kişi, bu şekilde oyalanırken
ve tam da dünyaya dalmışken bir anda canını teslim almaya gelen melekleri
yanında bulabilir. Melekler canını, bir ayetin ifadesiyle "ta derinden acı
ile sökerlerken" acaba aynı oyunu ve kandırmacayı sürdürebilecek midir?
"Ne iyi ettim, dünyadaki hayatım boyunca yedim, içtim, gezdim, eğlendim,
sorumluluklarımı, kulluk vazifemi gözardı ettim, hiç düşünmedim" diyebilecek
midir? Kuşkusuz ki hayır. Bu, en gafil insanın bile aklından geçiremeyeceği bir
düşüncedir. Tam tersine o anda tarifsiz bir korku, dehşet ve panik
yaşayacaktır. Ama bu daha başlangıçtır, cehennemin kapılarından içeri
girdiğinde bu korku ve pişmanlık dayanılmaz boyutlara varacak, ruhu bir yıkıma
uğramaya başlayacaktır.
SAKIN GAFLETE
DÜŞMEYİN
Gafletin
sebeplerinden birisi de doğumun varlığıdır. Her gün doğumlar ve ölümler olur.
Yeryüzünün nüfusu hiç eksilmez, hatta günden güne artar. İnsan kendisini bu
döngünün etkisine kaptırınca sanki doğumlar ölümleri telafi ediyor, sıfırlıyor,
yaşam böylece dengeleniyor gibi bir illüzyona kapılabilir. Bu da ölüme karşı
bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olur. Oysa şu andan itibaren hiçbir doğumun
gerçekleşmeyeceği bir döneme girsek, insanların birbiri ardına öldüğünü ve
dünya nüfusunun hızla sıfıra doğru gittiğini görürüz. İşte o zaman ölüm insana
tüm dehşetiyle kendisini hissettirir. İnsan etrafındakilerin birer birer
eksildiğini görür ve kaçınılmaz sonun er geç kendisine de geleceğini kesin
olarak fark eder. Aynen ölüm hücresine kapatılmış mahkumlar gibi. Her gün birer
ikişer insanlar idama götürülür. Hücredekilerin sayısı azalır. Aradan yıllar
bile geçse, hala hayatta olanlar ertesi gün sıranın kendilerine gelip
gelmeyeceği endişesiyle yatarlar. Ölüm bir an bile akıllarından çıkmaz.
Halbuki
olayın aslı da bundan farklı değildir. Yeni doğanların öleceklere hiçbir etkisi
yoktur. Bu, yalnızca psikolojik bir yanılgıdan ibarettir. Günümüzden 150 yıl
önce yaşayanlardan bugün hiçbiri hayatta değildir. Kendilerinden sonra
doğanların bu kişilerin ecellerine hiçbir faydası dokunmamıştır. Çünkü dünya
bir tür durak yeridir; sürekli dolar ve boşalır.
İnsan,
farklı bir kendini kandırma yöntemi daha geliştirmiş olabilir. Ölüm aklına
geldiğinde sonsuza dek yok olacağını düşünür ve bunun dehşetiyle Allah'ın vaat
ettiği sonsuz bir hayatın "var olabileceğine" yüzde elli ihtimal
verir. Böylece kendi içinde bir nevi umut ışığı yakar. Öte yandan, Allah'ın
kendisine yüklediği birtakım sorumluluklar olduğu aklına gelince de, diğer
yüzde elli ihtimali düşünür. "Nasılsa toprak olup yok olacağım, ölümden
sonra hayat yoktur" diyerek hesap verme, cehennem azabıyla karşılaşma gibi
korku ve endişelerini bastırır. Her iki durumda da gaflet halinin ona verdiği
bir nevi sarhoşluk hali içerisinde ölüm onu yakalayıncaya kadar yaşamını sürdürür.
Dünyada
bulunuşunun gerçek amacını anlamazlıktan gelmek, insanı, sonu cehennemle
bitecek çıkmaz bir yola sürükler. Öyleyse insanın yapması gereken, gerçekleri
gözardı ederek kendisini kandırmayı bir kenara bırakması ve Allah'ın kendisine
dünyada tanıdığı süreyi en iyi şekilde değerlendirmesidir. Dolayısıyla,
düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir.
Şimdi tüm bunları bir de
kendiniz için düşünün. Bugüne kadar yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede bir
yaşantınız olmuş olabilir. Siz de hayatınızın gerçek amacı üzerinde düşünmemiş,
sizi yaratmış olan Allah'a karşı sorumluluklarınızı bir kenara bırakmış,
kendinizi aldatarak bir yaşam sürdürmüş olabilirsiniz. Eğer bu durumdayken bir
anda ölümle ve ardından da ebedi pişmanlıkla karşılaşmak istemiyorsanız, burada
anlatılan gerçekleri ciddi bir şekilde düşünerek okumalısınız. Unutmayın, ölüm
anında uyanmak ve gerçekleri görmek insana fayda sağlamayacaktır. Allah bu
konuda insanları kesin bir şekilde uyarmaktadır:
Sizden birinize ölüm gelip de:
"Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece
sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak
verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir
kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun
Suresi, 10-11)
Şu anda ölmeyeceğinizin
garantisini size ne kendinizin, ne başkasının veremeyeceğini bilen biri olarak
hayatınızı bu kesin gerçeği unutmadan düzenleyin ve Allah’ın razı olacağı bir
insan olmaya çalışın. Pişmanlığın ve tevbenin fayda etmediği o gün gelmeden
evvel... Ölüm gelip uyandırmadan gafletin derin uykusundan uyanmak gerekir.
