18 Ekim 2012 Perşembe

ÖNEMLİ HATIRLATMA

HARUN YAHYA'NIN 'KOMÜNİST KÜRDİSTAN TEHLİKESİ' İSİMLİ KİTABI TERÖRÜ BİTİRMEK İÇİN NELER YAPILMASI GEREKTİĞİNİ ÇOK GÜZEL BİR ŞEKİLDE ANLATMAKTADIR. http://www.harunyahya.org/tr/Kitaplar/146212/Komunist-Kurdistan-Tehlikesi BU ADRESE TIKLAYARAK BU KİTABIN TAMAMINI OKUYABİLİR, BİLGİSAYARINIZA İNDİREBİLİR VE SİPARİŞ ETTİREBİLİRSİNİZ. MADDİ İMKANINIZ VARSA BU KİTABI MİLLETVEKİLLERİNE VE DEVLETİN ÖNEMLİ KURUMLARINA GÖNDEREBİLİRSİNİZ. KOMÜNİST KÜRDİSTAN TEHLİKESİ KİTABINI HERKESE TAVSİYE EDİN VE HERKESİN BU KİTABI ÖNEMLİ MAKAMLARA GÖNDERMESİNİ TAVSİYE EDİN. BÖYLE YAPARSANIZ BÜYÜK BİR HİZMET YAPMIŞ OLURSUNUZ. DEVLETİMİZİ BU KONUDA HAREKETE GEÇİRMEK ÜLKEMİZ İÇİN ÇOK ÖNEMLİ OLACAKTIR. ELİNİZDEN GELDİĞİ KADAR BU KONUDA ÇABA GÖSTERİN. YAPILMASI HEM ÇOK KOLAY HEMDE ÇOK ÖNEMLİDİR.    


EVLİLİĞİN ASIL AMACI NE OLMALIDIR


Evliliğin sadece dünya için yapılmaması gerekir. Sonsuz hayatta arkadaş olmak için evlenilir. Evlenmede sevgi, şefkat ve merhametin esas olması gerekir.İnsanın akıllı olması önemlidir.Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.Hassas varlıktır.İnsan evlenirken evlendiği insanın imanlı olmasını birinci planda görmesi gerekir. Yani o kişinin Allah’ı çok sevmesini ve Allah’tan korkmasını bilmesi gerekir. Allah’ı kendine adamış olması lazım. Samimi ve akıllı olmasına dikkat etmek gerekir. Akıllıysa zaten samimi olur.Sevgi dolu olur.O zaman Allah aşkın ve tutkunun sırrını ortaya koyar.İnsanlarda bir aşk ve tutku gücü vardır.Bu ruhta gizlidir.Normalde bu durum durduk yerde çıkmaz.Özel bir sistemi vardır.O sistem birçok sisteme bağlıdır.Bir kere çok imanlı olması gerekir, samimi olması gerekir, sırdaş olması gerekir,Allah’a kendisini tam teslim etmiş olması gerekir, Allah’a dua eden insan olması gerekir.Böyle bir konumda insanın ruhunda gizli olan,beyninde gizli olan bir tutku gücünü yavaş yavaş Allah ortaya çıkartır.Ortaya çıktığın kadının yüzünde akıl almaz bir etkileyicilik bir elektrik meydana gelir.Gözünde,sesinde,cildinde,saçında her yerinde bu kendini göstertir.Eşi olan kişide aynı etki meydana gelir.Bakışlarında keskinlik, güzellik, derinlik, tutku gücü ve temizlik meydana gelir.Bu ikisi karşılaştığında şiddetle birbirini çeker ve müthiş bir etkilenme ve zevk meydana gelir.Yani bu cinselliğin çok üstünde bir zevktir.Cinsellik onun içerisinde bir araçtır.Cinsellik amaç değildir eğer öyle olursa o zaman çok aşağılayıcı ve tiksindirici olur.Basit bir şey ve itici olur.Cinsellik tutku ve aşkla birleştiğinde sevgiyi ifade aracı olabilir.O zaman şiddetli bir haz meydana geleceği için kadında ve erkekte kolay kolay yaşlanma olmaz.Yaşlansa ve sakat olsalar bile birbirlerini çok severler.Evlenmedeki amaç kadının sadece fiziki güzelliği olursa eğer evlendikten sonrada kadındaki acizlikler ortaya çıkmaya başlarsa bu durum erkeği rahatsız eder ve o erkek kadından soğumaya başlar.Evlendiğine de pişman olur.O nedenle böyle bir amaç içerisinde olmak çok yanlıştır.Sadece Allah rızası için evlenme olur.


Bir erkek kadını Allah için sevmezse, Allah için muhabbet duymazsa, Allah’ın tecellisi olarak onu görmezse onu bir et kemik yığını ve makine gibi yani bulaşık yıkayan, yemek yapan, evi süpüren, ütü yapan ve zaman zamanda ihtiyaçlarını giderdiği bir et parçası gibi görürse ona değer vermemiş oluyor. Saygıda duymamış oluyor. Dolayısıyla içinde bir öfke oluyor. Yani onu bir tüketici bir varlık gibi, bir et yığını gibi görüyor. Kadın ise sevilip sevilmediğini çok iyi bilir. Özelliklede samimi olarak sevilip sevilmediğini çok iyi bilir. Bunu fark ettiğinde de tabi bir öfke meydana geliyor. Karşılıklı bir nefret meydana geliyor. Birbirlerini Allah’ın tecellisi olarak görmüyor. Evlilikteki asıl amacını yanlış belirleyen bazı kadınlar tanıdığı bir erkeğin parasının,evinin,arabasının,işyerinin veya başka mallarının olduğunu bildiğinde o kadının hayalinde bir anda kalpler uçuşmaya başlar.Mesela kadın erkeğin güzel arabasını gördüğünde artık o kadının kendi kafasına göre zaptedilmez bir sevgi oluyor.Çarpıldığını,gece gündüz onu düşündüğünü,kafadan atamadığını söylüyor.Erkekte de bazı özellikler gördüğünü söylüyor.İlk defa onu keşfeden insan konumunda olmuş oluyor.Tabi olayın farkında olmayan erkekte ilk defa keşfedilmenin heyecanıyla benide ilk defa bir kadın keşfetti diyor.Nasılda gördün sen diyor.Kadın ise dehşet bir şeysin diyor.Sendeki bu bu özellikleri ilk defa görüyorum.Erkekte kaz gibi hepsine inanıyor.Tabi kadın zekasını kullanarak erkeği ele geçirme ve akılcı bir politika izleme peşindedir.Kadın erkeğin aczinin farkındadır.Önce hassas noktalarını ve zaaflarını tespit ediyor.Hangi noktalardan vurmanın etkileyici olduğunu tespit ediyor.Ona göre uygun ve muntazam bir politikayla o minik avını çepeçevre sarmaya başlıyor.Sonra ise erkek alkışlar arasında imzayı atıyor.Nefsani şehvetle erkek gözüne hoş görünüyor.Şehveti tatmin olduktan sonrada şehvetin gücü üstünden gittiğinden artık o hayvani bakışı devreye giriyor.Seni daha akılcı gördüm diyor.Halbuki o zamanda şimdide kendisini hayvani olarak görmüştür.Sonra ise müthiş bir nefret meydana geliyor.Özetle Allah için sevmek dünyanın bir süsü ve güzelliğidir.Allah bizi öyle yaratmıştır.Allah için aşkla, tutkuyla sevecek şekilde bizi yaratmıştır.Bunu yapmadığımızda mutlaka ve mutlaka felaketle karşılaşırız.Sevgisizliğin, egoistliğin acısını en şiddetli şekilde yaşarız.Onun için materyalist düşünceden şiddetle kaçınıp Kuran ahlakıyla, Kuran sevgisiyle, Allah sevgisiyle sevmek çok hayati bir konudur.


Bir insanın eşi Allah’tan o kişiye emanettir. O emaneti de koruyup kollamak gerekir. Eşini dünya şartlarında en iyi yaşatmak, en güzel huzuru vermek gerekir. Evliliğin saf sevgiye dayalı olması lazımdır.Allah’a beraber iyi kul olmak için ve Allah rızası için evliliği yapmak gerekir.Allah’ın rızası en çok kimde görülüyorsa,yani kişilik olarak,ahlaki olarak, şefkati, merhameti, temizliği, candanlığı, derinliği, tutkusu, sevgisi gibi özellikler kimde çok ise o kişide en çok Allah tecelli ediyor demektir.İnsan olarak dünyadaki en büyük nimet odur.Böyle birisiyle evlenmek Allah’ın beğendiği evlilik olur.


Evlenirken Ya Rabbi ben senin tecellinle evleniyorum, Allah rızası için evleniyorum, bu bana Allah’ın emanetidir, hakkı, güzelliği, sevgiyi, barışı, kardeşliği nefsimden bu parçayla, bu güzel insanla omuz omuza verip Allah yolunda mücadele etmek için evleniyorum. Bunu samimi olarak istemeniz çok önemlidir.

Evlilikte en dikkat edilmesi gereken Allah korkusunun ve Allah sevgisinin çok derin olmasıdır. Bir hanım Allah’ı çok seviyorsa, Allah’tan çok korkuyorsa Allah ona çok çekicilik, fizik, ruh ve ahlak güzelliği verir. Evlilikte insan ahiret arkadaşını seçmiş olur.





ÇOK ÖNEMLİ DUALAR


AŞAĞIDAKİ DUALARI SAMİMİ KALPLE VE ÇOK YAPMANIZ ÇOK FAYDALI OLACAKTIR. 


Allah’ım nimetlerine hamdolsun. Allah’ım Peygamberimize salat ve selam eyle.

Allah'ım her şeyi yaratan Sensin. Allah’ım Sen herşeye kadirsin. 

Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece ol dersin o da hemen olur.

Allah’ım Sana bütün isimlerinle dua ediyorum.

Allah’ım Sana tevbe ediyorum. Allah’ım bütün günahlarımı bağışla.

Allah’ım mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla.

Allah’ım Peygamberimizin hürmetine, Peygamberimizin hakkı için

Türk-İslam Birliği’nin en kısa zamanda kurulmasını sağla.

Allah’ım İslam’ın dünyaya hakim olmasını sağla.

Allah’ım Hz. Mehdi’nin zuhur etmesini sağla.

Allah’ım bizlere hidayet ver. Allah’ım Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamamızı sağla.

Allah’ım bizlere dünyada da ahirette de iyilikler, güzellikler ver.

Allah’ım cehennem azabından bizleri koru.

Allah’ım Seni hiç unutmamamızı sağla.

Allah’ım bizlere derin iman ver. Allah’ım Seni çok sevmemizi ve Senden çok korkmamızı sağla.

Allah'ım bizleri bütün hastalıklardan, bütün sıkıntılardan koru.

Allah'ım bizlere bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver.

Allah'ım bizleri bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden koru.

Allah’ım rızanı, rahmetini ve cennetini kazanmamızı sağla. Allah'ım bizden razı ol.

Allah'ım öleceğimiz zamana kadar Senin rızanı en fazlasıyla kazanmamızı sağla.

Allah’ım Hz. Mehdi’ye ve Hz. Mehdi’nin talebelerine, Hz. İsa’ya ve Hz. İsa’nın talebelerine güç, başarı ve sağlık ver.

Allah’ım Peygamberimize salat ve selam eyle.

                                                                           




YÜKSEK OLMAYAN BİR SESLE, YALNIZ BAŞINA, İÇİN İÇİN DUA

Duanın tanımı gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır. Bu yüzden dua, gerçekten Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce yapısıyla sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Allah duayı; yalnızca Kendisi'ne has kılınmış, korku ve umutla, yalvara yalvara, için için yapılacak bir ibadet olarak tarif etmektedir. Bu özelliklere sahip olmayan, Allah'ın azametini takdir edemeyen bir dua, gerçek bir dua olmayacaktır. Dua; ancak, ihlaslı, candan, samimi bir biçimde, çok isteyerek, yalvararak, Allah'tan korkarak ve karşılığını görmenin umudu içinde olarak yapıldığında gerçek manada dua olur. Duada belli bir konsantrasyon ve Allah'la çok içten bir bağ kurmak gerekir.

Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler..." (A'raf Suresi, 205-206)


ALLAH’IN VARLIĞINI HİSSEDEREK DUA

İnsan çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte olmalıdır.
Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Çünkü ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve önemini kavrar. Duanın özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır.
İnsan her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebilir. Önemli olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.


KORKU VE ÜMİT ARASINDA DUA

Kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gücünün yettiği kadar korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada bulunan insanın her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa gelip Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini ümid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.
Nitekim gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri Allah korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile inandığı için en büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı büyüklenmekten kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında risk sayılan hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Müminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.
İşte bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa, cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit etmelidir.

"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)
"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)

Korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tüm ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati önem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.


ALLAH’IN SIFATLARINI ANARAK DUA ETMEK

Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gösterendir; Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı için, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun büyüklüğünü, yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:

"De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, 110)
"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, 180)

Kuran'da özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için yeterlidir:

"(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)
(Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf Suresi, 151)
"Orada Zekeriya Rabbine dua etti: 'Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin' dedi." (Al-i İmran Suresi, 38)


DUADA ACELECİ DAVRANMAKTAN KAÇINMAK

İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar. Bu nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmış olmasının sebeplerinden biri, cennetin özelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde çok yanlış bir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider.
Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuş bir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir hayır sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini denemektedir.
Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:

"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)

Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha önemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının göstergesidir. Duada sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gösteren mümin, duasının karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan, derin bir manevi hal kazanarak alır.
Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hiç durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyüp'ün şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi büyük sabır örnekleridir.
Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık kullar haline getirmiştir.
Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. İşte salih bir mümin duasını, bu kulluk vazifesinin bir parçası olarak yapmalıdır.


SADECE DÜNYA İÇİN DUA ETMEMEK

Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa "dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?
Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette ki dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya hayatları için, hem de ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece dünya hayatının geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları uyarır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

"... İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir." (Bakara Suresi, 200-202)

İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu nedenle duası da o yönde olur.
Dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı olmadığı gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Müminlerin asıl hedefleri Allah’ın rızası ve cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten müminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak bulunduğu dünya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik istemelidir.


DUALAR KİŞİSEL DEĞİL, TÜM MÜMİNLER İÇİN OLMALIDIR

Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır. Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için değil, tüm müminler için istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her türlü nimete ulaşabilmek için, hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve aşağılık kılınmamak için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için istediklerini diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak gösterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol göstericidir:

"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi, 8-9)


DUANIN YERİ VE ZAMANI

Kuran'a bakıldığında duanın belli bir zamanı olmadığı görülür. İnsanı dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istek ve ihtiyaçları sürekli olduğu için duası da sürekli olmalıdır. Yani duanın belirli bir vakti, saati yoktur.
Ancak Kuran'da, duada konsantrasyonun daha kolay sağlanacağı, günlük uğraşların dışında kalan saatlere, yani geceye ve sabah namazı vaktine dikkat çekilmektedir. Bir ayette müminler "... seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler" (Al-i İmran Suresi, 17) olarak tarif edilmekte ve dolayısıyla günün bu en erken saatinin önemi vurgulanmaktadır. Başka ayetlerde ise, gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma ve duaya daha elverişli olduğu şöyle bildirilmektedir:

"Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzemmil Suresi, 6-8)

Dua için belli bir zaman sınırı konulmamış olmasına rağmen, Kuran'ın seher vaktine ve geceye dikkat çekmesinin büyük hikmetleri vardır. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali çok azalır. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder.
Kuran'da öğütlenmiş olan gece duası da gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar.
İnsanın gece saatlerinde dua için zaman ayırması, gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilemesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda yarattığı muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmesine bir vesiledir.
Dua için belli bir mekan da yoktur. İnsan çarşıda, sokakta, arabanın içinde, okulda, işyerinde, kısacası her yerde dua edebilir. Değişik mekanlarda olmanın herhangi bir önemi yoktur. Ancak önemli olan insanın her nerede olursa olsun Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu unutmamasıdır.


DUANIN KABUL EDİLMEYECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEK

Allah'ı gerektiği gibi takdir edemeyen bir insan, doğal olarak Allah'ın dualara icabet eden sıfatını da kavrayamaz. Dua etse bile Allah'ın duasına icabet edeceğinden şüphe içindedir. Oysa mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğini ve duasına her ne şekilde olursa olsun icabet edeceğini bilir. Çünkü olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde değil, Allah'ın belirlediği kadere göre geliştiğinin, O'nun dilediği şekilde yürüdüğünün farkındadır. Bu nedenle, duasına karşılık görmemek gibi bir kuşkusu yoktur. Bu samimi ruh haliyle dua edenin duasını da Allah makbul görür ve kabul eder. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Allah, başka ayetlerde de "... sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden..." (Neml Suresi, 61-62) olarak bildirilir ki, bu da yine samimi duaların Allah katında mutlaka karşılık göreceğinin ifadesidir.
Dolayısıyla duayı, Allah'ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşmüştür. Çünkü duanın özünde, tam bir inanmışlık ve içtenlikle Allah'a yönelme yatar.
Bu nedenle dua eden kişinin sahip olması gereken en temel iki özellik, Allah'a karşı samimiyet ve güvendir. Allah kullarının Kendisine yakın olmasını ister. Samimi bir ruh hali içinde istenen güzel şeylere karşılık verir. İnsanı sadece bir su damlasından yaratan, yeryüzünü yoktan var eden Allah için, herhangi bir kişinin duasına karşılık vermek çok kolaydır. Yapılması gereken tek şey inançla ve sabırla istemektir.
Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmez. Çünkü insan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir. "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir" (İsra Suresi, 11) ayeti, bu durumu açıklamaktadır.
Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesinin veya tamamen farklı bir şekilde icabet edilmesinin bir nedeni, Allah'ın insanları imtihan etmesi de olabilir. Allah, kullarının sabrını denemek ve onları olgunlaştırmak için vereceği nimetleri belirli bir hikmete göre belirli sürelerin sonunda verebilir.
Bu ve benzeri nedenlerden ötürü duada istenilen herşeyin hemen gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Allah dua konusu olan şeyin daha azını verebilir, belki de mükafat olarak daha fazlasını verebilir, ya da yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü hiç vermeyebilir. Ancak her durumda da Allah Kendisine dua edenin duasına icabet etmiştir.


SÖZLÜ DUA VE FİİLİ DUA

Allah yeryüzünde meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Allah, sözlü duanın yanında insanların çabalarıyla dualarının gerçekleşmesini ne kadar arzuladıklarını göstermelerini beklemektedir. Bu da "fiili dua"dır.
Fiili dua, kişinin herhangi bir arzusuna ulaşmak için elinden gelen herşeyi tamamen yapmasını ifade eder. Bir insanın üniversite imtihanına girmek için form doldurması, dershaneye gitmesi, ders çalışması bir duadır. Bununla birlikte tüm bu işleri yaparken Allah'ın kendisine başarı vermesi için istekte bulunması da bir duadır. Fiili dua, sözlü dua ile birlikte yapılması gereken temel bir ibadettir. Fiili ve sözlü duayı açıklayan bir başka örnek, tevbedir. İnsanın işlediği bir günaha karşılık tevbe etmesi ve bağışlanma dilemesi sözlü bir duadır. Ancak insanın sorumluluğu bununla bitmemektedir. Kendisini kötülükten koruması için Allah'a dua eden insanın, bu konuda bir çaba göstermesi, tercih yapması gereken durumlarda iradesine hakim olarak doğru olan yolu tercih etmesi gerekmektedir. Yani tevbe edip vazgeçtiği kötü davranışına bir daha geri dönmemelidir. Bunlar ise onun fiili duasıdır.
Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları ve tedbirleri aldıktan, yani fiili duasını tamamladıktan sonra "bu işi ben tamamladım" diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır.
Dua etmek hem büyük bir görev, hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak büyük bir vesiledir. Duadan kaçınmak ise, Allah'ın sonsuz rahmetinden yüz çevirmek, kibirlenmek anlamına gelir. Çünkü Kuran'da, Allah'a dua etmeyenlerin sonunun cehennem azabı olduğu haber verilir:

Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

Dua; mümin için hem ibadet, hem kuvvetli bir silah, hem de büyük bir nimettir. Sadece istemek gibi fiilen kolay bir hareketle, maddi, manevi herşeyi elde edebilmenin anahtarıdır. 

Resulullah (sav)'in dua konusuna verdiği ehemmiyeti aşağıdaki sözlerinden daha iyi anlayabiliriz:

"Allah Katında duadan makbul ve kıymetli hiç bir şey yoktur." (Tirmizi)
"Kul duasında üç şeyin birini almaktan şaşmaz: Ya dua sayesinde günahı bağışlanır veyahut peşin bir mükafat alır veya ahirette karşılığını alır." (Deylemi)
"Allah'ın fazlından isteyin. Allah Kendinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulu, ferahlığı beklemektir." (Tirmizi)
"Kulun Allah'a en çok yakın olduğu hal, secde halidir. Secdede Allah'a çok dua edin." (Müslim)
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman, onları boş çevirmez." (Tirmizi-Ebu Davud)
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allahu Teala dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Buhari-Müslim)




Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) hadislerinde duanın adabı şöyle açıklanmıştır:

1) Şerefli vakitleri aramak:
Sene içerisinde arefe günleri, Ramazan ayı, perşembe geceleri, seher vakitleri, Peygamberimiz (sav)'in çokça dua ettiği zamanlardır.
2) Allah (cc) Katında önemli olan anlarda dua etmek:
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Gök kapıları, İslam topluluğu ile inkarcı topluluğunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazlarının kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilerek dua edin."
Başka bir hadiste ise, "Oruçlunun duası reddolunmaz." (Tirmizi) buyrulmuştur. Böyle anlarda dua edilmesine özen göstermek hem duanın kabulü hem de Sünnet-i Seniyye'nin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
3) Dua sırasında kıbleye dönmek, elleri kaldırmak, avuçları birleştirip avuç içini yüze doğru çevirmek sünnettendir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) dua ettiği zaman koltuk altı görünecek kadar elini kaldırır ve dua sırasında parmakları ile işaret etmezdi. (Müslim)
4) Duayı gizlice, hafif sesle yapmak:
Ebu Musa'dan rivayet edilmiştir. "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) (müdahele ederek): "Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zat, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi. (Kütüb-ü Sitte, 1778)
5) Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kişi tevazu ve huşu içinde istemeli, yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, "İleride duada haddini aşan cemaatler türeyecektir." buyurmuştur. Dua eden kişi aczini ifade etmeli, manasız isteklerden kaçınmalıdır.
6) Allah (cc)'tan korkarak, kabulünü umarak ve ısrarla dua etmek:
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allah dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim deyip hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Müslim)







------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





SİGARA, İÇKİ VE GÜNAHLARDAN KURTULMANIN EN TEMEL YOLU


Bir insanın zayıflığı kendine yedirmemesi yani kabul etmemesi gerekir. Bir insan kendisini robot gibi kullanmalıdır. Sigara içen bir insan sigarayı içmiyorum diyerek sigarayı bırakabilir. Bir insanın kendisinin sigaraya sürüklendiğini yani kendisinin boynundan birisi tutup sigarayı yöneltmesi gibi bir üslup insana yakışmaz. Bunu insanın izzeti nefsine yakıştırmaması gerekir. Sadece içmiyorum demesi yeterlidir. Sigara bizi zorla kendisine getirip çekemez. Sigara içmediğimde perişan oluyorum gibi sözler doğru değildir. İnsanın kendine Allah rızası için bir saygı duyması gerekir. İnsanın azmetmesi gerekir. İnsanın kendisini aşağılayacak, ezecek, Allah’a karşı küçük düşürecek bir şey yapmasına ne gerek vardır. Yapmıyorum söylenir ve çelik gibi bir irade kullanılır ve hayatın her safhasında böyle yapılır. Mesela sabah namaza kalkmanın zor olduğunu söyleyen bir insan kendisine kalk dediğinde kaldırır. Kalkamıyorum demenin bir anlamı yoktur. Vücut tek bir emre bağlıdır. Vücut hangi emrimizi yerine getirmiyor ki? Mesela önünüzde bir kalem var. Kalemi alıp yan tarafınıza koymak istediğinizde bedeninize bu emri vermeniz yeterlidir. Beden çok uysaldır. Beden tam bir köledir ve insanın emrindedir. Beden insana tam boyun eğmiştir ve makine gibidir. Sadece emir vermek yeterlidir. Sigara içmiyorum söyleyip işi bitireceksiniz. İçki içen birisiyseniz içkiyi içmiyorum söyleyip işi bitirmiş olacaksınız. Anında konu kapanmış olur. Herhangi bir günah işleme durumunda yapmıyorum der ve işi bitirirsiniz. Zaten vücut uysalca hemen sizi dinlemiş olur. Yani hiçbir sorun çıkartmaz. Bazı insanlar vücuda bu emri vermenin zor olduğunu zannederler. Halbuki çok kolaydır ve vücudun insanı dinlemesi de çok kolaydır. Bunu bazı insanlar gözünde büyütürler. Daha önce kendilerini şartlandırdıkları için yapamayacaklarını zannederler. Öncelikle o şartlandırmayı kaldırmak gerekir. Vücuda emir vermek ve vücudun emri dinlemesi çok kolaydır. Bunu denediğinizde görmüş olacaksınız. Bunu aksi gösteren insanlar bahaneye sığınmış olurlar. Bunlar bazen insanın geçmişinden, çocukluğundan kalmış olan bilgilerden kaynaklanır. Çocukluktaki bilgiler insanı çok tahrip eder. Çocukluktan kalmış beyne oturan bilgiler yani alışkanlıklar insanların canını yakmıştır. Vücudun söz dinleme gücü son derece kolaydır. Vücuda emir vermekte bir o kadar kolaydır. İnsanlar bunu yaşayarak gördükleri vakit hemen anlamış olurlar. Bir insan sigarayı içmiyorum dediğinde vücut ona niye içmiyorsun demez. Fakat geçmişten kalan bilgiler devreye sokulursa  mesela biraz sonra perişan olacaksın, başın ağıracak gibi garip yalanlarla kendisini kandırırsa bu olur. Bazı insanlar böyle durumlara mutlaka bir kılıf bulurlar. Kendilerini kandıran sahte bilgilere aldanırlar. O sahte bilgilerin hepsi kenara atılıp daha gerçekçi düşünülmesi gerekir.


            İnsan bedeni insana isyan edemez. İnsan bedeni köle gibidir. Bazı insanlar nefsi abartırlar. Mesela nefs kontrol altına alınamaz, nefs insanı sürükler, nefse söz geçiremedim gibi sözler vardır. Bunlar iman zafiyetinden ve ona bağlı akıl zafiyetinden olur.  En cazip şey bile olsa insan kendisini rahatlıkla kontrol altında tutabilir. Haram olan bir fiil olduğunda bedene emir verilirse beden o haram fiili yapmaz. Nefs Allah’a düşman yaratılmıştır ve daima kötülüğü emreder. Nefs çok zavallı ve baş eğicidir. Nefs bir emre bağlıdır yani dur dediğinizde durur. Bir şey helal olduğunda hadi dediğinizde devam eder. Bunun dışında bir özelliği yoktur. Bazı insanlar suç işlediğinde şeytan beni kışkırtıp bunu bana yaptırdı diyebilirler. Şeytanın insanın üzerinde zorlayıcı gücü yoktur. Şeytan insana sadece fısıldar. Sizde dinlemiyorum  dediğinizde konu bitmiş olur.

İnsanın nefsini kınaması çok makbuldür. Bu durum insanın akıllı olmasını sağlar. Bir insan nefsini temize çıkarttığında akli dengesi bozulur. Bazı insanlar doğru eleştirildiğinde hemen kendini övmeye başlar. Halbuki Allah razı olsun, daha iyi olurum inşallah, eksik ve hatalı yönlerimi düzeltirim söylemiş olsa aklın kapısını açmış olur.

Nefsi ezmek son derece kolaydır. Bir gün mutlaka öleceğini ve aciz olduğunu bilen bir insanın nefsinin kölesi olması çok akılsızca bir harekettir. Nefs bir insanı olumlu etkileyecek bir şeye çekmez. Nefs bir insanı içkiye çekse zaten içkide bir zevk yoktur. Nefs bir insanı zinaya çekse zinadan insan tiksinir ve iğrenti gelir. Ondan da bir zevk alamaz. Nefs bir insanı öfkeye çekse öfke insanı rahatsız eder ve hasta yapabilir. Bu durumun da bir zevki yoktur. Nefsin insanı çektiği şeyler kötü ve rahatsız edici şeylerdir. Nefsi ezmek güçmüş gibi gözükebilir ama nefsi ezmek insan için nimet ve kolaylıktır. Nefsi ezmek insanı rahata sevk eder. İnsan nefsten kurtulduğunda beladan, rahatsızlıktan ve sıkıntıdan kurtulmuş olur. Ben nefsime uyuyorum demek şuurum kapalı anlamına gelir. Bu çok garip bir durumdur. Yani bunun bir makulluğu yoktur. Eğer bir insan nefsine uymuş diyorsak kendi zararına bir hareket demektir. Mesela kafasını duvara vurmak gibi, kendini yaralamak gibi yani kendine acı çektirmektir. Nefsi kontrol altına alan insan asıl nefsine o zaman uygun yaşamış olur. Mesela gayri meşru ilişki yerine helali olana yaklaşırsa bu o insan için bir nimet olur. Yalan söylemezse vicdanı açılır. Affederse kafası dinç olur ve sıkıntısı gider. Alkol ve uyuşturucu kullanmazsa sağlıklı, sıhhatli ve daha zinde olur. Bunlar nefsin lehine olan şeylerdir. Bunların aksi nefsin aleyhinedir. 


SİGARANIN ZARARLARI VE SİGARAYI BIRAKMA YOLLARI

SiGARAYI NEDEN BIRAKMAK İSTEDİĞİNİZİ BİR DÜŞÜNÜN

Kendinizi daha sağlıklı hissetmek, nefessiz kalmamak.
Sigara için harcanan parayı boşa harcamamak.
Vücudunuzu sigara içinde bulunan nikotin ve bir çok kimyasal maddeden temizlemek.
Ailenize örnek olmak.
Kalp krizi ve kansere yakalanma riskini azaltmak.
Sigaranın, vücudun çeşitli organlarında yaptığı tahribat ve kanserin yanında cilt sağlığı ve güzelliğinize de zararları vardır. İşte sigaranın zararları:
* Ağız kokusu yapar, diş ve diş eti hastalıklarına yol açar.
* Dudak, yanak ve gırtlak kanserine neden olur. Hatta sigarayı yakmadan dudağında taşıyan yada tütün çiğneyenlerde de ağız için kanserleri görülür.
* Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur.
* Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar. Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülür.
* Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur.
* Cildin yapısının bozulmasına neden olur. Leke ve kırışıklık oluşur. Selülitlere sebep olur.
* Burunda koku alma duyusu azalır.
* Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açar.
* Damar sertliğini hızlandırır. Beyin ve kalpte damar tıkanıklığına neden olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi görülür.
* Erkeklerde iktidarsızlığın başlıca sebeplerindendir. Ayrıca mesane kanserinin önemli nedenlerindendir.
* Akciğerlerde çeşitli hasarlara, astım ve kronik bronşit gibi hastalıklara neden olur. Bronşlarda ve akciğerlerde birçok çeşit kanserin oluşmasına neden olur.
* Gastrit, ülser ve reflü hastalığına sebep olur. Mide ve yemek borusu kanserine yol açar.

* Gebelikte tüketilen sigara düşük doğumlara ve bebekte gelişme geriliğine neden olur.
* Erken menopoz ve rahim kanserinin sebebidir.
* Parmaklarda sararmaya ve tırnaklarda zayıflamaya yol açar.
* Kemik erimesine neden olur.
* Burger hastalığına sebep olur. Bu haslatık, el ve ayaklardan başlayarak tıkanıklığa yol açar ve uzuvların kesilmesi gerekir.
* Vücutta yorgunluk, uykusuzluk hali, stres, gerilim, performansta düşme ve reflekslerde azalma görülür.
* Pankreas kanseri riski artar.
* Hastalık, yara ve ameliyat tedavileri uzun sürer.

* Kullanılan ilaçları etkisizleştirebilir.
* Bütçenize yük olur, çevre kirliliğine yol açar, yangınların en önemli sebeplerindendir.
* Çocuklarınız kanseri önleyen genlerden yoksun hayata gelir.
* Hamilelerde %10-15 eksik kiloda doğuma ve bebek zeka eksikliğiyle doğar.
* Çevrenizdekileri de bu zararları verirsiniz. Çocuğunuzun sigaraya başlama oranı daha fazladır.
Sigara düşük riskini arttırır
Sigara yarık damak gibi bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini arttırır.
Sigara erken doğum riskini arttır
Sigara plasenta previa ve abrubtio plasenta riskini arttırır.
Sigara düşük doğum ağrılığı görülme oranlarını %30 arttırır
Sigara anne karnında bebek ölüm riskini arttırır.
Sigara çocukta ileri dönemlerde astım ve benzeri kronik hastalıkların görülme riskini arttırır
Sigara çocuğun ileriki yaşamında öğrenme yeteneğinde azalmaya neden olur.
Sigara çocuğun hiperaktif olmasına neden olabilir.
Sigara çocukta davranış bozukluğu görülme riskini arttırır.
Sigara çocuğunuzunda ileride sigara bağımlısı olma riskini arttırır.

                          HAMİLE İKEN SİGARAYI BIRAKMANIZ İÇİN 10 NEDEN

Sigarayı bıraktığınızda bebeğiniz de bırakmış olacaktır
Bebeğiniz doğduğunda yaklaşık 200 gram daha ağır olacaktır
Bebeğinizin doğum sonrası hastanede kalış süresi daha kısalacaktır
Hamileliğiniz daha rahat geçecektir.
Hamileliğiniz daha sağlıklı geçecektir.
Bebeğinizin karnınızda ya da doğumdan sonra ölme riski azalacaktır
Doğum sonrası bebeğinizde astım ve alerji gibi hastalıkların görülme riski azalacaktır.
Sütünüz daha sağlıklı olacaktır
Hastalık riskiniz azalacağından çocuğunuzun büyümesini daha keyifli izleyebileceksiniz
Sigaraya vereceğiniz parayı bebeğiniz için harcayabileceksiniz.
SİGARA, ALKOL VE DİĞER ZARARLI ALIŞKANLIKLARDAN KURTULMANIN EN TEMEL YOLU, GÜÇLÜ BİR İRADE KULLANARAK BEN BUNLARI BIRAKIYORUM DİYE BİR KARAR ALMANIZDIR. BUNU İSTEMENİZ HİÇDE ZOR DEĞİLDİR. SADECE BİR KARAR ALMANIZ YETERLİ OLACAKTIR.





NEFSİ KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMAK İÇİN


Nefislerini eğitmek isteyenler, nefse asla acımamak, destekçi çıkmamak ve yandaş olmamak gerektiğini unutmamalıdırlar...

İnsanın dünya hayatındaki imtihanındaki en büyük düşmanlarından biri nefsidir. İnsanın en büyük düşmanının, kendi içinde olması ise çok düşündürücüdür. Dünya hayatının sonuna kadar en çetin mücadeleyi vermesi gereken varlıklardan biri, uzakta bir yerlerde değil, tam olarak "ben" dediği varlığın içindedir; yani "benliğinin bir parçası"dır.

İnsanın ise kendine, dünyadaki maddi manevi herşeyden çok sahip çıkma eğilimi vardır. Herkesten çok kendini düşünmeye, herkesten çok kendini korumaya, kendini sevmeye meyillidir.

Elbetteki bu durum, Yüce Rabbimiz'in çok büyük hayır ve hikmetlerle yarattığı bir imtihan sırrı içermektedir. Allah nefsi, insanın çevresinde gördüğü insanlardan ya da varlıklardan herhangi biri olarak yaratabilirdi. Böyle bir durumda da insanın nefsini, kendisine ait olmayan, yabancı bir varlık olarak görüp, ona çok daha objektif olarak yaklaşması mümkün olabilirdi. Yabancı bir insana nasıl sahip çıkmıyor, nasıl kayıtsız şartsız bu insanın savunuculuğunu üstlenmiyor ve onu kendi gibi kabul etmiyorsa; böyle bir durumda da, nefsini de karşısına alması çok sıradan kolay bir olay olurdu.

Ancak Yüce Rabbimiz nefsi, yalnızca samimi iman edenlerin yenebileceği gibi yaratmıştır. İman edenler, her ne kadar kendilerine ait bir varlık gibi görünse de, nefsin de yaratılmış her şey gibi, yalnızca beyinlerinde oluşan bir algıdan ibaret olduğunu bilirler. Allah insanın beyninde nefs gibi, binlerce varlığa dair bilgi yaratmaktadır. İnsanın bunlar arasından bir tanesini seçip, "iyi de olsa kötü de olsa bu algının her şeyini sahipleneceğim, herşeyini savunacağım" diye karar vermesi, samimi vicdanla ve temiz bir akılla değerlendirildiğinde, son derece mantıksızdır.

Eğer insanın, kendisine gösterilen algılar bütününden bir tanesini seçip sahiplenmesi gerekiyorsa, bu yalnızca "Allah'ın rızası, Kuran ve İslam'ın menfaatleri" olmalıdır.

İşte nefsini sahiplenip onun kendisini kötülüğe sürüklemesinden kurtulmak isteyen bir insanın yapması gereken budur. Kendini aklını yok sayacak; aklının yerine "Kuran ahlakı"nı koyacaktır. Bedenini de sahiplenmekten vaz geçecek; bunun yerine de "Müslümanların bedenini" kendi bedeni gibi kabul edip, onları sahiplenecektir.

Bunun için şöyle düşünülebilir: Bir odada iki kişi olduğunu farz edelim. Allah burada kişinin beyninde iki ayrı insan görüntüsü göstermektedir. Bunlardan başını göremediği görüntü kişinin kendisidir. Diğerini ise herşeyiyle ve tümüyle görmektedir. İnsan, bu iki görüntü içerisinden daima kendisine ait olanı sahiplenir. Bu bedenin nefsini savunma kararı alır. Halbuki bunun yerine, tam olarak gördüğü diğer kişinin nefsini sahiplenmeye karar verse, bu ortamda gelişecek tüm olaylarda, yapılacak tüm konuşmalarda, kişi, nefsinden yana kendisine ulaşabilecek tüm belalardan kurtulmuş olacaktır. Nefsinden gelen kötülükleri sahiplenmeyecek, ondan gelecek telkinlere aldanmayacak, her ne olursa olsun Kuran'dan yana, adaletle ve dürüst kararlar verebilecek, mutlaka Kurani konuşmalar yapabilecektir. Karşı tarafın haktan yana tüm çağrılarına açık olup, bunlardan tam anlamıyla istifade edebilecektir.

Böyle düşünerek nefsini sahiplenmekten kurtulan bir insan, bu belanın getireceği maddi manevi her türlü kötülükten korunmuş olacaktır. Nefsine yönelik bir saldırı olduğunu düşündüğünde Kuran'dan uzak, tevekkülsüz bir telaşa kapılmayacak, bedeni kendini savunma hırsıyla sarsılıp güçsüzleşmeyecektir. Kendisine acımayacak, haktan uzaklaşıp, adaletsiz, samimiyetsiz fikirlere kapılabileceği bir akıl boşluğu oluşmayacaktır. Müslüman olmanın, Kuran ahlakına uymanın, Allah rızası için yaşamanın müminin yüzüne yansıttığı nur yok olmayacak, hem bedeni hem de ruhi bir kirlenme oluşmayacaktır. Allah'ın izniyle bu bilinçle hareket eden bir mümin, hem bedenen çok güçlü olacak hem de Kuran ahlakını kusursuzca yaşayabilecek bir vicdan açıklığı içerisinde olacaktır.

Allah Kuran'da nefsin, Allah'ın dilemesi dışında insanı mutlaka kötülüğe çağırdığını bildirmiştir. Kuran'da verilen bu bilgi insanın dünya ve ahiret kurtuluşu için son derece önemlidir. Allah, çok önemli bir sırrı insana haber vermektedir. Ancak çoğu insan bu önemli bilgiyi derinlemesine düşünmez; üzerinden geçip gider. Çünkü nefs, kendisini kötü görmek istemez. Daima kendisine uyulmasını, itibar edilmesini, güvenilmesini ve isteklerine uygun hareket edilmesini ister. Ayetin manası kavrandığında ise, kişinin artık "nefsine güvenmemesi" gerektiğini kabul etmesi gerekecektir. İşte çoğu insan bu sonuçtan alabildiğince kaçmak ister.

Oysa bu kaçış kişiye hiçbir kazanç sağlamaz. Tam tersine nefs kötülüğe çağırdıkça, o da kötülüğün içine giderek daha da derinlemesine saplanır.

Bu ise Yüce Allah'ın insanlara gösterdiği çok büyük bir sırdır. İnsan nefsine, kendisini korumak, yüceltmek, haklı çıkarmak ve böylece de rahat etmek için sahip çıkar. Ama Allah'ın değişmez adetullahı gereği sonuç bunların tam tersi olur. Sürekli nefsinden yana tavır koyan, hep kendini haklı karşı tarafı haksız gören, Allah'ın rızasına, Kuran ahlakına, Müslümanların sözlerine karşı hep kendinden yana tavır alan bir insan hep zarara uğrayan kişi olur. Allah'ın rızasından uzaklaştığı için o yücelmek isterken, Allah onu hep küçük düşürür. Uğradığı zarar, maddi manevi her açıdan çok açık bir şekilde görünür. Normal berrak bir akıl sergileyebilecekken, kavruk, karmaşık, anlaşılmaz bir akıl ortaya çıkar. Sözleri hikmetsiz, samimiyetsiz ve güzel ahlaktan uzak bir hal alır. Sağlığı elinden gider; öfkeye, tersliğe, çekişmeye, kavgaya açık bir hale girdiği için tansiyonu çıkar, nabzı yükselir, başı ağrır, midesi ağrır, bitkin, yorgun hale gelir. Kendini şiddetli şekilde kasmaktan beli, boynu tutulur. Cildi bozulur, tüm vücudunda bariz bir kirlenme ortaya çıkar. Hem ruhen hem de bedensel olarak güzel ahlak gösterdiği haline göre ciddi şekilde kirlenir, çirkinleşir ve tanınmayacak hale gelir. Gösterdiği ahlaka vücudu dahi dayanamaz ve iflas eder.

Halbuki Müslüman için böyle bir hal içerisine girmemek son derece kolaydır. Kendi kendine "Ne gerek var bu kadar zorluk içerisine girmeme? Nefsimi sahiplenmekten vazgeçsem; Allah'ın rızasına, Kuran'a, müminlere uysam inşaAllah," deyip harekete geçse, bunun çok daha kolay olduğunu görecektir. Rabbimiz böyle düşünen salih müslümanlara Katından bolluk, bereket, ferahlık, neşe ve mutluluk verir.

Asıl zor olan, nefsi korumaya, onu her ne olursa olsun temizlemeye haklı çıkarmaya çalışmaktır. Allah'ın beğenmediği bir ahlakın güzel sonuç vermesi, kişiye huzur, mutluluk getirmesi mümkün değildir. Nefsinden vazgeçen bir insan ise, yaptığı her hatayı kabullenmekle, her eleştiriye, tavsiyeye açık hale gelmekle sürekli daha iyiye ulaşacaktır. Hayatı Allah'ın izniyle çok daha konforlu hale gelecektir. Hepsinden de önemlisi, nefsi kendisini Allah'ın rızasından uzaklaştıramayacak; sonsuz ahiret hayatında cennetle mükafatlanmasına engel olmayacaktır.
Nefsin, insanı alt edebilecek, kendine ait bir gücü yoktur. Nefisteki kötülükleri etkisiz hale getirebilmek, inanan ve gerçekten isteyen bir insan için çok kolaydır. Ancak bunun için insanın nefsine kesin olarak hiç acımaması, ondan yana tavır almaması, onu sahiplenmekten ve korumaktan vazgeçmesi gerekir. Nefsini adeta düşmanı gibi karşısına alması, onunla akılcı ve ilmi bir zeminde, kesintisiz bir iradeyle mücadele etmeyi göze alması gerekir.
Böyle bir kararlılık söz konusu olduğunda, Allah'ın izniyle, nefsin bu ahlaktaki bir insana karşı koyabilme gücü kalmaz. Nefis adeta o insanın kölesi haline gelir. O ne derse nefis ancak o kadarını yapabilir. Bunun dışında herhangi bir konuda insana diretmesi, onu kötü olan bir şeye çekebilmesi, yanlış bir tavır göstermeye ikna edebilmesi mümkün olmaz.
ANCAK ELBETTEKİ İNSANIN NEFSİNE KARŞI GÖSTERECEĞİ BU KARARLILIĞIN ‘ARALIKSIZ OLARAK ÖMÜR BOYU’ OLMASI GEREKMEKTEDİR.  Yoksa sadece birkaç saat, bir iki gün, birkaç ay, ya da belirli seneler boyunca nefse karşı koymak, sonra “Nasıl olsa bu konu halloldu” diyerek, dikkati bu konudan çekmek olmaz. Ya da insanın, “Ben nasıl olsa nefsimi çok iyi terbiye ettim, birkaç saat ya da birkaç gün kendi haline bırakayım ve dinleneyim” gibi yanlış bir mantıkla hareket etmesi de olmaz. İnsan nefsini ne kadar iyi terbiye ederse etsin, nefis ilk fırsat bulduğu anda insana yeniden saldırma ve onu kötülüğe çekme eğilimindedir. Allah nefsin bu özelliğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."(Yusuf Suresi, 53)

Bu nedenle insan sabah kalktığı ve şuurunun açıldığı ilk andan itibaren, tekrar bilinçsiz hale geleceği uyku anına kadar, nefsine karşı tetikte olmak durumundadır. Nefis tek bir saniye imkan bulduğu anda bile, eğer boş bulunacak olursa, kişiye hiç istemediği bir söz söyletebilir ya da aksini elde etmek için çok emek verdiği halde, bir anda onu yanlış bir tavra sürükleyebilir.
Ve nefs insana kendisini çok masum, mazlum ve samimi de gösterebilir. İnsan aklını kullanmayacak olursa, içindeki bu sese kulak verdiğinde, kolaylıkla nefsine acıyıp, onu haklı bulup, onun safına geçecek bir hataya düşebilir. Allah rızası için ona doğru yolu gösteren, nefsini eleştiren kimselere karşı nefsinin avukatlığını üstlenip, her ne olursa olsun onu savunup haklı çıkarma gayreti içerisine girebilir.
İşte bu, insan için büyük bir tehlikedir. Ve bu nedenledir ki Allah insanı Kuran ayetiyle bu tehlikeye karşı uyarmış; nefsin gerçek yapısını kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla insan eğer nefsini haklı bulacak bir tavır içerisine girmişse, bu tehlikeyi görerek hiç vakit kaybetmeden hemen Allah'a sığınmalıdır. Nefsin telkinleri o an için kendisine ne kadar inandırıcı görünürse görünsün, nefsin kendisini sinsice kötülüğe çekmeye çalıştığını unutmamalıdır. Kuran'ın bu konuda kendisine nasıl bir yol gösterdiğine bakmalı ve hemen o yola uymalıdır.
Eğer insan nefsine karşı bu şekilde Allah'tan yana bir tavır koyarsa, Allah nefsinin ona verdiği olumsuz telkinleri bir anda giderir ve o kişinin aklını tam olarak temizler. Nefsin ise böyle bir insana karşı koyacak gücü kalmaz. Artık o kişi, imanıyla, vicdanıyla ve ahlakıyla, nefsini kendisi istediği gibi yönetir. 


Abdülkadir Geylani’den nefsi eğitmek için tefekkürler

“Genç kardeşim, önce kendi nefsinle ilgilen, ona öğüt ver, sonra başkasına... Kendi nefsin pürüzleriyle meşgul olmaya bak, onu bırakıp da başkasına geçme!
Dikkat et ki ömründen ıslah edilmeye muhtaç birkaç günün kalmıştır; evet, sadece birkaç gün... Kendini bilemiyor, iç alemini anlayamıyor isen, başkasını kurtaramayacağını bilmelisin... Bu halinle kendini bırakıp başkasına nasıl rehberlik yapabilirsin? Çünkü insanlara ancak kalp gözü (basiret) açık olanlar (hakkı hak olarak bilip ona uyan bahtiyarlar) rehberlik edip yol gösterebilir; ve onları günah ve gaflet denizinden, ancak iyi yüzmesini becerenler kurtarabilir. Diğer bir tabirle, insanları Allah’a ancak Allah’ı bilen kimseler çevirebilir. Allah’ı bilmeyen bedbahtlar bu ulvi işe nasıl delalet edebilir?”

“Ey Hak yolcusu! Hesaba arzolunmayı nefsine bırakmak suretiyle geciktirme, ahiret gelmeden önce şu dünyada nefis muhasebesi yapmakta acele et...
Genç kardeşim! İmanın zayıflamaya yüz tuttuğu an, nefsinle ve onun bataklık ve pürüzleriyle ciddi bir şekilde meşgul ol!. Ve bu yolda yürürken seni artık çoluk-çocuğun, komşun, akraban, şehirlin ve iklimin meşgul etmesin... Çünkü iç alemin sarsıntı geçiriyor; nefis ile şehvet, iman ve irfana galip gelmiş durumdadır. Önce bunu düzeltmen lazımdır...”

“Ey Hakk’ın kapısında hizmetçi olan! Nefsi de, onun gayr-i meşru arzularını da terket... Veliler cemaatinin ayaklarının bastığı toprak ol. Cenab-ı Allah diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Hazret-i İbrahim (A.S.)’ı, küfür üzere bulunan babasından meydana getirmiştir. Mümin diridir, kafir ölüdür. Allah’ı bir bilen (muvahhid) diridir, Allah’a eş-ortak koşan (müşrik) ölüdür.”

Muhalefet kılıcı ile nefsini her öldürdükçe, Allah onu yeniden diriltir. Dirilince yine senden birçok şeyler istemeye başlar. Nefis ölmez. Sen sağ oldukça oda olur. Yalnız o ıslah olur. İşte sen onu ıslah etmeye çalışacaksın ve bu yolda sana mükafat verilecek. 





A9 TV'Yİ MUTLAKA İZLEYİN


A9 TV kanalı reklamsız bir kanaldır.

A9 kanalı merak ettiğiniz konuları bulabileceğiniz çok faydalı bir kanaldır.

A9 kanalında boş ve gereksiz yayınlar yoktur.

Sürekli faydalı yönde yayın yapan bir kanaldır.

Bu kanalda çok faydalı şeyler öğreneceksiniz.

A9 TV'yi sürekli takip edin.

A9 TV'nin frekansı 12525 - S/R: 30000 - V (Dikey) 

Uydu cihazınızda A9 kanalı çıkmıyorsa, mevcut A9 kanal ayarınızı silip, tekrar A9’u kurmanız gerekmektedir. A9 kanalı televizyonunuzda mutlaka bulunsun.
Bu kanalı herkese tavsiye etmeniz çok önemli bir hizmettir.
Aşağıdaki adresten A9 kanalını canlı izleyebilirsiniz.





 ALLAH'IN VARLIĞINI İYİ KAVRAMAK


Allah'ın varlığını iyi kavramak her insan için çok önemlidir. Allah sonsuz ilim, sonsuz akıl ve sonsuz güç sahibidir. Allah insanlardan sonsuz büyüklüğünün iyi kavranmasını istemektedir. Allah'ın sonsuz büyüklüğünün iyi kavranması için şöyle bir örnek verelim. Uzaydaki bütün atomların sayısını düşünün. Bu atomların sayısı kadar uzay olduğunu düşünün. Yine bu sayıların trilyonlarca sayılarla çarpıldığını ve o sayılar kadar uzay olduğunu düşünün. Ne kadar çarparsak çarpalım sonsuz büyüklüğe ulaşamayız. Böyle düşünülmezse bu konuyu kavramak mümkün olmaz ve dar planda düşünülmüş olur. Bazı insanlar düşüncelerine belirli sınır koydukları için Allah'ın varlığını iyi kavrayamazlar. 


Allah, insanların Kendi büyüklüğünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detaylarla birlikte yaratmıştır. Kuran'da Allah'ın var ettiği bu düzenden bahsedilirken, "... sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için" (Talak Suresi, 12) denilmektedir. 


Biz uyurken, otururken, yürürken, aklımızın ucundan bile geçirmezken Allah evrende var olan tüm sistemleri tek tek çalıştırıp idare eder. Varlığımızın devamı için meydana gelen işlemlerin her biri Allah'ın kontrolündedir. Küçük bir adım atabilmemiz bile, yerin çekim kuvvetinden iskelet sistemimize, sinir ve kas sistemimizden beynimize ve kalbimize, hatta dünyanın dönüş hızına kadar herşeyin Allah tarafından ince ince hesaplanmış olmasına bağlıdır.


Siz sessiz sakin bir ortamda dururken, haberiniz bile olmadan evrenin her köşesinde sayısız faaliyet sürmektedir.  Evrenin her noktasında her an meydana gelen tüm olaylar Allah'ın izniyle, O'nun bilgisinde ve kontrolünde gerçekleşir.


Dünya koskoca taş ve toprak kitlesidir ve küre şeklindedir. Dünyanın altı mağma doludur yani dünyanın altında fokur fokur kaynayan ateş vardır. Bir elmayı dünya düşünürsek dünyanın kabuğu elma kabuğu kadar incedir. Biz şu anda fokur fokur kaynayan ateşin üzerinde yaşamaktayız. Taş, toprak ve ateş olan bu dünya süratli bir şekilde ve sürekli olarak uzayda dönüp gitmektedir. Aynı zamanda bizde dünya ile birlikte gitmiş oluyoruz. Fakat hiçbir sarsılma hissetmiyoruz. Allah’ın düzenleyip kurduğu sistem öylesine mükemmel ki, siz hala bu müthiş hızı hissetmeden yaşamınızı sürdürebiliyorsunuz. Uzayda dünya için çok sayıda tehlike vardır. Allah’ın dilemesiyle dünya bu tehlikelerden korunmaktadır. Hiçbir insan dünyanın kaptanı olamaz. Bütün insanlar bir araya gelseler dünyayı hiçbir şekilde hareket ettiremezler. Dünyanın kaptanı Allah’tır. Allah sonsuz gücüyle dünyayı sürekli ve süratli bir şekilde hem kendi ekseninde hem de güneşin etrafında canlıların yaşayabilmesi için olması gerektiği gibi hareket ettirmektedir. Dünyanın yolculuğundan bizim haberimiz bile olmaz. Bu yolculuk bizim hayatımızı olumsuz yönde etkilemez. Süratli bir hızda dünyanın yüzeyinde hiçbir canlı kalmaması gerekirken Allah’ın yarattığı yerçekimi kanunu ve kurduğu bir çok düzen neticesinde dünyada bulunanlar bu seyahati hiç hissetmezler. Var olan her şey gibi bu seyahatin her saniyesi Allah’ın izni ve kontrolüyle gerçekleşir.


Yine şu anda milyarlarca insanın kalbi, beyni, midesi, pankreası, karaciğeri, akciğeri, sinir, solunum ve savunma sistemleri Allah'ın bilgisi dahilinde, O'nun izniyle işliyor. Allah bunları şu ana kadar yaşamış olan insanlarda da gerçekleştirmişti. Bundan sonraki bütün insanların vücutlarında gerçekleşecek olan her işlemde Allah’ın izniyle olmaya devam edecektir.

Daha önce kendinize bu soruları hiç sormuş muydunuz?
Şu an nefes almalı mıyım?
Kalbimin pompaladığı kan yeterli mi?
Hangi hücrelerimin, hangi organlarımın ne kadar miktarda enerjiye ihtiyacı var?
Midem, yediğim yiyecekleri ne zaman öğütmeye başlamalı?
Gözüme giren ışık ayarı tam gerektiği gibi mi?
Kolumu hareket ettirmek için hangi kaslarımı oynatsam?
Bu sorular kulağa garip geliyor değil mi? Çünkü hiçbir zaman biz kendimize bu soruları sormayız, hatta çoğumuz bu işlemlerin her an yapılmakta olduğundan haberdar bile değildir. Vücudumuz tüm bu işleri otomatik olarak yapar.

Peki bunların hepsini sadece bir-iki saniye için sizin kontrol etmeniz gerekseydi neler olurdu? Elbette bunların tümünü aynı anda kontrol etmemiz mümkün değildir. Hiçbir insan ne kendi vücudundaki işlemleri nede başka insanların vücutlarındaki işlemleri kontrol edemez. Ancak Allah'ın kusursuz yaratışı sayesinde beyin ve vücudumuzun diğer bölümleri işbirliği içinde tüm bunları, biz hiçbir şey yapmadan hallederler.


Toprağın altında ve üstünde yaşayan bütün canlılar şu anda Allah'ın izni ile rızkını arıyor ve hepsinin rızkını Allah veriyor. Avlanmaları, beslenmeleri, barınmaları, tehlikelerden korunmaları tek tek Allah'ın kontrolünde yaratılıyor. Kuran'da bu sır bize şöyle haber verilir:


Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)


Allah geçmişte, şu anda ve gelecekteki insanların gördüğü görüntüleri, düşüncelerini, hissettiklerini ve neler yaptığını bilmektedir. Allah şu anda bütün insanların gördüğü görüntüleri o insanların beyninde yaratmaya devam etmektedir. Yani Allah şu an izlediğiniz görüntüleri size kesintisiz olarak izlettirmektedir. Sonsuz bir gücün her an kontrolündeyiz. Allah'ın yaratması her yerde ve her an devam etmektedir. Gördüğümüz görüntülerin hepsi Allah'a aittir. Ruhunuz, bedeniniz, mallarınız yani sahip olduğunuz herşey size ait değildir. Onları size Allah emanet olarak vermiştir. Bütün evreni Allah yarattığına göre içindeki herşeyin sahibi Allah'tır. Allah herşeyin Kendisi'ne ait olduğunu şöyle bildirmektedir:


Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120)


Herşeyin sahibi Allah olduğuna göre, Allah'ın yarattıklarına kapılıp, Allah'a şükretmemek ve Allah'ı unutmak Allah'ın rızasına aykırı olur. Allah insanlara malların ve çocukların Kendisi'ni unutturmamasını emretmiştir:


Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)


Dünyada bulunan milyon sayıda hayvan türünün her birinin tüm fonksiyonları Allah'ın izni ile çalışıyor. Allah'ın ilmi, aklı, gücü, rahmeti, şefkati, merhameti, ihsanı sonsuzdur. Her insan ise aklı ve vicdanı ölçüsünde Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için çaba göstermelidir.