Çünkü ölüm anında uyanmak insana hiçbir fayda sağlamayacaktır. Allah bu
durumdan insanları şöyle sakındırır:
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele)
kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam"
demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi
eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafıkun Suresi, 10-11)
Siz sakın insanların kapıldığı bu derin gaflete kapılmayın, ve ölümün
yalnızca bir anlık bir geçiş olduğunu,
çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Biraz aklı olan insanın
yapması gereken, ölümden sürekli kaçmak değil onu her an hatırda tutmaktır.
Ancak bu şekilde gerçek hedefinin bilincinde olarak hareket edebilir, nefsinin
ve şeytanın kendisini bu geçici dünya hayatı ile aldatıp oyalamasına izin
vermez. İman eden her insan, ölüm gerçeğini samimi olarak düşünerek,
pişmanlığın ve tevbenin fayda etmeyeceği hesap günü gelmeden önce Allah'ın razı
olacağı bir insan olmak için daimi bir gayret göstermelidirler.
SALİH AMELLERDE BULUNMADA ACELE EDİN
Ölüm
anınızın şu an olduğunu düşünün. Sizin için neler önem kazanır, nelerin hiçbir
anlamı kalmazdı? Neleri yapmış olmaktan veya yapmamış olmaktan dolayı pişmanlık
duyardınız? Kimlerin sözünü dinlemiş olmayı dilerdiniz? Ya da kiminle hiç
tanışmamış olmayı isterdiniz? Örneğin işinizle ilgili detaylar sizi ne kadar
ilgilendirirdi? Veya bir davete giderken giyeceğiniz kıyafetin, insanların
sizin şıklığınızla ya da güzelliğinizle ilgili düşüncelerinin ahiret gerçeği
yanında ne önemi kalabilirdi?
Bu
sorulara samimi cevap veren kişiler vicdanlarının ne dediğini ortaya
çıkarabilirler. Ölümden sonra insanlar için önemli olan konu sadece iman ve
salih amellerdir. Bu konuyu şimdiden düşünmeniz gerekir. O nedenle sizde ölümünüzden
sonra önemli olduğunu anlayacağınız salih amelleri şimdiden yapmaya gayret edin.
Çünkü ölüm anınız belkide çok yaklaşmıştır.
Salih amel, iyi ve
hayırlı iş anlamına gelir ki, bu da Kuran'da Allah'ın rızasına uygun her türlü
fiil ve hareketi ifade eder. Bir insanın ahiretini kurtaran şey ise, yalnızca
iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir.
Kuran'da, salih amellerin farklı şekilleri
bildirilir. Dinin diğer insanlara tebliğ edilmesi, Kuran ahlakının yaşanması
için çalışılması, dine karşı yapılan fiili ve sözlü saldırıların bertaraf
edilmesi, Kuran'ın daha iyi anlaşılması için gayret gösterilmesi, Müslümanların
her türlü kişisel ve sosyal probleminin çözümü gibi konuların hepsi son derece
önemli salih amellerdir. Namaz, oruç, infak (zekat), hac gibi temel İslami
ibadetler de salih amellerdendir.
Bir ameli salih kılan şey, yalnızca onun
sonucu değildir, onun arkasındaki "niyet"tir. Bu nedenle de, bir
amelin salih olması, yalnızca ve yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılmış
olmasına bağlıdır.
Kimsenin
sahip olduğu malı-mülkü, serveti, makamı, mevkisi, şöhreti, itibarı, kuvveti ve
güzelliği, ölümü kendisinden uzaklaştıramaz. Herkes istisnasız ölüme boyun
eğmiş ve bundan sonra da eğmeye devam edecektir. Ölümünüzden sonra size ait
olan her şeyiniz geride kalacaktır. Öldüğünüzde dünya hayatında peşinden
koştuğunuz herşeyin ahirette anlamını yitireceğini, sadece Allah’ın rızasını
kazanmak amacıyla yapılan salih amellerin ve güzel ahlakın insanlara fayda
vereceğini anlayacaksınız.
Allah
bir ayetinde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:
Bizim katımızda sizi (Bize)
yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih
amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak
üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.
(Sebe Suresi, 37)
Madem
hayat çok kısadır, bu hayattan sonra sonsuz bir gerçek hayat vardır ve madem o
sonsuz hayat, bu dünyada Allah'ın rızasını arayarak kazanılacaktır; bu durumda;
-İnsanın
buradaki kısa ve değersiz hayatından çok, ölümden sonra başlayacak gerçek
hayatını düşünmesi gerekir.