"Sonsuz" kelimesi Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir kavramdır. Örneğin sınırlı ömürlerini tamamladıktan sonra Allah insanları yeni bir yaratılışla yaratacak ve bundan sonra dünyada yaptıklarının bir karşılığı olarak cennet veya cehennemde devam edecek olan sonsuz ömürleri başlayacaktır. Burada yüz değil, bin değil, yüzbin veya milyar yıl da değil, trilyon ya da katrilyon x katrilyon x katrilyon yıl da değil, sonsuza kadar sürecek bir ömürden bahsedilmektedir. Şöyle bir örnekle sonsuz yaşamın ne derece olağanüstü olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz trilyon insan olsa, gece gündüz hiç durmadan yüz trilyonu yüz trilyon ile çarpsalar ve yüz trilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca bu işle uğraşsalar, yine de sonsuz yaşamı hesaplayamazlar.


Oysa Allah öyle bir ilme sahiptir ki, bizim aklımızın asla alamayacağı sonsuz zamanın tamamını bilmektedir. Zamanın ilk yaratıldığı andan sonsuza kadar geçecek olan her olay, her düşünce, vakitleri ve şekilleri ile Allah'ın ilmiyle belirlenmiş ve bitmiştir. YANİ ALLAH SONSUZ ZAMAN İÇİNDE GEÇEN HER ŞEYİ SONSUZ EVVELDE VE SONSUZ KISA ZAMAN İÇİNDE YARATIP BİTİRMİŞTİR. Bu ise Allah'ın ilminin ve gücünün sonsuz olduğunu gösterir. O nedenle Allah bizi imtihan ederken bizim nasıl olduğumuza bakacak ve sonra bizim için karar verecektir diye düşünmek yanlış olur. Allah sadece insanlara kendilerinin ne olduğunu kendilerine göstermektedir. Allah sizin 100 trilyon yıl sonraki halinizi tüm detaylarıyla bilmektedir. Ama hiçbir insanın o zamanki halini düşünebilmesi mümkün değildir. Allah bütün insanların dünya ve ahiret hayatındaki bütün yaşantısını bilmektedir. Zamanı ve zamana bağlı olan herşeyi yaratan Allah'tır. Allah zamana bağlı olmadığı için Allah'tan önce ne vardı sorusunun bir anlamı yoktur. Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. 


Allah insanı dünyanın bir imtihan olmasının gereği acizliklerle yaratmıştır. İnsanın acıkması, susaması, temizlenmek zorunda olması, hastalanması, tuvalet ihtiyacını karşılamak zorunda olması, hata etmesi, unutması ve yaşlanması insanda olan acizliklerdir. Allah bütün acizliklerden münezzehtir. Allah'ın aciz olması hiçbir zaman mümkün olamaz.


İnsan Allah'ın ilminin büyüklüğünü gücünün yettiğinin en fazlasıyla kavrayabilmek için ciddi olarak çaba harcamalı ve düşünmelidir. İnsanlık tarihinin başından bugüne kadar milyarlarca insan yaşamıştır. Yani Allah milyarlarca çift göz, milyarlarca değişik parmak izi, milyarlarca farklı göz dokusu, milyarlarca değişik insan tipi yaratmıştır ve eğer dilerse bu kişilerden sonsuz sayıda daha yaratabilir. Çünkü ayetin de ifadesiyle; "...O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Fatır Suresi, 1)


Allah insanın hiç bilmediği ve sahip olduğu sınırlı akılla anlamakta güçlük çekeceği daha bir çok şey yaratmaya kadirdir. Dünyada biz kullarına verdiği ucu bucağı belli olmayan herşeyin hazineleri Allah'ın Katındadır. Bize sadece dilediği kadarını, dilediği miktar ile indirmiştir:


Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim Katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz. (Hicr Suresi, 21)


Allah'ın üstün yaratmasındaki bu gerçek bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm kavramlar için geçerlidir. Nitekim "…ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?" (Nahl Suresi, 8) ayetiyle de Allah'ın bilmediğimiz nice şeyler yarattığına dikkat çekilmiştir. 


Bizim sahip olduğumuz bilgi sadece Allah'ın izin verdiği kadarıdır. Allah’ın ilmi ise sonsuzdur. Örneğin Allah dünyada insan için 7 ana renk var etmiştir. Biz sekizinci bir rengi zihnimizde canlandıramayız.  Oysa Allah 8, 9 veya 10 hatta sonsuz sayıda ana renk yaratabilir ama biz Allah'ın bize gösterdikleri dışındakileri kavrayamayız. İnsanın beş duyusu vardır, altıncıyı hayal bile edemez. Oysa Allah'ın altıncı duyuyu yaratmak için sadece "Ol" demesi yeterlidir. Bunun gibi Allah hiç bilmediğimiz sonsuz sayıda duyu yaratabilir. Kuran’da Allah’ın ölüleri nasıl dirilteceğini kavrayamayan insanlar geçmektedir. Allah dilerse sonsuz sayıda insan yaratır ve bu sonsuz sayıdaki insanları sonsuza kadar sürekli öldürüp diriltebilir. Allah dilerse insanları hiçbir neden olmaksızın sonsuza kadar acı çektirebilir. Allah dilerse dünyayı ve tüm evreni istediği anda yok edebilir. Allah bunları yaparken Allah’ı hiç kimsenin engelleyebilmesi mümkün değildir. Allah sonsuz sayıda farklı insan, sonsuz sayıda farklı meyve, sonsuz sayıda farklı yemek, sonsuz sayıda farklı içecek, sonsuz sayıda farklı tad, sonsuz sayıda farklı renk, sonsuz sayıda farklı evren yaratabilir. HAYALİMİZE GELMESİ MÜMKÜN OLAN VE OLMAYAN HERŞEYİN SONSUZUNU ALLAH BİLMEKTEDİR. ALLAH DİLEDİĞİ ANDA BUNLARI YARATABİLİR. Biz ise Allah’ın bize bildirdikleri dışında hiçbir bilgiye sahip olamayız. Allah'ın hiçbir sıfatı hiçbir zaman kaybolmaz. Allah ezeli ve ebedidir. Burdaki yazılar Allah’ın varlığını iyi kavramanız için anlatıldı. Çünkü bu büyük gerçeği düşünmek ve hatırlatmak Allah’a kul olan her insan için bir sorumluluktur.


İÇKİ, KUMAR VE ZİNADAN ŞİDDETLE KAÇININ


ALLAH'IN İÇKİ VE KUMARI YASAKLAMASI


Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak ŞEYTANIN İŞLERİNDEN OLAN PİSLİKLERDİR. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza DÜŞMANLIK VE KİN DÜŞÜRMEK, SİZİ, ALLAH'I ANMAKTAN VE NAMAZDAN ALIKOYMAK İSTER. Artık vazgeçtiniz değil mi?... (Maide Suresi, 90-91)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. AMA GÜNAHLARI YARARLARINDAN DAHA BÜYÜKTÜR"… (Bakara Suresi, 219) 



Din ahlakı yaşanmadığında oluşan karanlık tabloda en dikkat çeken yönlerden biri de insanların, içki ve kumar üzerine kurulu yaşam tarzlarıdır. Din ahlakını yaşamadıkları için tevekkülün, sabrın, umut etmenin ne olduğunu bilmeyen bu insanların herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında yaptıkları ilk iş içkiye ve kumara başvurmaktır.
Herhangi bir işleri ters gittiğinde, canları sıkıldığında, kızdıklarında, üzüldüklerinde hatta neşelendiklerinde dahi hemen içkiye sarılıp kendilerince "efkar dağıtırlar". Oysa yaptıkları, başta kendileri olmak üzere tüm çevrelerine zarar vermekten başka bir şey değildir. İçtikleri içkinin dozu arttıkça şuurları daha da kapanır ve artık belli bir seviyeden sonra yaptıkları herşey aşırı alkollü olmaları nedeniyle bir makuliyet kazanır. Böyle bir durumda kişinin çevresine hakaretler yağdırması, toplum içinde hiç yapılmayacak uygunsuz bir hareketi gülerek yapması veya günlük hayatta iş güç sahibi bir kimseyken içki masasında hüngür hüngür ağlaması, cahiliye tabiriyle "dağıtması" toplum tarafından da doğal karşılanan acizliklerdir.
İnsanların içkiyle şuurlarını kapatmaları, bunun sonucunda çevrelerine verdikleri her türlü zarar, hayat boyu kazandıkları herşeylerini kumara yatırıp kaybetmeleri, kavgalar, cinayetler, intiharlar dinsizliğin ne kadar büyük bir zulüm getirdiğinin en açık delilleridir. Bu gerçek, ayetin ifadesinden de anlaşılmaktadır:

Ey iman edenler içki, kumar dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (Maide Suresi, 90-91)


Kuran ahlakı kumarı yasakladığı için müminler buna hiçbir zaman yanaşmazlar. Bunu Allah korkularından dolayı yapmazlar. Her ne olursa olsun, ne kadar zor durumda da kalsalar, ne kadar cazip tekliflerle de karşılaşsalar, ne kadar baskı da görseler, ne kadar teşvik de edilseler bu konuda taviz vermeleri söz konusu olmaz. Din ahlakında bunlara karşı getirebilecek mazeretler, makul gerekçeler yoktur. Kimse bahane öne sürme şeklinde bir ahlaksızlıkta bulunmaz. Çünkü bir şey haramsa bunun tavizi, esnekleştirilmesi, uygulanmaması olamaz.
Din ahlakı yaşanmadığında ise insanların değer yargılarına ve ölçülerine güven olmaz. Çünkü yere, zamana, kişiye, ortama göre değerler de, kişiler de değişirler. Bunlara bağlı olarak çok farklı yorumları olur. Örneğin kumar ve benzeri kötülükler bazı ortamlarda kötü olarak kabul edilirken, bunu kötü kabul eden insanlar tarafından bazı ortamlarda oynanması ya da yapılması normal karşılanır. Otellerde, eğlence yerlerinde oynanması mahsurlu görülmez. Prensip olarak oynamayan biri dahi bu tarz bir yere gidince prensibini bozar ve oynar.
Bir şey kötü ise veya ahlaksızlık olarak kabul ediliyorsa buna hiçbir yerde ve hiçbir şekilde yanaşılmaması gerekir. Yere, zamana ve insanlara göre farklılaşmak oturmamış bir şahsiyetin göstergesidir. Din ahlakının habersiz bir kimsenin de kuvvetli bir şahsiyet ve irade geliştirmesi mümkün değildir. İmanlı ve vicdanlı insanlara düşen görev de, kumarın insan ve toplum yaşamına getirdiği zararları gözler önüne sermek, insanları bu “pislik”ten kaçınmaya davet etmektir.





ALLAH'IN ZİNAYI YASAKLAMASI

Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'ÇİRKİN BİR HAYASIZLIK' VE KÖTÜ BİR YOLDUR. (İsra Suresi, 32)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'AĞIR BİR CEZA İLE' KARŞILAŞIR. KIYAMET GÜNÜ, AZAP ONA KAT KAT ARTIRILIR VE İÇİNDE AŞAĞILANMIŞ OLARAK TEMELLİ KALIR. (Furkan Suresi, 68-69)

…Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın… (En’am Suresi, 151)

Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)

Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Ve onlar ırzlarını koruyanlardır; Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Mü’minun Suresi, 5-7)
Mü’minlere söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır. (Nur Suresi, 30)


Allah'ın Kuran'da haram kıldığı fiillerden biri olan zina, bunu yapan insanı, tevbe etmediği takdirde hem dünyada hem de ahirette çok aşağılık konuma düşürecek büyük bir suçtur.
Zinanın ya da fuhuşun topluma ve zina yapan insanlara maddi-manevi pek çok zararları vardır. Müminler açısından, Allah'ın bu fiilleri yasaklamış olması, bunlardan uzak durmak ve nefret etmek için yeterlidir. Unutulmamalıdır ki Allah meşru olan evliliği teşvik etmektedir. Gayri meşru ilişkide nefs felç olur. İnsanın ruhu kitlenir. Çünkü insanın vicdanının son derece rahat olması gerekir. Allah’a karşı vicdanın huzurlu olması, karşılıklı sevgi ve saygı olması ve insanın ibadet rahatlığı içerisinde olması gerekir. Bir insan suç işlediğini bilerek rahat olamaz. Böyle durumda beyin insanı kilitler. Beyin eğer bir konuya karşı net tavır gördüyse vücudu otomatik kilitlemiş olur. Vücudun her yeri kasılır ve o kişiye azaba dönüşür.

Ayrıca, fuhuşun topluma ve insanlara verdiği aleni zararları görmek de müminlerin imanlarını artıran bir unsurdur. Kuran ayetlerinde kesin bir biçimde yasaklanan ve kınanan fuhuşu, hiçbir sınır tanımadan uygulayanların içine düştükleri durum müminler için bir ibret vesilesidir.
Bugün fuhuş yüzünden pek çok insan onurunu kaybetmiş, kendine olan saygısını ve güvenini yitirmiş, aşağılık bir yaşam çizgisini benimsemiştir. Fuhuş yüzünden çok sayıda yuva dağılmış, aileler çökmüştür. İnsanlara genel bir mutsuzluk, huzursuzluk ve aradığını bulamama psikolojisi hakim olmuştur. Oysa Allah'ın gösterdiği yola uyup, temiz olanı seçseler, diğer bir deyişle helal olan bir seçim yapsalar insanlar hem psikolojik açıdan rahat ederler, hem kendilerine güvenleri gelir, hem karşılıklı sevgi ve saygı muhafaza edilir, hem de sağlam aileler, sağlam toplumlar oluşur. 

Toplumların dejenere olmasında fuhuşun rolü tartışılmazdır. Çünkü fuhuş, toplumun en temel direği olan aile yapısını hedef alır. Sonuçta kendilerine ve çevrelerine saygılarını yitirmiş fertlerden oluşan bir toplum ortaya çıkar. Fuhuşun sadece para karşılığında yapıldığını düşünmek yanlıştır. Küçük ya da büyük, uzun vadeli ya da kısa vadeli herhangi bir çıkar karşılığında yapıldığında da yine aynı anlama gelmektedir. Genelde insanlar, "para karşılığı beraber olmadıklarını" söyleyerek kendilerini rahatlatmaya çalışırlar ama bu aslında bir aldatmacadır. Çünkü Allah'ın koyduğu sınırlar aşıldıktan sonra hepsi aynı anlama gelir. Allah Kuran'da gayrimeşru her türlü cinsel ilişkinin haram olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle fuhuşu kısıtlı örnekler içinde düşünmek de hata olur.
Diğer yönden, fuhuş yapanların çoğu aslında bunun haram olduğunu bildikleri için bilinç altlarında büyük bir vicdan azabı ve huzursuzluk duyarlar. İnkar etseler de kendilerine güvenlerini içten içe kaybetmeleri bunun bir göstergesidir.

Dünya tarihi boyunca çok sayıda insan geçimini fuhuş yaparak sağlamayı tercih etmiş, böylece aşağılanmayı seçmiştir. Bugün de fuhuş tüm dünyada kolay para kazanma sektörü olarak gösterilmektedir. Böylece para kazanma ve lüks yaşam tutkusuyla çok sayıda kişi şerefsizliği tercih etmektedir. Allah Kuran'da insanları bu tehlikeye karşı şöyle uyarır:

Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size 'çirkin hayasızlığı'emrediyor. Allah ise size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaadediyor. Allah rahmetiyle geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)


Oysa insan eğer kendisine Allah'ı vekil kılıp, mümin onuruyla yaşamaya niyet ederse Allah onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandıracak, karşısına pek çok imkan çıkartıp, onu kendi rahmetiyle zengin edecektir. Ki böyle onurlu ve salih bir Müslümanın hem dünyada hem ahirette yaşayacağı hayat Allah'ın dilemesiyle nimetler içinde olacaktır. Kaldı ki Allah imtihan için kısıtlı imkanlar da verebilir. Böyle bir durumda kişi dünyanın kısalığını buna karşın ahiret yurdunun sonsuzluğunu düşünüp, sabrederse Allah katından alacağı karşılık büyük olacaktır. 

Şunu hatırlatmakta fayda var: Bir insan dünyada olabilecek her türlü hatayı yapabilir, Kuran'da haram kılınan günahları işlemiş olabilir, hayatının büyük bir kısmını fuhuş yaparak gaflet içinde geçirmiş de olabilir, ancak doğru yola çağırıldığında Allah'a kesin bir tevbe ile tevbe edip bağışlanma dilerse inşallah Allah'ı tevbeleri kabul eden olarak bulacaktır. Yalnız şu nokta da göz ardı edilmemelidir; Allah'tan kabul etmesi umulan tevbe, ölüm anı gelip de yapacak başka bir şey kalmadığı için samimiyetsizce edilen tevbe değildir. 



Peygamberimiz (s.a.v.) zina ile ilgili şunları söylemiştir:


Zinanın dünyada üç zararı vardır:

1- Güzelliği ve parlaklığı giderir,

2- Fakirliğe yol açar,

3- Ömrün kısalmasına sebep olur.

Ahiretteki üç zararı:

1- Allahü teala gazap eder,

2- Sorgu suali, hesabı çetin geçer,

3- Cehennem ateşinde azap çekmeye sebep olur. (Taberani)

Zina edenin yüzü cehennemde ateşle yanar. (Taberani)

Sizin için en çok korktuğum şey, zinadır. (Taberani)

Zina etmeyin, kadınlarınızın cazibesi ve sevgisi gider, soğukluk başlar. (İ.Neccar)

Gençliğini zinadan koruyan (mümin) cennete girer. (Beyheki)

Kötü kadınlar çoğalıp, zina toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara maruz kalır. (Beyheki)

Siz iffetli olursanız, kadınlarınızda iffetli olur. (Hakim)

Namusunuzu koruyun, zina etmeyin. Namusunu koruyana cennet vardır. (Hakim)

Bir yerde, zina ve riba çoğalırsa, o yerin halkı, belaya maruz kalır. (Hakim)

Zinaya devam eden, putperest gibidir. (Haraiti)

Yedi kat gök ve yer, zina eden ihtiyarlara devamlı lanet eder. (Bezzar)

Zina fakirlik getirir. (Buhari)

Gözlerin zinası harama bakmak, kulakların zinası zinaya götürecek sözleri dinlemek, dilin zinası zinaya sebep olacak sözleri konuşmak, ellerin zinası namahremi tutmak, ayakların zinası günah olan yerlere gitmektir. (Buhari)

Asr-ı saadette Peygamberimiz (asm) ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:

"Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum." dedi.

Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu. Sevgili Peygamberimiz (asm) "Bırakın o genci!.."buyurdu. Resulullah (asm), genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:

"Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi?" diye sordu.
Genç hiddetle:

"Hayır Ya Resulallah!.." diye cevab verdi.

Resulullah:

"Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar." Sonra: "Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin?" diye sorduklarında genç :
"Hayır, asla!" diyerek hiddetleniyordu.

"Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez." buyurdu.
Sonra Hz.Peygamber (asm) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:

"Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla."
Genç, Resulallah (asm)'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış!  (Müsned, V. 257)

  

Yüce Allah içkiyi, kumarı ve zinayı şiddetle yasaklamıştır. Hiçbir bahane bulmaksızın bu büyük günahlardan şiddetle kaçınmalıyız. Nefsimiz bize Allah’ın yasakladığı konuları yapmamızı ister. Tevbe etme imkanı olmadan ölebiliriz. Dünyadan günahkar olarak ayrılmanın bizim için çok büyük bir zarar olacağını düşünmeliyiz. O nedenle Allah’a samimi olarak sık sık tevbe etmeli, günahlarımız için af dilemeli ve Allah’ın yasaklarından uzak durmalıyız.





KURAN OKUMANIN FAYDALARI

Kuran beyni yoğun çalıştıran bir kitaptır. Yani beyin ve akıl kitabıdır. Kuranı elinize alın ve ayetlerini derin derin düşünün. Kuran insan aklını ve zekasını olağanüstü geliştiren bir kitaptır. Muhakeme ve yargıyı olağanüstü geliştirir. Çok güçlü bir mantığın gelişmesine sebep olur. Beyni çok sağlıklı hale getirir ve insanın çok akıllı olmasını sağlar. Tabi her ayeti dikkatlice okuyup, dikkatlice düşünüp ve onun içindeki sırları bulmaya çalışarak okumalıyız. O zaman akıl olağanüstü derinlik kazanır, insanın ruhunda olağanüstü bir gelişme olur, zekasında ve kavrama gücünde de olağanüstü bir gelişme olur. Beyin sağlığını da çok ciddi şekilde olumlu geliştiren en özellikli kitaptır. Kuran kalpleri ve beyni açar. Duyanlarda bir ferahlık meydana getirir. Allah ile insanın ruhani bağlantısını güçlendirir. Üstümüzdeki ağırlık kalkar. Konuşma yeteneğimiz ve hikmet gücümüz artar. Derinlik gelir. Kalbimize ferahlık gelir. Kuran çok önemlidir. Allah Kuran’ın şifa olduğunu bildiriyor. Kalplere ve bedene şifadır. Onun için herhangi bir şekilde Kuran okunduğunda insanlarda bir ferahlık duygusu meydana gelir. İnsanın aklı ve ufku açılır ve derinleşir. Şeytani sıkıntıları varsa bunlar üstünden gider. Rahmani ferahlığa doğru gider. Görüş keskinliği meydana gelir yani dikkati açılır ve kavrama yeteneği güçlenir. Yani akıl gelişir. İnsan Kuran aklı ile hareket etmezse anormal ve dengeli konuşmalar yapar. Duygusallığa ve hüzne kapılabilir. Derin düşünme kabiliyetini kaybedebilir. Kuranda müthiş bir beyin çalıştırma imkanı vardır. Eğer Kuran dikkatlice incelenirse her seferinde yeni bir hüküm, yeni bir bilgi ve yeni bir derinliğe ulaşırsınız. Kuran beyni en güçlü çalıştıran, beyni en güçlü geliştiren vesiledir. Kuran üstüne araştırma yapan insanlar müthiş akıllı olurlar. Kuran mealinin her evde mutlaka bulundurulması gerekir.


ÇOCUK EĞİTİMİNDE ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER

Çocuk ile birebir konuşmak çok önemlidir. Öncelikle çocuğun gönlünün hoşnut olabileceği bir ortam olması gerekir. Çocuğun sıkılacağı bir yer olmaması gerekir. Çocuğun hoşuna gideceği bir yemek yediği esnada da konuşmak iyi olur. Böyle olduğunda çocuğun nefsi gerilime düşmesi durumunu önlemek içindir. Yani çocuğun nefsini rahatlatmak gerekir. Ondan sonra çok akıllı olarak dünyadaki güzelliklerin Allah tarafından yaratıldığını çok kapsamlı anlatmak gerekir. Fakat dünyadaki kötülüklerinde olduğunu anlatmak gerekir. Yani bir istenecek birde kaçınılacak şeylerin olması gibi ikiye ayırmak gerekir. Örneğin sokağın tehlikesini çok akılcı tekrar ederek çok iyi anlatmak gerekir. Hatta gerekirse çocuğa filmde gösterilebilir. Mesela bazı film sahneleri ve gazete haberleri gösterilebilir. Bunlar ise tehlikeye karşı dikkat çekmek için çocuğa anlatılır. Çünkü çocuklarda resim hafızası güçlüdür. Onun için görüntü hafızasını iyi kullanmak gerekir. Çok şahsiyetli bir tavırla onunda şahsiyetli olduğunu çocuğa hissettirerek konuşmak gerekir. Çocuğa en tehlikeli konulardan biri ise çocuğa çocuk olduğunu hissettiren konuşmadır. Yani orda çocuk delirir ve dengesi bozulur. Çünkü kendine değer verilmediğini anlar. Adam yerine koyulmadığını anlar. Çünkü çocuk yerine koymak çocuk için çok kızdırıcı bir şeydir. Çok anormal bir harekettir. Yani bu durum çocuğun kısmen hoşuna gidebilir ama kafasının bozulmasınada neden olur. Yani muhakeme ve yargısı bozulur. Artık sorumsuzluğu esas alır. Sorumluluk duygusunu kaldırır. Her şeyi karşı tarafa yüklemeye başlar. Çocuğa aklın ne olduğunu, akılcılığın ne olduğu anlatılabilir. Yani akıl ve olgunluk sevdirilebilir. Akıllı ve olgun olduğunda mükafatlandırmakta iyi olur. Mesela akıllı konuştuğunda mükafatlandırmak, akılcı bir seçim yaptığında mükafatlandırmak veya bir tehlikeye karşı tedbir aldığında küçük bir hediye ile mükafatlandırmak iyi olur. Mesela çocuğa sevdiği bir yiyecek veya oyuncak alınabilir. Çocuğun akıllı, kaliteli ve temiz olmasının her eyleminde onu mükafatlandırmak çocuğun bilinçaltında çok güçlü bir yapı meydana getirir. Dolayısıyla o çocuk bir süre sonra akıllı, kaliteli, temiz ve derli toplu olmaktan zevk almaya başlar. Ama bunada çok özenli bir dikkat gerekir. Mesela çocuklara sıradan bir şekilde yapma etme demek çok üstün körü durumu meydana getirir. Çocuğun elektrikli aletlere, yüksek yerlere veya balkonun ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak gerekir. Bunlar film ilede gösterilebilir. Balkonun kenarına gidip balkonun tehlikeli olduğu çocuğa gösterildiğinde çocukta bu riski görmüş olur. Çocuğa yükseklikle ilgili ayrı bir bilgi verilmesi gerekir. Bunun yanında elektriğin, suyun, kötü insanların tehlikesinin bildirilmesi gerekir. Ayrıca çocuklara iyi insanları tanımayı öğretmek gerekir. İyi insanı anlatırkende çocuğa Allah'tan bahseden, Allah'tan korkan, güzel huylu ve sevecen olarak öğretilmesi gerekir. Çocuğun temiz yüzlü insanlara karşı sevgi duymasını sağlamak gerekir. Çocuk eğitimi çok yoğun dikkat gerektiren bir şeydir. Çocuğa ölümden bahsederken şunları diyebiliriz. Ölümde aynı rüyadan kalkacağımız gibi kalkacağız. Sen öldüğün an bende senin yanında olacağım. Bunları çocuğa tam kavrayacağı şekilde anlatmak önemlidir. Eğer çocuğa samimi anlatılırsa Allah o çocuğun kalbine imanı yerleştirebilir. Allah küçükte olsa çocuklara hidayet verebilir. Çocuğa özenli bir ilgi gösterilmesi gerekir. Çocuğa sinirlenmemek çok önemlidir. Çocuğa kızmak, bağırmak çocuğa çok ters etki yapar. Bu durum çocuğun bilinçaltına oturur ve çocuk onu unutmayabilir. Böyle bir şeyden kesinlikle kaçınmak gerekir. Çocukları dövmek büyük rezalettir. Bu durumda çocuk kendine olan saygısını kaybeder. Çocukta çok olumsuz bir etki meydana gelir. Bu çok tehlikeli birşeydir. Çocuklara daima şefkatle ve akılcı yaklaşmak gerekir. Çok iyi dikkati teksif edip özenle anlatmak gerekir.

Çocuğa dini öğretmek çok önemlidir. Din dünyanın en kaliteli insanının yaşadığı sistemdir. Dindar dünyanın en kaliteli insanıdır. En akıllı, en basiretli, en ferasetli, vicdanlı, makul düşünen, son derece güvenilir bir insandır. Din dünyayı en mükemmel şekilde kullanacağımız sistemdir. Allah’ın dünyayı nasıl kullanacağımıza dair anlattığı bir sanattır. Çocuğa din öğretilmezse çocuğun ruhu boşlukta kalır. Dünyayı kabus gibi görür. Annesinin, babasının ve kendisinin bir gün öleceğini düşünen bir çocuk ruh hastası olur. Fakat annesi ve babası ile cennette olacağını bilen bir çocuk ruhen ve bedenen çok sağlıklı olur ve zinde olur. Öbür türlü yıkım meydana getirir. Annesi ve babası ölen çocuğa artık birdaha annen ve baban asla gelmeyecek, yokluk oldu, boşluk oldu denilirse bu çocuk için yıkımdır. Kendisinin de bir gün öyle olacağını düşünürse bu durum çocuk için dehşet vericidir. Eğer çocuğa bizleri Allah yaratmıştır, ahirette birlikte olacağız, cennette birlikte olacağız, annene ve babana en kısa zamanda sende kavuşacaksın söylendiğinde o çocuğun ruhu rahatlık içinde olur ve sevgisi devam eder ve içinde bir yıkım meydana gelmez. Dolayısıyla din ruhun gıdasıdır. Din insanların zinde, neşeli, sıhhatli olmasını sağlayan ruhi bir ilaçtır. Allah bizi din ile mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Din gittiğinde insanların sağlığı bozulur. İnsanların mutsuz olmasının nedeni de din eğitiminin yeterli yapılmamasıdır.

Çocuk terbiyesinde en dikkat edilmesi gereken konu çocuğa saygı duymak ve ona değer vermektir. Büyük yaştaki bir insana nasıl davranılıyorsa çocuğada o şekilde davranılması gerekir. Yani çocuğa hürmet edilmesi, ona saygıyla ve akıllı konuşulması gerekir. Gerizekalı birisiyle konuşurmuş gibi çocuk ile konuşulursa çocuğun üstüne şeytani bir delilik çöker ve çocuk başınıza bela olur. Bu çok yanlıştır. Çocuğa saygı duyulursa, değer verilirse, ona Allah sevdirilmişse, çocuğa Allah’ın koruması altında olduğu söylendiyse, Allah’ın cennet yarattığını, bizim yeniden hep beraber cennete gideceğimizi, annesi ve babasıyla cennette buluşacağı söylendiyse, kötülük yapanların Allah’ın cezalandırdığını ama cezasındada Allah’ın çok şefkatli olduğu söylendiyse o çocuk nur gibi olur. Dünya tatlısı olur. Elinden yüzünden muhabbet yayılır. Çocuğa Allah’ın onun için yarattığı güzel nimetleri anlatarak çocuğa Allah’ı sevdirmek önemlidir. Çocuğa bak çikolatayı Allah yaratıyor, bu güzel elmaları Allah yaratıyor, bu elmanın çekirdeğindeki bütün elma ağacının detayları saklı, küçücük bir elma çekirdeğinde koskoca bir elma ağacı meydana geliyor, bir çok dal veriyor, yüzlerce meyve veriyor, yüzlerce çiçek açıyor, bunlar ise sadece küçük bir çekirdekten meydana geliyor.. Bunları çocuğa anlatmak iyi olur. Mesela yüce Allah’ın tavus kuşunu güzel yarattığını, kedideki sevimliliği Allah’ın yarattığını, kuşun renklerindeki güzelliği, kelebeklerin kanatlarındaki simetriği gösterip çocuğa bak çocuğum burdada bir yuvarlak var, aynısı burdada var, şeytan denilen bir varlık var ve oda bunun tam tersini söyler. Yani bunun tesadüf olduğunu söyler. Çocuğum bu hiç tesadüfen olurmu diye mantık örgüsüyle aklını kullandırtarak Allah’ın varlığını ona iyice pekişecek şekilde anlatmak gerekir. Çocuklar bu şekilde eğitilirlerse ömür boyu dengeli ve tutarlı olurlar ve çok çok güzel olurlar.

Çocuklar Allah sevgisi ve Allah korkusu ile yetiştirilmelidir.Çocuklara Allah sevgisi,Allah korkusu verilmezse, şefkati, derinliği, Allah’ı aşkla sevme öğretilmezse çocuk yarı deli gibi olur.Burda aile sevgisi ile Allah sevgisinin iyi ayırt etmek gerekir. Aile sevgisi ile yetişipte kötülük yapanlar olmuştur. Aile sevgisi yeterli değildir. Esas olan Kuran ve Allah sevgisidir. Allah sevgisi ve Allah korkusuyla yetişen insanlar güzel ahlaklı, dengeli ve tutarlı olurlar. Çocuğa derin saygı gösterilmesi gerekir. Çocuğa çok akılcı, sevecen ve Allah aşkıyla yaklaşmak gerekir. Son derece candan olmak gerekir. Çocuk bizdeki samimi imanı görürse Allah çocuğun ruhunu sonuna kadar açar ve o çocuk bereketli olur.


YAŞANAN HERŞEY...


Yaşanan herşeyde hayır ve hikmet vardır.
Yaşanan herşey insanın ruhen ve ahlaken olgunlaşması içindir.
Yaşanan herşey Allah'ın insanları denemesi ve eğitmesi içindir.
Yaşanan herşey Allah'ın insanlara kendilerinin ne olduğunu kendilerine göstermesi içindir.
Yaşanan herşey Allah'ın yaratmasıyla olur.
Yaşanan herşey Allah'ın kontrolü altındadır.
Yaşanan herşey kaderin içinde yer alır.
Yaşanan herşey Allah'ın sonsuz evvelde ve sonsuz kısa zaman içinde yaratıp bitirdiği olaylardır.
Yaşanan herşey insanın beyninin içindeki görüntüler ve algılardan oluşur.
Yaşanan herşey beynimizde oluşan hayaldir, rüyadır.
Yaşanan herşey geçicidir.
Bundan sonrada yaşanacak herşey geçici olacak yani hepsi bitecektir.

Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... (Mülk Suresi, 2)
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.
(Fecr Suresi, 15-16)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)




AŞAĞIDAKİ İNTERNET SİTELERİNİ MUTLAKA ZİYARET EDİNİZ




http://www.harunyahyaeserleri.com/
http://www.harunyahya.org/
http://www.a9.com.tr/
http://www.hayirlardayarismak.com/
http://kurandaevrimyok.com/
http://www.dusunencocuklar.com/
http://www.derinbilgiler.com/
http://www.evreninvarolusu.com/
http://tefekkurhazinesi.com/
http://www.yaratilisdelilleri.com/
http://www.kurandayaratilis.com/
http://www.allahahizmet.com/
http://www.guzel-sohbet.com/
http://www.yaklasanolumani.com/
http://www.allahinsonsuzgucu.com/
http://www.allahayakinolmak.com/
http://hayvanlardakitasarim.com/
http://www.denizlerdekimucize.com/
http://www.allahinhikmetliornekleri.com/
http://www.isikverenkmucizesi.com/
http://www.kolaylikdiniislam.net/
http://www.havamucizesi.com/
http://www.allahateslimolmak.com/
http://www.herseyhesapiledir.com/
http://www.yapilanlarinkarsiligi.com/
http://www.yorungeler.com/
http://www.yaratilisgercekleri.com/
http://www.imangercekleri.com/
http://dabbetularz.com/
http://www.inancesaslari.com/
http://www.kurandasabir.com/
http://kurandancevaplar.com/
http://kurandasukur.com/
http://duygusalliktehlikesi.com/
http://yeryuzumucizesi.com/
http://www.gozdekimucize.com/
http://maddedekimuhtesemilim.com/
http://www.anlamazliktangelmeyin.com/
http://www.muminin24saati.com/
http://dogadakiayetler.com/
http://kanvekalpmucizesi.com/
http://www.kurandasamimiyet.com/
http://www.hayvanlardafedakarlik.com/
http://www.hormonalsistem.com/
http://dunyaahiret.com/
http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/
http://www.kurandavicdan.net/
http://www.kurandaadalet.com/
http://www.kuranvedin.com/
http://onemligercekler.com/
http://www.insanmucizedir.com/
http://www.kurandatevbe.com/
http://www.sirktehlikesi.com/
http://www.gaflettehlikesi.com/
http://www.nedenvariz.com/
http://www.guzelliklerigorebilmek.com/
http://www.hayatingercekkokeni.com/
http://www.hucremucizesi.net/
http://www.imaninguzellikleri.com/
http://imtihaninsirri.net/
http://insaninacizligi.com/
http://www.kainattakiuyum.com/
http://www.kurandanisaretler.com/
http://www.kuranveislam.com/
http://www.kurandamerhamet.com/
http://www.kurandasadakat.com/
http://www.imaninsevki.com/
http://www.kurandanbilgiler.com/
http://www.olumkiyametcehennem.net/
http://www.pismanolmadanonce.com/
http://www.proteinmucizesi.com/
http://www.sahtedunya.com/
http://evrimteorisikuranlacelisir.com/
http://www.yaratilisgercegi.com/
http://www.evrenmucizesi.com/
http://www.gunesmucizesi.com/
http://www.allahakillabilinir.com/
http://www.guzelsozunonemi.com/
http://www.kotuluguemredennefs.com/
http://www.yasaminamaci.com/
http://www.allahinsanati.com/
http://www.allahianmak.com/
http://www.insaninnankorlugu.com/
http://www.gecegunduzmucizesi.com/
http://www.tohummucizesi.com/
http://www.kurandaitaat.net/
http://www.kurandaumitvarolmak.com/
http://www.insaninyaratilisi.com/
http://www.allahayonelmek.com/
http://herseydehayirgormek.com/
http://www.atommucizesi.com/
http://www.kuranrehberdir.com/
http://www.mucizezinciri.com/
http://www.metafizikbilgiler.com/
http://www.derindusunmek.com/
http://www.hepimizkardesiz.org/
http://www.allahsevgisi.net/
http://www.hazretiisa.com/
http://www.hazretimehdi.com/
http://www.gozmucizesi.com/
http://www.olumgercegi.com/
http://www.peygamberlerimiz.org/
http://www.islamdaekonomi.com/
http://www.kadernedir.com/
http://www.yaratilismuzesi.com/
http://www.ateizmecevap.org/
http://www.proteinolusumu.com/
http://www.benzersizilkler.com/
http://www.kaninpihtilasmasi.com/
http://www.kurandacanlilar.com/
http://www.yaratilisatlasi.com/
http://www.sakinunutmayin.com/
http://www.kurandadua.com/
http://www.kurandacennet.com/
http://www.kuranahlaki.com/
http://www.islamadavet.org/
http://www.insankarakterleri.com/
http://www.yaratilismucizesi.com/
http://www.altinoran.org/
http://www.allahkorkusu.com/
http://www.denizlerdesanat.com/
http://www.cehennemazabi.com/
http://www.allahinisimleri.com/
http://www.kurandakadin.com/
http://www.kiyametgunu.com/
http://www.dunyahayati.com/
http://www.gercekler.net/
http://www.uluonderataturk.com/
http://www.yaratilis.com/
http://www.sevimlicanlilar.com/
http://www.peygamberimiz.com/
http://www.osmanlisanati.com/
http://www.maddeninardindakisir.com/
http://www.kuranfihristi.net/
http://www.kuranbilgisi.com/
http://www.kiyametalametleri.com/
http://www.kavimlerinhelaki.com/
http://www.islamterorulanetler.com/
http://www.islaminyukselisi.com/
http://www.islamahizmet.com/
http://www.isagelecek.com/
http://www.insanmucizesi.com/
http://www.hazretimuhammed.org/
http://www.hayvanlaralemi.net/
http://www.hayatinkokeni.com/
http://www.bitkidunyasi.net/
http://www.bilgilerdunyasi.net/
http://www.dinsizliginkabusu.com/
http://www.belgeseller.net/



İNSAN VESVESEDEN NASIL KURTULUR

Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi şeytanın hileli düzeni çok zayıftır. (Nisa Suresi, 76) İman edenler ve Rableri'ne tevekkül edenler üzerinde bir etkisi yoktur. Allah müminlere kendilerine bir vesvese geldiği zaman ne yapmaları ve bu vesveseden nasıl kurtulmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir. Vesvese şeytanın bir oyunudur. Kuran'a tabi olan müminler kendilerin...e bir vesvese geldiği zaman hemen şeytandan Allah'a sığınırlar.Kısa süre içinde akıllarından geçen düşüncenin şeytana ait bir vesvese olduğunu anlarlar. Hiçbir kuruntuya, ya da sıkıntıya kapılmadan, Allah'ı zikreder ve şeytanın bu pisliğinden kurtulurlar. Vesveseyi ciddiye almamak gerekir. Vesveseyi ciddiye almazsanız vesvese gider.
Allah Kuran'da kendilerine vesvese geldiğinde müminlerin bunu hemen düşünüp tanıyacaklarını şöyle bildirmiştir:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir...
(Araf Suresi, 200-201)


İnsanların gelişebilmesi için vesveseye ihtiyaç vardır. Vesveseler olmasaydı beynimiz çok durağan olurdu. Biz vesvese ile mücadele ederek hem kişiliğimizi geliştiriyoruz, hemde cennetteki karakterimizin sağlamlaşmasını sağlıyoruz. Yani çok güçlü bir karaktere doğru gitmiş oluyoruz. Vesvesenin çözümlerinden biriside vesveseyi sonraki zamanlara bırakmaktır. Yani vesveseye ben seni sonraki zamanlar ne dediğine bakarım diyebilirsiniz. Zaten zaman geçtikçe o düşünceyi de unutmuş olacaksınız. Bu ise o anki düşündüğünüz şeyin önemli olmadığını gösterir. En güzeli Allah’a sığınmaktır, kaderi unutmamaktır ve Allah’ın yarattıklarına karşı şefkatle bakmaktır.









ALLAH'IN EMİRLERİ VE YASAKLADIKLARI VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SÖZLERİ


ALLAH’A ŞİRK KOŞMAMAK

Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira
etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)
Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir
sapıklıkla sapmıştır. (Nisa Suresi, 116)
O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları)
bile bile Allah’a eşler koşmayın. (Bakara Suresi, 22)
Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun. (İsra Suresi, 22)

ALLAH'A İBADET ETMEK, O’NA İBADETTE KARARLI OLMAK

"Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 51)
Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Senden önce hiçbir elçi göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: "Benden başka İlah yoktur, öyleyse Bana ibadet edin." (Enbiya Suresi, 25)
Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. (Enbiya Suresi, 92)
Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim arzım geniştir; artık yalnızca bana ibadet edin. (Ankebut Suresi, 56)
Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz. (Hac Suresi, 77)
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun? (Meryem Suresi, 65)

DOSDOĞRU NAMAZ KILMAK, ZEKAT VERMEK, EHLİNE NAMAZI EMRETMEK VE ONDA KARARLI DAVRANMAK

Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 110)
...Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah Katında bulursunuz... (Müzzemmil Suresi, 20)
İman etmiş kullarıma söyle: "Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler." (İbrahim Suresi, 31)
Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz. (Nur Suresi, 56)
"Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Taha Suresi,14)
De ki: “Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, 110)
Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun. (Bakara Suresi, 238)
Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur’an’ı, işte o, şahid olunandır. (İsra Suresi, 78)
Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)
Ehline (ümmetine) namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana rızık veriyoruz. Sonuç da takvanındır. (Taha Suresi, 132)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin. (Bakara Suresi, 43)

CUMA NAMAZINI KILMAK

Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.Artık namazı kılınca, yeryüzünde dağılın. Allah'ın fazlını isteyip-arayın ve Allah'ı çokça zikredin; umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza) kavuşmuş olursunuz. (Cuma Suresi, 9-10)

SABIR VE NAMAZLA YARDIM DİLEMEK

Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)
Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 153)

ALLAH’TAN KORKUP SAKINMAK

Ey iman edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup-sakınanlarla beraberdir. (Bakara Suresi, 194)
Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)
Allah'tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp-toplanacaksınız. (Bakara Suresi, 203)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki elbette O'na kavuşucusunuz. İman edenlere müjde ver. (Bakara Suresi, 223)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 231)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 233)
Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının. (Nisa Suresi, 1)
Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Maide Suresi, 4)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, sinelerin özünde olanı bilendir. (Maide Suresi, 7)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 57)
Kendisi'ne inanmakta olduğunuz Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 88)
O'na (götürülüp) toplanacağınız Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 96)
Ey temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 100)
Allah'tan korkup-sakının ve dinleyin. (Maide Suresi, 108)
Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz. (Enam Suresi, 155)
eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının (Enfal Suresi, 1)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 69)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)
İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse Benden korkup-sakının. (Muminun Suresi, 52)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının… (Lokman Suresi, 33)
Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının (Tegabün Suresi, 16)
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)
‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31)
Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun. (Tevbe Suresi, 119)
Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah’tan korkup-sakının. Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler. (Maide Suresi, 11)

ALLAH’I ÇOKÇA ZİKRETMEK, MALLARIN VE ÇOCUKLARIN ALLAH’I UNUTTURMAMASI

Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. (Ahzab Suresi, 41)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (A’raf Suresi, 205)
Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)

ALLAH'TAN KORKMAK, YARIN İÇİN NEYİ TAKDİM ETTİĞİNE BAKMAK, ALLAH'I UNUTMAMAK

Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Ben’den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)

İNFAK ETMEK, İYİLİK ETMEK

Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)
 
Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215)
 
Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara Suresi, 195)
Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafirler... Onlar zulmedenlerdir. (Bakara Suresi, 254)
Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır. (Bakara Suresi, 267)
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münafikun Suresi, 10)
İman etmiş kullarıma söyle: "Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler." (İbrahim Suresi, 31)
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Tegabün Suresi, 16)

ALLAH’A KULLUK ETMEK

Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir.İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 101-102)
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)
Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Hud Suresi, 123)
Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur. (Meryem Suresi, 36)
"Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf Suresi, 64)
Hemen, Allah'a secde edin ve (yalnızca O'na) kulluk edin. (Necm Suresi, 62)

ALLAH’A DUA ETMEK

O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mümin Suresi, 65)
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (A’raf Suresi, 55-56)
İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkâra) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır. (A’raf Suresi, 180)

KENDİNİZİ VE YAKINLARINIZI CEHENNEM ATEŞİNDEN KORUMAK

Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. (Tahrim Suresi, 6)

BELİRTİLEN KİŞİLERE İTAAT ETMEMEK

Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik; Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır" diyen. (Kalem Suresi, 10-15)

ALLAH’A ŞÜKRETMEK

Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin. (Bakara Suresi, 152)
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi,172)
Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
…öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi,17)
"Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 66)

RABBİMİZDEN BAĞIŞLANMA DİLEMEK, TEVBE ETMEK

Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar...(Tahrim Suresi, 8)

KENDİ GÜNAHIN, MÜMİN ERKEKLER VE MÜMİN KADINLAR İÇİN MAĞFİRET DİLEMEK

Şu halde bil; gerçekten, Allah’tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. (Muhammed Suresi, 19)
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et. (Mümin Suresi, 55)
 


ALLAH'I HAMD İLE TESBİH ETMEK

Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (Taha Suresi, 130)
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin). Hamd O’nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. (Rum Suresi, 17-18)

ALLAH’I TEKBİR ETMEK

… Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)
Rabbini tekbir et (yücelt) (Müddessir Suresi, 3)


PEYGAMBERE SALAT ETMEK, TAM BİR TESLİMİYETLE ONA SELAM VERMEK

Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin. (Ahzab Suresi, 56)


GÜNAHIN AÇIĞINI VE GİZLİSİNİ TERKETMEK

Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terkedin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir. (En'am Suresi, 120)

ALLAH'A YÖNELMEK, O'NU VEKİL TUTMAK, O’NA TESLİM OLMAK

Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel. (Allah,) Doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka İlah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut. (Müzemmil Suresi, 8-9)
Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. (Zümer Suresi, 54)

RABBİMİZDEN İNDİRİLENİN EN GÜZELİNE UYMAK

Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 55)

TEMİZ OLMAK

Elbiseni temizle.Pislikten kaçınıp-uzaklaş. (Müddessir Suresi, 4-5)
 

TEVEKKÜL ETMEK

Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter. (Furkan Suresi, 58)
Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Hud Suresi, 123)
Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah')a tevekkül et. (Şuara Suresi, 217)
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Allah; O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse mü'minler (yalnızca) Allah'a tevekkül etsinler. (Tegabün Suresi, 13)

SABRETMEK VE SABIRDA YARIŞMAK

Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma. Rabbin için sabret. (Müddessir Suresi,6-7)
Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 200)
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et. (Mümin Suresi, 55)
Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl. (Müzzemmil Suresi, 10)
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (Taha Suresi, 130)

SÖZÜ DOĞRU SÖYLEMEK

Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. (Ahzab Suresi, 70)

SÖZÜN EN GÜZELİNİ SÖYLEMEK

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

DİKKATLİ OLMAK

Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)

İBADETLERİN VE HAYATIN ALLAH İÇİN OLMASI

De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (En’am Suresi, 162)

BOŞ KALINDIĞI ZAMAN DURMAKSIZIN YORULMAYA DEVAM ETMEK, YALNIZCA RABBİNE RAĞBET ETMEK

Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 7-8)

HAYIRLARDA YARIŞMAK

Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148)
… Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Maide Suresi, 48)

CENNETE YARIŞMAK

Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)
Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)

ALLAH’IN ÜZERİMİZDEKİ NİMETİNİ DÜŞÜNMEK, HATIRLAMAK

Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka Yaratıcı var mı? O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah'tan korkup-sakının. Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler. (Maide Suresi, 11)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece Biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Ahzab Suresi, 9)

DÜNYA HAYATINA ALDANMAMAK

Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. (Fatır Suresi, 5)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)

GECE KURAN OKUMAK

Ey örtüsüne bürünen, az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. (Müzzemmil Suresi, 1-4)

İNSANLARA YANAĞINI ÇEVİRİP BÜYÜKLENMEMEK, BÖBÜRLENEREK YÜRÜMEMEK

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Lokman Suresi, 18)

YÜRÜYÜŞTE ORTA BİR YOL TUTMAK,SESİNDEN EKSİLTMEK

“Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.” (Lokman Suresi, 19)

BİLGİN OLMAYAN ŞEYİN ARDINA DÜŞMEMEK

Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra Suresi, 36)

ANNE-BABAYA İYİ DAVRANMAK

Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge.” (İsra Suresi, 23-24)
 

Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. “Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.” Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 14-15)
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)

ADALETLİ OLMAK
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)

ZANDAN KAÇINMAK, İNSANLARIN GİZLİ YÖNLERİNİ ARAŞTIRMAMAK, DEDİKODU YAPMAMAK

Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
 

İÇKİ İÇMEMEK, KUMAR OYNAMAMAK
Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?... (Maide Suresi, 90-91)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür"… (Bakara Suresi, 219) 

ZİNA ETMEMEK

Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayasızlık’ ve kötü bir yoldur. (İsra Suresi, 32)
Mü’minlere söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır. (Nur Suresi, 30)
Ve onlar ırzlarını koruyanlardır; Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Mü’minun Suresi, 5-7)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)

YETİMİ ÜZMEMEK, DİLENENİ AZARLAMAMAK

Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. (Duha Suresi, 9-10)

İYİLİĞİ EMREDEN VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRAN BİR TOPLULUK BULUNMASI

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

NİKAH, EVLİLİK, BOŞANMA, MAL PAYLAŞIMI, TİCARET, VASİYET, BORÇ VE ÇEŞİTLİ KONULAR

Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz. (Bakara Suresi, 42)
O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 173-174)
Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. Fakat kimin (hangi katilin) lehine, onun (maktulün) kardeşi (varisi veya velisi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varis veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azap vardır. (Bakara Suresi, 178)
Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı). Bundan böyle kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, günahı elbette onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. Bunun yanında, kim, vasiyet edenin haksızlığa eğilim göstereceğinden ya da günaha gireceğinden korkup da ikisinin (tarafların) arasını bulup-düzeltirse, artık ona günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 180-182)
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 183-184)
Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)
Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. (Bakara Suresi, 187)
Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın. (Bakara Suresi, 188)
Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve buna benzer nedenlerle) kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurban(ı gönderin). Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. Kim sizden hasta ise veya başından şikayeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi gerekir). Güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek gerekir). Bulamayana da, hacc’da üç gün, döndüğünüzde yedi (gün) olmak üzere, bunlar, tamı tamına on (gün) oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram’da olmayanlar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır. (Bakara Suresi, 196)
Hacc, bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder (yerine getirir)se, (bilsin ki) haccda kadına yaklaşmak, fısk yapmak ve kavgaya girişmek yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)
Rabbinizden bir fazl istemenizde size sakınca yoktur. Arafat’tan hep birlikte indiğinizde Allah’ı Meş’ar-ı Haram’da anın. O, sizi nasıl doğru yola yöneltip-ilettiyse, siz de O’nu anın. Gerçek şu ki, siz bundan evvel sapmışlardandınız. Sonra insanların (topluca) akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 198-199)
(Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın… (Bakara Suresi, 200)
Hem dünya (konusun)da, hem ahiret (konusunda). Ve sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgun (fesad) çıkaranı ıslah ediciden bilir (ayırt eder). Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara Suresi, 220)
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Bakara Suresi Suresi, 221)
Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (Bakara Suresi, 222)
Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olarak güzel davranışlar) takdim edin. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki elbette O’na kavuşucusunuz. İman edenlere müjde ver. (Bakara Suresi, 223)
Bir de yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 224)
Allah sizi, yeminlerinizdeki 'rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler'den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 225)
Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde eşlerine) dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yok) Eğer boşamada kararlı davranırsa (boşanırlar). Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 226-227)
Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de, aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var. Allah Azizdir. Hakimdir. (Bakara Suresi, 228)
Boşanma iki defadır. (Sonra) Ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir; ancak ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir. (Bakara Suresi 229-230)
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 231)
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 232)
Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 233)
İçinizden ölenlerin (geride) bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler. Bu bekleme süresi dolduğunda, artık onların kendi haklarında maruf (meşru) bir şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah, işlediklerinizden haberi olandır. (Bakara Suresi, 234)
(İddeti bekleyen) Kadınları nikahlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya da böyle bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Sakın bilinen (meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikah bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 235)
Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini tespit etmediğiniz kadınları boşamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 236-237)
İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakanlar, (evlerinden) çıkarılmaksızın, bir yıla kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar). Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların maruf (meşru) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir. (Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz. (Bakara Suresi, 240-242)
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)
Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. Allah'a döneceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır. (Bakara Suresi, 280-281)
Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir katip doğru olarak yazsın, katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer üzerinde hak olan (borçlu), düşük akıllı ya da za'f sahibi veya kendisi yazmaya güç yetiremeyecekse, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden de iki şahid tutun; eğer iki erkek yoksa, şahidlerden rıza göstereceğiniz bir erkek ve biri şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur). Şahidler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu (borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah Katında en adil, şahitlik için en sağlam, şüphelenmemeniz için de en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun. Yazana da, şahide de zarar verilmesin. (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için fısk (zulüm ve günah)tır. Allah'tan sakının. Allah size öğretiyor. Allah herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 282)
Eğer yolculukta iseniz ve katip bulamazsanız, bu durumda alınan rehin (yeter). Şu durumda eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, Rabbi olan Allah'tan sakınsın da emanetini ödesin. Şahidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkardır. Allah, yaptıklarınızı bilendir. (Bakara Suresi, 283)
Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır. (Nisa Suresi, 2-3)
Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak olarak) verin, fakat onlar, gönül hoşluğuyla size ondan bir şeyi bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç huzuruyla yiyin. Allah'ın sizin için (kendileriyle hayatınızı) kaim (geçiminizi sağlamaya destekleyici bir araç) kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin; bunlarla onları rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. Anne ve baba ile akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay vardır; anne ve baba ile akrabanın bıraktıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Bunun azından ve çoğundan farz kılınmış bir pay vardır. (Mirası) Bölüşme sırasında yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. Arkalarında bıraktıkları zayıf çocuklardan dolayı korku duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin. Allah'tan korksunlar ve onlara doğru söz söylesinler. Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa Suresi, 4-10)
Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir’dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah’tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, geride bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları) borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır. Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır. (Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir’de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar. (Bu size) Allah’tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır. (Nisa Suresi, 11-12)
Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahid tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Nisa Suresi, 16)
Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız helal değildir. Apaçık olan ‘çirkin bir hayasızlık’ yapmadıkları sürece, onlara verdiklerinizin bir kısmını gidermeniz (kendinize almanız) için onlara baskı yapmanız da (helal değildir.) Onlarla güzellikle geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa, belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar. (Nisa Suresi, 19)
Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile ondan hiç bir şey almayın. Ona iftira ederek ve apaçık bir günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız? Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize katılmış (birleşerek içli-dışlı olmuş)tınız. Onlar sizden kesin bir güvence (kuvvetli bir ahid) de almışlardı. (Nisa Suresi, 20-21)
Kadınlardan babalarınızın nikahladıklarını nikahlamayın. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Çünkü bu, 'çirkin bir hayasızlık' ve 'öfke duyulan bir iğrençliktir.' Ne kötü bir yoldu o!.. Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi biraraya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Sağ ellerinizin malik olduğu (cariyeler) dışındaki kadınlardan 'evli ve özgür' olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında kalanı iffetlerini koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla (mehir vererek) evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan hangi şeyle (veya ne kadar) yararlandıysanız, onlara ücret (mehir)lerini tespit edildiği miktarıyla ödeyin. Miktarın tespitinden sonra, karşılıklı hoşnut olduğunuz bir şey konusunda üstünüze bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. İçinizden özgür mü'min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın.) Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 22-26)
Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız 'nedenler ve yollarla’ (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, Biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır. (Nisa Suresi, 29-30)
Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir. Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, herşeye şahid olandır. Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, büyüktür. (Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır. (Nisa Suresi, 32-35)
Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (Hacet yerinden) gelmişseniz yahud kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nisa Suresi, 43)
Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur. Kim bir günah kazanırsa, o ancak kendi nefsi aleyhinde onu kazanmıştır. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir. (Nisa Suresi, 110-112)
Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: "Onlara ilişkin fetvayı size Allah veriyor. (Bu fetva,) Kendilerine yazılan (hakları veya miras)ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konusunda size kitapta okunmakta olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir. (Nisa Suresi, 127)
Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan veya ondan yüz çevirip uzaklaşmasından korkarsa, barış ile aralarını bulup düzeltmekte ikisi için sakınca yoktur. Barış daha hayırlıdır. Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. Kadınlar arasında adaleti sağlamaya -ne kadar özen gösterseniz de- güç yetiremezsiniz. Öyleyse, büsbütün (birine) eğilim (sevgi ve ilgi) gösterip de öbürünü askıdaymış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Eğer ikisi ayrılacak olurlarsa, Allah her birine 'genişlik (rızık ve ihsan) kaynaklarından' kazandırır (ihtiyaçlardan korur.) Allah, (rahmetiyle) geniş olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 128-130)
Ey iman edenler, mü’minleri bırakıp kafirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz? (Nisa Suresi, 144)
Senden fetva isterler. De ki: “Allah, ‘çocuksuz ve babasız olanın (kelale’nin)’ mirasına ilişkin hükmü açıklar. Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, her şeyi bilendir. (Nisa Suresi, 176)
Ey iman edenler, akitleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymaksızın ve size okunacaklar dışta tutulmak üzere, hayvanlar size helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediği hükmü verir. Ey iman edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan ay’a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 1-2)
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 4-5)
Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (Hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)
… Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur…(Maide Suresi, 32)
Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. (Maide Suresi, 51)
Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kafirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup-sakının. Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Maide Suresi, 57-58)
Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden’ dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkan) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 89)
Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Maide Suresi, 92)
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) dedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 93)
Ey iman edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) Kendisi'nden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acı bir azap vardır. (Maide Suresi, 94)
Ey iman edenler, siz ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden kim onu kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse, cezası, hayvandan öldürdüğünün bir benzeridir. Buna da, Kabe’ye ulaşmış bir kurbanlık olarak içinizden adalet sahibi iki kişi hükmedecektir. Veya yoksulları doyurmak veya onun dengi oruç tutmak olan bir keffaret vardır. Böylelikle işlediğinin vebalini tadmış olsun. Allah geçmişte olanı bağışladı. Ama kim tekrarlarsa, Allah ondan öc alacaktır. Allah üstün ve güçlü olandır, öc sahibidir. (Maide Suresi, 95)
Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal kılındı. İhramlı olduğunuz sürece kara avı ise size haram kılınmıştır. O'na (götürülüp) toplanacağınız Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 96)
Ey iman edenler, sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, vasiyet hazırlanışında, aranızda içinizden adaletli iki kişiyi (şahid tutun.) Veya yolculukta olup size ölüm musibeti gelip çatarsa, sizden olmayan başka iki kişiyi (şahid tutun. İkisini) Şayet kuşkulanacak olursanız namazdan sonra alıkoyarsınız, onlar da (size): “Akraba dahi olsa onu (yeminimizi) hiç bir değere değiştirmeyeceğiz ve Allah’ın şahidliğini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz.” diye Allah adına yemin etsinler. Eğer o ikisi aleyhinde kesin olarak günahı hak ettiklerine ilişkin bilgi sahibi olunursa, bu durumda haksızlığa uğrayanlardan iki kişi -ki bunlar buna daha hak sahibidirler- öbürlerinin yerine geçerler ve: “Bizim şehadetimiz o ikisinin şehadetinden şüphesiz daha doğrudur. Biz haddi aşmadık, yoksa gerçekten zulmedenlerden oluruz” diye Allah’a yemin ederler. Bu, gerektiği gibi şahidliği yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının ve dinleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. (Maide Suresi, 106-108)
Kendi eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektir. Beşinci (yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerdense, Allah'ın lanetinin muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dir. Onun (kadının) da dört kere Allah adına (yeminle) onun (kocasının) hiç şüphesiz yalan söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmesi kendisinden cezayı uzaklaştırır. Beşinci (yemini) ise, eğer o (kocası) doğru söylüyor ise, Allah'ın gazabının muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dır. Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azap dokunurdu. O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 6-16)
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi, 19)
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap vardır. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır. O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur Suresi, 22-25)
Mü’minlere söyle: “Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdârdır. Mü’min kadınlara da söyle: “Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz.” (Nur Suresi, 30-31)
İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nimet sahibi)dir, bilendir. (Nur Suresi, 32)
Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah onları Kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe yapın. Ve Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorlarsa- cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 33)
Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nur Suresi, 58)
Sizden olan çocuklar, erginlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi, bundan böyle izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Kadınlardan evliliği ummayıp da oturmakta olanlar, süslerini açığa vurmaksızın (dış) elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir sakınca yoktur. Yine de iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 59-60)
Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız. (Nur Suresi, 61)
Ey Peygamber, kadınları boşadığınız zaman, iddetleri süresinde (temizlendiklerinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak açık 'çirkin bir hayasızlık' göstermeleri durumu başka. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun arkasından bir iş (durum) oluşturur. Sonra (üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları maruf (bilinen güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid tutun. Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir…(Talak Suresi, 1-2)
Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye düşecek olursanız (bilin ki)- üç aydır. Hamile kadınların bekleme-süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile biter)…(Talak Suresi, 4)
(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara 'darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla' zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam'a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir. Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 6-7)
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakablarla’ çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)
Kendileri için bir takım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (kurban adarken) Allah’ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun. (Hac Suresi, 28)
Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşmayın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (Tevbe Suresi, 36)
Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. (Nahl Suresi, 91)
Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup-çözen (kadın) gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır. (Nahl Suresi, 92)
Yeminlerinizi kendi aranızda, bir bozuculuk unsuru edinmeyin; sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah’ın yolundan alıkoyduğunuz için kötülüğü tadarsınız. (Ayrıca) Büyük azab da sizin içindir. (Nahl Suresi, 94)
Allah’ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır. (Nahl Suresi, 95)
Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. (Hucurat Suresi, 9)
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (A’raf Suresi, 199)
Ey iman edenler, mü’min kadınları nikahlayıp sonra onlara dokunmadan boşarsanız, bu durumda sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. Artık (hemen) onları yararlandırın (onlara yetecek bir miktar verin) ve güzel bir salma tarzıyla onları salıverin. (Ahzab Suresi, 49)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah’a tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir ceza ile’ karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)
Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 33)
Ayetlerimiz konusunda ‘alaylı tartışmalara dalanlar:’ -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (En’am Suresi, 68)
Eğer O’nun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah’ın ismi anılanlardan yiyin. (En’am Suresi, 118)
Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısk’tır (yoldan çıkıştır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlarla itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. (En’am Suresi, 121)
De ki: “Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.” (En’am Suresi, 151)
İşte böyle; kim Allah’ın haram kıldıklarını (gözetip hükümlerini) yüceltirse, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Size (haklarında yasaklar) okunanlar dışındaki hayvanlar helal kılındı. Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. (Hac Suresi, 30)
Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.” (Kasas Suresi, 76)
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 23)
Bir de yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah’ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır. (Enfal Suresi, 47)
Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. (Hucurat Suresi, 2)
Ey iman edenler, size meclislerde “Yer açın” dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: “Kalkın” denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır. (Mücadele Suresi, 11)
Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir. Saklanmış-korunmuş bir kitapta (yazılı)dır. Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Alemlerin Rabbinden indirilmedir. (Vakıa Suresi, 77-80)
Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)
Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbinize icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)
Ey iman edenler, eğer imana karşı inkarı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir. (Tevbe Suresi, 23)
Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının. (Mücadele Suresi, 9)
Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tegabün Suresi, 14)
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size biz rızık veririz. Şüphesiz, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah)dır. (İsra Suresi, 31)
"İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." (Şuara Suresi, 83)











PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN HAYATINDAN GÜZEL ÖRNEKLER



Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

İslamiyet'in iki temel kaynağı vardır: Kuran ve sünnet. Bunlar et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz iki temel konudur. Birini birinden ayırırsak dinin gerçek anlamını kavrayamayız.
Müminin ahiretteki gerçek mutluluğu yakalaması için İslam'ın bu iki kaynağını çok iyi anlayıp, eksiksiz olarak uygulaması gerekir. Kuran'ın ahlakı ile ahlaklanmış olan Peygamberimiz (sav)'in uygulamaları bizim için adeta Kuran'ın canlı bir yorumudur.
Resulullah (sav) bir hadisinde, "Ümmetimin fesad zamanında, unutulmuş sünnetlerimden birini ihya edene yüz şehid sevabı verilir." (İbn-i Mace) buyuruyor. Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği zaman yaklaşmış görünmektedir. Vadedilen bu güzel karşılığa layık olabilmek için tüm Müslümanların Peygamberimiz (sav)'in sünnetine sarılmaları son derece önemlidir.
Resulullah (sav)'ın üstün ahlakı ve uygulamaları, günlük hayatın düzenlenmesinde müminler için en güzel örnektir. Peygamber Efendimiz (sav)'in her davranışı Allah (cc)'ın koruması altındadır.


Peygamberimiz (sav)'in Güzel Ahlakı

Allah (cc), Kuran-ı Kerim'de Peygamberimiz (sav)'e "Ve şüphesiz sen pek büyük bir ahlak üzerindesin." (Kalem Suresi, 4) buyurmuştur. Resul-ü Ekrem (sav) bir hadisinde, "Ben ancak ahlak faziletlerini tamamlamak için gönderildim." (Beyhaki) buyurarak, yaşantısının, her müminin uygulaması gereken örneklerle dolu olduğunu bildirmiştir.
Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulullah Efendimiz (sav), İslam dinini anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O'nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hanımı Hz. Ayşe, Resulullah (sav)'ın güzel ahlakını şöyle anlatıyor:
"Çirkin söz söylemezdi. Haya, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder bağışlardı." (Ebu Davud)
Hz. Ayşe'nin Peygamberimiz (sav)'in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O'nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir:
"Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldır" Cevap verdi: "Resulullah'ın ahlakı... Mü'minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah'ın Resulü'nün ahlakı böyle idi" dedi. (Buhari)
Resulullah (sav), "En hayırlınız, ahlakça en güzel olanınızdır." buyurarak, bunun her mümin için ulaşılması gereken bir hedef olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, mümin nefsindeki tüm kötülüklerden sakınıp bu ahlaka ulaşmak için çaba harcamalıdır.
Su, buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir; sirke balı bozduğu gibi kötü ahlak da ameli bozar. (Taberani)
Benim Katımda en sevimliniz, ahlakça en güzel olanınız ve etrafındakilerle hoş geçineninizdir ki, onlar herkesi sever ve herkes de onları sever. Benim Katımda en sevimsiziniz dedikodu yapan, dostların arasını açan ve tertemiz kimselerde kusur arayanlardır. (Bezzar)
Allah Katında kötü ahlaktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlak sahibi, bir günahtan çıkmadan diğerine düşer. (Isbahani)
Kul, ibadeti az olduğu halde, güzel ahlakıyla ahiretin yüksek derecelerine ve şerefli mevkilerine ulaşabilir. Ahlakı kötü olanlar da cehennemin alt tabakasına varırlar. (Taberani)
Bir mümin güzel ahlakıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin seviyesine yetişir. (Ebu Davud)
Kıyamet günü mizana konan iyiliklerin en ağırı takva ve güzel ahlaktır. (Ebu Davud)
Resulullah Efendimiz (sav), namaza başlamadan şu duayı ederdi:
"Allah'ım bana güzel ahlak ihsan eyle, zira senden başka kimse güzel ahlak ihsan edemez. Allah'ım beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır." (Müslim)


Affedici Olmanın Fazileti

Kuran-ı Kerim'de, "... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" (Teğabün Suresi, 14) buyrulmuştur. Özellikle müminlerin kendi aralarında hoşgörülü ve affedici olmaya çok dikkat etmeleri gerekir.
Resulullah Efendimiz (sav) affedici olmanın fazileti üzerinde özellikle durmuş, bunun müminler arasında kardeşlik duygularının gelişmesinde vesile olacağını söylemiştir. O'nun örnek alınacak davranışlarından birisi de, şahsi sebeplerden dolayı kimseye kin tutmaması ve düşmanı bile olsa sürekli olarak affetme yoluna gitmesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Alçak gönüllülük insana yükseklikten başka bir şey artırmaz. Alçak gönüllü olun ki Allah sizi yükseltsin. Af ve bağışlanma insanın ancak şerefini yükseltir. Affediniz ki Allah sizi izzetlendirsin." (Isfahani)
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından vazgeçmeleri gerekir. Kin tutmak ve intikam almak gibi düşüncelerin müminler arasında yeri yoktur. Affedici olmak ahirette müminin derecesini artırır ve dünya hayatında tesanüd duygularının gelişmesine vesile olur. Allah (cc) Resulü (sav) şöyle buyuruyor:
"Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 317)
Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere. (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 70/10)
Ticaretin Teşvik Edilmesi ve Doğruluğun
Fazileti
Büyük İslam alimleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin hususiyetlerinin başında, herkesçe kabul edilen 'doğruluğunu' örnek gösterirler. O'nun bu özelliği sadece Müslümanlar tarafından değil, Mekkeli müşrikler tarafından da kabul görmüş bir gerçektir.
İslamiyet'in doğuşu ile birlikte Peygamberimiz (sav) bütün insanları, hayatlarının her anında dürüst olmaya çağırmıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki tavsiyelerine ilişkin hadislerinden bazıları şöyledir:
"Doğruluğa yapışın zira doğruluk iyiliğe götürür. Doğruluk ve iyilik sahipleri cennettedir. Yalandan kaçının, zira yalan söyleyenler ve kötülük edenler cehennemdedir." (Taberani)
"Doğruluğu iltizam edin (gerekli görün). Çünkü doğruluk hayra götürür. Kişi doğru söyleyip doğruluğu araştıra araştıra Allah Katında doğrucu yazılır. Yalandan sakının. Çünkü yalan sapıklığa götürür. Şüphesiz sapıklık da cehenneme götürür." (Müslim)
Peygamber Efendimiz (sav), "Ticarete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettendir." (Garibü'l Hadis) buyurmuşlardır. Resulullah (sav)'ın, ticaretle uğraşanların doğruluğa büyük önem vermeleri konusunda sayısız hadisleri vardır. Bir hadis-i şerifte dürüst tüccarın ahirette şehitlerle beraber olacağı müjdelenmiştir. Doğruluğa önem vermeyenlerin ise dünyada ve ahirette akılalmaz zorluklarla karşılaşacakları haber verilmiştir. Resulullah Efendimiz (sav)'in ticaretin önemine ve dürüst bir şekilde yapılmasına dair bir çok hadisi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Ticaretle uğraşanlar kıyamet gününde günahkar olarak dirilecekler. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğru olanlar müstesna." (Tirmizi)
"Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A'la'nın gölgesi altındadır." (Isbahani)
"Malın ayıbını ve fiyatını gizlediler ve yalan söyledilerse, belki karları olur fakat alışverişin bereketini mahvederler. Yalan yemin malı sattırır fakat kazancı mahveder." (Buhari)
"Malını satışa arzeden rızka erer, pahalanması için saklayıp bekletenler Allah'ın lanetine uğrar." (Müslim)
"Alışverişte yemin, malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine sebeptir." (Müslim)
Müslümanların, ticaretle uğraşırken günlük ibadetlerini ve kulluk vazifelerini ihmal etmemeleri önemlidir. Böyle yaparlarsa dünyadaki nimetleri elde etmeye çalışırken ahiretlerini tehlikeye atmış olurlar. Peygamberimiz (sav) bu konu ile ilgili şöyle buyurmuştur:
"Bana mal topla ve tüccar ol diye vahyolunmadı. Fakat bana Rabbini tesbih et, secde edenlerden ol ve ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eyle diye vahyolundu." (İbn Merdeveyh)
"Bir malın kusurunu söylemeden satmak hiç kimseye helal olmaz. Malın bu kusurunu bilene de onu söylememek helal olmaz." (Beyhaki)
Müminin Allah (cc)'ın emirlerine riayet ederek yaptığı tüm işler ibadet hükmündedir.
Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde Müslüman tüccarlar, ticaret için Filipinler'e kadar gitmişler ve oradaki insanlara da Allah (cc)'ın dinini tebliğ etmişlerdir. Şu anda o bölgede yaşayan Müslümanlar o günlerde Müslüman tüccarlardan etkilenerek İslam dinini seçen insanların torunlarıdır. Bu örnekten de kesin olarak anlaşıldığı gibi, insanlar Allah (cc)'a olan kulluk vazifelerini unutmadıkça hangi konumda olurlarsa olsunlar İslam dinine faydalı olabilirler.
"Kişinin yediği yemeğin en helali, el emeği ve meşru alışverişten elde ettiği kazançtır." (Ahmed)


Cömertliğin Fazileti

Müslümana yakışan en güzel davranış, zenginliğe sahip olmadığı zaman sabretmesi, bir servet sahibi olduğu zaman ise bunu Allah (cc) yolunda en güzel şekilde kullanmasıdır. Şeytanın hilelerine kanıp, gelecek endişesi ile cimrilik edenleri Allah (cc) şöyle uyarmıştır:

"Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır." (Al-i İmran Suresi, 180)

Cömertlik ve israf konusundaki ayrımı Resulullah Efendimiz (sav) çok güzel açıklamıştır. Resulullah Efendimiz (sav), kendisinden bir şey isteyenlere 'Hayır' demez, mutlaka isteklerini gerçekleştirmeye çalışırdı. Bir hadiste Resulullah (sav)'ın ihtiyaç sahibine, kendi adına borçlanmasını tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.
Hz. Ali (r.a.) Peygamberimiz (sav)'in cömertliğini şöyle anlatıyor:
"O insanların en çok eli açık olanı, sıkıntılara göğüs germe bakımından göğsü en geniş olanı, en doğru sözlüsü, üzerine aldığı işi en güzel şekilde yerine getireni idi. O, en güzel ve yumuşak tabiatlı olup kabile ve akrabasına en çok ikramda bulunan bir kişi idi. O'nu ilk gören O'nun heybetinin tesiri altında kalır, sohbetinde bulunanlar ise O'nu çok severlerdi. O'ndan bir şey istendiğinde varsa verir, bulma imkanı varsa bulmaya çalışırdı." (Buhari)
Resulullah (sav)'ın cömertlikle ilgili güzel sözlerinden bazıları şöyledir:
"Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlakı sever, kötü ahlakı sevmez." (Haraiti)
"Cömertlik cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmıştır. Her kim onun dalına yapışırsa o dal onu çeker cennete götürür." (İbn Hıbban, Zu'afa)
"Allahu Teala bütün velileri cömert ve güzel ahlaklı kılmıştır." (Dare Kutni)
"İki haslet vardır ki Allahu Teala onları sever ve iki haslete de buğz eder. Sevdiği hasletler; cömertlik ve güzel ahlaktır. Sevmediği iki huy ise, cimrilik ve kötü huydur." (Deylemi)
"Bol yedirmek, herkese selam vermek ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren sebeplerdendir. Allahu Teala'nın birtakım kulları vardır. Onlara kamu yararına harcanmak üzere servet verilmiştir. Bunlardan cimrilik eden olursa onlardan alır ve başkasına verir." (Taberani)
"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, cennete yakın, ve cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzak, insanlardan uzak, cennetten uzak fakat cehenneme yakındır." (Tirmizi)


Yardımlaşmanın Fazileti

Peygamberimiz (sav)'in hayatında yardımlaşmanın çok büyük yeri vardır. Peygamberimiz (sav), yapılan yardımların en güzelinin gizli yardımlar olduğunu bildirmektedir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Ben Allah'tan korkarım diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşalan kimsedir." (Müslim)
Şeytan infak etmekten alıkoymak için insanları gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu olarak onları cimriliğe sürükler. Peygamberimiz (sav) ise bunun mümin için büyük bir tehlike olduğunu bildirmiştir:
"Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." (Müslim)
"Her kim borçlu olan bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa, Allah o kimseyi arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesi ile gölgelendirir." (Müslim)
"Zekat vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur." (Buhari)


Tevazunun Fazileti, Kibirli Olmanın Sakıncaları

Peygamber Efendimiz (sav) insanlığın en üstün seviyesinde bulunuyordu. O'nun hayatındaki tevazu örnekleri bütün sahabeye örnek olmuştur.
Hac mevsimi geldiğinde herkes gibi deve üzerinde hacceder, merkep üzerinde seyahat eder, hastaları ziyaret eder, zengin fakir ayırmadan herkesin cenazesine katılır, kölelerin bile yemek davetlerine icabet ederdi. Ayakkabısını tamir ettiği, elbisesini yamadığı görülmüştür. Yolda oynayan çocukları gördüğünde yanlarına uğrar ve onlara selam verirdi.
Resulullah Efendimiz (sav)'in en yakın arkadaşı ilk halife Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in şu ünlü sözleri, onun tevazu yönünden Peygamber Efendimiz (sav)'i örnek aldığını göstermektedir.
"Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde başa getirildim. Fakat Kuran inmiştir ve Resulullah'ın sünneti ortadadır. Ben olsa olsa O'nun takipçisiyim. Yoksa yeni bir çığır açacak değilim. Eğer güzel yaparsam bana yardımcı olunuz. Eğer yoldan saparsam beni düzeltiniz. Sözlerime kendim ve sizler için istiğfar ederek son veriyorum." (Mevaziu's-Sahabe, s.17)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Allah için bir derece tevazu eden kimseyi Allah bir derece yükseltir. Öyle ki onu Firdevs cennetinin en yüksek yerine ulaştırır. Allah'a karşı bir derece kibir gösteren kimseyi Allah alçaltır. Hatta onu cehennemin en alçak derecesine indirir. Eğer sizden biriniz kapısı ve penceresi olmayan sert bir kayanın içerisinde gizli bir şey yaparsa, gizlediği şey ne olursa olsun Allah onu ortaya çıkarır." (İbn-i Mace)
Resulullah (sav) bir sohbet sırasında, "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete girmeyecektir buyurdu." Bir adam dedi ki; "Ya Resulullah insan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister." Peygamberimiz şöyle cevap verdi. "Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı inkar etmek ve insanları küçük görmektir." (Müslim, Tirmizi)
"Müslüman kardeşine karşı tevazu eden kimseyi Allah yüceltir. Ve ona karşı üstünlük gösteren kimseyi ise alçaltır." (Taberani)
Hazreti Peygamber (sav), kim olursa olsun, kendisini çağıran kimseye "Buyurun" diye cevap verirdi. Bir meclise girdiği zaman herkese karşı sevgi ve tevazudan onların sohbetlerine iştirak eder; ahiretten konuşurlarsa ahiretten, yemekten konuşurlarsa yemekten, dünya ile ilgili hususatı konuşuyorlarsa bu yönden onların sohbetlerine katılırdı. Sohbetlerine gülümsemeyle karşılık verir, sakıncalı olabilecek bir konuya girmedikleri takdirde müdahale etmezdi.
Resulullah (sav) karşısındaki mümin kim olursa olsun farklı muamele yapmaz, herkese aynı oranda saygı gösterirdi.
Resulullah musafaha ettiği şahıs elini bırakmadıkça bırakmazdı. Karşısındaki yüzünü çevirmeden o yüzünü çevirmezdi. (İbn-i Mace)
Peygamber'in kulağına eğilip bir şey söyleyen herhangi bir kimseden başını, o adam başını çekmeden çekmezdi. Elini tuttuğu bir adam kendi elini onun elinden çekmedikçe Peygamberimiz de çekmezdi. Bırakmadıkça o da bırakmazdı. (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse ise cennete giremez." (Müslim, İman, 147, 148, 149; Ebû Dâvud, Libâs, 26; Tirmizi, Birr, 610; İbn Mâce Mukaddime, 9; Zühd, 16)
"Kibirli ve kendinden olmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez." (Ebu Davud)
"Cehenneme girecek ilk üç kimse şunlardır: Zalim idareci, zekat vermeyen zengin, böbürlenen kibirli fakirdir." (Buhari)
"Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek, insanları hor görmektir." (Müslim)
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allah yüzükoyun cehenneme atar." (Ahmed-Beyhaki)
Peygamber Efendimiz vakarlı konuşurdu fakat yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Hiç kimsenin kalbini kırmamış ve kimsenin duygularını incitmemişti.
Enes b. Malik Peygamberimiz (sav)'in bu konuda en güzel örnek olduğunu şöyle anlatıyor: "On yıl Resulullah'ın hizmetinde bulundum. Hiçbir zaman yaptığım ve yapmadığım şeyden dolayı beni azarlamadı." (Buhari)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Böbürlenen mütekebbirler kıyamet günü zerreler gibi ayaklar altında haşrolunurlar. Her küçük onların üstünde ve daha büyüktür. Sonra boles adında cehennemin bir zindanına atılırlar. Cehennem ateşi onları kaplar. Cehennem halkının yanıp eriyen cesetlerinden sulanırlar." (Tirmizi)
"Allahu Teala affedenin ancak izzet ve şerefini arttırdığı gibi, tevazu göstereni de yüceltir." (Müslim)
"Allah, bana, birbirinize karşı mütevazi olmanızı, hiç kimseye karşı iftihar etmemenizi, hiç kimsenin hiç kimseye karşı haddi aşmamasını vahyetti." (Müslim)
"Cenab-ı Hak, kendisi için tevazu gösteren kimseyi mutlaka yükseltir." (Müslim)


Emanete Riayet Konusu

Kuran'da emanete riayet konusu müminlerin en önemli özellikleri arasında gösterilmiştir.
Bir ayette, "...Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir." (Mü'minun Suresi, 8) buyurulmaktadır. Müminlerin, özellikle verilen söze sadık olmaları ve emanete riayete çok dikkat etmeleri ve bu konularda diğer insanlara örnek olmaları Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerindendir.
Hz. Ali (ra), Peygamberimiz (sav)'in bir sahabe ile şöyle bir konuşmasına şahit olduğunu şöyle naklediyor:
"Ya Resulullah bu dinde en zor ve en kolay olan şeyleri bana söyler misin?" dedi. Peygamberimiz de ona şöyle karşılık verdi:
"En kolayı, Allah'tan başka İlah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, en zoru ise emanettir. Çünkü emanet konusunda titiz olmayanın dini yoktur. Onun ne kıldığı namaz kabul olunur nede verdiği zekat." (Bezzar)
"... Konuşurken yalan söylemeyin, vaadinizden caymayın, size bir şey emanet edilince ona hıyanet etmeyin..." (Beyhaki)
"Abdesti olmayanın namazı olmayacağı gibi emanete hıyanet edenin (kamil) imanı yoktur." (Taberani)
"Münafıkın alameti üçtür. Konuşunca yalan söyler, vaadinden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder." (Buhari, Müslim)
Allah (cc) Nahl Suresi'ndeki bir ayette emanetler konusunda şöyle buyurmaktadır:

"Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı bilir." (Nahl Suresi, 91)


Allah (cc)'ı Anmanın Fazileti

Bütün ibadetlerin özü ve aslı Allahu Teala (cc)'yı anmak ve O'nu hatırlamaktır. Allah (cc)'ın bize farz kıldığı ibadetlerin tümünün özünde Allah (cc)'ın daha iyi bir şekilde anılması vardır.
Zira Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur.
"Başka gölge bulunmayan kıyamet gününde Allah yedi sınıf insanı kendi gölgeliğinde gölgelendirir. Bunlardan birisi kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı zikredip Allah korkusundan gözleri yaşaran kimsedir." (Buhari-Müslim)
Yine başka bir hadiste "Lailahe İllallah" kelimesini zikretmenin faziletini Resulullah (sav) şöyle açıklıyor:
"Kulun yaptığı her iyilik kıyamet günü teraziye konur. Yalnız "Lailahe İllallah" kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi kat gökten, yerden ve onun içindekilerden ağır gelir." (Taberani)
Peygamberimiz (sav), şu veya bu şekilde daima zikirle meşguldü. Allah (cc)'la birlikte olmanın en iyi yolunun O'nu zikretmek olduğunu söylerdi. Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler..." (Al-i İmran Suresi, 191)

"Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara, için için zikret..." (A'raf Suresi, 205)

Peygamberimiz (sav), Allah (cc)'ı zikretme konusunda Kuran'daki bu uyarıları kendi hayatında mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Hadis rivayetlerinde, otururken, ayaktayken, yürürken, yerken, uykudan evvel, abdest alırken, elbiselerini giyerken, yolculuğa çıkarken, mescide girerken, kısacası bütün durumlarda Allah (cc)'ı anmayı ihmal etmezdi.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
"Allahu Teala dedi ki: Kullarım Beni zikredip, dudaklarını Benim için kıpırdattığı müddetçe Ben kulumla beraberim. Kulum tenha bir yerde Beni zikrederse, Ben de onu kendi Zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, Ben de onun bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim, yani isteklerine süratle icabet ederim." (Buhari)
"Amellerinizin en hayırlısını, Allah Katında en makbulünü ve derecelerinizi en çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli, düşman karşısında ölmekten ya da öldürülmekten daha hayırlısını size bildireyim mi? Daima Allah'ı zikretmenizdir." (Tirmizi)


Müminler Arasındaki Bağlılığın Fazileti

Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 139)