-Dünyada
elde edilecek servet ve imkanlara tutkuyla bağlanmanın bir anlamı yoktur. Kimse
ne malını, ne güzelliğini, ne kuvvetini, ne ailesini, ne de şöhretini ahirete
götüremez. Bunların hiçbiri mezardaki insana eşlik edemez. Mezara giren
yalnızca kefene sarılı bir bedendir; o da kısa bir süre içinde kurtlanıp
çürümeye başlayacaktır.
-Bu
dünyadan ahirete götürülecek tek şey Allah rızası için yapılmış olan salih amel
ve ibadetlerdir. O zaman bu dünyada kısa bir süre için insana verilmiş olan
nimetler (sağlık, güzellik, servet vb.), ahirette ebedi olarak ve çok daha
güzeliyle yeniden insana verilecektir.
-Bu
gerçeği kavramayıp da malını ve bedenini Allah rızası için harcamaktan kaçınıp
"cimrilik" eden, kendi ahiretini mahvetmekte ve asıl kendine cimrilik
etmektedir.
Kuran'da, "Hayır;
siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti
terkedip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) ayetiyle, daha yakın
gördüklerinden dolayı dünya hayatına bağlanan insanlardan bahsedilmektedir.
Bu noktada, halen
kararsızlık içinde bocalamakta olan bu insanlara Kuran'da tavsiye edilen ise
"ölümü düşünmeleri"dir. Çünkü belki de hiç son bulmayacakmışcasına
bağlandığı dünyanın bir gün mutlaka geride kalacağını düşünen kişinin aklı
başına gelecektir. Söz konusu kişi düşündüğünde görecektir ki, belki de ani bir
kaza ya da beklenmedik bir hastalık burada bahsedilen 60-70 yıllık bir ömre
bile ulaşamadan, henüz yirmili otuzlu yaşlardayken ölümüne neden olacaktır.
Böyle bir durumda bu insan, diplomalarını, malını, mülkünü, fabrikalarını,
evini, arabasını, ailesini, çocuklarını, kısacası her şeyini dünyada bırakarak
toprağın altına girecektir. Çok kısa bir süre içerisinde geriye birkaç kemik
parçasından başka bir şeyi kalmayacak olan bu insanın, dünya hayatından,
beraberinde ahirete götürdüğü tek şey, Allah için yapıp kazandıkları olacaktır.
Dünya hayatı insanların
Allah'ın rızasını kazabilmeleri için tek fırsatlarıdır. Kendilerine verilen bu
'fırsat' hiç ummadıkları bir anda ellerinden alınabilir. Yaşanılan bu hayatın
telafisi yoktur. Ölümden sonra bir daha Allah'ın rızasını kazanabilme imkanı
söz konusu olmayacaktır. Bu gerçekleri gözardı eden insanlar ahiret günü büyük
bir pişmanlığa kapılacak ve Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla salih amellerde
bulunmak için dünyaya geri dönmek isteyeceklerdir. İnsanların ahiret günü bu
fırsatı geri isteyecek olmaları, dünya hayatındaki herşeyin değersizliğini
göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Ancak bu istekleri kabul
edilmeyecektir. Allah insanların ahirette bu gerçekleri görerek yaşayacakları
pişmanlık ve üzüntüyü Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Suçlu-günahkarları, Rableri
huzurunda başları öne eğilmiş olarak; Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi
(bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz
gerçekten kesin bilgiyle inananlarız' (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.
(Secde Suresi, 12)
Bu açıdan 'hayat'
Allah'ın insanlara vermiş olduğu çok değerli bir nimettir. Sizin için
belirlenen ölüm vakti muhakkak gelecek ve büyük ihtimalle sizin hiç
beklemediğiniz bir anda melekler canınızı alacak, sonrasında ise kıyamet günü
ile karşılaşacaksınız. Bir anda dünyaya dair tüm işleriniz anlamını tamamen
yitirecek, önemli olanın sadece takva ve Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu
kesin olarak göreceksiniz.
Dünya üzerinde asla
değişmeyen tek gerçek ise şudur: İster mevki sahibi olsun, ister sıradan biri,
ister kral olsun ister çoban; öldükten sonra aynı toprağın altına
gireceklerdir. Kazandıkları hiçbir şeyin onlara faydası olmayacaktır. Yani kemikleri
ile kalakalacaklardır. Böyle bir ortamda kimsenin mevkisine, mesleğine, gücüne
veya güzelliğine bakılmayacak, sadece dünyada Allah’ın istediği şekilde yaşayıp
yaşamadığından sorulacaktır. Herkesin sonsuz yaşamındaki konumu da, dünyadaki
tavırlarına, Rabbine gönülden boyun eğici olup olmadığına göre belirlenecektir.
Akıllı bir insan karşısına
çıkan zerre kadar bir ecir imkanını bile kaçırmak istemez. Hesap gününde "duyarlı teraziler"
(Enbiya Suresi, 47) kurulacağını bilir.