Başka bir ayette ise müminlerin birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamalarından bahsedilmektedir. (Saff Suresi, 4) Müminlerin diğer insanlardan en büyük farkları birbirlerine olan güvenleri, fedakarlıkları ve bağlılıklarıdır. Bu erdemleri müminlerden ayrı yaşamaya çalışanlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir hüsranla karşılaşacaklardır. Nitekim Resulullah Efendimiz (sav) bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:
"Kim cemaat(imiz)den bir karış uzaklaşırsa kendini dine bağlayan İslam bağını boynundan çıkarıp atmış olur." (Ebu Davud)
"Bir Müslümanın, Müslüman kardeşine üç günden fazla küsmesi helal değildir. Bu kişilerden hayırlı olanı birbirlerini gördüklerinde önce selam verenidir." (Buhari)
Müminlerin bağlılıklarının bir göstergesi de Müslüman kardeşinin hatalarını açığa vurmamalarıdır. Bir mümin başka bir Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurup onu diğer insanların gözünde küçük düşüreceği yerde, kendisine hatalarını söyleyerek düzelmesine yardımcı olur. Bu, gerçek müminlere yakışan bir davranıştır.
Resulullah (sav)'ın şu sözleri bunu doğrular niteliktedir:
"Kim bir ayıp görür de örterse diri diri toprağa gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur." (Ebu Davud)
"Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da kıyamette onun ayıbını örter." (Müslim)
Müminler sevdiği insanı sadece Allah (cc) rızası için sevmelidir. Bunun dışında heva ve heves doğrultusunda gerçekleşen bir sevgi anlayışı Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olmaz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki:
Kıyamet günü Allah şöyle seslenecektir; "Nerede Benim rızam için sevenler? Onları Benim gölgemden başka hiç bir gölgenin olmadığı bu günde arşın gölgesinde gölgelendireceğim." (Müslim)
"Kim imanın zevki ve tatlılığı ile ferahlamak isterse, sevdiğini sırf Allah rızası için sevsin." (Hakim)
"İmanı kamil olan, sevdiği kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil sırf Allah rızası için sever. Gerçek iman budur." (Taberani)
"Bir adam, birini Allah için sever de ona; seni Allah için seviyorum derse ikisi de cennete girerler. Sevenin ise derecesi daha yüksektir." (Bezzar)
"Resulullah bir sohbet sırasında şöyle buyurdu: "Ey insanlar dikkatle dinleyin, dediklerimi iyi anlayın. Allah'ın öyle kulları var ki, Peygamber değiller, şehid de değiller, fakat onların Allah'a yakınlıklarına ve yüce mevkilerine peygamberler ve şehidler imrenirler." Cemaatten bir kişi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle bir soru sorar. "Ya Resulullah! Peygamber ve şehid olmadıkları halde Allah Katındaki mevkilerine peygamberlerin ve şehidlerin gıpta ettikleri insanlar nasıl kimselerdir?" Peygamberimiz bu soruya şöyle cevap verir. "Onlar kimsenin önemsemediği, gösteriş yapmayan kimselerdir. Akraba olmadıkları halde bir araya gelen, birbirlerine karşı kalpleri tertemiz, din uğrunda birleşip kaynaşan kimselerdir. Kıyamet günü, Allah'ın onlar için, halkettiği (yarattığı) nurdan minderler üzerinde otururlar. Allah onlara nurdan elbiseler halkeder, yüzlerini nurlandırır. O gün herkes korku ve heyecan içindeyken, Allah'ın o veli kulları ne korkar ne üzülürler." (Ahmed)
"Cennette yakut sütunların üzerinde halkedilmiş yeşil zümrütten odalar vardır. Yıldızlar gibi parlayan kapıları açıktır" dedi. "O odada kimler kalacak?" diye sorulunca, "Allah rızası için bir araya gelerek yardımlaşan ve kaynaşan kimseler kalacak diye buyurdu."(Bezzar)
"Siz mümin olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam mümin sayılmazsınız." (Müslim)
"Kim Allah için yardım eder, Allah için yardımı keser, Allah için sever, Allah için evlenir ve evlenenlere yardım ederse, o zaman imanı kemale erer." (Tirmizi)
"Hep müminlerle arkadaşlık yap, yemeğini takva sahibi müminlere yedir." (İbn-i Hıbban)
Hz. Ali (r.a.): "Üç şey gerçektir ve şüphe götürmez; Allah, İslam'dan nasibini alıp yararlı iş yapanı, İslam'dan nasibini almayan gafiller gibi kılmaz. Allah, kendisine itaat ederek yaklaşan kulunu başkasına kul etmez. Kişi kimi severse, mutlaka ahirette onunla haşrolunur." buyurdu.
"Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücud gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa, sair azaları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur." (Buhari)
Allah Kuran'da müminlerin birbirlerine bağlılığının önemi hakkında şöyle buyurmaktadır:

Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 55-56)


Başkasına Zarar Vermemek, Zarar Verene
Mani Olmak

Müminler, çevrelerindeki insanlara zarar vermedikleri gibi zarar verenlere de engel olmaya çalışan kişilerdir. Bu nedenle de devamlı olarak yaşadıkları toplumdaki diğer insanlara hareketleri, sözleri ve güzel ahlaklarıyla örnek olurlar. Allah (cc), Kuran'da bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)

Resulullah Efendimiz (sav)'in hayatında da bu konuda sayısız örnek vardır. Başkasına zarar vermemek konusunda Peygamber Efendimiz (sav)'in bazı sözleri şunlardır:
"Bir Müslümana zarar verene Allah da zarar verir, meşakkat verene Allah da meşakkat verir." (Tirmizi)
"Şüphesiz ki Allah, dünyada insanlara azap edenlere azap edecektir." (Ebu Davud)

"Bir kötülük yapıldığını gören kimse onu eliyle değiştirsin. Şayet buna gücü yetmiyorsa diliyle mani olsun. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıfıdır." (Buhari-Müslim)


Riya ve şirkin Zararı

Riya, ibadet ve hayır işleri sırasında, bu ibadeti yapan kişinin Allah (cc)'ın rızasından çok insanların rızasını aramasıdır. İbadet ve hayırlar yalnızca Allah (cc) rızası için yapıldığında makbuldür. Böyle bir maksat dışında yapılanlar makbul olmayabilir, hatta gizli şirk olabilir. Kuran'da da riyakarlığın, münafık ahlakına ait bir alamet olduğu bildirilmiştir:

"Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar." (Nisa Suresi, 142)

Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Allah tüm insanları ve cinleri kıyamet günü topladığı zaman bir çağırıcı, 'Kim Allah rızası için işlediği bir ibadete Allah dışında başka birisinin rızasını ortak etti ise, sevabını da ondan talep etsin. Çünkü Allah'ın ortağa ihtiyacı yoktur', diyecektir."
"Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah'a ortak koşma suçu işlemeleridir. Bilmiş olunuz ki şüphesiz onlar Güneş'e, yıldıza, Ay'a tapıyor diyecek değilim. Fakat birtakım ibadetlerini Allah'tan başkası için işleyecekler ve gizli şehvet arzulayacaklardır." (İbn-i Mace)
"Kim ibadetlerinde riyakarlık ederse, Allah onun riyakarlığının cezasını verir. Kim ibadetlerini gösteriş için halka işittirirse, Allah onun niyetini halka işittirir." (İbn-i Mace)


Dünya Hayatının Geçiciliği

Şeytanın en büyük hilelerinden biri insanlara, dünya hayatını ve buradaki nimetleri hiç sona ermeyecek gibi göstermesidir. Müminlerin şeytanın bu hilesi karşısında çok dikkatli olmaları gerekir. Allah (cc) Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

"Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (En'am Suresi 32)

Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konudaki hadislerinden bazıları ise şöyledir:
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyuruyor: "Ey Allah'ın kulları! Siz bu dünyadan göçenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra sesleri kesildi ve tamamen duyulmaz oldu. Cesetleri çürüdü, yurtları bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem saraylarını, konforlarını ve atlastan dokunmuş yataklarını yastıklarını üzeri taşlarla örtülü, toprak yığılı viranelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar, sakinleri gariptir. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin ve birbirleriyle samimi olmayanların arasındadırlar.
"Sizin ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak... Ahiret için çalışmadan ahireti uman, uzun emellerin peşinde koşup tevbeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kişilerin diliyle dünyadan bahsettiği halde dünyayı sevenler gibi çalışan, kendisine verilince doymayan, verilmeyince sızlanan kimselerden olmayın."
Resulullah Efendimiz (sav), dünyadan yüz çevirmenin anlamını şöyle açıklıyor:
"Dünyadan yüz çevirmek, ne helal şeyleri haram etmektir, ne de malı zayi etmektir. Dünyaya rağbet göstermemek, elinde olan nimete, Allah'ın elinde olan nimetlerden daha fazla güvenmemen ve başına bir musibet geldiğinde o musibete gösterdiğin rağbet, o musibetin gelmemiş olmasına gösterdiğin rağbetten fazla olmasıdır." (İbn-i Mace)
"Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayın. İbadet için kendinize vakit ayırın. Zira kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kimin de amacı ahiret ise, Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan herşeyi hızla ona yaklaştırır." (İbni Mace, Taberani, Beyhaki)
"Kim gönlünü tamamen Allah'a bağlarsa, Allah onun bütün ihtiyaçlarını sağlar. Onlara beklemediği yerden rızık kapılarını açar. Kim de kendini tamamen dünyaya verirse, Allah onu dünyaya bırakır. Ona yardımı keser." (Beyhaki, İbni Hıbban) "Kim sabahleyin kalkınca hep dünya işini düşünür, ibadetlerini ihmal ederse, Allah'tan ona hiçbir yardım olmaz." (Taberani)
"Ademoğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder." (Buhari-Müslim)
"Ey insanlar rızkınızı güzel yollardan arayın. Kul için takdir edilenden fazlası yoktur. Kul dünyadan göçmeden önce kendisi için takdir edilen rızkı alacaktır." (Hakim)
"Sizden biriniz kendisinden daha üstün servete malik olan kimseyi gördüğü zaman hemen kendisinden daha düşük olanı düşünsün." (Buhari-Müslim)
Kıskançlık (Haset)
Haset bir kimsede bulunan bir nimeti çekememek ve o nimetin o kimsenin elinden çıkmasını arzu etmektir. Bir nimetin sahibinin elinden çıkmasını arzu eden kişi bunu fiiliyata döksün ya da dökmesin haset etmiş olur. Müminler arasında olabilecek haset hem Müslümanlar arasındaki bağlılığı yok eder hem de Kuran'da haram kılınmıştır.
Eğer bir kimse iradesi dışında haset ediyorsa bundan kurtulabilmek için Allah (cc)'a dua etmelidir. Müminlerin birbirlerine imrenmelerini gerektirecek tek konu takvaları olmalıdır. Müminler arasındaki kıskançlık ve gereksiz çekişmelerin sonucu Kuran'da şu şekilde açıklanmıştır:

"Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46)

Bu konuyla ilgili olarak Resulullah Efendimiz hadislerinde şöyle buyuruyor:
"Bir koyun sürüsüne giren iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, içinde haset duyguları taşıyan Müslümanın dinine verdiği zarardan çok değildir. Gerçekten ateş odunu yakıp yediği gibi haset de iyilikleri yok eder." (Tirmizi)
"Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir Müslümana üç günden fazla din kardeşi ile küs durması helal olmaz." (Müslim)
Ancak iki kişiye haset edilebilir; Allah'ın kendisine verdiği malı O'nun yolunda sarf eden kişi ve Allah'ın verdiği ilim ile amel eden ve onu başkalarına öğreten kişi. (İbn-i Mace)
Burada hasetten maksat elbette ki nimete sahip olan kişinin kötülüğünü istemek değil, aynı şekilde o nimetlere sahip olmayı arzu etmektir.
"Ateş odunu yaktığı gibi, haset de sevapları mahveder." (Ebu Davud)
"Çekememezlik yapmayın, birbirinizden ayrılmayın, husumetleşmeyin, arka çevirmeyin, ey Allah'ın kulları kardeş olun." (Ebu Davud)


Öfkelendiğinde Öfkeyi Yenme

Müminin tevekkülünün, Allah (cc)'a olan yakınlığının ve kadere olan imanının en önemli göstergelerinden biri, öfkelendiği zaman öfkesini yenmesidir. Hayrın ve şerrin Allah (cc)'tan geldiğini bilen bir kişi, başına gelen her türlü olayda Allah (cc)'a tevekkül eder ve öfkeye kapılmaz. Allah (cc) Kuran'da mümin vasıflarını anlatırken müminlerin öfkelerini yenmeleri gerektiğini şöyle bildirmiştir:

"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)

Resulullah Efendimiz (sav)'in bu konuda bir çok hadisleri vardır:
"Bir kulun, yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek öfkesini yenmesinden daha büyük bir ecir yoktur." (İbn-i Mace)
Bir sohbet sırasında Resulullah Efendimiz, "Sizce pehlivanlık nedir?" diye sordu. "Onlar da yenilmeyen kimsedir" dediler.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Hayır gerçek pehlivan öfkelendiğinde nefsine hakim olan insandır." buyurdu.
"Yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi, Allah kıyamet günü mahlukatın huzuruna çağırır ve o kimsenin hurilerden dilediğini seçmesine izin verir." (Ebu Davud)
"Kim gücü yettiği halde hiddetini yener ve intikama kalkışmazsa, kıyamet günü mahlukatın huzurunda Allah-ü Teala onu çağırarak hurilerden dilediğini almakta serbest bırakır." (Ebu Davud)
"Muhakkak ki cehennemde bir kapı var ki, bu kapıdan yalnız, kinin şiddetini, Allah'a isyan etmemek suretiyle yenenler girecektir." (İbn Ebi'd Dünya)
"Hiddetlenen kimse kendisini cehenneme sürüklemiş olur." (Bezzar)
"Gazap ve hiddet, kalpte yanan birer ateş parçası ve birer kıvılcımdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz? Sizden birinize bu hal geldiği vakit, ayakta ise otursun, oturuyorsa yatsın." (Tirmizi)
Resulullah Efendimiz (sav) nefsine yenilerek öfkelenenlere şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
"Sizden biriniz öfkelendiği vakit su ile abdest alsın; zira hiddet şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır." (Ebu Davud)


Evladın Ailesine, Ailenin Evladına Karşı
Sorumlulukları

Evlenen müminlerin en büyük sorumluluklarından biri de hayırlı evlat yetiştirmektir. Resulullah (sav), ahirette ümmetinin çokluğu ile övüneceğini haber vermektedir. Bunun yanısıra yetiştirilen evlatların hayır duaları, ahirette kendisini yetiştiren anne ve babasına büyük fayda sağlayacaktır.
Bir evlada verilebilecek en iyi hediye, ona İslam ahlakını en doğru ve güzel şekilde öğretebilmektir.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Dört kişi vardır ki Allah onları cennete koymayacak ve onları cennetin nimetlerinden faydalandırmayacaktır: Devamlı içki kullanan, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen ve anne babasına karşı asi olan." (Tirmizi)
"Allah size analarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size babalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size en yakın akrabanıza sonra yakınlık derecelerinize göre akrabalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti." (İbn-i Mace)
Kıyamet günü küçük çocuğa, "Cennete gir" denir. Çocuk cennetin kapısında durur ve "Ancak anne ve babamla birlikte girerim" der ve direnir. O zaman "anne ve babasını da birlikte cennete koyun denir." (İbn-i Mace)
"Üç tane kızı olup ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar onlara iyi bakan yedirip giydiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse cennete gider." (Tirmizi)
"Buluğ çağına gelinceye kadar kim iki kız evlat yetiştirirse, (parmaklarını birleştirerek) kıyamet günü o ve ben şöyle beraberiz." (Müslim-Tirmizi)
Kıyamet günü bağışlanması en zor günahların başında mümin anne ve babaya isyan gelir.
"Allah günahlardan dilediğini kıyamet gününe tehir eder, ancak anne ve babaya yapılan isyanın cezasını ölmeden önce dünyada da verecektir." (Hakim)
"Baba, cennet kapılarının en hayırlısına girmeye vesiledir. Artık ya baba hakkını ihmal etmekle o kapıyı yitir veya onun hakkına riayetle o kapıyı elde etmeye çalış." (İbn-i Mace)


Akrabalık Bağlarını Muhafaza Etmek

Peygamber Efendimiz (sav), yardımlaşmada, din ahlakını tebliğ etmede ilk önce kendi akrabalarımızdan başlamamız gerektiğini tavsiye etmiştir. Aynı inançları paylaştığımız akrabalarımızla bağları koparmak, Sünnet-i Seniyye'ye uygun bir davranış olmaz. Fakat din konusunda müminlerle mücadele eden akrabalar, Resulullah (sav)'ın tarif ettiği akrabalar sınıfına girmez.
Resulullah (sav)'in bu konudaki bazı hadisleri şunlardır:
"Akrabalık bağlarını kesen cennete giremez." (Buhari-Müslim)
"Ey insanlar! Birbirinize selam verin. Akraba ziyaretini ihmal etmeyin. Geceleyin, insanlar uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz." (Tirmizi)
"Gerçekten insanların amelleri Cuma gecesi Allah'a arzolunur. Fakat akrabalık bağlarını kesenin ameli kabul olmaz." (Ahmed)
"Rızkının bollaşmasını ve ömrünün uzamasını isteyen kişi akraba ziyaretinde bulunsun." (Buhari-Müslim)


Yetim Hakkı, Fakir ve Yaşlılarla İlgilenmek

Allah (cc) Kuran'da yetim hakkı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa Suresi, 10)

Resulullah Efendimiz (sav) de yetimlerin hakkının korunması üzerinde titizlikle durmuş ve yetim hakkı yiyenlerin dünyada ve ahirette acı bir azapla karşılaşacaklarını söylemiştir:
"Müslümanlar arasında bir yetimi alıp yedirip içiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse elbette Allah onu cennete sokacaktır." (Tirmizi)
"Müslüman toplumunun evlerinin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. En şerlisi ise, yetimin kötülüğe uğradığı evdir." (İbn-i Mace)
"Allah'ım, ben şu iki zayıfın hakkının zayi edilmesinden insanları sakındırır ve menederim: Kadınlar ve yetimler." (İbn-i Mace)
Toplumumuzda yetimlerin olduğu kadar, yoksul ve yaşlıların da alaka ve yardıma ihtiyacı vardır. Tüm Müslümanların çevrelerindeki bu gibi kişilerle ilgilenmeleri Resulullah (sav)'ın sünnetinin gereğidir:
"Kimsesizler için çalışan kişi, Allah yolunda mücadele eden veya gündüzleri oruç tutup gecelerini ibadetle geçiren kimse gibidir." (Müslim)
"Bir genç bir ihtiyara yaşlılığından dolayı hürmet ederse, Cenab-ı Hak, o gence yaşlandığı vakit ikram edecek kimseleri mutlaka bahşeder." (Tirmizi)
"Yaşlılara saygı göstermek Allahu Teala'ya ta'zimdendir." (Ebu Davud)


Komşu Hakkı

Kuran-ı Kerim'de Müslümanların güzellikle davranması gereken kişiler arasında komşular da sayılmıştır:

Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

Allah (cc)'ın Resulü (sav), komşularına yapabileceği her yardımı yapar ve onların iyi bir yaşam sürmeleri için gayret gösterirdi. Onlara fevkalade yakın davranır ve sık sık hatırlarını sorardı. Çevresindeki maddi ve manevi ihtiyaç içinde olan kimselere herkesten önce O yardıma koşardı.
Peygamberimiz (sav)'in şu sözü komşu hakkının önemini açıklamaktadır:
"Hz. Cebrail bana komşu hakkı konusunda o kadar tavsiyede bulundu ki komşunun komşuya varis kılınacağını zannettim." (Buhari, Müslim)
Resulullah Efendimiz (sav), Ashabına komşularına iyi davranmayı, onları koruyup gözetmeyi, imkanları ölçüsünde yardımda bulunmayı tavsiye etmiştir. Belki Resulullah Efendimiz (sav)'den başka hiç kimse komşu hakkı konusu üzerinde bu kadar fazla durmamıştır. Bu O'nun hadislerinde de açıkça anlaşılmaktadır. Komşulara karşı müminlerin vazifeleri, anne, baba ve eşlere karşı olan vazifelerle bir tutulmuştur.
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe şöyle buyuruyor: "Bir gün, 'Ey Allah'ın Resulü iki komşum var, hangisine öncelikle hediyede bulunayım?' dedim. "Resulullah, 'Sana kapı itibarıyla yakın olana ver' cevabını verdi."


Hasta Ziyaretinde Bulunmak

Müslümanların birbirlerine en fazla ihtiyacı olduğu zamanlardan biri de hastalık anlarıdır. Hasta ziyaretleri, kardeşlik duygularını pekiştirdiği gibi, hastaya moral desteği olması açısından çok önemlidir.
"Hasta ziyaretinde bulunan kimse ziyaretten dönünceye kadar cennet meyvaları arasındadır." (Müslim-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav) daima hastaları ziyaret eder ve sözleri ile onlara moral verirdi. Çevresindekilere hasta ziyaretinin müminler üzerine vacip olduğunu söylerdi. Hicretin ilk yıllarında, sahabenin ölmek üzere olan hastaları Resulullah (sav)'a bildirmesi, Peygamberimiz (sav)'in de onlar için bağışlanma dilemesi bir gelenek haline gelmişti. Peygamberimiz (sav), ölü evine gider ve ölen müminin affedilmesi için dua eder ve cenaze namazını kıldırırdı.
Resulullah Efendimiz bir hastayı ziyaret ettiğinde, "İnsanların Rabbi! Sıkıntıyı gider. Şifa yalnız Senin elindedir. Senden başka hastalığı giderecek yoktur." derdi. Hastanın yanına geldiğinde şöyle derdi: "Zararı yok, geçer. İnşaAllah günahlarının temizleyicisi ve kefaretidir." (Buhari)
Ne zaman hasta ziyaret etse onu teselli eder, elini alnına ve bileğine koyarak ona niyazda bulunur, "İnşaAllah iyileşeceksin" derdi. Ancak hastaların kendi hastalıkları konusunda kötü konuşmaları ve şikayetçi bir üslup takınmalarından hoşlanmazdı.
"Kim sevap ümidiyle Müslüman kardeşini hasta iken ziyaret ederse ateşten yetmiş yıl yürüme mesafesi uzaklaştırılır." (Ebu Davud)


Meclis Adabı ve Misafirperverlik Hususu

Peygamberimiz (sav) bir topluluk içerisine girdiğinde izzet ve incelik eseri olan tavırlarla otururdu. Bütün Ashab O'nun bu örnek tavırlarını büyük dikkatle izlerdi. Bir şey söylediği vakit ilgiyle ve nezaketle O'nu dinlerlerdi.
Resulullah Efendimiz (sav) bir kişinin sözü bitmeden sözünü kesmezdi. Bazı fakir bedeviler, dertlerini anlatmak için gelir ve meclis adabını bozarlardı. Peygamberimiz (sav) bu kişilerin sözlerini kesmeden sonuna kadar dinler ve sözlerinin sonunda anlayacakları tarzda nazik bir şekilde kendilerini uyarırdı.
Daima meclisteki konuşmalara katılır, insanlar ne konuşuyorlarsa o konudan konuşmayı sürdürürdü. Esprilerine eşlik eder ancak cahiliye tarzı espri yapanları uyarırdı. Sohbet ortamlarında konuşulan konular genelde din, ahlak ve insanların günlük hayatında yardımcı olacak genel bilgilerden oluşurdu.


Resulullah (sav)'ın Selamlaşma Konusundaki
Tutumları

Kuran'da selamlaşmanın önemi şöyle bildirilir:

"Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır." (Nisa Suresi, 86)

Ayetten de anlaşılacağı gibi selam verildiğinde aynısıyla hatta daha güzeli ile karşılık vermek müminler üzerinde bir sorumluluktur. Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle buyuruyor:
"İslam'da en efdal ve en hayırlı olan şey, yemek yedirmek ve tanıdığına, tanımadığına selam vermektir." (Buhari)
Diğer bir hadiste ise şöyle bildirilmiştir:
"Üç şeyi kim şahsında bir araya getirirse, imanı da toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir olduğu halde sadaka vermektir." (Buhari)
Herkese selam vermek bir tevazu göstergesidir. Çünkü selam veren kişi selam verdiği kişiye kibir yapmadığını göstermektedir. Selamı alan kişi ise Kuran'da belirtildiği gibi daha güzeliyle karşılık verirse aynı şekilde tevazu örneği göstermiş olur.
Peygamberimiz (sav) bir evin kapısına geldiğinde kapıya doğru tam olarak yüzünü dönmez, kapının sağ ya da sol yanına çekilir ve iki kez "Esselamu aleyküm" derdi. (Ebu Davud) Böylelikle içeridekilerin kendilerine ve eve çeki düzen vermelerine yardımcı olurdu. Selam verdikten sonra evin içerisine davet edilmeden girmezdi.
Kendisine ulaştırması için gönderilen selamları "Aleyküm selam" karşılığını vererek alır ve orada bulunmayan kişilere yakınları vasıtasıyla selam gönderirdi. (Müslim)
Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) diğer bir sünneti, selamın sonuna "Ve berekatuhu" eklemesiydi. Ayrıca selamı üç kere tekrarlardı. Böylelikle selamı herkesin duymasını ve karşılık vermesini sağlardı.
Biri ile karşılaştığında mutlaka selamı kendisi verir ve selam aldığında ise yüksek sesle ve karşısındakinin duyacağı bir ses tonu ile alırdı. Resulullah (sav) buyuruyor:
"Aranızda selamı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabayı ziyaret ediniz. İnsanlar uyurken namaz kılınız, selametle cennete girersiniz." (Tirmizi)
"Sizden biriniz mescide girdiğinde ve ayrıldığında selam versin. Bu selamların biri diğerinden farklı değildir." (Tirmizi)
"Hayvan üzerinde olan yürüyene, yürüyen oturana, az çoğa, küçük büyüğe selam versin." (Buhari)


Peygamberimiz (sav)'e Salavat Getirmek

"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin." (Ahzab Suresi, 56)

Peygamberimiz (sav)'in adı anıldığında O'na salat ve selam göndermenin ne kadar olacağı konusunda alimlerimiz arasında görüş farklılığı vardır. Fakat bunun fazileti ve ahirette Peygamberimiz (sav)'in şefaatine vesile olacağı konusunda Ehl-i Sünnet alimleri görüş birliği içerisindedir.
Resulullah (sav)'a salat ve selam göndermek çok sevap getiren ve değerli bir iştir. Çok salavat getirenin Allah (cc), ahirette mevkisini yükseltir.
Resulullah (sav)'ın adı anıldığında O'na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum kalacaklardır. Peygamberimiz (sav)'in bazı hadisleri şöyledir:
"Kıyamet günü bana en yakın olanlar ve şefaatime hak kazananlar, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)
"Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah ona on misli mağfiret eder." (Ebu Davud)
"Günlerin en faziletlisi Cuma günleridir. O gün benim üzerime çok salavat getirin. Zira sizin salavat ve selamlarınız melekler vasıtasıyla bana ulaştırılır." (Ebu Davud)
"Adım anıldığında salavat getirin ve dua edin. Zira nerede olursanız olun, salat ve selamlarınız bana ulaşır." (Ebu Davud)
Resulullah (sav)'a salat ve selam göndermenin tavsiye edildiği zamanlar:
1) Ezan okunurken:
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediklerini tekrar edin ve sonra bana salat gönderin. Bir salat ve selam için Allah size on kat sevap verir." (Ahmed)
2) Camiye girerken ve çıkarken:
Resulullah Efendimiz (sav) camiye girerken ve çıkarken salat ve selam okurdu. Hz. Ali (r.a.), "Camiye girdiğinizde Resulullah'a salat edin." (Ahmed) buyuruyor.
3) Cenaze namazında:
Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre cenaze namazının sonunda Peygamberimiz (sav)'e salat (Allahümme salli ve Allahümme barik) okunur.
4) Duaların sonunda:
Hz. Ömer (r.a.): "Resulullah'a salat okunana kadar okunan dua, yerle gök arasında durur."
5) Cuma gününde:
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Cuma günleri çok salat okuyun. Çünkü o gün melekler yanınızdadır. Kim bana salat ve selam gönderirse daha sözü bitmeden bana ulaşır." (Nesei)


Yemek Adabı

Peygamber Efendimiz (sav)'in yemek adabı üzerine günümüze ulaşan hadislerin bu kadar fazla sayıda olması, O'nun konuya büyük hassasiyet gösterdiğinin bir kanıtıdır. İmkanların kısıtlı olması O'nun bu konu üzerinde hassasiyetle durmasını engellememiştir. Resulullah (sav)'tan örneklerle sofra adabını şöyle özetleyebiliriz:
1) Eli yıkamak sünnettendir. Yemekten evvel ve yemek bitiminde el yıkamak sağlık açısından çok önemlidir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konudaki hadisleriyle tüm müminleri teşvik etmiştir:
"Yemekten evvel elleri yıkamak yoksulluğu, sonra yıkamak ise günahları giderir." (Taberani)
"Kim yemekten sonra elini yıkamadan geceler ve kendisine bundan sonra bir musibet isabet ederse kendinden başka kimseyi suçlamasın." (Ebu Davud)
"Yemeğin bereketi yemekten önceki ve sonraki yıkamalardadır." (Ebu Davud)
2) Yemeğe başlamadan önce "Bismillahirrahmanirrahim", yemek bitiminde ise "Elhamdülillah" denmesi sünnettendir.
Resûlullah buyurdu ki:
"Sizden kim bir şey yerse "Bismillah" desin. Başta söylemeyi unutmuşsa, sonunda şöyle söylesin: "Bismillahi fî evvelihî ve âhirihî (başında da sonunda da Bismillah)."
Peygamberimiz (sav), Ashabından altı kişiyle yemek yiyordu. Bu sırada bedevinin biri Besmele çekmeksizin masaya oturarak yemeğe başladı. Resulullah; "Eğer Besmele çekseydi yemek hepimize yeterdi." (Tirmizi) buyurdu.
3) Yemeğe hurma, tuz ya da suyla başlanması Peygamberimiz (sav) tarafından tavsiye edilmiştir. Resulullah Efendimiz (sav) sofraya getirilen yemeği hiçbir zaman kötülemezdi. Eğer sevmediği bir yemek getirilirse, hiçbir şey söylemeden sadece yememekle yetinirdi.
4) Sağ elle yemek ve tabağın kenarından yemek Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetlerindendir. Yanında yemek yiyen çocuğu Peygamberimiz (sav) şöyle uyarmıştır:
"Ey çocuk benimle birlikte Besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye." (Müslim)
"Bereket yemeğin ortasına iner. Öyleyse kenardan yiyin, yemeğin ortasından yemeyin." (Tirmizi, Ebu Davud)
5) Sofraya bir arada oturmaya dikkat etmeliyiz. Yemeğin bir arada yenmesi bereketi artırır.
Bir arada yiyiniz, sizin için bereketli ve mübarek olur. (Ebu Davud)
6) Yemeğin çok sıcak olmaması gerekir:
"Sıcak yemekte bereket olmaz. Allahu Teala bize ateş yedirmez. Siz de o yüzden yemeğinizi soğuduktan sonra yiyin." (Beyhaki)
7) Resulullah Efendimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen, su içerken dikkat edilecek hususlar şunlardır:
Bardağı sağ eline aldıktan sonra, su üç yudumda ve bardağın içine nefesini vermeden içilmelidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
"Suyu yudum yudum ve ağır ağır için, birden içmeyin. Zira bundan ciğer hastalığı hasıl olur." (Deylemi)
"Sizden biriniz su içerken bardağa solumasın, soluyacaksa bardağı ağzından uzaklaştırsın." (İbn-i Mace)
Resulullah suyu üç solukta içerdi. "Böylesi daha kandırıcı, elemden uzaklaştırıcı ve daha kolay akıcıdır" buyururdu. (Müslim)
Bir toplulukta su dağıtılırken, sağ taraftan ve sağ elde dolaştırılmalıdır. Resul-ü Ekrem (sav) süt ve şerbet gibi şeyler içtiğinde yanında bulunanlara da birer yudum içirirdi. Bardak daima sağdan dolaşırdı.
"Resulullah'a su ile karıştırılmış süt getirdiler. Sağında bir bedevi solunda ise Hz. Ebu Bekir vardı. Sütü içti ve bedeviye verdi. Sonra "Evvela sağa sonra onun sağına" buyurdular." (Müslim)
Peygamber Efendimiz (sav) kalabalıkta yemek yemeyi severdi. Sofra kurulduğu zaman "Allah'ım, bu yemeği, kendisi ile cennet nimetlerine ulaşacak şükrü ödenmiş nimetlerden kıl." derdi. Yemeği çok sıcak yemez, kendiliğinden soğumasını bekler sonra yerdi.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), müminlerin birbirlerini yemeğe davet etmelerini tavsiye etmiştir. İslam alimleri geçerli bir mazereti olmayan kişinin mümin kardeşinden aldığı davete icabet etmesinin vacip olduğunu belirtmişlerdir.
"Kim davet edildiği halde davete icabet etmezse Allah'a ve Resulü'ne başkaldırmış olur. Kim de davetsiz olarak bir masaya oturursa hırsız olarak girer ve yağmacı olarak çıkar." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
"İki kişi birden davet ederse kapı itibariyle hangisi yakınsa ona icabet edin. Çünkü kapısı daha yakın olan komşulukta da daha yakındır. Bunlardan biri önce davet etmişse önce davranana icabet et." (Ebu Davud)
"Davet olunmadığı halde sofraya giden kimse, gitmekte fasık olduğu gibi, yediği de haramdır." (Beyhaki)
Müslümanlar üç yemekten mesul değildir. Sahur yemeği, iftar yemeği ve dostları ile birlikte yedikleri yemeklerdir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Cennette içi dışından dışı içinden görünen köşkler vardır. Bunlar tatlı ve yumuşak konuşan, yemek yediren ve insanlar uykuda iken namaz kılan insanlar içindir." (Tirmizi)
"Din kardeşinin arzu ettiği yemeği kendisine yediren kimsenin günahları bağışlanır. Din kardeşini sevindiren, Allah'ı sevindirmiş olur." (Taberani)
Davete icabet edip gelen kişiye hürmet göstermek mümin ahlakının önemli özelliklerindendir.


Peygamberimiz (sav)'in Sevdiği Yemekler

Resulullah (sav) hiçbir yemek ayırmazdı. O anda yemek istemediği şeyi kötülemez, sadece yememekle yetinirdi. Ancak Peygamber Efendimiz (sav)'in en sevdiği sebze yemeği kabaktı. Ayrıca Peygamberimiz (sav), etli yemeklerden de övgü ile sözetmiştir.
"Ya Aişe, tencereye fazla kabak koyun. Zira kabak kalbi takviye eder." (Fevaid)
"Et, dünya ve ahiretin en üstün yemeğidir. O, kulağın işitmesini artırır. Eğer, Rabbimden her gün et yemeği nasip etmesini isteseydim nasip ederdi."
Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir: "Bir terzi Resulullah (sav)'i onun adına hazırladığı bir yemeğe davet etti. Beraberinde ben de gittim. (Ev sahibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde kabak bulunan bir çorba ve kadid (kurutulmuş et) getirdi. Ben, Resulullah (sav)'ın tabağın etrafından kabağı araştırdığını gördüm. O günden beri kabağı sevmeye devam ediyorum." (Buhari, Et'ime 33, 4, 25, 35, 36, 37, 38, Büyu 30; Müslim, Eşribe 144, (2041); Muvatta, Nikah 51, (2))
Resulullah (sav), sarımsaklı yemekleri yemez, yenmesini de tavsiye etmezdi. Bu hususu Enes b. Malik şöyle anlatıyor:
"Resulullah'a yiyecek gönderildiği vakit onu yer, artanını bana gönderirdi. Bir gün yemediği halde yemeğini bana göndermedi. Çünkü içerisinde sarımsak vardı. Kendilerine 'Bu haram mıdır?' diye sordum. 'Hayır lakin ben kokusundan dolayı hoşlanmıyorum' buyurdu. Ben de, 'Öyleyse senin hoşlanmadığından ben de hoşlanmıyorum' dedim."


Sağlık ve Temizliğin Önemi

Resulullah Efendimiz (sav) ümmetin sağlığına ve temizliğine büyük önem vermiştir. Sağlıklı bir kişinin, kendisine dikkat etmediği için sağlığı bozulan kişiden üstün olduğunu söylemiştir. Bir hadiste, "Bileği kuvvetli olan zayıf olandan daha hayırlıdır" (Müslim) buyuruluyor. Kuran'da Hz. Yahya (a.s.) anlatılırken şöyle buyrulmuştur:

"Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik(de verdik). O, çok takva sahibi biriydi." (Meryem Suresi, 13)

Yemek yemeden evvel ve yedikten sonra ellerin yıkanmasını tavsiye etmesi, abdest konusundaki titizliği ve vücut temizliği konularındaki hadisleri Peygamberimiz (sav)'in sağlık ve temizliğe verdiği önemi en iyi şekilde anlamaktadır.
Kuran'da, ibadet edilen yerlerin ve ibadet eden kişinin temizliği üzerinde durulmuştur. İbadetler kirli bir vücut ve kirli elbiselerle yapılamayacağına göre müminlerin temizlik konusu üzerinde titizlikle durmaları gerekir. Bir hadiste "Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim) buyurulmuştur. Bu yüzden diğer imani ve itikadi konular kadar, temizlik de oldukça önemli bir konudur.
Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in abdest konusunda bazı tavsiyeleri vardır. Bu hikmetli tavsiyeler şunlardır:
1) Misvak kullanmak:
Ebu Hureyre'den nakille sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Eğer ümmetimin üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim." (Müslim)
Misvak kullanmanın bazı faydaları:
Dişleri parlatır, diş etlerini kuvvetlendirir, ağız sağlığını sağlar, ağız kokusunu giderir, dişleri sağlamlaştırır, diş taşlarını giderir, mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler. Hazmın kolaylaşmasını sağlar. Peygamberimiz (sav)'in sünneti yerine getirilir, Allah (cc)'ın rızasını kazanmaya vesiledir.
2) Ellerin yıkanması:
"Biriniz uykusundan uyanınca üç kez elini yıkamadan abdest almasın." (Buhari)
3) Burun temizliği:
"Kim abdest alırsa istinsakda bulunsun (burnunu temizlesin)." (Buhari)
4) Sakal ve parmak aralarını yıkamak:
Müstevrid İbnu şeddad şöyle diyor:
"Resulullah'ı gördüm. Abdest aldığı zaman sakalını ve parmak aralarını hilalliyordu." (Tirmizi, Ebu Davud)
5) Kulakları meshetmek:
"Resulullah abdest aldı (bu esnada) parmaklarını kulaklarının hücresine soktu." (Ebu Davud, hadis no:3636)
6) Suyu israf etmemek:
Sa'd abdest alırken Hz. Peygamber geldi. "Bu israfın ne?" diye müdahale etti." Sa'd "Abdestte israf olur mu?" diye sordu. Resulullah "Evet bir nehir kenarında olsanız da" diye cevap verdi.
7) Yüzü kurulamak: Muaz (ra) diyor ki:
"Resulullah'ı gördüm. Abdest alınca mendiliyle yüzünü siliyordu." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav) hastalıklarla ilgili tavsiyede bulunurken doktorlara öncelik verirdi. Konu hakkında bilgisi olsa bile önce bir doktora götürülmesinin daha yararlı olacağını söylerdi.
Resulullah zamanında bir insanın yarası açılmıştı. Adam, tıptan anlayan iki kişi çağırdı. Resulullah: "Hanginiz en iyi doktor?" diye sordu. Adamlardan biri dedi ki: "Tıpta deva var mı ey Allah'ın elçisi?" Resulullah onlara şu cevabı verdi: "Derdi indiren devasını da indirmiştir." (Ebu Davud, Tıb, 1; Tirmizî, Tıb, 2; İbn Mace, Tib, 1)
Ebu Derda Resulullah Efendimiz'den şöyle işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hastalık ve şifayı yeryüzüne beraber gönderdi ve her hastalık için bir şifa görevlendirdi. şu halde tıbbi yoldan tedavi ol; fakat haram şeylerden sakın."
Peygamberimiz (sav) her hastalığın çaresi olduğunu bu nedenle de insanların tedavi yollarını aramalarını tavsiye etmiştir.
"Allah hastalığı da ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç varetmiştir. Öyleyse tedavi olun ancak haram olan şeylerle tedavi olmayın." (Ebu Davud)
"Allah ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir. Tek bir hastalığın ilacı yoktur o da ihtiyarlıktır." (İbn-i Mace, Müslim)
"Ey insanlar tedavi olun. Allah nerede bir hastalık yaratmışsa tedavi yollarını da yaratmıştır. Öyleyse tedavi yollarını araştırın." (Buhari)
Peygamberimiz (sav), "İki nimet vardır ki insanların çoğu onlarla aldanma içindedir. Bunlar sıhhat ve boş vakittir." (Buhari) buyurmuştur.
Sağlıklı olmanın büyük nimet olduğu, hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Resulullah (sav)'ın buyurduğu gibi boş vakit değerlendirilmediğinde ileride nasıl pişmanlık duyuluyorsa, sağlıklı olmanın ne kadar büyük nimet olduğu da ancak sağlığın kaybedilmesi durumunda anlaşılabilmektedir.
Ebu Hureyre'den nakledilen bir hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Eğer bir kimse bir ay süreyle her sabah bal yerse onda hiçbir ağır hastalık bulunmaz."
"Vücudu afiyette, ruhundan emin, bir günlük azığı olduğu halde sabahlayan, sanki dünya kendisine verilmiş gibidir." (Tirmizi)
"Allah'tan kesin bilgi ve afiyet isteyin. Bir kula kesin bilgi ve afiyetten daha iyisi verilmemiştir." (İbn-i Mace)
Peygamber Efendimiz bazı yiyeceklerin yenilmesinde fayda görmüştür. Bunların başında Kuran'da bahsi geçen bal gelir. Peygamberimiz (sav)'in yenilmesini tavsiye ettiği gıdalardan bazıları şunlardır:
"Her kim sabah kahvaltısında yedi hurma yerse ona ne zehir isabet eder ne de sihir." (Müslim)
"Mantar, Allah'ın Beni İsrail'e indirdiği madendir. Onun suyu da şifadır." (Müslim)
Peygamber, aile efradına katık sordu. Onlar da sirkeden başka katığımız yok dediler. Sirkeyi istedi ve onunla yemeğe başladı. Hem de, "Sirke ne güzel katıktır, sirke ne güzel katıktır" diyordu.
"Bir adam Resulullah'a gelerek kardeşimin midesi bozuldu" dedi. O da "Kardeşine bal şerbeti içir" buyurdu." (Müslim)


Kıyafet Hususu

Peygamberimiz (sav) çoğu kez hafif ve ince şeyler giyerdi. En sevdiği giyecek gömlekti. Sarığı genelde orta büyüklükte olur, başı rahatsız edecek şekilde uzun olmazdı. En çok sevdiği renk beyazdı.
Müminlerin kendi aralarında kıyafet konusunda övünmelerini menetmiş ve elbiselerinden dolayı böbürlenen insanları şöyle uyarmıştı:
"Elbisesini büyüklenerek sürüyen kimseye Allah kıyamet günü bakmayacaktır." (Müslim)
Peygamberimiz (sav), müminlerin bulunmadığı ortamlarda, elçilerin yanında kıyafetine oldukça dikkat eder ve özellikle ihtişamlı kıyafetler giymeyi tercih ederdi. Diğer kabile reislerinden ve krallardan gelen pahalı ve ihtişamlı giysileri reddetmez ve bunları kullanırdı. Resulullah Efendimiz daima temiz elbiseler giyilmesini tavsiye etmiştir:
Abdullah b. Abbas, Haruriye taifesinin yanına elçi olarak gittiğinde Yemen kumaşlarının en güzellerinden giymişti. Onlar, "Bu elbise nedir?" dediler. Abdullah b. Abbas: "Bu elbisenin neyini kınıyorsunuz. Ben Resulullah'ı elbiselerin en güzelini giymiş olarak gördüm." dedi.
Hz. Peygamber (sav) yeni bir elbise giydiğinde şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi! Hamd Sanadır. Bana bunu Sen giydirdin. Bunun hayrını ve bunun kullanıldığı iyi işin hayrını Senden isterim. Bunun şerrinden ve kullanıldığı kötü işin şerrinden Sana sığınırım."
Resulullah Efendimiz (sav) Müslüman erkeklere ipek ve altından yapılmış her şeyi yasaklamıştır:
"Her kim dünyada ipek elbise giyerse ahirette giyemez." (Tirmizi)
"İpek giymek, altın kullanmak ümmetimin erkeğine haram, kadınlarına helaldir." (Tirmizi)
Mescidlere ve bir topluluğun arasına en güzel ve en temiz şekilde gelmek Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerindendir. Resulullah (sav), "Cemaat huzuruna veya dostlarının karşısına çıkacak olan kimsenin süslenmesini Allah sever." buyurmuştur.
"Resulullah sağ eline gümüş yüzük takmıştı. Yüzükte Habeşistan taşı vardı. Yüzüğün taşını avuç tarafına çevirmişti." (Müslim)
Hz. Ayşe şöyle rivayet ediyor: "Ben Resulullah'ı hoşlandığı en güzel koku ile kokulardım. Hatta sürdüğüm koku onun sakalından parlayıp damlayıncaya kadar devam ederdim." (Buhari)


Allah (cc)'a Tevekkül Etmenin Önemi

İşlerine, Allah (cc)'ın takdiri dışında, tesadüflerin de karıştığını düşünmek Ehl-i Sünnet itikadına uygun değildir. Mümin, herşeyin Allah (cc)'tan geldiğini ve hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bildiği için başına gelen her şeye tevekkül eder. Çünkü, Allah (cc)'tan korkan birisinin başına gelen herşeyde hayır vardır.
Büyük İslam alimleri tevekkülün yerinin kalp olduğunu söylemişlerdir. İnsanın, rızkın kesin olarak Allah (cc)'tan geldiğine inandıktan sonra, dünya hayatı için bedenen mücadele etmesi, kalben beslediği tevekkül inancı ile çelişmez. Her şeyi yaratan, dilediğine dilediğini veren, dilediği şeyi dilediği kimseden alan Allah (cc)'tır. O'nun dışında bir irade yoktur.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Ümmetimden bir kısmını bana gösterdiler. Dağları sahraları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. 'Bunlardan ancak yetmiş bin tanesi hesapsız cennete girer' dediler. 'Bunlar hangileridir?' diye sordum. 'İşlerine sihir, büyü ve fal karıştırmayıp, Allah'tan başkasına tevekkül ve itimad etmeyenlerdir' buyuruldu."
"Kim Allah'a tevekkül ederse kalbindeki dağınıklığı önlemeye Allah yeter." (İbn-i Mace)
"Yaşlandığınız zaman rızkınızdan ümitsiz olmayın. Çünkü şüphesiz insanı üzerinde hiçbir elbise olmadan annesi doğurur, sonra onu Allah rızıklandırır." (İbn-i Mace)
"Eğer siz layıkıyla tevekkül etmiş olsaydınız, Allah sizi kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı. Onlar sabahleyin yuvalarından aç çıkarlar, akşam döndüklerinde karınları toktur." (Tirmizi)
Fakirlikten korkmak ve uğursuzluğa inanmak şeytanın oyunlarındandır. Her insan, zor duruma düştüğü anlarda hiç beklenmedik yerlerden gelen yardımlarla sıkıntılardan kurtulduğuna şahit olmuştur. Böyle bir durumda asıl yardım edenin aracılar değil, yalnızca Cenab-ı Allah (cc) olduğu unutulmamalıdır.
Peygamber Efendimiz (sav), Allah (cc)'a duyduğu güven ve O'na olan sonsuz tevekkülü sayesinde büyük cesaret örnekleri göstermiştir. Sağlığında bütün savaşlara en ön saflarda katılmış, tevekkülüyle tüm inananlara örnek olmuştur.
Mekkelilerin baskılarının dayanılmaz boyutlara geldiği sırada Peygamberimiz (sav)'in amcası Ebu Talip, Resulullah (sav)'a şöyle demiştir:
"'Bütün bu anlattıkların hakkında konuşmasan olmaz mı? Kendi kendine inan, fakat başkalarıyla uğraşma. Konuşursan, ileri gelen insanları kızdırır, kendini ve hepimizi tehlikeye atarsın.' Resulullah (sav) ise şöyle cevap vermiştir: 'Güneşi sağ elime, ayı ise sol elime koysalar, yine yolumdan dönmem.'"
Peygamberimiz (sav)'in hayatında bu konu ile ilgili sayısız örnek vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Canım elinde olanın hakkı için, müminler arasında, onlarla uzlaşmadığımda benim arkamda kalmakla yetinmeyen insanlar yok mu? Allah yolunda sefere çıkıldığında geri durmam. Canımın elinde olanın hakkı için, öldürülüp hayata tekrar geri gelmeyi, sonra tekrar öldürülmeyi arzularım." (Müslim)
"Allah yolunda bir gün sınırda durmak, bu dünya ve içerisindekilerden daha hayırlıdır." (Buhari)
Huneyn Savaşında, düşmanın ok yağmuru sırasındaki kargaşa ortamında Müslümanların ilk anda dağınıklık gösterdikleri rivayetlerde belirtilmektedir. Resulullah Efendimiz (sav) müminleri, tekrar cepheye dönmeleri için çağırmıştır. Çağrıya uyan müminler tekrar saldırıya geçerek savaşın galibi olmuşlardır. Olaya şahit olan Bera b. Azib şöyle anlatmaktadır:
"Evet kaçtığımız doğru. Ancak Resulullah'ın sebat ederek yerini terk etmediğine şahitlik ederim. Allah için savaşın en kızgın anında O'nun yanına sığındık. Aramızdaki en cesur kimseler onunla birlikte direnenlerdir."


Musibetlere Karşı Sabretmenin Önemi

Peygamber Efendimizin (sav) hayatı bütün insanlık için bir sabır örneğidir. Sadece kendisine peygamberlik gelmesinden sonra yaşadığı yirmi üç yıl değil, ondan önce yaşadığı kırk yıl da büyük zorluklarla geçmiştir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmesi ve zor şartlar altında yetişmesi, O'nun yaşadığı toplumda saygın ve güvenilir bir insan olarak bilinmesini engellememiştir. Kuran'da sabretmenin önemini vurgulayan çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz." (Al-i İmran Suresi, 200)

Resulullah Efendimiz (sav), kendisine peygamberlik geldikten sonra, müşriklerin ve münafıkların yaptığı saldırılara sabırla göğüs germiş ve hiçbir zaman aceleci davranmamıştır. Kuran'da Allah (cc)'ın Peygamberimiz (sav)'e sabrı şu şekilde tavsiye ettiği bildirilmiştir:

"Artık sen sabret, Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme..." (Ahkaf Suresi, 35)

Nitekim Resulullah Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir." (Müslim)
"Müminin işi takdire şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız müminlere mahsustur. Zira o sevineceği bir şey olursa şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına bir bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır." (Müslim)
Herhangi bir kul bir musibete uğrar da "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" (Biz Allah'ın mülkündeyiz ve O'na döneceğiz), "Ey Allah'ım, uğradığım musibetin ecrini ver ve bunun üzerine daha hayırlısını ihsan buyur" derse muhakkak Allahu Teala onu musibetten dolayı sevaplandırır ve onun yerine daha hayırlısını verir." (Müslim)
Peygamberimiz Hz. Muhammed kabrin başında ağlayan bir kadın gördü, ve ona "Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın "Geç git, zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir." dedi. Hz. Peygamber (sav)'i tanıyamamıştı. O'nun peygamber olduğunu söylediklerinde hemen kapısına gitti ve "Ben seni tanıyamadım ya Resulullah" diyerek özür diledi. Hz. Peygamber (sav) onun özrünü kabul buyurduktan sonra, "Asıl sabır, musibetin ilk anında olandır" buyurdu. (Buhari)
"Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan, diken batmasına kadar ne gelirse, Allah bunları o Müslümanın hatalarına keffaret kılar." (Buhari)
Enes b. Malik, "Sabır ilk başa geldiği andadır." demiştir. Mümin, Allah (cc)'a olan güvenini tam oturtursa, başına gelen olaylara da, ilk andan itibaren hayır gözüyle bakabilir.


Dinde Aşırılıktan Kaçınmak

Tarih boyunca kendisine kitap gönderilen bazı kavimlerde, dinleri konusunda aşırılığa giden kimseler olmuştur. Allah (cc), İslam dinine inananların yaşadıkları topluma örnek olmaları için, onları orta bir ümmet kılmıştır. Müslümanların da buna uyup her türlü aşırılıktan kaçınmaları gerekir. Kuran'da şöyle buyurulmuştur:

"De ki: Ey kitap ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış ve birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın." (Maide Suresi, 77)

Peygamberimiz (sav)'in hayatının son yıllarında ve dört halife döneminde Hariciler adı verilen, ibadetlerine düşkün oldukları halde dinde aşırıya giden ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinden ayrılan bir akım ortaya çıkmıştır. Resulullah Efendimiz (sav) bu kimselerin batıl inançlarına karşı mücadele edilmesini emretmiştir.
Resulullah Efendimiz (sav), 'takva' adı altında İslam'da olmayan hareketleri İslam'ın bir parçasıymış gibi göstermeye çalışan kimselere de göz yummamıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, dinde aşırılığa gidilmemesini hatırlatan pek çok uyarı yer almaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işte bu şevki duyan kişi işini yaparken orta yollu hareket eder. Ve bu itidali devam ettirirse muvaffak olacağını ümid edin. şayet aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip salihlerden sanmayın." (Tirmizi)
Hz. Ayşe anlatıyor: "Yanımda Esed kabilesinden bir kadın vardı. Peygamber içeri girdi. 'Bu kimdir' diye sordu. 'Falancadır, geceleri hiç uyumaz ibadetle geçirir' dedim. Resulullah, 'Size takat getirebileceğiniz amel yaraşır. Allah'ın hoşlandığı amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir." (Buhari)
"İnsanların sual sormakta o kadar ileri gideceğinden korkulur ki, hatta mahlukatı Allah yarattı, Allah'ı kim yarattı diyecek olurlar. Böyle sualler sordukları zaman, İhlas suresini okuyun, sonra üç kez solunuza tükürerek şeytanın şerrinden Allah'a sığının." (Buhari-Müslim)


Kuran'ın ve Kuran Okumanın Fazileti

Kuran-ı Kerim okumak, Allah (cc)'ın müminleri yükümlü kıldığı önemli bir ibadettir. Resulullah Efendimiz (sav) Kuran okumaya başlamadan önce "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınıyorum." ya da "Allah'ım şeytanın kışkırtmasından, üflemesinden ve fısıldamasından Sana sığınırım." (Ebu Davud) derdi.
Resulullah Efendimiz (sav), Kuran'ı okumanın ve onu okumayı öğretmenin fazileti üzerinde önemle durmuştur. Kuran'ı okumayı, onu uygulamanın başlangıcı olarak görmüştür. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kuran okuyunuz, zira Kuran okuyanlarına kıyamet günü şefaatçi olur." (Müslim)
Kuran ve onunla amel eden kimseler mahşer yerine getirilirler. Bakara ve Al-i İmran sureleri, kendilerini okuyup amel eden kimseler hakkında birbiriyle "Ben şehadet edeceğim" diye yarışarak o kimselerin önlerine gelirler. (Müslim)
"Sizin en hayırlınız Kuran'ı öğreten ve onu öğrenendir." (Buhari-Müslim)
"İki kimse gıpta edilmeye (imrenilmeye) değer: Birisi Kuran öğrenmiş ve onunla gece gündüz meşgul ve Kuran'ın emirlerini yerine getirendir. Diğeri de Allah'ın kendisine mal ihsan ettiği kimselerdir ki gece-gündüz o malı Allah yolunda sarf eder." (Buhari-Müslim)
"Kuran'ı oku da yüksel. Okuduğun nisbette cennet basamaklarından yukarı çık. Dünyada acele etmeden okuduğun gibi cennette de öyle oku. Çünkü senin cennette yerleşeceğin yer, okuduğun ayetin son noktasıdır. Ne kadar okursan o kadar yükselirsin." (Ebu Davud-Tirmizi)
"Herhangi bir cemaat bir evde toplanıp da Kuran-ı Kerim'i okur, aralarında mukabele ederlerse (onun üzerinde çalışırlarsa), kalpleri sükunet bulur, rahat ederler. Allah'ın rahmeti onları kaplar. Melekler onları kuşatır. Cenab-ı Hak da onları kendi nezdindekiler arasında zikreder." (Müslim)
"Allah Katında Kuran'dan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne peygamber, ne melek ne başkaları." (Taberani)
"Kuran'ı duygulanarak okumayan bizden değildir." (Buhari)
Kuran-ı Kerim okumanın adabı:
1) Önce abdest almalı, yüzünü kıbleye dönmeli ve namazda oturur gibi son derece edepli ve mütevazi şekilde oturmalıdır.
2) Peygamberimiz (sav), "Kuran-ı Kerim'i üç günden önce hatmeden ahkamını anlayamaz" buyurmuştur. Bu yüzden Kuran okunurken manası düşünülerek okunmalıdır.
3) Her ayetin hakkını vererek okumalıdır. Peygamberimiz (sav), içinde azap geçen ayetlerde Allah (cc)'a sığınır, rahmet ayetlerinde Allah (cc)'tan rahmet isterdi.
4) Gösteriş manası çıkarılabilecek şekilde veya namaz kılanların namazlarını karıştıracak şekilde okunmamalıdır. Resulullah (sav), "Kuran-ı Kerim'i sessiz okumanın, sesli okumaya üstünlüğü, gizli verilen sadakanın açıktan verilen sadakaya üstünlüğü gibidir." (Buhari) buyurmuştur.
5) Güzel sesli okumaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimiz (sav) "Kuran-ı Kerim'i güzel ses ile süsleyiniz" buyurmuştur. Okuyanın sesi ne kadar güzel olursa dinleyene etkisi o kadar fazla olur.
6) Kuran'ı okuyanın kalbinde büyüklüğünü hissetmesi gerekir. Okuyan, bunu hiç unutmayıp kalbini buna hazır bulundurmalı ve gafil olmamalıdır.