O gün iyiliklerinin ağır basabilmesi için karşılaştığı her fırsatı
değerlendirmesi gerektiğini düşünerek hareket eder. Çünkü Allah insanları bu
konuda şöyle uyarmıştır:
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin
diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar.
Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür.
Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük)
işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8)
Aynı
şekilde Allah'ın rızasına ters düşecek her tavırdan da şiddetle sakınır. Çünkü
yaptığı her hareket kendisini ya cennete ya da cehenneme yaklaştıracaktır. Bu
ikisinden başka gidilecek bir yer de yoktur. Bu gerçeklerin kesin olarak
bilincinde olan müminler, yaşamları boyunca "korku ve umut dolu"
olurlar. Hesap günü korku içinde cennete veya cehenneme girmeyi bekleyen
insanların ruh hallerini hatırlarından çıkarmazlar. Ahirette salih amellerde
bulunmanız mümkün olmayacak ve orda hesap verme durumunda olacaksınız.
Ölümün
size ne kadar yaklaştığını bilseydiniz, yaşama ümidinizi azaltıp ahirette size
fayda sağlayacak amelleri çoğaltırdınız. Unutmayın ki öleceğiniz zaman sizi
ölüm sonrası hayatta hiçbir tanıdığınız değil, sadece Allah için yaptığınız
amelleriniz karşılayacaktır. Ahirete gittiğinizde amellerinizi çoğaltma imkanı
bulamayacaksınız. Ölmüş olan her insan ahiret için yaptıklarına sevinecektir.
Dünyada bıraktıklarına ise pişman olacaktır.
ZAMANINIZIN ÇOK KIYMETLİ OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Şöyle
bir düşünün. Ben bir an sonra yaşayacağıma garanti veremiyorsam yani her an
ölme ihtimalim varsa ve ölürsem dünyaya geri dönme fırsatım hiçbir zaman mümkün
olmayacaksa o zaman şu anda neler yapmalıyım? Bu gerçeği düşündüğümüzde şu
anımızın bizim için çok kıymetli olduğunu anlamış oluyoruz. Böyle bir gerçek
varken hayatın akışına kapılıp ahiret için birşeyler yapmamanız büyük bir akılsızlıktır.
Biraz sonra ölürsem hayatımın hesabını Allah’a verebilecek miyim diye düşünün
ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışın.
Ölüm
gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her
dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor ve ölümün
yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz önlemlerin
hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri "geçici" olmaktan alıkoyamıyor.
Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru
ilerliyorsunuz.
Dünya
hayatından ahirete geçmeniz yalnızca bir an meselesidir. Belki de hiç
beklemediğiniz bir anda ölümle karşılaşacaksınız. Ondan sonra istesenizde bu
gerçekleri düşünecek imkan bulamayacaksınız. Oysa henüz imkanınız varken
burdaki anlatılanları düşünmek için bir vakit ayırsanız, belki de hem dünya
hayatınızı hemde sonsuz ahiret yaşamını büyük bir sevinç ve nimete dönüştürecek
bir adım atacaksınız. Dünyada bulunduğunuz sürece ahirete yönelik bir sınav
yaşamakta ve bu konuda gösterdiğiniz çabayla denenmektesiniz. Dünya hayatı
Allah’ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. Dünyada
size verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlamakla
yükümlüsünüz. Bediüzzaman’ın da söylediği gibi dünya iman eden insanlar için
“seyyar bir ticarethane ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir
pazardır.“ Yani bir insan burada çok karlı bir ticaret yapabilir ve ahirette
sonsuza kadar bu dünyada kazandığı ecirlerin karşılığını yaşayabilir. İşte
burada insana düşen vicdanının sesini dinlemek ve Allah’ın kendisini denemeden
geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır.
Allah
dünya hayatında insanlara öğüt alabilecekleri kadar bir süre tanır. Yaptıkları
hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir.
Sizde şu anda son saniyelerimi yaşıyor olabilirim diye düşünün. Ahiret için bir
şeyler yapabilmenin aciliyetli olduğunu anlayın. Cehenneme gitme ihtimalinden
korkun ve Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak için gayret gösterin. Var
gücünüzle ahiret için çalışın. Kaybedecek tek bir saniyemiz bile yoktur.
Sizin
ahiretteki sermayeniz, yalnızca ömrünüzdür. Bu sermayeniz, o kadar kıymetlidir
ki, her çıkan nefesiniz, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesleriniz
sayılıdır, azalmaktadır. Ömrünüz bitince, ticaretiniz sona erer. Ticarete
sarılın ki, vaktiniz azdır. Günleriniz, o kadar kıymetlidir ki, eceliniz
gelince, bir gün izin isteseniz de ele geçemez. Bugün, bu nimet elinizdedir.
Çok dikkat edin ve bu büyük sermayeyi elinizden kaçırmayın. Sonra ağlamanız
fayda vermez. Bugün, ecelinizin geldiğini, şimdi, o günde bulunduğunuzu farz
edin. O halde, bugününüzü elden kaçırmanızdan, bununla saadete kavuşmamanızdan daha
büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi Allah’ın emirlerini yerine getiriniz
ve haramlardan kaçınız.
Allah'ın size deneme
amaçlı verdiği dünya nimetlerine tutkuyla bağlanıp bu değerli vakti ahirette size
hiçbir fayda getirmeyecek anlamsız ve boş işlerle harcamayın. Bir daha asla
elde edemeyeceğiniz bu 'yaşamı' israf etmeyin. Allah herkese, öğüt alabileceği
kadar bir zaman tanımıştır. Ancak bu süre dünya hayatıyla sınırlıdır. Yani
hataların telafisi samimiyetle yapıldığı takdirde ancak dünyada mümkündür.
Ölümle birlikte ise artık telafi imkanı ortadan kalkacak ve bir pişmanlık
başlayacaktır:
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar,
yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt
alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti.
Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi,
37)
Öyleyse henüz fırsatınız
varken; dünyaya ait ne varsa hepsinin yok olacağı, bugüne kadar yaratılmış tüm
insanların bulundukları yerden kaldırılıp Allah'a hesap vermek için biraraya
toplanacakları kıyamet günü için hazırlık yapmayı sakın unutmayın. Allah
Kuran’da şöyle emretmektedir:
Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın
(dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah
Suresi, 7-8)
Geçen günleri geri
getirmek mümkün değildir. Yarını yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur.
Gün bugün; saat bu saat; an bu andır. İnsan ancak içinde bulunduğu anı
değerlendirme imkanına sahiptir. İnsan içinde bulunduğu anı fırsat bilerek
ahiret için hazırlık yapmak durumundadır. Ömür su gibi akıp gitmektedir. İnsan
her an ölüme yaklaşmaktadır. Ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip
tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen insan, kulluk görevlerini doğmama ihtimali
olan bir güne bırakmaz. Dünyanın Allah’ın rızasını kazanmak için çalışma,
ahiretin ise hesap verme yeri olduğunun bilincinde olur. Dünya arkasını
çevirerek yel gibi esip gitmekte, ahiret de ona karşı aynı süratle gelmektedir.
Dünya hayatının ölümle sona ereceğini bilen, ölümün sonsuz bir hayatın başlangıcı
olduğuna inanan bir insanın sonsuz hayatı kazanmak için hazırlık yapma ihtiyacı
duymaması düşünülemez. Bir gün mutlaka bu hayata veda edeceğini bilen insan
ölüm ötesi hayata hazırlıklı olmalı, ebedi hayatının sermayesini kazanacağı yer
olan dünyada yaşadığı zaman dilimini çok iyi değerlendirmelidir.
ÖLÜM ANINDA NELER YAŞANIR?
İnsan öldüğü anda bir anda perde açılır ve
ölüm sonrası hayata geçilir. Yani dünya hayatının perdesi kalktığında dünyanın
görüntüleri bir anda kaybolacak ve ölüm sonrası görüntüler görülmeye
başlanacaktır. Ölüm görüntü halinde oluşur. İnsan canını almaya gelen melekleri
öldüğü esnada görür. İnsanlar vefat ettiğinde yeni bir boyut, yeni bir
keskinlik ve yeni bir hayat modeline girmiş olacaklar. Ölümle birlikte insanın
bedeni yok olur, ancak ruhu sonsuzdur. Ölüm sadece insanın ruhunun bulunduğu
mekanın değişmesidir yani ahiret hayatının başlamasıdır. Eğer insan Allah'ın
razı olacağı şekilde bir hayat sürdürür ise, ölüm bu kişiye bir kayıp ya da
zarar getirmeyecektir. Aksine sonsuz ve kusursuz yaşamına başlamasına vesile
olacaktır. Eğer bu insan Allah'a samimi bir kalple yönelmiş ise ölüm dışarıdan
bakıldığında her ne şartlar altında gerçekleşirse gerçekleşsin kişiye acı da
vermeyecektir. Allah Kuran'da ölüm meleklerinin iman edenlerin canlarını acı
vermeden yumuşakça çekip alacaklarını bildirmiştir. Ölümün ancak inkar edenler
için acı veren bir olay olduğu da yine Kuran ayetleriyle haber verilmiştir. Dolayısıyla
da eğer kişi iman ve ihlas sahibi ise ölüm onun için acı çekeceği bir son
olmayacaktır.
İnsan
bir ruha sahiptir ve ruh yok olmaz. Kişi öldükten sonra ruhu için yeni bir
hayat başlayacaktır. Ölümle birlikte ruh canlı kalır, ancak kalıp değiştirir. Ölümle
birlikte dünya ortamı ve bu ortamda bulunan bedenle ilişki kesilir. İnsanın
bedeni ile ruhunun bağlantısı kesilip de, ruhu ahiretteki görüntülerle muhatap
olmaya başlayınca yani insan ölünce, gözünün önündeki perde kalkar ve ölümün bir
yokoluş olmadığını anlar. Her gün uykudan uyanarak güne başladığı gibi,
öldükten sonra da dirilerek ahiret hayatını yaşamaya başlar. “Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına
hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol” der, o da hemen oluverir.” (Mümin Suresi, 68) ayetiyle haber verildiği gibi, insanların ahirete
geçişi Allah’ın tek bir “Ol” demesiyle olur.
Allah, dünyanın görüntüsünü gösterdiği bir
insanın, ölümle birlikte görüntüsünü değiştirir; ona ahiretin görüntüsünü
göstermeye başlar. Bu aynı bir perdenin kalkıp, ardından bambaşka bir
görüntünün çıkması gibi bir geçiştir. Örneğin koltuğunda otururken kalp krizi
geçiren bir insan, evinin odasının görüntüsünü görürken, bir anda canını
almakla görevli meleklerin görüntüsünü görebilir ve ardından hesabının
görülüşüne ve sonsuz mekanına sevk edilişine şahit olabilir. Ölümün nasıl
gerçekleştiğini şimdiye kadar hiç görmemişsinizdir. Sizin şimdiye kadar
gördükleriniz, insanların bedenlerinin ölümüydü, ama bir de ölüm sırasında
ruhun yaşadıkları vardır. İnsan, kendi ölümü dışında, ölümün bu yüzüne
kesinlikle şahit olamaz. İnsanlar sadece bedenin ölümünü görürler. Bir kişi
öldüğü anda, hasta yatağında huzur içinde can vermiş gibi görünebilir veya bir
savaşta kurşunlanarak yahut trafik kazasında can çekişerek ölmüş gibi de
görünebilir. Ancak ruhunun ölümü, daha doğrusu ruhun ölüm sırasında
yaşadıkları, dışarıdan görünenden çok farklıdır. Müminlerin canlarının alınma
anındaki güzelliği ya da inkar edenlerin ölüm anındaki çektiği acıyı onların
başındakiler hissedemezler. Allah bu konuyu şöyle bildirmektedir:
Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada
siz (sadece) bakıp-durursunuz. Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz.
(Vakıa Suresi, 83-85)
Ayetlerdeki ifadelerde,
ölüm anında kişinin yaşadıklarını yanındaki insanların anlayamadıkları açıktır.
Bu da imtihanın bir sırrıdır. Ölen kişinin görünüşte zorlukla can vermesi ya da
ani bir kalp kriziyle uykuda bir anda can vermiş olması bir kıstas değildir.
Ayrıca bu ayette bildirildiği gibi, ölen insanın bedeni her ne kadar
yakınlarının yanında gibi görünse de, bu kişi aslında artık onların yanında
değildir. Çünkü o artık bambaşka bir alemin görüntülerini görmektedir. Allah
ayette ölüm anında ayakların durumunu şöyle bildirir:
(Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında;
O gün sevk, yalnızca Rabbinedir. (Kıyamet Suresi, 29)
Ölüm esnasında çift ayak hissi kalkmış
olur. Dolayısıyla ayağa ait algı kalktığı için insanlar ayaklarının birbirine
dolandığını zanneder. Yani ayağı yokmuş hale gelir ve ayağını kontrol edemez.
Ölüm esnasında ayak bir bütün haline gelmiş olur. Ölüm esnasında insanlar sağ
ve sol ayağı birbirine karıştırmış olurlar. Ölüm esnasında insan ruh haline
geldiği için ayağı kalmıyor. Bu durum sonra kolları da etkiler. Sağ ve sol kol
birbirine girmiş gibi olur. Bir insanın canı çıkarken ayaktan yukarıya doğru
çekilir ve ağzına yaklaşır ve can ağızdan çıkmış olur. Allah insanların
öleceklerini bildiğini ayette şöyle bildirir:
Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu
anlamıştır. (Kıyamet Suresi, 28)
Bu ayette insanların ölmeden önce
öleceklerini bilmeleri bildirilmiştir. Yani her insan ölümünden önce öleceğini
bilir. Allah bir ayette ölüm anını şöyle bildirir:
Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı
zaman, (Kıyamet Suresi, 26)
Can, köprücük kemiğine dayandığı zaman
insanlar ölüm sonrası boyuta geçmiş olurlar. Ondan sonra dünya boyutuna
geçilmesi mümkün değildir. Allah dilerse insana ölüm sonrası hayattan dünya
hayatını gösterebilir. Bu konuyu şöyle düşünebiliriz: İki boyutlu bir ayna
düşünelim. Aynanın görüntüsünün içinde bir insan görüyoruz. O insanın canlı
olduğunu düşünün. Ama o insan sadece aynanın içinde üç boyutluymuş gibi
yaşayabiliyor. Biz o insanı aynanın dışından yani dördüncü boyuttan görebiliriz
ama o kişi aynanın içinden bizi göremez. Ölümde böyledir. İnsan ölürken üçüncü
boyuttan dördüncü boyuta geçmiş olur.
Yüzdükçe yüzerek gidenlere, (Naziat Suresi, 3) ayeti
ölümden sonra ruhun yüzme tarzında gittiğine işaret etmektedir.
İnsanların bazıları gibi sizde ölüm
anınızı pek düşünmemiş olabilirsiniz. Çünkü bunları düşünmek bazı insanları
dehşete düşürür. Mümkün olduğunca bu gerçekten kaçmaya çalışırlar. Konusu
açıldığında hemen konuyu kapatırlar. Düşünseniz de düşünmeseniz de her insan
gibi sizde şuan ölüm anına doğru hızla yaklaşıyorsunuz. Ölüm anını bir insanın
zihninde canlandırması, yüzde yüz samimi ve vicdanlı davranmasına neden olur.
MÜMİNLERİN
ÖLÜMÜ NASIL OLACAKTIR?
Allah’ın rızasını kazanmış mümin için ölüm
anında ızdırap ve acı çekme yoktur. Kuran, müminin ruhunun yumuşacık
alınacağını haber verir. Öleceği zaman mümin hisseder, birden görüntü netleşir.
Kuran’da, “O gün görüş gücü keskindir” buyrulur. Normalde biraz flu olan
dünyadaki görüntü, ölüm anında daha keskinleşir. Gelen ölüm melekleri, mümine
hiçbir rahatsızlık vermeden güzellikle canını alırlar. Mümin, canının alınış
şeklinden, yaşayacağı olayların zincirleme olarak güzel gideceğini anlar. Çünkü
ahirette de “önünde ve sağ yanında parıldayan nur” bulunduğu bildirilir. Mümin
için ahirette sürekli bir güzellik vardır.
Ölüm mümin için cennete açılan bir
kapıdır. Ölen müminin ruhu yumuşakça çekilip alınır ve iki melekle birlikte
sonsuz güzel hayatına başlamakla müjdelenir. Bu kişi ne korkar, ne de üzüntüye
kapılır. O artık sonsuza kadar mutluluk ve huzur içinde yaşayacak olmanın tarif
edilemez neşesini yaşar. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Ki melekler, güzellikle canlarını
aldıklarında: "Selam size" derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak
üzere cennete girin. (Nahl Suresi, 32)
Onları, o en büyük korku hüzne
kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır. (Enbiya
Suresi, 103)
Bir ayette Yumuşacık
çekip alanlara, (Naziat Suresi, 2) bildirilmiştir. Bu ayet müminlerin canının alınma şeklini
bildirmektedir. Müminin ruhu alınırken ne bir rahatsızlık ne de bir huzursuzluk
duyar. Müminin canı gayet rahat alınır.
CEHENNEM EHLİNİN ÖLÜMÜ NASIL OLACAKTIR?
Her inkarcının
gerçekleri kabul edeceği, şüphelerinden arınacağı bir an vardır. İstisnasız her
inkarcı ve şüpheci, mutlaka Allah'ın ve ahiretin varlığına iman edeceği bir
anla karşılaşacaktır. Bu an, dünya hayatının görüntüsünün kaldırılıp,
meleklerin görüntüsünün gösterildiği ölüm anıdır. Hesapları görülüp de
cehenneme sürüklendiklerinde ise, cehennemden ve cennetten yana hiçbirinin en
küçük bir şüphesi kalmayacaktır.
Cehenneme gidecek olan insanların canı
alındığında birden çok korkunç ve kapkaranlık bir ortama geçmiş olacaklardır.
Canını ürkütücü görünümlü melekler döve döve alacaktır. Bu o kişinin hiç
beklemediği sürpriz bir durumdur. Dünya hayatını Allah'ın rızasına göre
yaşamamış birinin bedeni nasıl ölürse ölsün, ruhunun yaşadıkları azap dolu
yaşamının bir başlangıcı niteliğinde olacaktır. Allah bu insanlara
karşılaşacakları zorlu günü ayetlerde şöyle hatırlatmaktadır:
Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura
vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)
Melekleri,
onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o
inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim
ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir.
(Enfal Suresi, 50-51)
Bu ayetteki ifadeden,
azabın inkarcılar için ölüm anında başladığını anlayabiliriz. Onların canları
yüzleri ve sırtlarına vurularak ve çok şiddetli acılar içinde alınır. Ruhun
bedenden sökülmesi büyük bir acıya neden olur. Dikenli bir çalının insanın
içinden sökülmesi gibi. Zaten, o anda kişi inkarcı konumunda olduğunu anlar.
Kişi henüz ölüm anının başlangıcında büyük bir belanın içine girdiğini,
ayetteki ifadeyle “beli büken işler”in kendisini beklediğini ve bunun
zincirleme devam edeceğini anlamış olur. Müminin yaşadığı güzelliklerin aksine,
inkarcıda sürekli bir perişanlık esastır.
Kesinlikle yaşayacağınız
ölümü dikkatli düşünün: Mesela araba kullanırken veya her zaman yaptığınız
işlerden birini yaparken, bir anda karşınızdaki görüntü değişecek ve iki ölüm
meleği ile karşılaşacaksınız. Ve o anda kişi neler olacağını anlar. Ölüm anı
gelip çattığında, bir anda ölüm meleklerini yanında bulacaktır. Ve ölümün
gerçekliğini gördüğü anda, eğer Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürdürmediyse
mutlaka pişmanlığını hissedeceği şeyler olacaktır. Bir ayette bu duruma şöyle
işaret edilmiştir:
Ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlara
andolsun. (Naziat Suresi, 1)
Yüce Allah ölüm anındaki
imtihanda çok ince bir sistem kurmuştur. Ki, inkarla iman arasındaki çizgide
insanlar akıllarını çok iyi kullanabilsinler. Allah rızası için yaşamış, sadık
ve doğru olan insanlarla, Allah’tan yüz çevirerek yaşamış kimselerin aynı
konumda olmamaları için böyle çok ince bir yöntem hazırlanmıştır. Allah bu
konuyu şöyle bildirmektedir:
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih
amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir
mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. (Casiye Suresi, 21)
ALLAH’IN
EMİRLERİNİ UNUTMAYIN VE UYGULAYIN
Hiç zaman kaybetmeden samimi tevbe
edin. Kendi günahlarınız için ve diğer müminlerin affedilmesi için dua
edin. Allah’a şükredin. Allah’ı tesbih edin. Allah'ı çokça
zikredin. Allah'ı çok sevin. Bütün sevginizi Allah'a verin. Allah'ın
yasaklarını işlemekten çok korkun. Allah için nefsinize iyi hakim
olun. Peygamberimize salavat getirin. Namazı dosdoğru kılın. Sadaka
verin. Herşeye Allah için sabredin. Salih amellerde bulunun. Hayırlarda
yarışın. Öfkenizi Allah için yenin. Allah için yaşayın. Sürekli Allah'ın
rızasını ve cennetini kazanmaya çalışın. İnsanlara Allah’ın varlığını,
ölümü, ahireti, Kuran ayetlerini, Peygamberimizin sözlerini
anlatın. İnsanlara sabırlı olmasını tavsiye edin. İnsanlara
merhametli olmasını tavsiye edin. İnsanları yoksullara, yetimlere
ve ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirmelerini teşvik edin. İnsanlara
iyiliği emredin ve insanları kötülükten sakındırın. Allah'a samimi kalple çok
dua edin. En büyük farz olan İslam Birliği için samimi kalple çok dua edin
ve İslam Birliği'nin Kurulması için çaba gösterin. Malınızı Allah için
harcayın. Merhametli olun. İmkanınız varsa yoksullara, yetimlere ve
ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirin. Kuran’ı iyi düşünerek
okuyun. Kuran’ı hayatınıza geçirin. Bunları istekli ve sabırla yerine
getirin. Öldükten sonra bunları yapma fırsatınız HİÇBİR ZAMAN
olmayacaktır. Allah’ın emirlerini iyi öğrenerek onları istekli, güzel ve
sabırlı bir şekilde yerine getirin. Bu konuda kararlı ve sabırlı olun.
ALLAH’IN YASAKLARINDAN KAÇININ
Yalan Söylemeyin. Dedikodu yapmayın. İftira atmayın. Küfürlü
konuşmayın. Kimseye hakaret etmeyin. Kimseye kötü ve kırıcı söz
söylemeyin. İnsanları rahatsız etmeyin. Haksız yere kimseyi öldürmeyin ve
öldürtmeyin. Başkasının malını yemeyin. Başkasının malına göz dikmeyin.
Zina etmeyin. İçki içmeyin. Kumar oynamayın. Kötülük yapmayın. Her an ölme
ihtimaliniz olduğundan dolayı Allah’ın bütün yasaklarından şiddetle
kaçının. Allah’ın yasaklarını yapmama konusunda kararlı ve sabırlı olun.
Ayetlerde ölüm ile ilgili şöyle buyrulmaktadır:
De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız.” (Ahzab Suresi, 16)
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a Suresi, 8)
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz… (Ankebut Suresi, 57-59)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen
ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle
de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
Peygamberimiz (sav) hadislerinde ölüm ile ilgili şu
öğütlerde bulunmuştur:
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için
azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine
kavuşur. (Taberani)
Allah’tan utanan, ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez,
zinadan kaçar, dilini, gözünü ve kulağını haramlardan sakındırır, öldükten
sonra çürüyeceğini düşünür. (Taberani)
Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri
kıran ölümü çok anın. Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen,
lüzumsuz işten, israftan kaçar, kanaatkar olur. (İ. Hibban)
Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan
(Allah’ın rızasına mani olan her şeyden) alıkoyar. (İbni Ebiddünya)
Demir paslandığı gibi, kalpler de günahla
paslanır. Kalplerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur’an-ı Kerim okumaktır.
(Beyheki)
Ölümü anmak sadaka vermek gibi sevaptır.
(Deylemi)
Enes B. Malik demiştir ki:
“ Bir kere Peygamber (a.s.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu:
İşte bu çizgi insanın umduğu emelidir. Şu çizgide ecelidir. İnsan uzaktaki
emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir.” ( Buhari, Rikak, 4, Vll. 171)
“Ey müminler! Ölüm geliyor! O
kimine saadet, kimine de felaket getirendir.” (İbni Ebiddünya)
“Ani ölüm, hazırlıklı olan müminler için
rahatlık, hazırlanmaya ihtiyacı olanlar için ise hasrettir.” (Ahmed)