İlim Öğrenmek ve Öğretmek

Peygamber Efendimiz (sav), "Alimler peygamberlerin varisleridir." buyurmuşlardır. Kişinin hem cahillikte ısrar edip hem de "Ben Resulullah'ın yolundan gidiyorum." demesinin bir anlamı yoktur.
Resulullah (sav) bir başka hadislerinde de, "İlim Çin'de bile olsa öğreniniz." (Taberani) ve "İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır." (İbn-i Mace) buyurmuştur. Bu yüzden her Müslümanın, başta İslam'ın temel kaideleri olmak üzere, dini temsil edecek seviyede ilim öğrenmesi farzdır.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler ne bir altın ve ne de bir gümüş bırakmamışlar, ancak ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almış demektir." (Ebu Davud)
"İman çıplaktır. Elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir." (Hakim)
"Beni Allah-u Teala'ya biraz daha yakınlaştıracak yeni bir ilim edinmediğim günün doğmasında benim için bir hayır yoktur." (Taberani)
"Cenab-ı Hakkın rızası aranan bir ilmi, sırf dünya metaına nail olmak için öğrenen kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav), "İlim öğreneni Allah ummadığı yerden rızıklandırır." buyurmuştur. Şeytan gelecek endişesi ile insanları korkutarak dünyaya daldırmak suretiyle ilim yolundan alıkoymaya çalışabilir. Oysa Allah (cc) yolunda İlim öğrenmeye çalışanın hem dünyası hem ahireti Cenab-ı Hak'kın koruması altındadır.
"Her kim ilim tahsili için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona cennete girecek yolu kolaylaştırır." (Müslim)
"İslamiyet'i yaşatmak için okurken ölen kimse ile, Peygamberler arasında bir derecelik fark vardır." (Darimi)
"Kıyamet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar peygamberler, sonra alimler, sonra şehidlerdir." (İbn-i Mace)
"Allahu Teala her kimin hayrını murad ederse, onu dinde alim ve fakih kılar." (Buhari-Müslim)
Peygamberimiz (sav), ilim öğrenenleri, dünya için öğrenenler ve ahiret için öğrenenler olarak ikiye ayırmıştır. İlmi, dünya için öğrenenlerin gayeleri servet, mevki ve şöhrettir. İlmi ile amel etmeyenler ise münafıktır. Çünkü bunlar kendileri öğrendiği ve dilleri ile kabullendikleri halde kalplerine bunu yerleştirememiş ve kendilerince Allah (cc)'ı aldatmaya çalışmışlardır. Resulullah Efendimiz (sav), bunların ahirette en ağır şekilde cezalandırılacağını bildirmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü en ağır cezayı görecek olan, Allah'ın ilminden faydalandırmadığı alimlerdir."
"İlmi çoğaldığı halde ahlakı düzelmeyen, Allah'a uzaklıktan başka bir şey elde edemez." (Deylemi)
İlim sahibinin üzerine büyük bir sorumluluk yüklenmiştir. Takva sahibi bir müminin kendisine bağışlanan bu lütfu diğer müminlerle paylaşması gerekir:
"İlminden sorulduğu halde bildiğini saklayan kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem takılır." (Ebu Davud)
"Ademoğlu ölünce amel defteri dürülür. Ancak üç şeyden dolayı amel defterine sevap yazılmaya devam eder. Bunlardan birisi istifade edilen bilgidir." (Müslim)


Duanın Fazileti

Resulullah (sav) Allah (cc)'ı zikretme konusunda yaratılmışların en üstünü idi. Günün her anında ve hangi işle meşgul olursa olsun Allah (cc)'ı anmaktan ve dua etmekten geri durmazdı. Kuran'da "De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?"..." (Furkan Suresi, 77) buyuruluyor. İşte Resulullah Efendimiz (sav) hangi durumda olursa olsun dua etmekten ve Allah (cc)'ı anmaktan geri durmamıştır.
Resulullah (sav)'in dua konusuna verdiği ehemmiyeti aşağıdaki sözlerinden daha iyi anlayabiliriz:
"Allah Katında duadan makbul ve kıymetli hiç bir şey yoktur." (Tirmizi)
"Kul duasında üç şeyin birini almaktan şaşmaz: Ya dua sayesinde günahı bağışlanır veyahut peşin bir mükafat alır veya ahirette karşılığını alır." (Deylemi)
"Allah'ın fazlından isteyin. Allah Kendinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulu, ferahlığı beklemektir." (Tirmizi)
"Kulun Allah'a en çok yakın olduğu hal, secde halidir.
Secdede Allah'a çok dua edin." (Müslim)
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman, onları boş çevirmez." (Tirmizi-Ebu Davud)
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allahu Teala dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Buhari-Müslim)
Resulullah (sav)'ın gün içinde sık tekrarladığı bir dua şöyledir:
"Yüzümü, göğsü inanç dolu bir Müslüman olarak yeri ve göğü Yaratana çevirdim. Ben O'na ortak koşanlardan değilim. Kıldığım namaz, yaptığım ibadetler, hayatım ve ölümüm ortağı bulunmayan alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
Allah'ım hükümran Sensin. Senden başka İlah yoktur. Sen Rabbimsin. Ben Senin kulunum. Rabbim, günahlarımı ancak Sen bağışlarsın. Beni en güzel huylara ulaştır. Zaten en güzellerine ancak Sen ulaştırırsın. Kötü huyları benden uzaklaştır. Onları Senden başkası benden uzaklaştıramaz. Ben Seninleyim. Sana döneceğim. Sen yüceler yücesisin. Affına sığınıyor, Sana yöneliyorum.
Göklerin ve yerin Yaratıcısı, gizli olanı, aşikar olanı bilen Allah'ım! Ayrılığa düştükleri konularda kullarının arasında Sen hükmedersin. İzninle, hakta ayrılığa düştükleri konularda beni hakka ulaştır. Şüphesiz Sen dilediğini doğru yola eriştirirsin." (Tirmizi-Müslim)
Peygamberimiz (sav)'in uyandığında ettiği dua ise şöyledir:
"Bizi ölümden sonra dirilten Allah'a hamdolsun. O'nun huzurunda toplanacağız. Tek Allah'tan başka İlah yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. O herşeye kadirdir. Allah'a hamdolsun. Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allah'tan başka İlah yoktur. Allah en yücedir." (Buhari-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)'in evinden çıktığında yaptığı dua:
"Allah'ın adıyla. Allah'a tevekkül ettim. Allah'ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten, ayağımın kaymasından ve kaydırılmasından, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cehalete düşmekten ve cahil görünmekten Sana sığınırım." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)'in mescide girdiğinde yaptığı dua:
"Allah'ım günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç." (İbn-i Mace)
Resulullah (sav)'ın evine girerken yaptığı dua:
"Beni koruyan ve sığındıran Allah'a hamdolsun. Beni yediren ve içiren Allah'a hamdolsun. Bana iyilikte bulunan ve iyiliği artıran Allah'a hamdolsun. Yarab! Senden beni cehennemden korumanı dilerim." (Ebu Davud)
Peygamber Efendimiz (sav)'in bir başka duası:
"Allah'ım! Görünen görünmeyen, maddi-manevi bütün pisliklerden, kovulmuş şeytandan Sana sığınırım." (Taberani)
Peygamberimiz (sav)'in ezan okunduğunda yaptığı dua:
"Bu eksiksiz, icabet olunan davetin ve kendisinden ötürü dualara icabet olunan hak davetin ve takva kelimesinin Rabbi olan Allah'ım. Beni bu inanç üzere öldür, ona bağlı yaşat, kıyamet günü amel yönünden bu inanca sahip salih kimselerden eyle." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav)'in yemek duası:
"Allah'ım! Yedirdin, içirdin, muhtaç etmedin, memnun ettin. Hidayet ettin ve dirilttin. Verdiğin nimetler mukabilinde Sana hamdolsun." (Ahmed)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) hadislerinde duanın adabı şöyle açıklanmıştır:
1) Şerefli vakitleri aramak:
Sene içerisinde arefe günleri, Ramazan ayı, perşembe geceleri, seher vakitleri, Peygamberimiz (sav)'in çokça dua ettiği zamanlardır.
2) Allah (cc) Katında önemli olan anlarda dua etmek:
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Gök kapıları, İslam topluluğu ile inkarcı topluluğunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazlarının kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilerek dua edin."
Başka bir hadiste ise, "Oruçlunun duası reddolunmaz." (Tirmizi) buyrulmuştur. Böyle anlarda dua edilmesine özen göstermek hem duanın kabulü hem de Sünnet-i Seniyye'nin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
3) Dua sırasında kıbleye dönmek, elleri kaldırmak, avuçları birleştirip avuç içini yüze doğru çevirmek sünnettendir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) dua ettiği zaman koltuk altı görünecek kadar elini kaldırır ve dua sırasında parmakları ile işaret etmezdi. (Müslim)
4) Duayı gizlice, hafif sesle yapmak:
Ebu Musa'dan rivayet edilmiştir. "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) (müdahele ederek): "Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zat, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi. (Kütüb-ü Sitte, 1778)
5) Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kişi tevazu ve huşu içinde istemeli, yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, "İleride duada haddini aşan cemaatler türeyecektir." buyurmuştur. Dua eden kişi aczini ifade etmeli, manasız isteklerden kaçınmalıdır.
6) Allah (cc)'tan korkarak, kabulünü umarak ve ısrarla dua etmek:
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allah dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim deyip hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Müslim)


Tevbe

"Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide Suresi, 39)

Tevbe, eski günahlardan ve hatalardan kurtulmak için büyük bir fırsattır. Müminler bu fırsatı günün her anında değerlendirmelidir. Hz. Ali, "Elinde tevbe ve istiğfar gibi kurtuluş çareleri bulunan kimselerin helak olmalarına şaşarım." buyurmuştur. Şeytanın oyunlarına yenik düşen ve hatalarını düzeltemeyen insanların tevbe ve duadan başka hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Ancak bu sayede dünya ve ahirette saadete kavuşulabilir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
"Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Allahu Teala her sıkıntısından bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır." (Ebu Davud)
"Kalbimin ufuklarını bazen hafif bulutlar kaplar gibi olur ve bu sebepten günde yüz kere Allah'tan mağfiret dilerim." (Müslim)
Resul-i Ekrem (sav) devamlı olarak, "Allah'ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve Sana hamd ederim. Allah'ım! Beni mağfiret eyle, Sen tevbeleri kabul eden merhamet sahibisin derdi." (Hakim)
"Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, nefsime zulm ettim, kötü işlerde bulundum, Senden başka günahlarımı bağışlayacak hiçbir kuvvet yoktur. Sen beni affet diyen kimseyi, akın halinde bulunan karıncalar kadar günahı olsa da Allah affeder." (Beyhaki)
"Allah'ım! Beni ihlasla iyilik ettiğinde cennet ile müjdelenen, kötülük ettiği zaman da akabinde tevbe eden kullarından eyle." (İbn-i Mace)
Peygamberimiz (sav)'in tavsiye ettiği tevbe istiğfar şöyledir:
"Allah'ım! Sen benim Rabbim, ben Senin kulunum. Beni Sen yarattın. Ben Sana gücümün yettiği kadar verdiğim söz üzerindeyim. Yaptığım kötülüklerden Sana sığınırım. Verdiğin nimetlere karşı kusur ettim, nefsime zulmettim. Günahlarımı huzurunda itiraf eder, geçmiş ve gelecek günahlarımdan dolayı senden mağfiret dilerim. Beni mağfiret eyle, her ne şekilde olursa olsun bütün günahları Senden başka kimse bağışlayamaz." (Buhari)


Dilin Büyük Tehlikesi; Fuzuli Konuşmak:

"Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Mü'minun Suresi, 3)

Peygamberimiz (sav), konuşmalarında ümmeti için sözlerin en iyisini ve güzelini seçerdi. Konuşma tarzını beğenmediği kişileri derhal uyarırdı. Müminlerin söz ile birbirlerini kırmalarına izin vermezdi.
Resulullah (sav) boş ve yararsız sözler söyleyecek olan kişinin sükut etmesinin daha yararlı olacağını söylemiştir. Bir başka hadiste ise "Sükut eden kurtulmuştur." (Tirmizi) buyurmuştur. Bu konuda Resulullah (sav)'ın birçok hadisi bulunmaktadır:
"Midesinin, edep yerinin ve dilinin şerrinden korunan kimse, bütün kötülüklerden korunmuş olur." (Deylemi)
"Müjde o kimseyedir ki sözünün fazlasını tutmuş ve malının fazlasını infak etmiştir." (Bezzar)
"Hayır olmayan şeyden dilini çek, ancak bu sayede şeytana galebe çalarsın." (Taberani)
"Allahu Teala herkesin dilinin yanındadır. Yani söylenen her sözü bilir. O halde herkes konuştuğu sözde Allah'tan korksun." (Hatib)
Ukbe İbnu Amir'den rivayet olunur: "(Bir gün): "Ey Allah`ın Resulü! Kurtuluşumuz nasıl olacak?" diye sormuştum, şöyle cevap verdiler: "Dilini tut, evini genişlet..." (Kütüb-i Sitte, 5858)
Bir söz söylerken düşünerek söylemek mümine yakışan güzel bir davranış olur. Düşünmeden söylenen bir söz bazen istenmeyen yerlere gidebilir ve değer verdiğimiz insanları incitebilir. Bu söz eğer İslam hakkında bir konu içeriyorsa daha da hassas olunmalıdır. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Müminin lisanı kalbinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman önce onu düşünür ve sonra konuşur. Münafığınsa bunun aksine kalbi dilinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman, düşünmeden onu söyler." (Haraiti)
Konuşurken laf fazla uzatılmamalıdır. Anlatılacak konu kısa ve öz bir şekilde anlatılmalıdır. Bu sayede hem konuşulan kişinin fazla vakti alınmamış olur hem de Resulullah (sav)'ın sünnetine riayet edilmiş olunur.
"Dikkat edin, derin sözlere dalıp gereksiz yere lafı uzatanlar helaka uğramışlardır." (Müslim)
"Bir zaman gelecek ki, insanlar sözlerini, ineklerin otu gevelemeleri gibi geveleyip duracaklar." (Ahmed)
Konuşmalarda çirkin, avami, argo ve müstehcen kelimelerden kaçınılmalıdır. Bu tip konuşmalar bir süre sonra kalbin katılaşmasına ve konuşmaların fiillere de yansımasına sebebiyet verebilir. Nitekim Resulullah (sav) buyuruyor ki:
"Aman fahiş ve çirkin sözlerden kaçının; zira Allah çirkin sözleri ve fahiş konuşmaları sevmez." (Hakim)
"Mümin ta'n etmez (kınamaz), kimseye dokunmaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez ve kimseyi yermez." (Tirmizi)
Müminlerin birbirlerine karşı yaptıkları suçlamalarda dikkatli olmaları gerekir. Eğer yapılan suçlama doğru değilse, ahirette beklenmedik şekilde kul hakkı olarak insanın karşısına çıkabilir.
"Bir kimse bir kimseyi küfür ve fısk ile itham eder de itham edilen kimse böyle olmazsa bu itham, itham edene döner." (Buhari)
"Ey insanlar, ashabım, kardeşlerim ve yakınlarım hususunda beni düşününüz ve onların aleyhine konuşmayınız. Ey insanlar, biri öldüğü zaman onu kötülükleriyle değil iyilikleri ile anınız." (Müsned)
"Kim din kardeşini tevbe ettiği bir günahından dolayı ayıplarsa, o günah ile müptela olmadan ölmez." (Tirmizi)
"En büyük hıyanet, arkadaşına verdiği bir sözde o sana inandığı halde yalan söylemektir." (Buhari)
"Yazıklar olsun o kimseye ki, milleti güldürmek için yalan söyler. Vay ona, vay ona." (Ebu Davud-Tirmizi)
Dinimizde, yalan kesinlikle yasaklanmıştır. Resulullah Efendimiz (sav), yalanın küçük ve büyük yalan olarak ayırımının yapılamayacağını ve yalanın her türlüsünü kınadığını söylemiştir. Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki duası şöyledir:
"Allah'ım kalbimi nifaktan, edep yerimi zinadan ve dilimi yalandan temizle." (Hatib)
"İnsan bir yalan söylediği zaman onun pis kokusundan melekler bir mil mesafe uzaklaşır." (Tirmizi)
Kuran'da gıybet (dedikodu) etmek, ölü kardeşinin etini yemekle aynı görülmüştür. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de gıybetin müminler arasında tesanütü kıracağı ve kul hakkının oluşmasına sebebiyet vereceği söylenmiştir. Ayrıca müminlere tecessüsle bakmak, onların kusurlarını araştırmak, gıybet kadar büyük bir günahtır. Nitekim Peygamberimiz (sav) miraçta karşılaştığı bir olayı şöyle anlatmıştır:
"Miraca çıktığım gece, tırnakları ile yüzlerini tırmalayan birtakım kimseler gördüm. Cebrail'e, 'Bunlar kimdir?' diye sordum. Cebrail de, 'Bunlar insanlar hakkında gıybet edip, onların gizli hallerini araştıranlardır' dedi. (Ebu Davud)
"Ey dili ile iman edip kalpleri ile inanmayanlar. Müslümanlar hakkında gıybet etmeyin, onların gizli hallerini araştırmayın. Kim mümin kardeşinin gizli hallerini araştırırsa Allah da onun gizli hallerini ortaya çıkarır." (Ebu Davud)
'Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşlerinizi hoşlanmayacağı şey ile anmanızdır' buyurdu. Bunun üzerine, 'Söyledikleriniz o adamda varsa buna ne buyurursunuz' diyenlere Resul-i Ekrem, 'Söylediğiniz kusurlar onda varsa işte o zaman gıybet olur, yoksa iftira etmiş olursunuz.' dedi. (Müslim)
"Bir kimse kardeşinin ırz ve şerefine gıybet edene müdahale ederse, Allah o kimseyi kıyamet günü cehennemden uzaklaştırır." (Tirmizi)

                                                                              
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN VEDA HUTBESİ

Veda Hutbesi Hz. Peygamber (sav)'in yüz bini aşkın hacıya hitaben irad ettiği hutbedir.
Bu hutbeyi dinleyenlerin sayısının çok olması, gelen bu haberlerin doğruluk derecesini belirtmesi açısından önemlidir. Bu gibi haberlere mütevatir haber denir. Yanlış olması aklen mümkün değildir. Bu hutbede vazedilen her konu kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından söylenmiştir, bunda hiçbir şüphe yoktur. İçerik bakımından da, dünya ve ahiret hayatına dair yapılması gerekenleri bildirdiğinden dinin bir özetini oluşturmaktadır.
Hz. Peygamber (sav) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de O'nun (sav) bu sözlerini doğruladığı için bu hacca "Veda Haccı", bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de "Veda Hutbesi" adı verilmiştir.
 
Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat'ta, Mina'da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere arefe günü ile bayramın 1. ve 2. günlerinde parça parça irad edilmiştir. Değişik yer ve zamanlarda irad buyurulduğu için de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farklı şekillerde rivayet edilmiş; bir kişinin ya da grubun duyduğunu başkaları işitmediğinden, hutbenin tamamının bir araya toplanmasında bu farklı rivayetlerden yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç yer ve zamanda buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak bir araya getirilmiştir.
 
Hz. Peygamber (sav)'in bu son haccından bir yıl önce nazil olan Tevbe suresinde, "Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi Kendi fazlından zengin kılar. şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 28) buyrulmuştur. Bu hükümle, müşriklerin pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları emredildiği için, Veda Haccı'nda Mekke'de sadece Müslümanlar vardı. Hutbeyi de yalnızca Müslümanlar dinlemişti. (Böylelikle müşriklerin bu hutbeye yalan katmaları da önlenmiş oldu). Zaten Mekke'nin fethinden sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
 
Hz. Peygamber (sav), Mekke'den kendisiyle birlikte yola çıkan 100 bin civarındaki Ashabıyla Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki ikaz sebebiyle Mekke'de müşrik kalmamıştı, çoğunluk Müslüman olurken Mekke'yi terk edenler de vardı. Hz. Peygamber (sav), haccın bütün erkanını bizzat kendisi yerine getirerek Müslümanlara öğretmiş, İslam'ın Hac konusundaki fiilleri de böylece tamamlanmıştı. İslam'ın tamamlandığını bildiren ayetler de bu Veda Haccı'nda nazil oldu.
 
Cahiliye döneminde, dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfe ye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını ima edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Hz. Peygamber (sav), cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı adetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Hz. Peygamber (sav)'e orada bu dinin tamamlandığı şu ayet-i kerimeyle müjdelendi :
 
... Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim… (Maide Suresi, 3)

Dinin kemale erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebu Bekir, bunun Hz. Peygamber (sav)'in vefatının yaklaştığına delalet ettiğini anlamış ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Gerçekten de bundan sonra Hz. Peygamber (sav), 82 gün yaşamış ve vefat etmiştir.
 

Resulullah (sav)'ın Hutbesi
Devesi Kusva'nın üzerinde olduğu halde Hz. Peygamber (sav), Arafat'ta şu hutbeyi irad etti:
 
"Ey insanlar!
 
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha buluşamayacağım. Ey insanlar; bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir.
Ashabım!
 
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalaletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenlerden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
 
Ey Ashabım!
 
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz ve ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyeden kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalip oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.
 
Ashabım!
 
Cahiliye döneminde güdülen kan davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim) Rebia'nın kan davasıdır.
 
Ey insanlar!
 
Bugün şeytan şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat elde etme gücünü kaybetmiştir. Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
Ey insanlar!
 
Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; aile şerefinizi korumaları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları, çiğnetmemeleridir...
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe (adete) göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir.
 
Ey müminler!
 
Size bir emanet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir zaman şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'andır.
Ey müminler!
 
Sözümü iyi dinleyiniz ve muhafaza ediniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Ancak gönül hoşluğuyla verilen başka. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.
 
Ey insanlar!
 
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakar için mahrumiyet cezası vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenab-ı Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehadetlerini kabul eder."
Resulullah (sav) sözlerinin burasında dinleyenlere sordu:
 
"Ey insanlar!
 
Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?"
Ashab-ı Kiram cevap verdi:
 
"Allah'ın risaletini tebliğ ettin; görevini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz."
Resulullah (sav) şehadet parmağını göğe kaldırarak üç kez:
 
"Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol!" buyurarak Arafat'taki hutbesini bitirdi.
Resulullah (sav), güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir anda yukarıda zikredilen Maide Suresi'nin 3. ayeti nazil oldu. Daha sonra devesine binen Resulullah (sav) yavaş adımlarla Arafat'tan inerek Müzdelife'ye geldi. Burada bir ezan ve iki kamet ile akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. Ardından istirahate çekildi. Sabah olunca cemaatle birlikte sabah namazını kıldı ve ortalık iyice ağardıktan sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan sonra Mina'ya geçen Resulullah (sav) burada da Veda Hutbesi'nin diğer bölümünü irad etti. Allah (cc)'a hamdü senadan sonra devamla:
 
"Ey insanlar!
 
Sizi Allah'ın kitabına bağlayan Peygamberinizin sözlerini iyi dinleyiniz, ona itaat ediniz. Hac ibadetinizin bütün hareketlerini benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha haccedemem."
Resulullah (sav), bundan sonra hutbesini sorulu-cevaplı olarak sürdürdü:
 
"Ey insanlar!
Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkarda aşırı gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan saptılar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl haram ayını helal, diğer yıl onu haram sayıyorlardı. Böylece Allah'ın haram kıldığını helal kabul ediyorlardı. Şimdi zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gibi aynı duruma döndü. Allah'ın Katında aylar on ikidir. Bunların dördü mukaddes (haram) aylardır ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, dördüncüsü de Cemaziyelahir ile şaban'ın arasındaki Recep'tir. Ey mü'minler! Bu ay hangi aydır?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
 
-Zilhicce ayı değil midir?
-Evet, Zilhicce'dir.
 
-Bu içinde bulunduğumuz belde hangi beldedir?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
 
-Mekke şehri değil midir?
-Evet Mekke'dir.
-Bugün hangi gündür?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
 
-Yevmünahr'dır. (Kurban kesme günü) değil midir?
 
-Evet Yevmünahr'dır."
 
Bundan sonra Resulullah (sav) sahabelere dönerek şöyle dedi:
"şu halde iyi biliniz ki; bu şehrinizde, bu beldenizde, bu gününüzün mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız yere almak, namuslarınızı kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur. Muhakkak ki siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız.
 
Ey insanlar!
 
Aklınızı başınıza alın da benden sonra birbirinizin boynunu vuracak şekilde dalalete, vahşete düşerek cahiliye devrine dönmeyin.
 
Ey insanlar!
 
Bu nasihatlerime kulak verip bunları burada hazır bulunanlarınız bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki, kendisine tebliğ edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur.
 
Ardından Resulullah (sav) iki kez:
 
-"Tebliğ ettim mi?" buyurdu.
 
-Sahabiler:
 
-"Evet ettin", deyince Resulullah (sav);
 
-"Şahit ol Ya Rab!" dedi ve tekrar hatırlattı:
 
Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin."
Resulullah (sav), Mina'daki bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan develeri kurban etti. Bir kısmını da Hz. Ali (k.v) kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi. Daha sonra tıraş olan Resulullah (sav), ihramdan çıktı ve Kabe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra Zemzem suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten sonra tekrar Mina'ya döndü.
 
Resulullah (sav) Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde şeytan taşlama görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde bulunan insanlara hutbeler irad buyurmuştu.
 
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr Suresi, 1-3) mealindeki Nasr Suresi'nin nazil olduğunu duyan Müslümanlara, hem yeni nazil olan bu sureyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği hutbelerinden birini irad buyurmuştur.
 
Bu hutbesinde de yine Müslümanların mal, can, namus emniyetinden bahseden Resulullah (sav) insan haklarının temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar ümmetine hatırlatmıştı. Değişik yer ve zamanlarda irad edilen bu hutbeler, tek bir şekilde bütünleştirilmiştir.
 

Veda hutbesinin önemi
Veda Hutbesi birçok yönden ehemmiyet taşır:
 
Herşeyden önce Hz. Peygamber (sav)'in hayatının sonlarında irad edilmiştir. Malum olduğu üzere Veda Haccı Hicret'in 10. yılında cereyan etmiştir. Hz. Peygamber (sav) ömrünün son aylarını yaşamaktadır ve birkaç ay sonra vefat edecektir. "... Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) mealindeki ayet de bu hac sırasında nazil olmuştur.
Hutbe muhteva olarak çok ehemmiyetlidir. Çünkü ciddi meselelere temas etmekte, o güne kadar ele alınmamış olan birçok cahili tatbikata son vermektedir. Kan davasının, faizin kesinlikle kaldırılması, karı-koca arasındaki hukukun açığa kavuşturulması, hac kaidelerinin tesbiti gibi konuların hepsine bu hutbede yer verilir.
 
Günümüz müelliflerinden bazıları Veda Hutbesi'ni İslam'ın "insan hakları" veya "kadın hakları" beyannamesi olarak değerlendirir. Gerçekten de insanların "mal, can, ırz" dokunulmazlığının teyidi (kayıt altına almak, garanti etmek) tarihte ilk defa meydana gelen bir hadisedir. 20. asırda Birleşmiş Milletlerce benimsenen insan hakları beyannamesi çok daha fazla detaya yer vermektedir. Ancak, bu beyannamedekiler hep kağıt üzerinde kalmıştır. Burada Veda Hutbesi'nde ise alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav)'in tebliği olarak vicdanlara, ruhlara, akıl ve fikirlere nakşolma söz konusudur.
 
İnsanlık, Müslümanların en güçlü ve gösterişli olduğu devirlerde bile, dili, dini, rengi ne olursa olsun İslam topraklarında kanından, malından, ırzından emin olmuş ve hürriyet içinde yaşamıştır.
 
İnsan hakları anlayışı tarih boyunca yavaş yavaş gelişmiş olmakla birlikte en mütekamil şekliyle İslam'la gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber (sav)'in Veda Hutbesi ilk insan hakları beyannamesi olarak önemlidir. İslami devletler tarafından gittikçe olgunlaştırılıp geliştirilen insan haklarının Batıdaki gelişimi ancak 18. ve 19. yüzyıllarda (13 asır sonra) olmuştur.
 

Hutbenin Toplum Hayatına Getirdiği Prensipler
Veda Hutbesi'nde Resulullah (sav)'ın başlıca şu noktalara temas ettiği görülür:
-Her işte daima Allah (cc)'a hamd-ü sena etmek gerekir.
 
-Nefis, insanı her zaman şerre yöneltmek ister. Bu sebepler nefislerin şerrinden Allah (cc)'a sığınmak gerekir.
 
-Can, mal ve ırz kutsaldır. Yaşama hakkı tabii bir haktır. Irz, şeref, haysiyet, hürriyet ve mülkiyet saldırıdan korunmuş haklardır.
 
-Cahiliye gelenekleri kaldırılmıştır. İnsanlar alışageldikleri şeyleri körü körüne yapmaktan vazgeçmelidir.
 
-Faiz haramdır.
 
-Kan davası gütmek haramdır.
 
-Emanetler yerlerine verilmelidir. Emanete hıyanet edilmemelidir.
 
-Küçük büyük, önemli-önemsiz her işte şeytana uymaktan sakınılmalıdır.
 
-Kadınların ve erkeklerin karşılıklı hak, vazife ve sorumlulukları vardır.
 
-Hem kadın hem de erkekler zinadan şiddetle kaçacaklardır.
 
-Köle ve hizmetçilere iyi davranılacaktır.
 
-Bütün Müslümanlar kardeştir. Her türlü sınıf farkları ve ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Üstünlük fazilet iledir.
 
-Zulümden sakınmak gerekir, halkın malı haksız yere yenemez, birine ait bir şey sahibinin izni olmadıkça başkası için helal olmaz.
 
-Müslümanlar birbirleriyle savaşmaktan sakınmalıdırlar.
 
-Allah (cc)'ın Kitabına ve Resulullah (sav)'ın sünnetine uyanlar asla sapıklığa düşmezler.
 
-İslam sadeliğinden ayrılmamak, aşırılıklara sapmamak gerekir.
 
-Hak Teala'ya ibadet olunacak; beş vakit namaz kılınacak, oruç ayında oruç tutulacak, Resulullah (sav)'ın tavsiyelerine uyulacaktır. Bunları hakkıyla yerine getirenlerin mükafaatı Allah (cc)'ın izniyle cennettir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder