ÇOK ÖNEMLİ HATIRLATMALAR - MUTLAKA OKUYUNUZ
AŞAĞIDA ANLATILANLARI ACELE ETMEDEN VE İYİ DÜŞÜNEREK OKUYUN.
AŞAĞIDA ANLATILANLARI ACELE ETMEDEN VE İYİ DÜŞÜNEREK OKUYUN.
Ölüme hızla yaklaşıyorsunuz. Her an ölebileceğinizi düşünün. Yaşayacağınıza kesin gözle bakmayın. Belkide 2-3 gün sonra
cenaze namazınız kılınacaktır. Bunun kısa zaman içinde olmamasının garantisini
veremeyiz. Peki öldüğünüzü farzedin. O zaman şunlar olacaktır:
Artık başka bir hayat boyutuna girmiş olacaksınız. Hareketsiz bir şekilde,
etrafınızda olup bitenleri anlamayıp öylece yatacaksınız. Bedeniniz başka
insanlar tarafından taşınacak ve bir "et yığını" olarak kabul
edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı mezar kazılacak ve siz görevli kişi
tarafından yıkanacaksınız. Beyaz kefenle sizi saracaklar. Tahta tabuta
konacaksınız. Camideki işlemler bittikten sonra mezara gidilecek, üzerinde
isminizin, doğum ve ölüm tarihinizin yazıldığı bir taş olacak. Kefenle birlikte
sizin için kazılan çukura atılacaksınız. Üzerinize tahta konacak, daha sonra da
toprak. Toprak sizi iyice örttükten sonra işlem son bulmuş
olacak. Yakınlarınız nüfus dairesine gidip sizin öldüğünüzü ve kaydınızın
bu dünyadan silinmesini söyleyecekler. İlk zamanlar belki
hatırlanacaksınız, arkanızdan ağlayan birkaç kişi olacak. Ancak zamanın
unutturucu etkisi ileriki yıllarda gittikçe ağır basacak. Birkaç on yıl sonra
ise "koca bir ömür" sürdüğünüz dünyada sizi hatırlayan pek kimse
kalmayacak. Ama bununla birlikte, öldükten sonra arkanızda bıraktığınız tüm
aileniz ve tanıdıklarınız da yavaş yavaş bu dünya hayatından ayrılacağı
için, hatırlanıp hatırlanmamak pek bir şey ifade etmeyecek.
Dünyada bunlar olup biterken, toprağın altındaki bedeniniz ise,
hızlı bir parçalanma sürecine girecek. Toprağa konmanızdan hemen sonra
böcekler ve bakteriler devreye girecek. Karında toplanan gazlar cesedi
şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz
hale getirecek. Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan
dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan kanlı köpükler gelmeye başlayacak. Çürüme
ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden
ayrılacak. Bu dış değişmeyle beraber, iç organlarda da çürüme başlayacak.
En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar
deriyi zayıf noktasından patlatacak ve bedenden tahammül edilemeyecek derecede
pis kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan başlamak üzere, adaleler
de yerlerinden ayrılacak. Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet
gözükmeye başlayacak. Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak,
kemikler bağlantılarından ayrılacak ve iskelet dağılmaya başlayacak… Bu olay,
cesediniz bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar böylece devam edecek. Aile
ile görüşme, arkadaşlarla buluşup eğlenme, en yüksek mevkiye gelme şansınız da
kalmayacak. Artık ölmeden önceki yaşamın bir saniyesine bile geri dönme
imkanınız olmayacak. Dünyaya geri dönüp hatalarınızı düzeltme ve Allah'ın
rızasını kazanma şansınız HİÇBİR ZAMAN mümkün olmayacaktır. Dünyadaki herşeyinizi
geride bırakmış olacaksınız.
Dünya hayatı ile bağlantınız kesilecektir. Artık bedeniniz
mezarda çürüyerek iskelet haline gelecek. "Ben" sandığınız
beden, oldukça iğrenç bir sonla yok olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir ruh
olan siz, bu bedeni çoktan terk etmiş olacaksınız, geride kalan beden ise,
oldukça çarpıcı bir biçimde yok olacak. BUNLARI YAŞAMANIZA BELKİDE ÇOK AZ ZAMAN
KALDI.
Bu yaşanacak olanları kendinizden uzak görmeyin. Bu gerçekleri şimdiden iyice düşünün. Bunların olmasına daha zaman vardır diye düşünüp kendinizi kandırmayın. Gariptir ki siz bu yazıları okuduktan çok kısa bir süre sonra ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerin olması belki de ölümün sizin için henüz erken ve zamansız olduğunu düşündürüyordur. Oysa bu bir kaçıştır ve bu kaçış fayda vermez.
Ölümü unutsanız da, hatırlasanız da sonuç hiç değişmeyecek ve
ölüm sizi bulacaktır. Ahirette hiç kimse size yardım
edemeyecektir. Hayatınızın hesabını tek başınıza Allah’a
vereceksiniz. Bu gerçeklerden hiç kimsenin kaçabilmesi mümkün
değildir. Şöyle bir düşünün. Ben bir an sonra yaşayacağıma garanti
veremiyorsam yani her an ölme ihtimalim varsa ve ölürsem dünyaya geri
dönme fırsatım hiçbir zaman olmayacaksa o zaman şu anda neler
yapmalıyım? Bu gerçeği düşündüğümüzde şu anımızın bizim için çok
kıymetli olduğunu anlamış oluyoruz. Böyle bir gerçek varken hayatın
akışına kapılıp ahiret için bir şeyler yapmamanız büyük bir
akılsızlıktır. Biraz sonra ölürsem hayatımın hesabını Allah'a verebilecek
miyim diye düşünün ve Allah'ın rızasını sabırlı bir şekilde kazanmaya
çalışın.
Onun için şunları yapmanız çok önemlidir. Hiç zaman
kaybetmeden samimi tevbe edin. Kendi günahlarınız için ve diğer müminlerin
affedilmesi için dua edin. Allah’a şükredin. Allah’ı tesbih edin. Allah'ı
çokça zikredin. Allah'ı çok sevin. Bütün sevginizi Allah'a
verin. Allah'ın yasaklarını işlemekten çok korkun. Allah için nefsinize
iyi hakim olun. Peygamberimize salavat getirin. Namazı dosdoğru
kılın. Sadaka verin. Herşeye Allah için sabredin. Salih amellerde
bulunun. Hayırlarda yarışın. Öfkenizi Allah için yenin. Allah için
yaşayın. Sürekli Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmaya
çalışın. İnsanlara Allah’ın varlığını, ölümü, ahireti, Kuran ayetlerini,
Peygamberimizin sözlerini anlatın. İnsanlara sabırlı olmasını tavsiye
edin. İnsanlara merhametli olmasını tavsiye edin. İnsanları yoksullara,
yetimlere ve ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirmelerini teşvik
edin. İnsanlara iyiliği emredin ve insanları kötülükten sakındırın.
Allah'a samimi kalple çok dua edin. En büyük farz olan İslam Birliği için
samimi kalple çok dua edin ve İslam Birliği'nin Kurulması için çaba
gösterin. Malınızı Allah için harcayın. Merhametli olun. İmkanınız varsa
yoksullara, yetimlere ve ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirin.
Kuran’ı iyi düşünerek okuyun. Kuran’ı hayatınıza
geçirin. Bunları istekli ve sabırla yerine getirin. Öldükten sonra
bunları yapma fırsatınız HİÇBİR ZAMAN olmayacaktır.
Şunları yapmaktan şiddetle kaçının.
Yalan Söylemeyin. Dedikodu yapmayın. İftira atmayın. Küfürlü konuşmayın. Kimseye hakaret etmeyin. Kimseye kötü ve kırıcı söz söylemeyin. İnsanları rahatsız etmeyin. Haksız yere kimseyi öldürmeyin ve öldürtmeyin. Başkasının malını yemeyin. Başkasının malına göz dikmeyin. Zina etmeyin. İçki içmeyin. Kumar oynamayın. Kötülük yapmayın.
HER AN ÖLME İHTİMALİNİZ OLDUĞUNDAN DOLAYI BUNLARI YAPMAKTAN ŞİDDETLE KAÇININ.
Allah’ın bütün yasaklarından şiddetle kaçının. Allah’ın emirlerini iyi öğrenerek onları istekli, güzel ve sabırlı bir şekilde yerine getirin. Bu konuda kararlı ve sabırlı olun.
Yalan Söylemeyin. Dedikodu yapmayın. İftira atmayın. Küfürlü konuşmayın. Kimseye hakaret etmeyin. Kimseye kötü ve kırıcı söz söylemeyin. İnsanları rahatsız etmeyin. Haksız yere kimseyi öldürmeyin ve öldürtmeyin. Başkasının malını yemeyin. Başkasının malına göz dikmeyin. Zina etmeyin. İçki içmeyin. Kumar oynamayın. Kötülük yapmayın.
HER AN ÖLME İHTİMALİNİZ OLDUĞUNDAN DOLAYI BUNLARI YAPMAKTAN ŞİDDETLE KAÇININ.
Allah’ın bütün yasaklarından şiddetle kaçının. Allah’ın emirlerini iyi öğrenerek onları istekli, güzel ve sabırlı bir şekilde yerine getirin. Bu konuda kararlı ve sabırlı olun.
Dünya hayatından ahirete geçmeniz yalnızca bir an meselesidir. Belki de hiç beklemediğiniz bir anda ölümle karşılaşacaksınız. Ondan sonra istesenizde bu gerçekleri düşünecek imkan bulamayacaksınız. Oysa henüz imkanınız varken burdaki anlatılanları düşünmek için bir vakit ayırsanız, belki de hem dünya hayatınızı hemde sonsuz ahiret yaşamını büyük bir sevinç ve nimete dönüştürecek bir adım atacaksınız. Dünyada bulunduğunuz sürece ahirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiğiniz çabayla denenmektesiniz. Dünya hayatı Allah'ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. Dünyada size verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlamakla yükümlüsünüz. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi dünya iman eden insanlar için "seyyar bir ticarethane ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir pazardır." Yani bir insan burada çok karlı bir ticaret yapabilir ve ahirette sonsuza kadar bu dünyada kazandığı ecirlerin karşılığını yaşayabilir. İşte burada insana düşen vicdanının sesini dinlemek ve Allah'ın kendisini bir denemeden geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır. Ne zaman öleceğinizi bilmediğiniz için o nedenle ölüme hazırlıksız yakalanmaktan, hesabını veremeyeceğiniz, ihmal ettiğiniz, ertelediğiniz, gevşek tuttuğunuz konuların olmasından çok korkup sakınmanız gereklidir. Çünkü ölüm melekleri geldiğinde artık eksiklerinizi tamamlama, yapmanız gerekenleri telafi etme gibi bir imkanınız olmayacaktır. O ana kadar yapıp ettikleriniz yanınıza kar yada zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkınızda hüküm verilecektir.
Ölüm anını siz de mutlaka yaşayacaksınız. Ölüm anınızın şu an
olduğunu düşünün. Sizin için neler önem kazanır, nelerin hiçbir anlamı
kalmazdı? Neleri yapmış olmaktan veya yapmamış olmaktan dolayı pişmanlık duyardınız? Bu
sorulara samimi cevap veren kişiler vicdanlarının ne dediğini ortaya
çıkarabilirler. O nedenle sizde ölüm anında önemli olduğunu anladığınız
şeyleri şimdiden yapın. Çünkü o an belkide çok yaklaşmıştır. Ölüm geri
dönüşü olmayan bir kapıdır. Allah size dünyada belli bir süre vermiştir.
Ölüm geldiği anda süreniz tamamlanacaktır. Ne kadar yalvarıp yakarsanız da
size bir fırsat daha tanınmaz. Allah'a karşı yerine
getirmediğiniz sorumluluklarınızı yerine getirmeniz için ek bir süre verilmez. Dünyada
Allah'ın rızasını kazanma fırsatını kaçırırsanız, ölüm melekleri yanınıza
geldiği anda artık hiçbir zaman telafi edemeyeceğiniz bu korkunç hatanızın
farkına varacak ve pişmanlık içinde olacaksınız. Ölüm gerçeğini
düşünmeyerek ölümden uzak durmak değil, aksine ölümün yakınlığını
düşünerek harekete geçmek insana fayda sağlayacaktır. Öldüğünüzde dünya
hayatında peşinden koştuğunuz herşeyin ahirette anlamını yitireceğini,
sadece Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan salih amellerin ve güzel
ahlakın insanlara fayda vereceğini anlayacaksınız. Genç, yaşlı, zengin,
fakir demeden ölümün her insanı, her zaman ve her yerde bulduğunu bilmek,
bu dünyaya bağlanmamanızı ve asıl olarak ölümden sonraki sonsuz hayata
hazırlık yapmanız gerektiğini anlamanızı sağlamalıdır. Unutmayın ki,
her ne sebeple olursa olsun mutlaka bir gün ölecek ve Allah'ın huzurunda
hesap vereceksiniz. Ölüm gerçeği hesaba katılmadan kurulan bir hayat
elbette çürük bir temel üzerine kurulmuş olur. Madem hayat çok kısadır, bu
hayattan sonra sonsuz bir gerçek hayat vardır ve madem o sonsuz hayat, bu
dünyada Allah'ın rızasını arayarak kazanılacaktır; bu durumda;
-İnsanın buradaki kısa ve değersiz hayatından çok, ölümden sonra
başlayacak gerçek hayatını düşünmesi gerekir.
-Dünyada elde edilecek servet ve imkanlara tutkuyla bağlanmanın bir anlamı yoktur. Kimse ne malını, ne güzelliğini, ne kuvvetini, ne ailesini, ne de şöhretini ahirete götüremez. Bunların hiçbiri mezardaki insana eşlik edemez.
-Dünyada elde edilecek servet ve imkanlara tutkuyla bağlanmanın bir anlamı yoktur. Kimse ne malını, ne güzelliğini, ne kuvvetini, ne ailesini, ne de şöhretini ahirete götüremez. Bunların hiçbiri mezardaki insana eşlik edemez.
Mezara giren yalnızca kefene sarılı bir bedendir; o da kısa bir
süre içinde kurtlanıp çürümeye başlayacaktır.
-Bu dünyadan ahirete götürülecek tek şey Allah rızası için yapılmış olan salih
amel ve ibadetlerdir. O zaman bu dünyada kısa bir süre için insana verilmiş
olan nimetler (sağlık, güzellik, servet vb.), ahirette ebedi olarak ve çok daha
güzeliyle yeniden insana verilecektir.
-Bu gerçeği kavramayıp da malını ve bedenini Allah rızası için harcamaktan kaçınıp "cimrilik" eden, kendi ahiretini mahvetmekte ve asıl kendine cimrilik etmektedir. Ölümden sonra güzelliğin, yakışıklılığın, ne kadar mal veya para kazanıldığının hiçbir önemi olmayacaktır. Ölümden sonra insan için önemli olan Allah için yaptıkları olacaktır. Madem böyle bir gerçek var, o halde ölümden sonra kendiniz için faydalı olacak amelleri şimdiden yapmaya gayret göstermelisiniz.
-Bu gerçeği kavramayıp da malını ve bedenini Allah rızası için harcamaktan kaçınıp "cimrilik" eden, kendi ahiretini mahvetmekte ve asıl kendine cimrilik etmektedir. Ölümden sonra güzelliğin, yakışıklılığın, ne kadar mal veya para kazanıldığının hiçbir önemi olmayacaktır. Ölümden sonra insan için önemli olan Allah için yaptıkları olacaktır. Madem böyle bir gerçek var, o halde ölümden sonra kendiniz için faydalı olacak amelleri şimdiden yapmaya gayret göstermelisiniz.
Her an her saniye ahirete geçebileceğini unutmamak, cehenneme
gitme ihtimalinden korkmak ve cennetteki sonsuz nimete kavuşmak için
hazırlık içinde olmak herkes için çok önemlidir.
Gözümüzün önünde tek bir dünya var gibi gözükürken aslında
insanlar sayısınca dünya vardır. Her insan bulunduğu zaman ve mekan şartları
içinde farklı bir dünya şartlarında yaşar. İnsan hayatı bir sinema ise, bu
sinemanın hem yönetmeni, hem de başrol oyuncusu kişinin kendisidir. İnsan hayat
boyu kendi filmini kayıt altına alır. Kendi ‘harddiskine’ veya CD’sine
kaydeder. Sinema perdeleri gibi hayat karelerini bir bir yaşamaya devam ederken
bir gün gelir ki perdede bir ‘son’ yazısı ile karşılaşır. Bu yazı artık bu
dünya şartlarında kayıt işleminin sona erdiğinin işaretidir. Bu noktadan sonra
kayıt işlemi sona ermiş ve ölüm sonrası seyir işlemi başlamıştır. Kişi ömür
boyu kayıt altına aldığı hayatını, ölüm sonrası seyretmeye başlar. Hem de en
gerçek hali ile.
İnsan, ölümü ile birlikte kendi hayatını orada seyretmeye başlar.
Herkes orada bizzat kendi kaydettiği dünyasına bakar. Sonsuza uzayıp giden
sinema perdelerinde veya dev ekranlarda kendi hayatını seyreder. Şayet kişi
inançlı bir hayat yaşamışsa, hayatını Allah’ın emirlerini yerine getirerek
süslemişse, günahlardan kaçınmakla hayatını korumuşsa önüne çıkacak önüne
çıkacak hayat filmi elbetteki cennete uzayıp giden bir görüntü oluşturacak. Öte
yandan diğer bir insanda Allah’ın emirlerine gereği gibi uymamış, Allah’ın
yasaklarından kaçınmamışsa, Allah’ın rızasını kazanamayıp öldüğünde dünyada eşi
benzeri görülmeyen dehşetli bir korku filmini aynı dehşet içinde seyretmeye
başlayacaktır. Bu korku filmi kendi hayatıdır. Başroldeki kendisidir. Hayat
filmini bu kadar dehşetli bir hale sokan yine kendisidir. Böyle iç karartan dehşetli
bir filmi, insan seyretmeye dayanamaz. Müthiş bir korkuya, müthiş bir üzüntüye
kapılır. Bu hayat kirli bir hayattır. Böylesine kirlenen bir hayatı da
temizleyecek olan ancak cehennemdir. Allah böyle bir kirliliği mülkünde
barındırmaz. Cehennemi ile temizler. İşte cehennemin bu temizliğini gören kişi
ise azap halini yaşamaya başlar.
Madem insan bu hayatta kendi filmini çekiyor. Madem bu film,
sonsuz hayatta sonsuza kadar gösterilecektir. Ve madem hayatın başrol oyuncusu
da, yönetmeni de biziz. Öyle ise insan, hayatını Allah’ın emirlerine uyarak
süslendirmelidir. Kendisini günahlardan uzak durmakla korumalıdır. Yani insan
Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak için dünyada senaryosunu iyi
yazmalıdır. Ölümün bizi nerede beklediği belli değildir. Ancak, biz onu her
yerde beklemeliyiz. Ölümün, tevbeyi tamamlamadan gelip insanı bulma tehlikesi
vardır. Akıllı olan insanın temel özelliklerinden birisi, yarınını garanti
altına almak için bugünden çalışıp gayret etmek ve başına gelmesi muhtemel olan
hadiseler için önceden tedbir almaktır. Şu kısacık dünya hayatında bile insan,
bugünden yarın için, yazdan kış için çalışıp hazırlık yapmaktadır. Halbuki hiç
kimsenin yarına kavuşacağı hususunda bir garantisi yoktur. Gelmesi muhtemel
olan yarın için bugünden hazırlık yapan insanoğlu, gelmesi kesin olan ölümden
sonraki hayatı hatırlayıp da ona hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? Bu
sebeple Peygamber Efendimiz, ölümü çok düşünmemizi ve ondan sonrası için
hazırlık yapmamızı emretmekte, ölümden sonraki hayat için çalışan insanı akıllı
insan olarak nitelendirmektedir.
Geçen günleri geri getirmek mümkün değildir. Yarını
yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur. Gün bugün; saat bu saat; an bu
andır. İnsan ancak içinde bulunduğu anı değerlendirme imkanına sahiptir ve bu
anı fırsat bilerek ahiret için hazırlık yapmak durumundadır. Ömür su gibi akıp
gitmektedir. İnsan her an ölüme yaklaşmaktadır. Ahiret hazırlığı için tanınan
süre geçip tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen insan, kulluk görevlerini doğmama
ihtimali olan bir güne bırakmaz. Dünyanın Allah’ın rızasını kazanmak için
çalışma, ahiretin ise hesap verme yeri olduğunun bilincinde olur. Dünya
arkasını çevirerek yel gibi esip gitmekte, ahiret de ona karşı aynı süratle
gelmektedir. Dünya hayatının ölümle sona ereceğini bilen, ölümün sonsuz bir
hayatın başlangıcı olduğuna inanan bir insanın sonsuz hayatı kazanmak için
hazırlık yapma ihtiyacı duymaması düşünülemez. Bir gün mutlaka bu hayata veda
edeceğini bilen insan ölüm ötesi hayata hazırlıklı olmalı, ebedi hayatının
sermayesini kazanacağı yer olan dünyada yaşadığı zaman dilimini çok iyi
değerlendirmelidir.
Her zaman imtihanda olduğunuzu, her an ölebileceğinizi ve dünya
hayatının Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmak için tek fırsat olduğunu
unutmayın. Ahirette sizi tehlikeye atacak her şeyden uzak durun. Ben şu
anda son saniyelerimi yaşıyor olabilirim diye düşünün. Ahiret için bir
şeyler yapabilmenin aciliyetli olduğunu anlayın. Cehenneme gitme ihtimalinden
korkun ve Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmak için gayret gösterin.
Var gücünüzle ahiret için çalışın. Kaybedecek tek bir saniyemiz bile
yoktur. Ölümden sonra karşınıza gelecek olaylarla tek başınıza muhatap
olacaksınız. Bu konu doğrudan doğruya sizi
ilgilendirmektir. Kesinlikle yaşayacağınız bu büyük olayı dikkatli
düşünün.
Allah dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara
süre tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar gönderir ve
çeşitli fırsatlar verir. Şöyle bir örnek üzerinde düşünelim:
Büyük bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir
sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine getirmediği
takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi nasıl bir gayret ve
dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği kaybı bildiği halde bu işte
herhangi bir gevşeklik ya da rehavet içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır.
Bu kaybı asla göze almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi
yapacak, hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden
feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi kendisini sıkıntıya
sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı tür insanlar acaba bunların
hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap vermeleri konusunda aynı korkuyu
yaşarlar mı? Büyük çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar ölümü ve ahireti o
kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Ölüm gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her
gün, hatta her dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor
ve ölümün yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz
önlemlerin hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri "geçici" olmaktan
alıkoyamıyor. Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru
ilerliyorsunuz.
Ölümünüzden sonra size ait olan herşeyiniz geride kalacaktır.
Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona
erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a
döndürüleceğini unutan herkes için, dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri,
güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün,
insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya
çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah'ı ve
ahiret yaşamını unutarak geçirdikleri kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir
başlangıç kendilerini beklemektedir. O güne şahit olan herkes dünya hayatının
hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacak ve sonsuz hayatına
başlayacaktır. Bundan kaçış yoktur.
Dünya hayatı geçicidir ve ölüm kesin bir gerçektir. Vücudunuzda
farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız
ilerledikçe bunların yenilenmesi yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu
yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman
sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe daha da açık bir
şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız
"geri kalan ömrünüzde" gitgide ölüme doğru yaklaştığınızı
farkedersiniz. İşte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve
huzuru gerçek anlamda asla vermez. O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin
ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. İşte bu sonun ardından asıl
gerçeklerle yüzyüze gelinecektir.
O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek
amacınız olmamalıdır. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir.
İnsanlar Allah'ın kendilerine duyurduğu dini, O'nun gösterdiği ölçülerle
yaşamakla mükelleftirler.
Herkesin yaratılış amacı Allah’a kul olmaktır. Dünyada elde
edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca
büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu
dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu bazı
insanların bildiği ama düşünmekten kaçtıkları bir gerçektir. Dolayısıyla asıl
amaç bu olmamalıdır. O zaman insanın gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok
iyi düşünmesi, neden yaratıldığını kavraması gerekir. Her insanın her an ölme
ihtimali varken ve ölümden sonra hiçbir zaman dünyaya dönme imkanı olmayacağına
göre o halde dünyaya bağlanmanın bir anlamı yoktur.
Bir cenazede, herkes geçici bir süre için de olsa yaşamın
kısalığının, ölümün kesinliğinin bilincine varır. Duygu yüklü sözlerle ölümün
mutlak gerçek olduğu, Allah'ın herkesin canını alacağı tekrarlanır, ölen
kişinin ise ne kadar iyi bir insan olduğu, kalbinin temizliği konuşulur. Ancak
bu sıkıntı dolu dakikalar geçip de cenaze atmosferinden çıkıldıktan bir süre
sonra, sanki o olanlar hiç yaşanmamış gibi Allah'ın varlığı, ölümün kesinliği
yine unutulur. Dünyanın geçici tutkularına geri dönülür. Ölüm yine hiç
konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz.
Bazen de ölümden bahsedenlere "bunu düşünerek yaşamak insanı
çıldırtır" derler. Elbette eğer insanın ölümden sonrası için bir hazırlığı
ve güzel bir beklentisi yoksa, gerçekten de psikolojisinin bozulması normaldir.
O halde ölüm gerçekleştiğinde rahat ve huzurlu olmak, azaptan kurtulmak ve
sayısız nimetin bulunduğu cennete kavuşmak için bir çaba göstermek, bir
girişimde bulunmaktan daha akılcı ne olabilir?
Etraftaki insanların çoğunluğunun ölüm kendilerine hiç
ulaşmayacakmış gibi davranmaları, insanda aldatıcı bir rahatlamaya sebep
olabilir. Bir hatayı işleyen çok sayıda kişinin bulunması insanı yanıltabilir.
Bu lise yıllarındaki "sınav psikolojisi" gibidir. Genelde sınavlar
belirli bir süre önceden öğrencilere duyurulur ve buna çalışmaları için bir
süre tanınır. Sınavın konuları da bildirilir ki öğrenciler nereye
çalışacaklarını bilsinler. Bazı zamanlar sınavın gününü ve saatini önceden
bilmemize rağmen, bu sınava hiç hazırlanmamışızdır. "Nasıl olsa daha çok
vakit var" mantığıyla günler geçmiş, sınav saati gelip çatmıştır. Sınav
salonuna doğru giderken, önceden çalışmış olanların rahat tavırları bize ne
büyük sıkıntı vermiş, "keşke ben de hazırlansaydım" diye büyük bir
pişmanlık duymuşuzdur. İçimizde derin bir gerginlik hissetmiş, "zamanı
geriye çevirebilmeyi" ve geçmişe dönüp sınava çalışmayı istemişizdir. Elbette
ki bu imkansızdır, ve artık geri dönüş yoktur. Sınavdan alınacak başarısız
sonuca katlanmak zorundayızdır.
Şimdi bir de insanın ahirette, Allah'ın huzuruna çıktığı gün
yaşayacağı sıkıntıyı ve vicdan azabını düşünelim. Şüphesiz ki bu sıkıntı, okul
sıralarında sınav saatinde çekilen sıkıntıyla kıyaslanmayacak kadar büyük
olacaktır. Üstelik kopya çekerek, öğretmenin yardımını alarak ya da başka
yollara başvurarak bu sınavı atlatmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü bu, ahirette
Allah'ın huzurda hesap vereceklerinin bilincinde yaşayan, Allah'ın dinini
öğrenmeye ve uygulamaya çalışan, kısacası "çıkacakları sınava"
hazırlanan insanlara haksızlık olur. Sonsuz adaletiyle Allah böyle bir
haksızlığa asla izin vermez, ve o hesap günü hakeden hakettiğini tam karşılığıyla
alır.
Bazı insanlar her an ölebileceğini düşünmeyip "nasıl olsa
önümüzde bir ömür var" diyerek dünya hayatıyla tatmin bulmakta, daha
doğrusu tatmin bulmayı istemektedirler. Oysa o dünya hayatında gerçekte
kendilerini tatmin edebilecek hiç bir gerçek huzur ve mutluluk yoktur.
Sizin sermayeniz, yalnızca ömrünüzdür. Bu sermayeniz, o kadar
kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve
nefesleriniz sayılıdır, azalmaktadır. Ömrünüz bitince, ticaret sona erer.
Ticarete sarılın ki, vaktiniz azdır. Günleriniz, o kadar kıymetlidir ki, ecel
gelince, bir gün izin istense de ele geçemez. Bugün, bu nimet elinizdedir. Çok
dikkat edin, bu büyük sermayeyi elden kaçırmayın. Sonra ağlamanız fayda vermez.
Bugün, ecelinizin geldiğini, şimdi, o günde bulunduğunuzu farz edin. O halde,
bugününüzü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyan
olur mu? Yarın ölecekmiş gibi haramlardan kaçınız.
Ölümden sonra Allah'ın, insanları yaşadıkları hayattan hesaba
çekeceğini ve bu hesabın sonucunda cennete ya da cehenneme sevkedileceğini
bildirdiği halde ahiret için bir hazırlık yapmamak büyük akılsızlık olur.
HER AN DEVAM EDEN ÖLÜMLER
Dünyada şu anda ölümler devam etmektedir. Az önce dünyada olan bu insanlar hiçbir zaman dünyaya
dönmemek üzere dünyadan gitmiş oldular. Az önce ölen o insanlar kendi
bedenlerini, malını, ailesini, her şeyini bırakıp dünyadan başka bir hayata
gittiler. Bu durum şu anda hala devam etmektedir. Sizde bu duruma hızla
yaklaşıyorsunuz. Bu durumu kendiniz için düşünün. Az önceki ölen insanlar gibi
sizinde hayatınız belkide şimdi bitecektir. Dünyadan ayrılmak her an gerçekleşebilir.
Bunun bilincinde olup tevbe etmeli, günahlarınız için af dilemeli ve ahiret için bir şeyler yapmanız sizin için önemlidir.
Unutmayın ki sizden önce ölenler de; aynı şimdi insanların yaptığı gibi belki az sonra yiyeceği yemeği, daha bitirilmesi gereken işlerinin olduğunu veya ertesi gün gideceği yeri planlarlarken hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle karşılaşmışlardır.
Unutmayın ki sizden önce ölenler de; aynı şimdi insanların yaptığı gibi belki az sonra yiyeceği yemeği, daha bitirilmesi gereken işlerinin olduğunu veya ertesi gün gideceği yeri planlarlarken hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle karşılaşmışlardır.
Öyleyse siz, dünyada tek bir iyi işi bile yapma imkanınızın
kalmayacağı ölüm anına ulaşmadan evvel gücünüzün yettiğinin en fazlasıyla
ahiretiniz için çaba gösterin.
ÖLDÜĞÜNÜZÜ DÜŞÜNÜN
Şu ana kadar ölmüş bütün insanları düşünün. O insanların hiç birisi şu anda dünyada değiller. Allah'ın kendilerine verdiği süreyi bitirmişlerdir. Ölen insanların dünyaya geri dönüp hatalarını, günahlarını telafi etmesi ve ahireti kazanmak için bir şeyler yapması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Allah dileseydi sizinde canınızı önceden alabilirdi. Eğer öyle olsaydı siz şu anda dünyada olmayacaktınız, cesediniz toprağın altında çürüyüp yok olacaktı. Başka bir hayat boyutunda olacaktınız. Dünyaya geri dönme imkanınız hiçbir zaman olmayacaktı yani ahiret için hiçbir zaman hiçbir şey yapamayacaktınız. Allah sizi şu an yaşattığına göre bunun sizin için çok iyi bir fırsat olduğunu unutmamanız gerekir. Allah'ın size verdiği bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli ve ahiret için ciddi bir çaba harcamalısınız.
ÖLDÜĞÜNÜZÜ DÜŞÜNÜN
Şu ana kadar ölmüş bütün insanları düşünün. O insanların hiç birisi şu anda dünyada değiller. Allah'ın kendilerine verdiği süreyi bitirmişlerdir. Ölen insanların dünyaya geri dönüp hatalarını, günahlarını telafi etmesi ve ahireti kazanmak için bir şeyler yapması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Allah dileseydi sizinde canınızı önceden alabilirdi. Eğer öyle olsaydı siz şu anda dünyada olmayacaktınız, cesediniz toprağın altında çürüyüp yok olacaktı. Başka bir hayat boyutunda olacaktınız. Dünyaya geri dönme imkanınız hiçbir zaman olmayacaktı yani ahiret için hiçbir zaman hiçbir şey yapamayacaktınız. Allah sizi şu an yaşattığına göre bunun sizin için çok iyi bir fırsat olduğunu unutmamanız gerekir. Allah'ın size verdiği bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli ve ahiret için ciddi bir çaba harcamalısınız.
UYUMADAN ÖNCE VE UYANDIKTAN SONRA MUTLAKA
DÜŞÜNMENİZ GEREKENLER
İnsanlar uyuyacakları zaman genelde uyanacaklarının garanti
olduğunu zannederler. Uyuduğunuz esnada hiçbir şeyin farkında değilken Allah
canınızı alabilir ve kendinizi başka bir hayatta bulabilirsiniz. Her uykudan
önce şöyle düşünün. Ben uyursam uyanacağımın bir garantisi yoktur. Yani
uyuduğumda Allah benim canımı alabilir. Her uykudan önce böyle bir ihtimal
olduğundan dolayı Allah’a yönelip samimi tevbe etmeliyim. Günahlarımın bağışlanması
ve ahiret için dua etmeliyim. Bunun yanında şükretmeniz, namaz kılmanız ve
Kuran okumanızda sizin için önemli olacaktır.
Her uyandığınızda şöyle düşünün. Bugün dünyadaki son günüm
olabilir. Yani bugün son günümün başlangıcı olabilir. Allah bana ahiret için
son bir fırsat vermiş olabilir. Her an dünyadan gidebilirim. Bunun bilincinde
olup bugünümü Allah’ı razı ederek geçirmeliyim.
ÖLÜMÜ DÜŞÜNMENİN FAYDALARI
Ölümün her an kendisini yakalayabileceği gerçeğini aklından çıkarmaması aynı zamanda insanın nefsine de şifa olur, onu gafletten kurtarır. Ahlakının güzelleşmesine ve manevi olgunluğa ermesine sebep olur. Dünyada da mutluluk ve huzur bulur. Ahireti düşünerek mutmain ve tevekküllü bir ruh hali kazanır. Bu da ruhuna lezzet, bereket ve zevk verir. Ölümü düşünmek insanı dünya hırsından ve günahlardan korur. İnsanın bilinçli olmasını sağlar. Ahirette sonsuz azap ve sıkıntı yerine Allah’ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşmasına vesile olur. Mümin ömrü boyunca gösterdiği güzel ahlaktan Allah’ın razı olacağını umar ve ölümü ile birlikte ahirette cennete de kavuşacak olmanın neşesini yaşar. Bu nedenle ölüm anı bir mümin için sonsuz güzelliklere açılan bir kapı, iman etmeyen bir insan için ise sonsuz azaplara açılan bir kapıdır.
ÖLÜMÜ DÜŞÜNMENİN FAYDALARI
Ölümün her an kendisini yakalayabileceği gerçeğini aklından çıkarmaması aynı zamanda insanın nefsine de şifa olur, onu gafletten kurtarır. Ahlakının güzelleşmesine ve manevi olgunluğa ermesine sebep olur. Dünyada da mutluluk ve huzur bulur. Ahireti düşünerek mutmain ve tevekküllü bir ruh hali kazanır. Bu da ruhuna lezzet, bereket ve zevk verir. Ölümü düşünmek insanı dünya hırsından ve günahlardan korur. İnsanın bilinçli olmasını sağlar. Ahirette sonsuz azap ve sıkıntı yerine Allah’ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşmasına vesile olur. Mümin ömrü boyunca gösterdiği güzel ahlaktan Allah’ın razı olacağını umar ve ölümü ile birlikte ahirette cennete de kavuşacak olmanın neşesini yaşar. Bu nedenle ölüm anı bir mümin için sonsuz güzelliklere açılan bir kapı, iman etmeyen bir insan için ise sonsuz azaplara açılan bir kapıdır.
Ayetlerde ölüm ile ilgili şöyle buyrulmaktadır:
De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız.” (Ahzab Suresi, 16)
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a Suresi, 8)
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz… (Ankebut Suresi, 57-59)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen
ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle
de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
Peygamberimiz (sav) hadislerinde ölüm ile ilgili şu öğütlerde bulunmuştur:
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta
acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.
(Taberani)
Allah’tan utanan, ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez,
zinadan kaçar, dilini, gözünü ve kulağını haramlardan sakındırır, öldükten
sonra çürüyeceğini düşünür. (Taberani)
Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok
anın. Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen, lüzumsuz işten,
israftan kaçar, kanaatkar olur. (İ. Hibban)
Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan (Allah’ın rızasına
mani olan her şeyden) alıkoyar. (İbni Ebiddünya)
Demir paslandığı gibi, kalpler de günahla paslanır. Kalplerin
cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur’an-ı Kerim okumaktır. (Beyheki)
Ölümü anmak sadaka vermek gibi sevaptır. (Deylemi)
Enes B. Malik demiştir ki: “ Bir kere Peygamber (a.s.) bir
takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu: İşte bu çizgi insanın umduğu emelidir. Şu
çizgide ecelidir. İnsan uzaktaki emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel
ansızın geliverir.”
RUHUNUZ BEDENİNİZDEN HER AN ÇIKABİLİR YANİ HER AN DÜNYADAN
AYRILABİLİRSİNİZ. YANİ KENDİNİZİ BİR ANDA FARKLI YAŞAM BOYUTUNDA
BULABİLİRSİNİZ. HER AN ÖLEBİLECEĞİNİZİ ŞİMDİDEN DÜŞÜNÜN VE AHİRETE
ŞİMDİDEN HAZIRLANIN.
KURAN’DA CEHENNEM
Kuran'a inandığını söyleyen ve
iman ettiği kitabın hükümlerine uymayan bazı insanların rahatlıklarının sebebi,
kalplerinin temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında
olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin
cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle cennete
gideceklerini kesin olarak görmeleridir.
Bu inancın bir özelliği de
cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş
olmaları ve diğer insanları da cennet ehli ilan etmeleridir.
Onlara göre cehennemlik olan
insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları
katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan
dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise hemen her günahlarının
affedileceğini sandıkları, halkın arasında çoğunluğu oluşturan sıradan
insanlardır. Kendi aralarında belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine,
hırsızlık yapmadıklarına ve terörist de olmadıklarına göre, kendilerinin cennet
halkından oldukları zannını doğurur. İşte kendilerini müslüman kabul ettikleri
halde; her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran'ı
yaşamamalarının ve Allah'ın sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve
bundan da hiçbir korku ve tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur.
Yani bunların hiçbirinin cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği
zannına kapılmaları... Oysa ki bu kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç
bir yanılgıdır.
İnsan Allah'a kul olsun diye
yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını reddederse, mutlaka karşılığını görür.
İşte böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem de bu adaleti
yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en kötü mekan olan cehennem, insanın
hayal gücünün alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah'ın
şanına yakışır bir şekilde yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük
acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Kaldı ki cehennem, insanın
hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir
insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi mümkün değildir.
Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden) sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve
dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır.
Bir damla kaynar suya, anlık bir gerilime, biraz açlığa, karanlığa, soğuğa
dayanamayan aciz insanın, ferah ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı göze
aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi
olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir
kimse, Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.
Cehennemdeki azapların farklı
çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı
cehennemin odunu olur, ateşin üstünde tutulup mum gibi eritilir, yüzü ateşte
evrilip çevrilir, elleri bağlı olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır,
dağlanır, bu haldeyken demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler
giyer, ateşten yataklara yatırılır, üstüne ateşten örtüler örtülür, darı dikeni
ve zehirli zakkum yer, kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su dökülür,
içirilen kaynar su bağırsaklarını parça parça
koparır, ateş yüzünü yalar, dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp
vermesi bile kahır doludur. Bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel azabın
sadece bir parçasıdırlar.
Cehennem ehli fiziksel olduğu
gibi psikolojik olarak da acı çeker. Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık,
aşağılanma, rezil olma, küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve çekişme
duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir yandan kendilerini yer
bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes yalnızdır ve birbirine düşmandır.
Sürekli birbirlerini lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır
dolu inlemeler birbirine karışır.
Ancak şunu unutmayın:
Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar değildir. Dünyada sokaktan
geçerken gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız bildiğiniz insanlardır. Hiçbir şey
değişmemiştir, aynı şuur açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir
anda ölüm melekleri canlarını almış ve kendilerini yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah'ın
yarattıkları arasında, Allah'ın bu büyük tehdidinin şuurunda olup sürekli korku
ve ümit içinde yaşayanlar ise yalnızca müminlerdir:
Onlar: "Rabbimiz,
cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz
bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler. (Furkan Suresi, 65)
Şu anda cehennemin kenarında
olsanız ve oradaki zebanilerin cehennem ehline yaptıkları dayanılmaz
işkenceleri gözünüzle görseniz, cayır cayır yanan ateşin uğultusunu, cehennem
ehlinin çığlıklarını, kemiklerini çatırdatan inlemelerini, kahırla nefes alıp
vermelerini, bir kez daha dünyaya geri dönmek isteyen pişmanlık dolu
yalvarışlarını duysanız ve sonra tekrar dünyadaki yaşamınıza geri döndürülseniz
acaba hayatınızda neler değişirdi?
Hiç kuşku yok ki içinizi
tarifsiz bir korku kaplar, bambaşka bir insan olurdunuz. Hayatınızı bütünüyle
farklı düzenlerdiniz. Etrafınızdaki insanların bu gerçeği göz ardı ettikleri
için büyük bir gaflet içinde olduğunu düşünür, olanca gücünüzle ahiret için
çabalardınız. Allah'a karşı günah olabilecek herşeyden şiddetle sakınır,
toplayabildiğiniz kadar ecir toplamaya çalışırdınız. Ahiret hayatınızı riske
sokabilecek en ufak bir söz ya da davranış korkudan içinizi titretir, hemen
Allah'a yalvara yalvara, ürpertiyle dua eder, bağışlanma dilerdiniz.
Gördükleriniz, duyduklarınız bir an olsun aklınızdan çıkmazdı, kendi sonunuz
için aynı ihtimali düşünmekten Allah'a sığınırdınız. Allah'ın sevgisini
kazanmak, O'nun azabından kurtulmak için malınızı, canınızı, tüm enerjinizi
kullanırdınız. Üstelik bunların hepsinde ölene dek sabırlı ve kararlı olur,
karşınıza bir zorluk çıksa bile bu size zorluk gibi görünmezdi. Kimse sizi
yolunuzdan çeviremez, Allah'ın rızasından taviz verdiremezdi. Her şart ve
koşulda, her durumda ahiretiniz için yapabileceğinizin en fazlasını yapardınız.
İnsanların, toplumların ne yaptıkları, nasıl bir hayat tarzını benimsedikleri,
hangi ideolojilerin peşinden koştukları sizi hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Her
halinizle ve her tavrınızla sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya
çalışırdınız. Allah'ın emir ve yasakları konusunda son derece titiz olduğunuz
gibi insanlara da bunu anlatır, her gördüğünüz kimseyi bu gerçekle uyarırdınız.
En büyük hedefiniz, hayatınızın tek amacı Allah'ın dostluğunu kazanmak olurdu
ve kendinizi tamamen O'na teslim ederdiniz. "...taşlardan öyleleri
vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular
çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır..." (Bakara Suresi, 74) ayetindeki
benzetmeyle vurgulanan korkunun şiddeti sizin de üzerinizde tecelli ederdi.
Peki şu an cehennemi görmemiş
olmanız mı sizi gereği gibi korkup sakınmaktan ve buna göre yaşamaktan alıkoyan?
Oysa Allah cehennemin varlığını pek çok ayetinde haber vermekte, cehennemi
insanlara tüm detaylarıyla tanıtıp, ondan sakındırmaktadır. Kaldı ki vakti
geldiğinde cehennemi görmeyen insan kalmayacaktır. Allah bunu kesin olarak
haber vermiştir. Ancak ondan yalnızca Allah'tan korkup sakınanlar kurtarılacak
gerisi diz üstü çökmüş bir biçimde bırakılacaktır:
Sizden ona girmeyecek hiç
kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra,
takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak
bırakıveririz." (Meryem Suresi, 71-72)
Ama unutmayın ki orada diz
üstü çökmüş olarak kaldıktan sonra cehennemi görmenin insana bir faydası olmaz.
Çünkü orası artık geri dönüşü olmayan bir yerdir…
Allah Kuran’da cehennemi
detaylı olarak anlatmıştır:
KİMLER CEHENNEME GİRECEKTİR
Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)
Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyordunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi, 85)
Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azab vardır. (Bakara Suresi, 114)
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. (Bakara Suresi, 174)
Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 217)
Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa Suresi, 10)
İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar da, alevli ateşin halkıdırlar. (Maide Suresi, 10)
Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara Suresi, 275)
Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele. (Al-i İmran Suresi, 21)
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)
Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla’ (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır. (Nisa Suresi, 29-30)
Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Kim bir mü’mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır. (Nisa Suresi, 93)
Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: “Nerde idiniz?” Onlar: “Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik.” derler. (Melekler de:) “Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?” derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o? (Nisa Suresi, 97)
Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. (Tevbe Suresi, 34)
Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” (Maide Suresi, 72)
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (En’am Suresi, 70)
Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin (savaştan kaçmayın). Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah’tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o. (Enfal Suresi, 15-16)
Bilmiyorlar mı, kim Allah’a ve elçisine karşı koymaya çalışırsa, gerçekten onun için, onda ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır? İşte en büyük aşağılanma budur. (Tevbe Suresi, 63)
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 68)
İşte, inkâr etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir. (Kehf Suresi, 106)
Bu (böyle işte); gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer vardır. Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.
(Sad Suresi, 55-56)
Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: “Biz toprak iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?” İşte onlar Rablerine karşı inkâra sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Ra’d Suresi, 5)
Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 79)
Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah’a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 80)
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)
Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız. (A’raf Suresi, 40-41)
Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şahidler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır” diyecekler. Haberiniz olsun; Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. Bunlar Allah’ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır. Bunlar, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir ve bunların Allah’tan başka velileri yoktur. Azab onlar için kat kat arttırılır. Bunlar (hakkı) işitmeye güç yetirmezlerdi ve görmezlerdi de. (Hud Suresi, 18-20)
Bunlar, Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile beraber başka ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın. (İsra Suresi, 39)
Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!.. (Ra’d Suresi, 18)
Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (Ra’d Suresi, 25)
Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116)
Artık ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’, Allah’ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? (Nahl Suresi, 45)
Kim imanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır. (Nahl Suresi, 106)
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Bu dünyada olup-biten) Pek az bir metadır. Onlara ise acı bir azab vardır. (Nahl Suresi, 116-117)
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)
Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
Ayetlerimizi inkar edip, bana: “Elbette mal ve çocuklar verilecektir” diyeni gördün mü? O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın katında(n) bir ahid mi aldı? Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız. (Meryem Suresi, 77-79)
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azab vardır. (Nur Suresi, 11)
Onlardan her kim: “Gerçekten ben, O’nun dışında bir ilahım” diyecek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle cezalandırırız. (Enbiya Suresi, 29)
Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (Beyyine Suresi, 6)
Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir. (Sebe Suresi, 38)
Gerçek şu ki, inkar edip Allah yolundan ve yerlilerle dışarıdan gelenler için eşit olarak (haram ve kıble) kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara, orada zulmederek adaletten ayrılanlara acı bir azab taddırırız. (Hac Suresi, 25)
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi, 19)
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Lokman Suresi, 6)
Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir. (Sebe Suresi, 38)
Kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?
(Zümer Suresi, 60)
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline. Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, alay konusu edinir. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Casiye Suresi, 7-9)
Ve kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının. (Al-i İmran Suresi, 131)
‘Gizli toplantıların fısıldaşmalarından’ (kulis) men’ edilip sonra men’ edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: “Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azab etse ya.” derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. (İnşikak Suresi, 12-14)
Gerçek şu ki, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (Büruc Suresi, 10)
“Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.” (Taha Suresi, 74)
(Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.” (A’raf Suresi, 18)
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (A’raf Suresi, 36)
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi,19)
(Sözde) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar, işte onlar; onlar için de (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır. (Sebe Suresi, 5)
O inkar edenler; onlar için şiddetli bir azap vardır…(Fatır Suresi, 7)
Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)
… Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır." (Sad Suresi, 26)
… Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır. (Şura Suresi, 21)
… Kafirlere gelince; onlara şiddetli bir azap vardır. (Şura Suresi, 26)
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır.
(Şura Suresi, 42)
CEHENNEME NASIL GİRECEKLERDİR
Cehennem ateşine, ‘küçültücü bir sürüklenme ile ‘ sürüklenecekleri gün; (Tur Suresi, 13)
(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)
Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler; (Mümin Suresi, 71)
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)
İNKARCILAR CEHENNEMİN YAKITIDIRLAR
Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah’tan (gelecek azaba karşı) hiç bir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)
Gerçekten siz de, Allah’ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 98)
Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 24)
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kafirlerin) tümüyle dolduracağım.” (Hud Suresi, 119)
Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım.” (Secde Suresi, 13)
KAFİRLER İÇİN SON VARIŞ YERİDİR
Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. (NebeSuresi , 22)
Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkâr edenlerin yüzlerindeki ‘red ve inkarı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: “Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkâr edenlere va’detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır.” (Hac Suresi, 72)
İnkâr edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız. (Kehf Suresi, 102)
KALINACAK EN KÖTÜ YERDİR
Allah’ın rızasına uyan kişi, Allah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o. (Al-i İmran Suresi, 162)
Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Kendisi hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)
(Ki bu) Cehennemdir. Ona yaslanırlar. Ne kötü bir karar (yeridir) o!.. (İbrahim Suresi, 29)
Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş, onlar için bir konaklama yeridir. (Muhammed Suresi, 12)
CEHENNEM KAFİRLERİN BULUŞMA YERİDİR
“Ve hiç şüphe yok, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir.” (Hicr Suresi, 43)
DAR VE SIKINTILIDIR
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. (Furkan Suresi, 13)
PUSLU VE KARANLIKTIR
Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 43-44)
DUVARLARLA ÇEVRİLİDİR
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: “(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)
UĞULTUSU VARDIR
(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. (Furkan Suresi, 12)
HOMURTUSU VARDIR
İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. (Mülk Suresi, 7)
KONUŞUR VE İNSANLARI ÇAĞIRIR
O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek. (Kaf Suresi, 30)
Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 29)
CEHENNEMDEKİLERİN İNLEMELERİ DUYULACAK
Orda kendileri için, ‘kemikleri çatırdatan inlemeler’ vardır. Onlar orda işitmezler de. (Enbiya Suresi, 100)
SONSUZ BİR AZAP OLACAKTIR
Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 23)
AZAP SÜREKLİ OLACAK VE HAFİFLETİLMEYECEKTİR
İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler. (Al-i İmran Suresi, 88)
(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)
Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: “Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun” (denecek). Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: “Gerçekten biz, size uymuş (teb’anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? (Mümin Suresi, 46-47)
Sonra o zulmetmekte olanlara: “Sürekli azabı tadın” denilecek. Kazandıklarınız dışında, bir başka şeyle mi cezalandırılacaktınız?” (Yunus Suresi, 52)
Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (Beyyine Suresi, 6)
KURTULUŞ OLMAYACAKTIR
(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) “Yakıcı azabı tadın” (denir). (Hac Suresi, 22)
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
HER YANDAN ÖLÜM GELECEKTİR
Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 17)
ATEŞ AZABI OLACAK
Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 56)
"Hesap ve ceza (din) günü ne zaman?" diye sorarlar. (Zariyat Suresi Suresi,12)
O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler:(Zariyat Suresi, 13)
CEHENNEMDEKİLER KORKUNÇ BİR GÖRÜNÜM ALACAKLARDIR
Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. (Kalem Suresi, 16)
Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’ yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vadedilmekte olan günüdür. (Mearic Suresi, 44)
O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. (Kıyamet Suresi, 24)
Sana Rabbinin Kitabından vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirici yoktur ve O'nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın. (Kehf Suresi, 27)
BUKAĞILARA VURULACAKLARDIR
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. (İbrahim Suresi, 49)
Çünkü Bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır: (Müzzemmil Suresi, 12)
ZİNCİRLERLE VE DEMİR HALKALARLA BAĞLANACAKLARDIR
“Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin.” (Hakka Suresi, 32)
Doğrusu biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (İnsan Suresi, 4)
DEMİR KAMÇILARLA KAMÇILANACAKLARDIR
Onlar için demirden kamçılar vardır. (Hac Suresi, 21)
VÜCUTLARI ATEŞLE DAĞLANACAKTIR
Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek). (Tevbe Suresi, 35)
BAŞLARI ÜSTÜNDEN KAYNAR SU DÖKÜLECEKTİR
İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hac Suresi, 19)
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir. (Kehf Suresi, 29)
KATRAN VE ATEŞTEN ELBİSELER GİYECEKLERDİR
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 50)
İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hac Suresi, 19)
KAYNAR SU, KAN VE İRİNLİ SU İÇECEKLERDİR
Sonra kendileri için onun üzerinde kaynar su karıştırılmış bir içkileri de vardır. (Saffat Suresi, 67)
(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir. Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 16-17)
Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka. (Nebe Suresi, 24-25)
Kaynar bir kaynaktan içirilirler. (Gaşiye Suresi, 5)
Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz. Üstelik ‘içtikçe susayan hasta develerin’ içişi gibi içeceksiniz. (Vakıa Suresi, 54-55)
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (En’am Suresi, 70)
Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın va’di bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. İnkâr edenler ise, küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır. (Yunus Suresi, 4)
İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin. (Sad Suresi, 57)
“İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur.” (Hakka Suresi, 36)
ZAKKUM VE DARI DİKENİ YİYECEKLERDİR
Doğrusu, o zakkum ağacı; Günahkar olanın yemeğidir. Pota gibi; karınlarda kaynar-durur; Kaynar-suyun kaynaması gibi. (Duhan Suresi, 43-46)
Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Doğrusu biz, onu kâfirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. Şüphesiz o, ‘çılgınca yanan ateşin’ dibinde bitip çıkar. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. (Saffat Suresi, 62-65)
Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz. Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız. (Vakıa Suresi, 52-53)
Boğazı tıkayıp kalan bir yemek ve acı bir azab vardır. (Müzzemmil Suresi, 13)
Onlar için (zehirli olan) dari’ dikeninden başka bir yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
ALLAH ONLARLA KONUŞMAZ
Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 77)
Der ki: “Onun içine sinin ve benimle söyleşmeyin.” (Mü’minun Suresi, 108)
HOR VE AŞAĞILIK KILINACAKLARDIR
“Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Al-i İmran Suresi, 192)
ORADA GÜNAHLARINI İTİRAF EDECEKLERDİR
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar: “Evet” derler. “Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik.” Ve derler ki: “Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah’ın rahmetinden) uzaklık olsun. (Mülk Suresi, 8-11)
CENNETTEKİLERDEN SU VE RIZIK İSTEYECEKLERDİR
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır.” (A’raf Suresi, 50)
YAPMIŞ OLDUKLARINDAN DOLAYI PİŞMAN OLACAKLARDIR
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” (En’am Suresi, 27)
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: “Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûl’e itaat etseydik.” (Ahzab Suresi, 66)
Onlar: “Evet” derler. “Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik.” Ve derler ki: “Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah’ın rahmetinden) uzaklık olsun. (Mülk Suresi, 9-11)
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: “Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,” “Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. “Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı.” “Artık bizim için ne bir şefaatçi var,” “Ne de candan-yakın bir dost.” “Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.” Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
CEHENNEMDEN ÇIKMAK VE İYİLİK YAPMAK İÇİN DÜNYAYA GERİ DÖNMEK İSTEYECEKLERDİR
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)
CEHENNEMDEN KAÇIŞ OLMAYACAKTIR
Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)
YOK OLMAYI İSTEYECEKLERDİR
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, bir çok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
(Cehennem bekçisine:) “Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin” diye haykırdılar. O: “Gerçek şu ki siz, (burda) kalacak kimselersiniz” dedi. “Andolsun, size hakkı getirdik, fakat sizin bir çoğunuz hakkı çirkin görüp-tiksinenlerdiniz.” (Zuhruf Suresi, 77-78)
Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek. (Nebe Suresi, 40)
BİRBİRLERİYLE ÇEKİŞİP TARTIŞACAKLARDIR
Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi, 64)
(Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek. (A’raf Suresi, 38)
(Onlara uyanlar) Derler ki: “Hayır, sizler; asıl size bir merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak.” Derler ki: “Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, ateşteki azabını kat kat arttır.” Ve derler ki: “Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz.” Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?” (Sad Suresi, 60-63)
KENDİLERİNİ SAPTIRANLARI CEZALANDIRMAK İSTEYECEKLERDİR
İnkâr edenler dediler ki: “Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster, ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar.” (Fussilet Suresi, 29)
Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)
Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyordunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi, 85)
Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azab vardır. (Bakara Suresi, 114)
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. (Bakara Suresi, 174)
Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 217)
Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa Suresi, 10)
İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar da, alevli ateşin halkıdırlar. (Maide Suresi, 10)
Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara Suresi, 275)
Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele. (Al-i İmran Suresi, 21)
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)
Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla’ (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır. (Nisa Suresi, 29-30)
Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Kim bir mü’mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır. (Nisa Suresi, 93)
Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: “Nerde idiniz?” Onlar: “Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik.” derler. (Melekler de:) “Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?” derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o? (Nisa Suresi, 97)
Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. (Tevbe Suresi, 34)
Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” (Maide Suresi, 72)
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (En’am Suresi, 70)
Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin (savaştan kaçmayın). Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah’tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o. (Enfal Suresi, 15-16)
Bilmiyorlar mı, kim Allah’a ve elçisine karşı koymaya çalışırsa, gerçekten onun için, onda ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır? İşte en büyük aşağılanma budur. (Tevbe Suresi, 63)
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 68)
İşte, inkâr etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir. (Kehf Suresi, 106)
Bu (böyle işte); gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer vardır. Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.
(Sad Suresi, 55-56)
Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: “Biz toprak iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?” İşte onlar Rablerine karşı inkâra sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Ra’d Suresi, 5)
Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 79)
Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah’a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 80)
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)
Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız. (A’raf Suresi, 40-41)
Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şahidler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır” diyecekler. Haberiniz olsun; Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. Bunlar Allah’ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır. Bunlar, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir ve bunların Allah’tan başka velileri yoktur. Azab onlar için kat kat arttırılır. Bunlar (hakkı) işitmeye güç yetirmezlerdi ve görmezlerdi de. (Hud Suresi, 18-20)
Bunlar, Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile beraber başka ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın. (İsra Suresi, 39)
Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!.. (Ra’d Suresi, 18)
Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (Ra’d Suresi, 25)
Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116)
Artık ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’, Allah’ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? (Nahl Suresi, 45)
Kim imanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır. (Nahl Suresi, 106)
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Bu dünyada olup-biten) Pek az bir metadır. Onlara ise acı bir azab vardır. (Nahl Suresi, 116-117)
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)
Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
Ayetlerimizi inkar edip, bana: “Elbette mal ve çocuklar verilecektir” diyeni gördün mü? O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın katında(n) bir ahid mi aldı? Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız. (Meryem Suresi, 77-79)
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azab vardır. (Nur Suresi, 11)
Onlardan her kim: “Gerçekten ben, O’nun dışında bir ilahım” diyecek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle cezalandırırız. (Enbiya Suresi, 29)
Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (Beyyine Suresi, 6)
Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir. (Sebe Suresi, 38)
Gerçek şu ki, inkar edip Allah yolundan ve yerlilerle dışarıdan gelenler için eşit olarak (haram ve kıble) kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara, orada zulmederek adaletten ayrılanlara acı bir azab taddırırız. (Hac Suresi, 25)
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi, 19)
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Lokman Suresi, 6)
Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir. (Sebe Suresi, 38)
Kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?
(Zümer Suresi, 60)
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline. Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, alay konusu edinir. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Casiye Suresi, 7-9)
Ve kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının. (Al-i İmran Suresi, 131)
‘Gizli toplantıların fısıldaşmalarından’ (kulis) men’ edilip sonra men’ edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: “Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azab etse ya.” derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. (İnşikak Suresi, 12-14)
Gerçek şu ki, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (Büruc Suresi, 10)
“Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.” (Taha Suresi, 74)
(Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.” (A’raf Suresi, 18)
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (A’raf Suresi, 36)
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi,19)
(Sözde) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar, işte onlar; onlar için de (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır. (Sebe Suresi, 5)
O inkar edenler; onlar için şiddetli bir azap vardır…(Fatır Suresi, 7)
Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)
… Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır." (Sad Suresi, 26)
… Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır. (Şura Suresi, 21)
… Kafirlere gelince; onlara şiddetli bir azap vardır. (Şura Suresi, 26)
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır.
(Şura Suresi, 42)
CEHENNEME NASIL GİRECEKLERDİR
Cehennem ateşine, ‘küçültücü bir sürüklenme ile ‘ sürüklenecekleri gün; (Tur Suresi, 13)
(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)
Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler; (Mümin Suresi, 71)
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)
İNKARCILAR CEHENNEMİN YAKITIDIRLAR
Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah’tan (gelecek azaba karşı) hiç bir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)
Gerçekten siz de, Allah’ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 98)
Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 24)
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kafirlerin) tümüyle dolduracağım.” (Hud Suresi, 119)
Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım.” (Secde Suresi, 13)
KAFİRLER İÇİN SON VARIŞ YERİDİR
Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. (NebeSuresi , 22)
Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkâr edenlerin yüzlerindeki ‘red ve inkarı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: “Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkâr edenlere va’detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır.” (Hac Suresi, 72)
İnkâr edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız. (Kehf Suresi, 102)
KALINACAK EN KÖTÜ YERDİR
Allah’ın rızasına uyan kişi, Allah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o. (Al-i İmran Suresi, 162)
Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Kendisi hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)
(Ki bu) Cehennemdir. Ona yaslanırlar. Ne kötü bir karar (yeridir) o!.. (İbrahim Suresi, 29)
Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş, onlar için bir konaklama yeridir. (Muhammed Suresi, 12)
CEHENNEM KAFİRLERİN BULUŞMA YERİDİR
“Ve hiç şüphe yok, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir.” (Hicr Suresi, 43)
DAR VE SIKINTILIDIR
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. (Furkan Suresi, 13)
PUSLU VE KARANLIKTIR
Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 43-44)
DUVARLARLA ÇEVRİLİDİR
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: “(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)
UĞULTUSU VARDIR
(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. (Furkan Suresi, 12)
HOMURTUSU VARDIR
İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. (Mülk Suresi, 7)
KONUŞUR VE İNSANLARI ÇAĞIRIR
O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek. (Kaf Suresi, 30)
Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 29)
CEHENNEMDEKİLERİN İNLEMELERİ DUYULACAK
Orda kendileri için, ‘kemikleri çatırdatan inlemeler’ vardır. Onlar orda işitmezler de. (Enbiya Suresi, 100)
SONSUZ BİR AZAP OLACAKTIR
Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 23)
AZAP SÜREKLİ OLACAK VE HAFİFLETİLMEYECEKTİR
İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler. (Al-i İmran Suresi, 88)
(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)
Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: “Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun” (denecek). Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: “Gerçekten biz, size uymuş (teb’anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? (Mümin Suresi, 46-47)
Sonra o zulmetmekte olanlara: “Sürekli azabı tadın” denilecek. Kazandıklarınız dışında, bir başka şeyle mi cezalandırılacaktınız?” (Yunus Suresi, 52)
Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (Beyyine Suresi, 6)
KURTULUŞ OLMAYACAKTIR
(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) “Yakıcı azabı tadın” (denir). (Hac Suresi, 22)
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
HER YANDAN ÖLÜM GELECEKTİR
Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 17)
ATEŞ AZABI OLACAK
Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 56)
"Hesap ve ceza (din) günü ne zaman?" diye sorarlar. (Zariyat Suresi Suresi,12)
O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler:(Zariyat Suresi, 13)
CEHENNEMDEKİLER KORKUNÇ BİR GÖRÜNÜM ALACAKLARDIR
Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. (Kalem Suresi, 16)
Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’ yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vadedilmekte olan günüdür. (Mearic Suresi, 44)
O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. (Kıyamet Suresi, 24)
Sana Rabbinin Kitabından vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirici yoktur ve O'nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın. (Kehf Suresi, 27)
BUKAĞILARA VURULACAKLARDIR
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. (İbrahim Suresi, 49)
Çünkü Bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır: (Müzzemmil Suresi, 12)
ZİNCİRLERLE VE DEMİR HALKALARLA BAĞLANACAKLARDIR
“Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin.” (Hakka Suresi, 32)
Doğrusu biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (İnsan Suresi, 4)
DEMİR KAMÇILARLA KAMÇILANACAKLARDIR
Onlar için demirden kamçılar vardır. (Hac Suresi, 21)
VÜCUTLARI ATEŞLE DAĞLANACAKTIR
Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek). (Tevbe Suresi, 35)
BAŞLARI ÜSTÜNDEN KAYNAR SU DÖKÜLECEKTİR
İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hac Suresi, 19)
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir. (Kehf Suresi, 29)
KATRAN VE ATEŞTEN ELBİSELER GİYECEKLERDİR
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 50)
İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hac Suresi, 19)
KAYNAR SU, KAN VE İRİNLİ SU İÇECEKLERDİR
Sonra kendileri için onun üzerinde kaynar su karıştırılmış bir içkileri de vardır. (Saffat Suresi, 67)
(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir. Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 16-17)
Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka. (Nebe Suresi, 24-25)
Kaynar bir kaynaktan içirilirler. (Gaşiye Suresi, 5)
Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz. Üstelik ‘içtikçe susayan hasta develerin’ içişi gibi içeceksiniz. (Vakıa Suresi, 54-55)
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (En’am Suresi, 70)
Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın va’di bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. İnkâr edenler ise, küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır. (Yunus Suresi, 4)
İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin. (Sad Suresi, 57)
“İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur.” (Hakka Suresi, 36)
ZAKKUM VE DARI DİKENİ YİYECEKLERDİR
Doğrusu, o zakkum ağacı; Günahkar olanın yemeğidir. Pota gibi; karınlarda kaynar-durur; Kaynar-suyun kaynaması gibi. (Duhan Suresi, 43-46)
Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Doğrusu biz, onu kâfirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. Şüphesiz o, ‘çılgınca yanan ateşin’ dibinde bitip çıkar. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. (Saffat Suresi, 62-65)
Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz. Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız. (Vakıa Suresi, 52-53)
Boğazı tıkayıp kalan bir yemek ve acı bir azab vardır. (Müzzemmil Suresi, 13)
Onlar için (zehirli olan) dari’ dikeninden başka bir yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
ALLAH ONLARLA KONUŞMAZ
Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 77)
Der ki: “Onun içine sinin ve benimle söyleşmeyin.” (Mü’minun Suresi, 108)
HOR VE AŞAĞILIK KILINACAKLARDIR
“Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Al-i İmran Suresi, 192)
ORADA GÜNAHLARINI İTİRAF EDECEKLERDİR
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar: “Evet” derler. “Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik.” Ve derler ki: “Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah’ın rahmetinden) uzaklık olsun. (Mülk Suresi, 8-11)
CENNETTEKİLERDEN SU VE RIZIK İSTEYECEKLERDİR
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır.” (A’raf Suresi, 50)
YAPMIŞ OLDUKLARINDAN DOLAYI PİŞMAN OLACAKLARDIR
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” (En’am Suresi, 27)
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: “Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûl’e itaat etseydik.” (Ahzab Suresi, 66)
Onlar: “Evet” derler. “Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik.” Ve derler ki: “Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah’ın rahmetinden) uzaklık olsun. (Mülk Suresi, 9-11)
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: “Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,” “Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. “Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı.” “Artık bizim için ne bir şefaatçi var,” “Ne de candan-yakın bir dost.” “Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.” Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
CEHENNEMDEN ÇIKMAK VE İYİLİK YAPMAK İÇİN DÜNYAYA GERİ DÖNMEK İSTEYECEKLERDİR
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)
CEHENNEMDEN KAÇIŞ OLMAYACAKTIR
Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)
YOK OLMAYI İSTEYECEKLERDİR
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, bir çok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
(Cehennem bekçisine:) “Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin” diye haykırdılar. O: “Gerçek şu ki siz, (burda) kalacak kimselersiniz” dedi. “Andolsun, size hakkı getirdik, fakat sizin bir çoğunuz hakkı çirkin görüp-tiksinenlerdiniz.” (Zuhruf Suresi, 77-78)
Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek. (Nebe Suresi, 40)
BİRBİRLERİYLE ÇEKİŞİP TARTIŞACAKLARDIR
Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi, 64)
(Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek. (A’raf Suresi, 38)
(Onlara uyanlar) Derler ki: “Hayır, sizler; asıl size bir merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak.” Derler ki: “Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, ateşteki azabını kat kat arttır.” Ve derler ki: “Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz.” Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?” (Sad Suresi, 60-63)
KENDİLERİNİ SAPTIRANLARI CEZALANDIRMAK İSTEYECEKLERDİR
İnkâr edenler dediler ki: “Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster, ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar.” (Fussilet Suresi, 29)
KURAN'DA CENNET
Cennetteki nimetler dünyadaki nimetlerden hem çok daha fazladır hemde çok daha iyidir. Dünyadaki her şey sizin olsaydı cennete göre çok fakir olacaktınız. Dünya hayatı cennete göre çok fakir bir yerdir. Cennet hayatı dünya ile kıyaslanamayacak ve zihninizde canlandıramayacağınız kadar güzeldir. Dünya hayatı çok kısadır. Cennet hayatı trilyonlarca, katrilyonlarca yıl değil sonsuza kadar sürecektir. Cennetten SONSUZA KADAR çıkmak olmayacaktır. Bir insan dünyada en kötü sıkıntıları, acıları, hastalıkları, dertleri, belaları yaşasa ve bunlar ömrünün sonuna kadar devam etse ve o insan cennete giderse artık sonsuza kadar bir an bile sıkıntı ve zorluk yaşamayacaktır. Her istediği sonsuza kadar olacaktır. Yani her anı sonsuza kadar çok güzel geçecektir. Dünya hayatı cennet hayatına göre hem çok kısadır hemde nimetleri çok daha azdır. Cennet hayatı her yönüyle dünya hayatına göre daha iyidir. O nedenle Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmak için şimdiden gayret edin. Bu dünyada sıkıntılar, zorluklar yaşasanız ve hiçbir isteğiniz olmamış olsa bile bu sizi Allah'ın rızasını ve cennetini kazanma konusunda isteksiz yapmamalıdır.
CENNETE YALNIZCA MÜMİNLER GİRECEKLERDİR
Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. (Bakara Suresi, 3-5)
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan, Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalb ile gelen içindir. “Ona ‘esenlik ve barış (selam)la’ girin. Bu, ebedilik günüdür.” (Kaf Suresi, 31-34)
Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 111)
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise, Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur). Ve eğer “Ashab-ı Yemin”den ise, Artık, “Ashab-ı Yemin”den selam sana. (Vakıa Suresi, 88-91)
Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)
İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 82)
Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 100)
Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. (Hicr Suresi, 45)
CENNETTE MÜMİNLERİN KARŞILANIŞI
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından ‘salih davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Ra’d Suresi, 23-24)
İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: “Selam”dır. (İbrahim Suresi, 23)
Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (Hicr Suresi, 46)
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: “Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.” (Zümer Suresi, 73)
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl Suresi, 32)
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan Suresi, 75)
ORADA SONSUZ BİR YAŞAM VARDIR
Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 89)
Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler. (Kehf Suresi, 108)
Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır. (Maide Suresi, 85)
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Hadid Suresi, 12)
ALLAH’IN RIZASI VE HOŞNUTLUĞU VARDIR
De ki: “Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Al-i İmran Suresi,15)
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden ‘içi titreyerek korku duyan kimse’ içindir. (Beyyine Suresi, 8)
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 20)
GENİŞLİĞİ YER İLE GÖĞÜN GENİŞLİĞİ KADARDIR
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi,133)
Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın,’ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
BÜYÜK BİR ZENGİNLİK VE İHTİŞAM VARDIR
Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)
Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır. (Rahman Suresi, 54)
IRMAKLAR VARDIR
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız. (Nisa Suresi,57)
O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Saf Suresi, 12)
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 10)
Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
PINARLAR VARDIR
İkisinde de akmakta olan iki pınar vardır. (Rahman Suresi, 50)
Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır; (Mürselat Suresi, 41)
Bir pınar ki orada “selsebil” olarak adlandırılır. (İnsan Suresi, 18)
YEŞİLLİKLER VARDIR
Çeşit çeşit ‘inceliklere ve güzelliklere’ (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler. (Rahman Suresi, 48)
Alabildiğine yemyeşildirler. (Rahman Suresi, 64)
NE SICAK, NE SOĞUK, TAM KARARINDA GÖLGELİKLER VARDIR
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız. (Nisa Suresi,57)
Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi,13)
Yayılıp-uzanmış gölgeler, (Vakıa Suresi, 30)
YÜKSEK KÖŞKLERDE VE GÜZEL KONAKLARDA OTURURLAR
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 10)
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Ankebut Suresi, 58)
Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
YÜKSEKLERE KURULMUŞ TAHTLAR VARDIR
Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi,13)
‘Özenle işlenmiş mücevher’ tahtlar üzerindedirler. (Vakıa Suresi, 15)
Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). (Saffat Suresi, 44)
YASTIKLAR VE ÇARPICI GÜZELLİKTE DÖŞEKLER VARDIR
Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır. (Rahman Suresi, 54)
Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar. (Rahman Suresi, 76)
Dizi dizi yastıklar, Ve serilmiş yaygılar. (Gaşiye Suresi, 15-16)
Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (Vakıa Suresi, 34)
EN GÜZEL GİYSİLER VE TAKILAR VARDIR
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi,12)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. (İnsan Suresi,21)
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)
CENNETTEKİ YİYECEK VE İÇECEKLER
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. (İnsan Suresi,21)
Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mütaffifin Suresi, 25-26)
Konulmuş (içecek dolu) kaplar, (Gaşiye Suresi, 14)
Dopdolu kadehler. (Nebe Suresi, 34)
Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler. Allah’ın kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar. (İnsan Suresi,5-6)
Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. (Saffat Suresi, 42)
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. (Saffat Suresi, 45-47)
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler, Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. Arzulayıp-seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti. (Vakıa Suresi, 18-21)
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, (Vakıa Suresi, 28-29)
Ve (daha) birçok meyveler arasında, Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (Vakıa Suresi, 32-33)
Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. (İnsan Suresi,14-17)
Nice bahçeler ve üzüm bağları. (Nebe Suresi, 32)
İçlerinde (her türden) meyve, eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (Rahman Suresi, 68)
CENNETTE İNSANIN NEFSİNİN DİLEDİĞİ HERŞEY VARDIR
(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
“Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 71)
(Onlar da) Dediler ki: “Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Onun uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. (Enbiya Suresi,102)
Orda diledikleri her şey onlarındır; katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 35)
ORADA MÜMİNLERE BÜYÜK BİR NİMET VERİLİR
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (Saffat Suresi, 43)
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. (Gaşiye Suresi, 8)
MUTLULUK VE HUZUR DOLU BİR YAŞAM VARDIR
Onları, kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah, bilendir, halimdir. (Hac Suresi, 59)
Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. (Hakka Suresi, 21)
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (Meryem Suresi, 60)
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur. (Gaşiye Suresi, 8-9)
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)
O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. (Kıyamet Suresi, 22-23)
Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi,11)
Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. (Mütaffifin Suresi, 24)
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 9)
GÜVENLİK VARDIR
Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
KİN VE NEFRET YOKTUR
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (Hicr Suresi, 47)
Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek. (A’raf Suresi, 43)
BOŞ KONUŞMA VE YALAN YOKTUR
Orada, ne ‘saçma ve boş bir söz’ işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler:) “Selam, selam.” (Vakıa Suresi, 25-26)
İçinde, ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan. (Nebe Suresi, 35)
Orda anlamsız bir söz işitmez. (Gaşiye Suresi, 11)
YORGUNLUK VE BIKKINLIK YOKTUR
“Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz.” (Fatır Suresi, 35)
Orda onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (Hicr Suresi, 48)
KORKU VE HÜZÜN YOKTUR
Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. (Al-i İmran Suresi,170)
Derler ki: “Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.” (Fatır Suresi, 34)
Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. (A’raf Suresi, 35)
GÜZEL YÜZLÜ VE GÜZEL HUYLU EŞLER VARDIR
Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık, Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, (Vakıa Suresi, 35-37)
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (Saffat Suresi, 48)
Ve iri gözlü huriler, Sanki saklı inciler gibi; (Vakıa Suresi, 22-23)
İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (Duhan Suresi, 54)
Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. (Rahman Suresi, 70-72)
CENNET HALKI GENÇ VE YAŞITTIR
Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (İnsan Suresi,19)
Onları hep bakireler olarak kıldık, Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, (Vakıa Suresi, 36-37)
CENNETE GİRENLER KURTULUŞA ERMİŞLERDİR
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi,185)
O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Saf Suresi, 12)
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Büruc Suresi, 11)
O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Hadid Suresi, 12)
Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. (Bakara Suresi, 3-5)
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan, Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalb ile gelen içindir. “Ona ‘esenlik ve barış (selam)la’ girin. Bu, ebedilik günüdür.” (Kaf Suresi, 31-34)
Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 111)
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise, Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur). Ve eğer “Ashab-ı Yemin”den ise, Artık, “Ashab-ı Yemin”den selam sana. (Vakıa Suresi, 88-91)
Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)
İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 82)
Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 100)
Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. (Hicr Suresi, 45)
CENNETTE MÜMİNLERİN KARŞILANIŞI
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından ‘salih davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Ra’d Suresi, 23-24)
İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: “Selam”dır. (İbrahim Suresi, 23)
Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (Hicr Suresi, 46)
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: “Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.” (Zümer Suresi, 73)
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl Suresi, 32)
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan Suresi, 75)
ORADA SONSUZ BİR YAŞAM VARDIR
Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 89)
Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler. (Kehf Suresi, 108)
Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır. (Maide Suresi, 85)
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Hadid Suresi, 12)
ALLAH’IN RIZASI VE HOŞNUTLUĞU VARDIR
De ki: “Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Al-i İmran Suresi,15)
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden ‘içi titreyerek korku duyan kimse’ içindir. (Beyyine Suresi, 8)
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 20)
GENİŞLİĞİ YER İLE GÖĞÜN GENİŞLİĞİ KADARDIR
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi,133)
Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın,’ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
BÜYÜK BİR ZENGİNLİK VE İHTİŞAM VARDIR
Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)
Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır. (Rahman Suresi, 54)
IRMAKLAR VARDIR
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız. (Nisa Suresi,57)
O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Saf Suresi, 12)
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 10)
Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
PINARLAR VARDIR
İkisinde de akmakta olan iki pınar vardır. (Rahman Suresi, 50)
Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır; (Mürselat Suresi, 41)
Bir pınar ki orada “selsebil” olarak adlandırılır. (İnsan Suresi, 18)
YEŞİLLİKLER VARDIR
Çeşit çeşit ‘inceliklere ve güzelliklere’ (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler. (Rahman Suresi, 48)
Alabildiğine yemyeşildirler. (Rahman Suresi, 64)
NE SICAK, NE SOĞUK, TAM KARARINDA GÖLGELİKLER VARDIR
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız. (Nisa Suresi,57)
Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi,13)
Yayılıp-uzanmış gölgeler, (Vakıa Suresi, 30)
YÜKSEK KÖŞKLERDE VE GÜZEL KONAKLARDA OTURURLAR
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 10)
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Ankebut Suresi, 58)
Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
YÜKSEKLERE KURULMUŞ TAHTLAR VARDIR
Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi,13)
‘Özenle işlenmiş mücevher’ tahtlar üzerindedirler. (Vakıa Suresi, 15)
Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). (Saffat Suresi, 44)
YASTIKLAR VE ÇARPICI GÜZELLİKTE DÖŞEKLER VARDIR
Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır. (Rahman Suresi, 54)
Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar. (Rahman Suresi, 76)
Dizi dizi yastıklar, Ve serilmiş yaygılar. (Gaşiye Suresi, 15-16)
Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (Vakıa Suresi, 34)
EN GÜZEL GİYSİLER VE TAKILAR VARDIR
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi,12)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. (İnsan Suresi,21)
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)
CENNETTEKİ YİYECEK VE İÇECEKLER
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. (İnsan Suresi,21)
Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mütaffifin Suresi, 25-26)
Konulmuş (içecek dolu) kaplar, (Gaşiye Suresi, 14)
Dopdolu kadehler. (Nebe Suresi, 34)
Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler. Allah’ın kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar. (İnsan Suresi,5-6)
Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. (Saffat Suresi, 42)
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. (Saffat Suresi, 45-47)
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler, Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. Arzulayıp-seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti. (Vakıa Suresi, 18-21)
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, (Vakıa Suresi, 28-29)
Ve (daha) birçok meyveler arasında, Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (Vakıa Suresi, 32-33)
Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. (İnsan Suresi,14-17)
Nice bahçeler ve üzüm bağları. (Nebe Suresi, 32)
İçlerinde (her türden) meyve, eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (Rahman Suresi, 68)
CENNETTE İNSANIN NEFSİNİN DİLEDİĞİ HERŞEY VARDIR
(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
“Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 71)
(Onlar da) Dediler ki: “Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Onun uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. (Enbiya Suresi,102)
Orda diledikleri her şey onlarındır; katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 35)
ORADA MÜMİNLERE BÜYÜK BİR NİMET VERİLİR
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (Saffat Suresi, 43)
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. (Gaşiye Suresi, 8)
MUTLULUK VE HUZUR DOLU BİR YAŞAM VARDIR
Onları, kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah, bilendir, halimdir. (Hac Suresi, 59)
Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. (Hakka Suresi, 21)
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (Meryem Suresi, 60)
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur. (Gaşiye Suresi, 8-9)
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)
O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. (Kıyamet Suresi, 22-23)
Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi,11)
Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. (Mütaffifin Suresi, 24)
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 9)
GÜVENLİK VARDIR
Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
KİN VE NEFRET YOKTUR
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (Hicr Suresi, 47)
Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek. (A’raf Suresi, 43)
BOŞ KONUŞMA VE YALAN YOKTUR
Orada, ne ‘saçma ve boş bir söz’ işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler:) “Selam, selam.” (Vakıa Suresi, 25-26)
İçinde, ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan. (Nebe Suresi, 35)
Orda anlamsız bir söz işitmez. (Gaşiye Suresi, 11)
YORGUNLUK VE BIKKINLIK YOKTUR
“Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz.” (Fatır Suresi, 35)
Orda onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (Hicr Suresi, 48)
KORKU VE HÜZÜN YOKTUR
Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. (Al-i İmran Suresi,170)
Derler ki: “Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.” (Fatır Suresi, 34)
Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. (A’raf Suresi, 35)
GÜZEL YÜZLÜ VE GÜZEL HUYLU EŞLER VARDIR
Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık, Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, (Vakıa Suresi, 35-37)
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (Saffat Suresi, 48)
Ve iri gözlü huriler, Sanki saklı inciler gibi; (Vakıa Suresi, 22-23)
İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (Duhan Suresi, 54)
Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. (Rahman Suresi, 70-72)
CENNET HALKI GENÇ VE YAŞITTIR
Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (İnsan Suresi,19)
Onları hep bakireler olarak kıldık, Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, (Vakıa Suresi, 36-37)
CENNETE GİRENLER KURTULUŞA ERMİŞLERDİR
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi,185)
O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Saf Suresi, 12)
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Büruc Suresi, 11)
O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Hadid Suresi, 12)
ABDEST ALMANIN ÖNEMİ
Abdest,
kir ve mikroplarla en fazla temasta bulunduğu bölümlerinin temizlenmesini
sağlamaktadır. Öte yandan, abdestin kan dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinir
sistemi üzerindeki olumlu etkileri vardır. Abdest alınan su sıcaksa damarı
genişleterek, soğuksa daraltarak, özellikle kalpten uzak damarların esnekliğini
ve zindeliğini sağlamaktadır. Su, bu arada yine ısı farkı sebebiyle dokularda
yavaşlamış dolaşımdan ortaya çıkan besin birikimlerini de genel dolaşıma
katarak, damar sertliğine ve hem de bu olayın beyin dolaşımına yansıması demek
olan bunamaya karşı korumaktadır. Vücudun korunma sistemi olan lenf dolaşımı,
abdest uygulamasıyla sağlıklı bir işlerlik kazanmaktadır. Çünkü, abdest
esnasında temas kurulan uzuvlar, lenf sisteminin en önemli uyarılma noktalarını
(burun arkası ve bademcikler, boyun yanları) içine almaktadır. Böylece abdest, vücudun hastalıklara karşı
korunmasında ve dayanıklık kazanmasında önemli bir etkide bulunmaktadır. Aynı
şekilde, vücudun tümüne ait statik elektrik dengesinin çeşitli sebeplerle zaman
zaman artması sonucu bir çok psiko-somatik hastalık oluşmaktadır. Statik
elektriğin en olumsuz etkisi deri altındaki minik kaslardır. Bu kaslardaki
gerginlik sebebiyle, yüzde ve bütün vücutta erken kırışmalar ortaya çıkar.
Abdest vasıtasıyla bütün bu olumsuzlukların etkisinden sıyrılmak mümkün
olabilmektedir. Nitekim, devamlı namaz kılanların ciltlerinde, abdestin
sağladığı parlaklık ve güzellik kolayca farkedilebilmektedir.
El, yüz
ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için iyi bir korunmadır.
Burnu yıkamakla, burnun süzüp bıraktığı toz ve mikrop yığınlarının vücuda
girmeleri önlenmiş olur. Yüzün yıkanması da cildi kuvvetlendirir, baştaki
ağırlığı ve yorgunluğu hafifletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir.
Devamlı abdest alan, yaşlansa bile, yüzündeki güzellik, tazelik gitmez. Vücutta
bir statik elektrik dengesi vardır. Gusledince su zerreleri, olumsuz elektrik
gerilimini alarak, vücudu topraklayıp, yeniden normale döndürüyor. Abdest ve
gusül, dolaşım sistemini de olumlu yönden etkiler. Damarlardaki sertleşme ve
daralmayı önler. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası
ve bademcikler yıkanarak uyarılır. Ayrıca boyun ve yanlarının yaş elle mesh
edilmesi de, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf
dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan
korur ve vücut direncini arttırırlar. Toprakla yapılan teyemmüm de, büyük
ölçüde vücuttaki statik elektriği yok eder, topraklar. Suyun bulunmadığı hallerde
toprakla yapılan teyemmüm de abdestin sağlık açısından sağlamış olduğu
faydaları temin etmeye yeterlidir.
Abdestin
imanın yarısı olduğunu, abdest alırken yıkanan uzuvlardan günahların döküldüğünü,
kıyamet gününde müslümanların abdestin eseriyle yüzleri, el ve ayakları parlak
olduğu halde çağrılacaklarını ifade eden hadislerle, abdestin fazileti
hakkındaki diğer birçok hadis bulunması, bu hususu açıkça ortaya koymaktadır.
Müslümanların her zaman maddi ve manevi temizlik içinde bulunmalarını düzenli
biçimde sağlayan bir temel unsurdur. Vücudun dış tesirlere daha açık ve dolayısıyla
kirlenme ihtimali daha çok olan yerlerinin sık sık yıkanmasının temizlik ve
sağlık açısından temin edeceği faydalar, açıklanmaya lüzum göstermeyecek
kadar çoktur.
Vücut
doku ve hücrelerinin iyi beslenebilmesi için kan dolaşımını sağlayan
damarların tabii esnekliklerinin korunmasında ve damar sertlikleri ile tıkanmalarının
önlenmesinde abdestin rolü büyüktür. Vücutla farklı ısıdaki suyun deriye temas
etmesiyle damarlar açılıp kapanarak esneklik kazanır. Damarlarda daralma ve
tıkanmaya yol açan vücut dokularındaki birikmiş artık maddelerin daha çok el,
ayak ve yüz bölgelerinde bulunduğu göz önüne alınırsa, abdest alırken,
yıkanmak üzere bu organların seçilmesindeki hikmet daha iyi anlaşılır. Ağız,
burun ve boynun iki yanının su ile teması da özellikle beyinde kan dolaşımının
güçlenmesi bakımından çok faydalıdır. Bunun gibi vücudun temel korunma sistemi
olan lenf dolaşımını sağlayan ve vücuda giren mikroplara karşı koyarak
onlarla savaşan beyaz kan hücrelerini (lenfosit), dokunun en ücra köşelerine
ulaştıran lenf damarlarının düzenli çalışmasında da abdestin büyük tesiri
vardır. Abdestte el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak bölgelerdeki
lenf damarlarının dolaşım hızını artırdığı gibi, lenf sisteminin en önemli
bölgeleri olan yüz, boğaz ve burnun yıkanması da bu sisteme önemli bir masaj
ve güç kaynağı olur. Diğer taraftan, insan vücudunda bütün hücrelerin
çevresinde belli bir oranda bulunan ve vücut bütününde normal durumda
hissedilmeyecek derecede denge arz eden statik bir elektrik vardır. Havada
oluşan elektriklenme, özellikle zamanımızda yaygın olarak kullanılan plastikten
yapılmış giyim eşyaları, taşıt araçları vb. şeyler vücudun dış yüzünden aşırı
elektron artışına sebep olur. Bu durum, sinir sistemi üzerinde ciddi
rahatsızlıklar doğuracağı gibi, deri altındaki minik kasların yorulması ve
esnekliklerini kaybetmesi sebebiyle yüzde ve diğer yerlerde kırışıklıklar ve
sarkmalara da yol açar. Vücuttaki statik elektriğin fazlasını atmanın
yollarından biri de su ile yıkanmak veya toprağa temas etmektir. Bu ise abdest
ile teyemmümün vücudun elektrostatik dengesini korumadaki rol ve önemine işaret
bakımından yeterlidir. Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de
vücuttaki statik elektriği azaltmaktadır.
Vücudumuzda
biriken elektronlar atılır. Bu sayede elektronların bizde bırakmış olduğu
huzursuzluk ve gerginlik hâli ortadan kalkar. Genel dolaşımdaki aksaklıklar
giderilir ve böylece vücut dinçliğini muhafaza eder. Vücuda ait koruma
sisteminin temeli olan lenf dolaşımı en yüksek seviyede çalışır. Sağlıklı bir
vücudun temel yapısı, statik elektrik dengesiyle çok yakından alakalıdır.
Havanın elektriğinden plastik giyim eşyalarına ve mobilyalara kadar birçok faktör
vücuttaki statik elektrik dengesini bozarak ciddî problemlere yol açar.
Otomobilden inince veya bir koltuktan kalkınca -âdeta canlı bir kondansatör
gibi- fazla elektronlarla dolarsınız. Bu durum sizde sinirlilikten tutun da,
yüzünüzün kırışmasına kadar birçok rahatsızlıklara yol açar.
Kan
dolaşımı, kalpten dokulara, dokulardan da kalbe olmak üzere "iki yönlü bir
akış" içinde devam etmektedir. Bu akış, özellikle dokularda kıldan ince
borular vâsıtasıyla cereyan eder. İşte bu ince damar sistemi, iç çevresinde
yakılamayan gıda artıklarıyla ve çeşitli sebeplerle daralır ve dokular
beslenemez hâle gelir. Oysa ki, sağlıklı bir vücutta, bu damarların lastik gibi
esnek ve daralmamış olması gerekir. Peki bu nasıl sağlanacaktır?
Abdest veya gusül sırasında derimize değen farklı sıcaklıktaki su, kılcal damarların bir dalgalanmayla açılıp kapanmasını ve eğer varsa tıkanmaya başlayan damarların açılmasını sağlar. Vücut dokularında biriken artık maddeler, genel dolaşıma geçer ve böylece dokularda büyük bir zindelik vücuda gelir. Artık madde birikimleri, vücudun en çok el, ayak ve yüz dolaşımında meydana gelmektedir. Bilindiği gibi abdest de bu noktaları hedef almıştır.
Abdest veya gusül sırasında derimize değen farklı sıcaklıktaki su, kılcal damarların bir dalgalanmayla açılıp kapanmasını ve eğer varsa tıkanmaya başlayan damarların açılmasını sağlar. Vücut dokularında biriken artık maddeler, genel dolaşıma geçer ve böylece dokularda büyük bir zindelik vücuda gelir. Artık madde birikimleri, vücudun en çok el, ayak ve yüz dolaşımında meydana gelmektedir. Bilindiği gibi abdest de bu noktaları hedef almıştır.
İnsan
vücudunun temel koruma sistemi, beyaz kan dolaşımıyla yani lenf dolaşımıyla
olur. Bu dolaşımla vazifeli olan kılcal damarlar, tenfosit dediğimiz beyaz kan
hücrelerini, dokuların en ücra köşelerine kadar götürürler. Vücudun herhangi
bir yerinde mikrop, yabancı madde ve özellikle kanser hücresi varsa, bu minik
savaşçılar taşıdıkları kuvvetli zehirlerle onları öldürürler. Kansere veya
mikroplu hastalıklara yakalanmak, bu savunma sisteminin bir yerde aciz kalıp
teklediğine işaret eder. Çok yönlü ve karışık bir sistem olan lenf dolaşımında,
kılcal damarların çok iyi çalışması öncelikli şartlardandır.
Abdest sırasında el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak olan bu noktalardaki kılcal damarların dolaşım hızlarını arttırır. Ayrıca lenf sisteminin en önemli bölgeleri olan yüz, boğaz ve burun yıkanması, bu sisteme bir masaj ve güçlendirme tesiri yapar. Vücudu belli aralıklarla yıkamak koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Farkına varmadan bu nimetlerden faydalanıyoruz. Abdest almak ve namaz kılmak sadece Allah emrettiği için yapılır.
Abdest sırasında el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak olan bu noktalardaki kılcal damarların dolaşım hızlarını arttırır. Ayrıca lenf sisteminin en önemli bölgeleri olan yüz, boğaz ve burun yıkanması, bu sisteme bir masaj ve güçlendirme tesiri yapar. Vücudu belli aralıklarla yıkamak koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Farkına varmadan bu nimetlerden faydalanıyoruz. Abdest almak ve namaz kılmak sadece Allah emrettiği için yapılır.
Allah Kuran’da abdest ile ilgili şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere
kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar
ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta
veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse
yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir
toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah
size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak
ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)
Peygamber Efendimiz (sav)'in abdest ile ilgili bazı hadisleri
şunlardır:
(Güzel abdest alıp camiye giren Allahın misafiri olur.
Allahü teala da misafirine mutlaka ikram eder.) [Beyheki]
(Güzelce alınan abdest, imanın yarısıdır.) [İbni Hibban]
(Güzelce abdest alanın, iki namaz [kılacağı namaz ile
gelecek namaz vakti] arasındaki günahlarının hepsi affolur.) [Buhari]
(Güzelce abdest alan günahlarından sıyrılmış olur.) [Buhari]
(Güzelce abdest alıp bir din kardeşini ziyaret eden,
cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Davud]
(Soğukta, sıcakta güzelce abdest almak, günahlara kefaret
olur.) [Müslim]
(Güzelce abdest alıp, huşu içinde namazını kılan, küçük
günahlarına kefaret olur. Bu durum ömür boyu devam eder.) [Müslim]
(Abdestin farz ve sünnetlerini yerine getirmek suretiyle,
alınan mükemmel abdesttir.) [Tirmizi]
(Bir mümin, abdest için yüzünü yıkayınca, gözü ile işlediği
günahların hepsi su ile birlikte dökülür. Ellerini yıkayınca, elleriyle
işlediği günahlar, suyun son damlası ile dökülür. Ayaklarını yıkayınca,
ayakları ile işlediği günahlar, su ile dökülür. Böylece bütün [küçük]
günahlardan temizlenmiş olur.) [Müslim]
(Abdest için yüzünü yıkayınca günahların kirpiklerinden
dökülür. Ellerini yıkayınca el tırnaklarından, başını meshedince başından,
ayaklarını yıkayınca ayak tırnaklarından günahların dökülür. Namazın sevabı
yanına kalır.) [Ramuz]
(Abdestli iken abdest alana on sevap verilir.) [İbni Mace]
(Kim, yatağa abdestli yatarsa, o gece bir melek sabaha kadar
"Ya Rabbi bu kulunu affet!" diye dua eder.) [Hakim]
(Abdestli yatıp Allah’ı anarak uyuyan, uyanana kadar namazda
sayılır. Bir melek onun için ibadet eder. Uyandığı zaman yine Allahı anarsa, o
melek, bu kulun affı için Allaha dua eder.) [İbni Hibban]
Namaz insanın Allah'a
kulluk ettiğinin en açık ifadesi olarak büyük bir önem taşımaktadır. Namaz
vesvese yapmadan, sevinçle ve zevkle kılınır. Namaz insanın hayatına ve aklına
bereket getirir ve insanın beyni gelişmiş olur. Allah namaz kılanlara derin
anlayış gücü verir. Namaz kılanlar mümin olmanın hazzını tatmış olur. Maun
Suresi'ndeki ayetlerde, Allah'ın değil, insanların rızası için namaz kılan ve
bu nedenle ibadetlerinin salih amel olma niteliğini kaybettiği kişiler şöyle
haber verilir:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
Demek ki, namazın Allah
katındaki makbuliyeti, onu oluşturan fiili hareketler değil, içteki amaç ve
ruhtur. Bazıları namazı insanlara “Müslüman” olduklarını göstermek için
kılmaktadırlar ve dolayısıyla sevap kazanmak bir yana, büyük bir günah ve sapma
içine düşmektedirler.
Namaz gibi önemli bir ibadeti makbul hale
getiren şey ise, kılan kişinin Allah'ın önünde secde ettiğini, O'na boyun
eğdiğini bilmesi ve yalnızca bu amacı taşımasıdır. Bu nedenledir ki Allah,
Kuran'da namazın gönülden kılınmasını emreder.
“... Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza)
durun” (Bakara Suresi, 238)
Bir
başka ayette ise müminler şöyle tarif edilir: “Onlar
namazlarında hûşû içinde olanlardır”. (Müminun Suresi, 2) “Huşu”, “saygı dolu bir korku, yumuşama,
derin bir saygı” anlamına gelmektedir. Müminlerin Allah'a karşı duydukları
korku, aklın ve vicdanın bir sonucu olarak ortaya çıkan saygı dolu ve içli bir
korkudur. Namaz ise, ancak huşu içinde kılındığı zaman gerçek anlamını bulur.
Böyle bir namaz, insanın Allah'a olan yakınlığını ve takvasını artırır. İnsanı
manen ayakta tutar. Dosdoğru kılınan namaz, insanı çirkin işlerden korur.
Faydalı işlere alışkanlık kazandırır. Fakirlerden, muhtaçlardan karşılık
beklemeksizin, onlara yardım etmeye alıştırır. Yaptığının karşılığını yalnız
Allah'tan bekler.
Cehennemde
olanlara neden cehennemde oldukları sorulduğu zaman ilk olarak namaz
kılmayanlardan değildik derler. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkarları;
"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar: "Biz namaz
kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula yedirmezdik."
"(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."
"Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk." "Sonunda yakîn
(kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı." Artık, şefaat edenlerin
şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddessir Suresi, 40-48)
Allah
namazlarında sürekli olanlara ve titiz davrananlara ecir vereceğini bildirir:
(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir. Onlar,
namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır. İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve
ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de
varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (Müminun Suresi,
8-11)
Ki onlar, namazlarında süreklidirler. Ve onların mallarında belirli bir
hak vardır: Yoksul ve yoksun olan(lar)için. Onlar, din gününü tasdik
etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar.
Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. Ve onlar, ırzlarını (ferç)
korurlar; Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu başka; çünkü
onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar. Fakat bunun ötesini arayanlar, artık
onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Bir de) Onlar, kendilerine verilen emanete ve
verdikleri ahde (harfiyyen) riayet edenlerdir. Şahidliklerinde dosdoğru
davrananlardır. Namazlarını (titizlikle) koruyanlardır. İşte onlar, cennetler
içinde ağırlananlardır. (Mearic Suresi, 23-35)
Allah Kuran'da namaz kılanların
sahip olacakları bir kazancın daha olduğunu bildirmiştir:
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz,
çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar… (Ankebut Suresi, 45)
Allah'ın
ayetinde bildirdiği gibi, namaz kılanlar çirkin utanmazlıklardan ve
kötülüklerden uzak dururlar. Allah, onların kalbine bu tür kötülüklerden uzak
durmalarını ilham eder. Namazın, bir müminin hayatındaki en önemli etkisi, onu
kötü davranışlardan uzak tutmasıdır. Yalnızca Allah için namaz kılan bir mümin,
Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durmaya ve onlara yaklaşmamaya gayret
edecektir. Her gün Rabbinin huzurunda belirlenmiş vakitlerde kıyam eden, secde
ve rüku eden insan içinde duyduğu saygı dolu korku nedeniyle elbette
kötülüklere de yaklaşamaz. Vicdanı, Allah'ın izni ve ilhamı ile bu insanın
kötülüğe, çirkin bir utanmazlığa yönelmesine engel olur. Böyle bir insan bir
anlık kötülükte dahi bulunsa, Rabbi huzurunda dua ederken, O'nun sonsuz kudretini
düşünürken hemen yaptığı kötülüğü görür ve tevbe ederek bunlardan bir daha
dönmemek üzere uzaklaşır. Namaz kılan bir kimse, en azından namaz kıldığı süre
içinde her türlü kötülük ve çirkinliklerden uzak kalacak demektir. Bu da, kötü
fiilleri tamamen terk etmek için ilk adım sayılır.
Namaz, müminin, o ana kadar işlediği hata ve günahların farkına varması, bunlardan dolayı tevbe ve istiğfarda bulunması için bir fırsattır. Böylece, kendi kendini hesaba çekecek, Rabbinden bağışlanma dileyecektir.
Namaz, müminin, o ana kadar işlediği hata ve günahların farkına varması, bunlardan dolayı tevbe ve istiğfarda bulunması için bir fırsattır. Böylece, kendi kendini hesaba çekecek, Rabbinden bağışlanma dileyecektir.
Namaz
kılmak, Allah’ın büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında kendi küçüklüğünü
anlamaktır. Kulun acizliğini, Rabbine itiraf etmesidir. Her gün beş kere,
Rabbinin huzurunda olduğuna niyet eden kimsenin kalbi tertemiz olur. Kimseye
zarar vermez. Allah için iyilik yapmaya gayret eder.
Namaz,
günlük hayatın akışını durdurup düzenler. Vakti en verimli biçimde kullanmayı
sağlar. Namaz, insanı disiplinli bir hayata alıştırır. Namazın kazandırdığı bu
alışkanlık, insanın bütün işlerinde hakim olmakta ve böylece verimin ve
başarının artmasına sebep olmaktadır. Sabahın erken saatlerinde namaza kalkan
müslüman işine erken başlar, gün boyunca Allah'ı hatırlayarak emirlerine uymaya
çalışır. Rabbine olan bu bağlılığı, onu zararlı işlerden korur. Günün sonunda
yatsı namazını kılıp bir günlük hayat muhasebesini yapar. Böylece düzenli ve
tedbirli bir hayatı olur.
Namazın,
psikolojimiz içinde pek çok faydası vardır.
Günde belli bir süre de olsa, dünya telaşının etkilerinden kurtulur ve namaz sayesinde dinlenmiş oluruz. Namazlarımızı devam ettirmekle, her türlü aşırılık ve günahtan uzak kalır, ihtiras ve buna bağlı streslerden büyük ölçüde kurtuluruz. Namaz kılanlarda tevekkül duygusu kendiliğinden gelişir. Böylece ruh hastalıklarında önemli bir rolü olan vesveseler (evhamlar) de giderilmiş olur.
Günde belli bir süre de olsa, dünya telaşının etkilerinden kurtulur ve namaz sayesinde dinlenmiş oluruz. Namazlarımızı devam ettirmekle, her türlü aşırılık ve günahtan uzak kalır, ihtiras ve buna bağlı streslerden büyük ölçüde kurtuluruz. Namaz kılanlarda tevekkül duygusu kendiliğinden gelişir. Böylece ruh hastalıklarında önemli bir rolü olan vesveseler (evhamlar) de giderilmiş olur.
İnsanlar
namazda secde ettiği için bu sayede gururlarını ve büyüklenmelerini kırmış
olurlar. Bu ise çok hayati bir meseledir. Zira ahlak açısından en tehlikeli
hastalık "gurur"dur. Bütün kavgaların, nefretlerin temelinde, nefsin
bu zalim hastalığı yatar. Namazı devam ettirenlerin gururları, secdeye her
vardıklarında manevi bir hikmetle törpülenir. Namaz, imanda ortaya çıkabilecek
aşınmaları ve zaafları giderir. Bu yüzden imanın hastalıkları ve Allah’ın
yasakları olan riya ve yalan yerini ihlas ve sadakate bırakır.
Namaz,
gerçek bir huşu ile kılınırsa insanın ruhunun yücelmesinde bir etkiye sahiptir.
Namaz sayesinde insanda, sadece Allah’ın emirleri karşısında boyun eğen,
sarsıcı olaylar karşısında sebat gösteren ve İslam tarihinde örnekleri çok
bulunan yiğit şahsiyetler gibi en zor şartlarda direnç ve sabır örneklerini
sergileyen hür irade sahibi bir ruh meydana gelir.
Namaz
kılarken tekbir, dua, tesbih, hamd ve salavat okunmuş olur. Namaz, mümini manen
eğiten ve olgunlaştıran bir ibadettir. Namaz, insandaki olumsuz özellikleri
gidermekle beraber insana olumlu ve güzel nitelikler de kazandırır. Namaz,
mümini takva ve ihsan sahibi yapar. Onu sabırlı, olgun, ağırbaşlı ve
alçakgönüllü bir insan haline getirir. Namaz, gönülleri ferahlatan, ruhları
aydınlatan ibadettir. Namaz, ömür boyu, her türlü hal ve ortamda sürekli devam
eden bir sabır eğitimidir. Allah Kuran’da şöyle bildirir:
Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)
Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)
Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah,
sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 153)
Bu ayetlerde sabır ve namaz birlikte
zikredilmekte ve böylece bu iki kavram arasındaki sıkı bağlantıya işaret
edilmektedir. Sabır ve namaz, müminin en belirgin iki hasleti olmalıdır.
Namaz,
insanın hem ruhunu, hem vücudunu, hem de fikrini etkilemekte ve tüm bunları
insanın mutluluğu için devreye sokmaktadır. Namaz, ruhun kemale ermesi, insanın
kötülüklerden arınması ve fikrin olgunlaşması için Yüce Allah tarafından
konulmuş eğitici bir ibadettir. Namaz kul ile Allah’ın ilişkisini sürekli
sağlar. Namaz doğru şekilde kılınırsa, insana ruhi yönden öyle bir aydınlık ve
güç kazandırır ki, insan kendi iradesiyle iyi işlere daha fazla önem vermeye başlar
ve kötülüklerden kaçınır. Ama namaz kılmayan bir kimsede böyle bir ruhi
hazırlık ve güç bulunmaz. Bu yüzden namaz kılmayan birisinin kötülüklerden
kendi isteğiyle kopması ve iyiliklere yönelmesi kolay değildir. Namaz, mümin
kimsenin doğruluk ve takvasının artmasına sebep olur. Namazı kılmamak ise
kişinin kalbinin kararmasına ve daha fazla günaha yönelmesine sebep olur.
Elbette namazın insanı kötülüklerden korumasının değişik aşamaları vardır ve bu
namaz kılanın iman derecesine, namaza gerçek manada yönelişine, namazda
kalbinin huşu içerisinde olmasına bağlı olarak değişmektedir. Namazdaki rüku,
secde ve diğer farzları emir olunduğu şekilde yerine getirmek, namaz kılanı
sürekli olarak düzenli olmaya ve işlerinde ihmalkarlık ve başıboşluktan uzak
olmaya alıştırır. Allah’ın huzurunda boyun eğme ve Allah’ın rızasını kazanmak
gayesini taşıyan namaz, kişinin mütevazi, başkalarının iyiliği karşısında
duyarlı olmasına ve çekemezlik, bencillik ve diğer kötü huylardan uzak olmasına
sebep olur.
Cemaatla
kılınan namaz ise, müslümanların kalplerini birbirine bağlar. Aralarındaki
sevgiyi arttırır. Her vakitte, birbirlerine kardeş olduklarını hatırlatır.
İslam’da cemaat namazına önem verilmesi, bu mukaddes dinin birlik ve beraberlik
dini olduğunu, Müslümanlar arasında sürekli bir dayanışmanın sağlanmak
istendiğini açıkça göstermektedir. Cemaat namazı, soy ve toplumsal sınıflardan
kaynaklanan ayrıcalık ve imtiyazları ortadan kaldırmaktadır. Hangi soy, renk ve
milletten olursa olsun tüm Müslümanlar namaz safında aynı sırada beraberce yer
alır, hep birlikte aynı kıbleye yönelerek tek vücut olarak ibadet eder ve
birlikte yere kapanıp kalkarlar. Cemaat namazı toplumun kaynaşması için en
güzel vesiledir. Müminlerin birbirlerinin halinden haberdar olmaları için en
iyi fırsattır. Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu gösteren
Cuma namazı toplumsal bir ibadet merasimi sayılır. Bu namazda okunması gerekli
olan hutbe, namaza katılanları bir yandan takva, iman ve Allah’a yönelmek
konusunda yönlendirdiği gibi onları toplumsal konularda da
bilinçlendirmektedir.
Namaz
kılarken yapılması emir edilen her hareketin hem bedene ve hem de ruha
sağladığı faydalar çoktur. Bir hadis-i
şerifte,”Namazda şifa vardır.”(Ahmed ibn.-i Hanbel:2/390) buyurulur. Namazda
hareketler yavaştır. Bu hareketler Kalbi yormaz, günün değişik saatlerinde
olduğu için insanı devamlı dinç tutar. Yağlanmaya ve kalori depolanmasına mani
olur.
Günde
başını belli sayıda yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan
ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hafıza ve şahsiyet
bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha
sağlıklı bir ömür geçirirler. Bunama hastalığına uğramazlar. İnsanın alnının
yere gelmesi, beyin damarlarının beyin kanamasına karşı dirençli olmasını
sağlar. Beyin kanamasından çok sayıda insan ölmüştür. Namaz kılmayan insanların
başının tam olarak yere değmesi çok nadir olabilecek bir şeydir. Namaz kılanlar
alnını yere koydukları zaman kan beyine doğru gitmiş oluyor. Namaz sürekli kılındığında
beyin damarları kan basıncına karşı müthiş bir elastikiyet kazanmış oluyor.
Dolayısıyla vücut beyin kanamasına karşı hazırlıklı olmuş oluyor.
İnsan hayatında kanın yeri büyüktür. Kalp, kanı vücudun en ücra yerlerine kadar ulaştırmak üzere pompalar. Kalbin bu işi yapabilmesi için daima olarak dinç olması gerekir. Kan gönderme işinde kalbe yardımcı olunabilmesi için, o hücrenin kan ile iyice sulanması veya kanlanması gerekmektedir.
Namazda secde yapılan yere bakılır ve böylelikle göz mercekleri dinlendirilir. Bu durum göz sağlığı için faydalıdır. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına malik olur. Bu sebeple göz tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Bu sayede kişi göz hastalıklarından korunmuş olur.
İnsan hayatında kanın yeri büyüktür. Kalp, kanı vücudun en ücra yerlerine kadar ulaştırmak üzere pompalar. Kalbin bu işi yapabilmesi için daima olarak dinç olması gerekir. Kan gönderme işinde kalbe yardımcı olunabilmesi için, o hücrenin kan ile iyice sulanması veya kanlanması gerekmektedir.
Namazda secde yapılan yere bakılır ve böylelikle göz mercekleri dinlendirilir. Bu durum göz sağlığı için faydalıdır. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına malik olur. Bu sebeple göz tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Bu sayede kişi göz hastalıklarından korunmuş olur.
Vücudun en zahmet çeken yerleri
eklemlerdir. Namazdaki beden hareketleri vücuttaki bütün eklem yerlerini
harekete geçirmektedir. Namazın, kasların güçlenmesi ve eklemlerin normal
faaliyetlerini sürdürmesinde önemli etkisi vardır. Namaz kılan insanların gerek
kalça, gerek diz ve gerekse ayak bileği ve kol omuzu, dirsek ve el bileği
eklemleri de devamlı işleyen bir makine gibi olduğundan, eklemlerde meydana
gelecek bütün romatizma ve dejeneratif hastalıklardan korunmuş olur. Namazın
devamlı kılınması, eklemlerdeki bu huzuru ömrün sonuna kadar götürür. Namaz
kılmaya devam edildiğinde, vücutta bu durumdan olumlu istifade edecektir.
Kalbin çalışmasında ve hissi sistemlerle olan alakasında, elektromanyetik eksenler, en ideal çizgilere gelir. Özellikle sağlıklı kişilerin günlük elektromanyetik tesirlerle, göğüs bölgelerinde hissettikleri huzursuzluklara, namaz kılanlarda hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.
Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da
elbette kavuşur. Namazın vücut ve elbisenin temiz olması gibi şartlarına
baktığımızda namazın insanın dış temizliğinde de önemli bir etkisi olduğu ve
böylece insanın sağlığını korumada da önemli derece de rol oynadığı ortaya
çıkar. Namaz, müminler için bir sığınak ve şifadır; rahatlama ve ilahi huzura
kavuşma vesilesidir. Namaz ile sıkıntı ve bunalımlarla kararan gönüller
hafifleyip ferahlar ve sükunet bulur. Böyle bir namaz huşu duyan müminler için
bir zevk ve neşe kaynağıdır. Namaza üşene üşene kalkan, gösteriş için namaz
kılanlara ağır gelir ve bir yük olur.
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa, 142)
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa, 142)
Namaz; mümini ruhen yücelten,
onu maddi, manevi kir ve paslardan arındıran, nefsin ve şeytanın esaretinden
kurtaran, kibir, gurur ve bencillik gibi hastalıkları tedavi eden, vakar ve
tevazu duygularını artıran bir ibadettir.
Namazın, insanın maddi ve manevi
yapısında ortaya çıkardığı tesirler çoktur. Fakat kesinlikle unutmamalıyız ki,
buraya kadar saymış olduğumuz, maddi, bedeni ve ruhi faydalar; bizim ibadet
yapış amacımız olamaz, olmamalıdır. İbadetler, Allah emrettiği için, Allah’ın
rızasını kazanmak için ve O'nun istediği şekilde yapılmalıdır.
Biz, Allah emrettiği için
abdest alırız, onun emri sebebiyle namaz kılar ve diğer ibadetlerimizi yerine
getiririz. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah, ibadetlerine devam eden kullarına
ne gibi faydalar lütfetmişse, bu emirlerini yerine getirdikçe zaten üzerimizde
tecelli edecektir. O halde bizlere sayısız rızık veren Allah’a her an şükür
halinde olmalıyız.
Allah Kuran’da namazı dosdoğru
kılmayı emretmektedir:
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak
neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah,
yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 110)
...Namazı dosdoğru
kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi
nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük
bir ecir (karşılık) olarak Allah Katında bulursunuz... (Müzzemmil Suresi, 20)
Sana Kitap'tan
vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar
(fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük
(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
İman etmiş kullarıma söyle: "Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o
gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler." (İbrahim Suresi, 31)
Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki,
rahmete kavuşturulmuş olursunuz. (Nur Suresi, 56)
"Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde
Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Taha
Suresi,14)
Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken
zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz,
mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de
rüku edin. (Bakara Suresi, 43)
Allah Kuran’da namazı dosdoğru
kılanlar için müjdeler vermektedir:
Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce
indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte
bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler
bunlardır. (Bakara Suresi, 3-5)
İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve
zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin Katındadır. Onlara korku
yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve
senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler,
Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir
vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz
salih olanların ecrini kaybetmeyiz. (Araf Suresi, 170)
Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri
ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine
tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri
Katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal
Suresi, 2-4)
Allah'ın mescidlerini, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe iman eden,
namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar
onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır. (Tevbe
Suresi, 18)
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler.
İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı
verirler ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine
rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret,
ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı
vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba
uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah,
yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından
arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 37-38)
Onlar, namazı
dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle ahirete
inanırlar. İşte onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzerindedirler ve felah
bulanlar da onlardır. (Lokman Suresi, 4-5)
Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur; Ve Rabbinin ismini zikredip
namaz kılan. (Ala Suresi, 14-15)
Gerçekten Allah'ın Kitab'ını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin
olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. Çünkü (Allah,) ecirlerini
noksansız olarak öder ve Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O,
bağışlayandır, şükrü kabul
edendir. (Fatır Suresi, 29-30)
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan
sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan,
zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda,
hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve
davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da
bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü
(misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi
ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve
onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru
kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler
ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu
(ahiret mutluluğu) onlar içindir. Onlar, Adn cennetlerine girerler.
Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da
(Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:)
"Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne
güzel." (Rad Suresi, 20-24)
Peygamber Efendimiz (sav)'in
namaz ile ilgili bazı hadisleri şunlardır:
"Beş vakit namaz, kapısının
önünde akıp giden ve insanın her gün içinde beş defa yıkandığı suyu
gür nehir gibidir." (Müslim)
"Namaz, insan ile küfür
arasında bir perdedir. Namazı terketmek bu perdeyi kaldırmaktır."
(Müslim)
"Onlarla bizim aramızda
alamet-i farika namazdır. Binaenaleyh, namazı terkeden kafirlere
benzemiştir." (Tirmizi)
Kıyamette kulun ilk sorguya
çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir.
Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez. (Taberani)
Namaz, Allahü tealanın hoşnut
olduğu bütün amellerin en faziletlisidir. Rızkın bereketi, duanın kabulüdür.
Kabirde ışıktır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennette başa taçtır. İmanın
başı, gözün nuru ve Cehennemden kurtarıcıdır. (Miftah-ul-Cennet)
Cennetin anahtarı namazdır.
(Darimi)
Hz. Ömer'den rivayet edilen
bir hadis şöyledir:
"Resulullah'a Allah'ın
en çok sevdiği salih amel nedir?" diye soruluyor. Hz. Muhammed
(sav): "Vaktinde kılınan namazdır. Kim namazını terkederse
onun dini yoktur. Namaz dinin direğidir diye buyuruyor." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav) namaz
konusunda çok titiz davranmış, ayakta duracak hali kalmayıncaya
kadar namaz kılmaya devam etmiştir. Bir sahabe cennetle müjdelendiği
halde niçin kendisini bu kadar yorduğunu sorduğunda Resulullah
(sav) şöyle cevap vermiştir: "şükreden bir kul olmayayım
mı?" (Ahmed)
"Bir kimse evinde güzelce
temizlenir ve Allah'ın farzlarından birini ifa etmek maksadıyla
mescitlerden birine giderse, attığı adımlardan biri günahlarını
siler diğeri de onun derecesini yükseltir." (Müslim)
"Camiye devam edenin
imanına şehadet ediniz." (Tirmizi)
Resulullah Efendimiz (sav)
namazdaki huşuyu yakalamamız için bize şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
"Namaz kıldığın vakit,
nefsine, hevasına ve ömrüne veda eden, Mevlasına teveccüh eden gibi
namaz kıl." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe, Resulullah Efendimiz
(sav)'in namaz konusunun üzerinde ne kadar titizlikle durduğunu
şöyle anlatmaktadır:
"Peygamber Efendimiz
bizimle, biz de onunla konuşur, güler ve sohbet ederdik. Fakat namaz
vakti gelince, azamet-i İlahi'den olacak, sanki O bizi bilmez ve biz de
O'nu bilmez ve birbirimizi tanımaz gibi olurduk."
"Ey insanlar! Birbirinize
selam verin. Akraba ziyaretini ihmal etmeyin. Geceleyin, insanlar
uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz." (Tirmizi)
"Cennette içi dışından
dışı içinden görünen köşkler vardır. Bunlar tatlı ve yumuşak konuşan,
yemek yediren ve insanlar uykuda iken namaz kılan insanlar içindir."
(Tirmizi)
ORUÇ TUTMANIN ÖNEMİ
Rabbimiz'in
Kuran ile insanlara bildirdiği tüm hükümlerinde olduğu gibi, orucun da insanlar
için çok fazla hayır ve hikmetleri vardır. Ramazan Ayı, iman edenlerin bu
hikmetleri görüp düşünmelerine ve bu şekilde imanda derinleşmelerine vesile
olmaktadır.
Oruç
müminin kalbini uyanık tutar. Oruçlu bir kişi, bir müddet sonra açlık ve
susuzluk hisseder. Nefsi, yemeye ve içmeye meyleder. Fakat oruçlu olduğunun
şuurunda olması buna mani olur. Oruçlu kimse, nefsinin arzu ve isteklerine
engel olur. Bunu da Allah'ın emrini yerine getirmek için yapar. Böylece kalbi
daima uyanık olur, Allah'ın murakabesi altında olduğunun şuuruna varır ve daima
Allah'ı anmış olur. O'nun kudret ve azametini hisseder. Oruçlu olmak Allah için
yememenin ayrı bir haz olduğunu sezmemizi sağlar. Kulluğun amacı da her şeyi
Allah için yapmaktır. Oruç insanın gafletten uyanmasını, başıboş olmadığını
anlamasını ve Rabbini tanımasını sağlar.
Oruç,
kişi iradesini iyiye ve güzele yönlendirme noktasında insana çok ciddi destek
ve katkılar sağlar. Faydalı ve güzel işleri yapmakta çok farklı bir şevk ve
heyecan duymaya başlayan insan, yavaş yavaş kötülüklerden nefret etmeye başlar.
Önemli olan Ramazandan sonra da aynı alışkanlıkları sürdürmek ve bunları kalıcı
hale getirmeye çalışmaktır. Oruç insanları ahlaklı ve edepli yapmaya yöneltir.
Elimize, dilimize ve belimize sahip olarak güzel bir ahlak ile olgun insan
olmanın yolunu açar. Oruç insanın manen yükselmesini sağlar, kişinin iradesini
güçlendirir ve ruhu kötülüklerden arındırır. Oruç insanı terbiyeye yöneltir.
Allah'a
teslim olmayı, kulluk etmeyi reddeden ve kendini özgür bilen insan nefsi sınır
tanımaz bir azgınlık içine girmeyi arzular. Oruç tutan insanlar nefislerinin
kendi üzerlerindeki etkisine şahit olurlar. Oruç insanlara nefsinin gerçek mahiyetini
gösterir. Kötülüğü, haddi aşmayı ve sınır çiğnemeyi emreden nefislerini tanıma
fırsatı bulmuş olurlar. Ancak tüm bunların yanında onu nasıl
dizginleyeceklerini nasıl söz geçireceklerini de öğrenirler. Oruç insana kendi
nefsine malik olmadığını, Allah'ın izni ve emri olmadan hiçbir şey
yapılamayacağını hatırlatır. Oruç sayesinde nefsin ne derece zayıf ve aciz
olduğu, sağlam sanılan vücudun ise, ne kadar dayanıksız bulunduğu ortaya çıkar.
Bir aylık süre
boyunca her yönden Allah'a ne kadar muhtaç bir varlık olduklarını kavrar, kendi
acizliklerine bizzat tanık olurlar. Nefsinin
gerçek mahiyetini bu şekilde görüp idrak eden insan, artık başıboşluğu, nefsine
itimat ve gururu bir tarafa bırakarak hakiki vazifesi olan kulluk görevlerini
düşünür, kötü ahlaktan ve günahlardan vazgeçer.
Oruçlu
kimse Allah için yemesini, içmesini ve şehevi arzularını terk etme
alışkanlığını kazanır ve yasak olan şeylere daha fazla meyli olan nefsine
sahip olur ve haram olan şeylerden kendisini uzak tutar. Oruç insana
nefsine hakim olmasını sağladığı için kişiyi güzel ahlaka yöneltecektir. Bunun
yanı sıra diğer ibadetleri yerine getirirken insanın nasıl bir nefsani terbiye
içinde olması gerektiği anlamış olunur. Bu kavrayış bir insanın bir yandan
kendi nefsini daha yakından ve tarafsız olarak tanımasını sağlarken, diğer
yandan da böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamasını sağlar. Diğer
yandan insan hayatının her alanında aldığı bu özel terbiyenin nimetlerinden
yararlanır. Çünkü nefsini terbiye etmiş -yani elindeki nimetlerin Allah'a ait
olduğunu ve acizliğini fark etmiş- bir insanın hayatında bir takım
değişiklikler meydana gelir. Böyle bir insanın dünya görüşü ve olaylar
karşısındaki tepkileri ve yorumları farklılaşır. İnsani yönü ön plana çıkar.
Allah'ın nimetleri olmadan yaşamanın imkansız olduğunu, açlığı yaşamak
suretiyle uygulamalı olarak tespit etmiş bir kişinin bakış açısında çok olumlu
değişiklikler meydana gelir.
Oruç,
Allah’ın nimetlerini hatırlamamızı sağlayıp, nimetlere şükretmemizi sağlar.
Çünkü her zaman yiyebilen insan, oruç tutmakla: "Bu nimetler benim mülküm
değil, ben bunları yiyip içmekte hür değilim, başkasının malıdırlar, yemek için
O'nun emrini bekliyorum" demiş ve manevi bir şükür yapmış olur. Oruçlu
kişi kendini denetim altına alır ve nefsine hakim olur. Bu sayede kişi ahlaki
olarak gelişmeye başlar. Böylece eline, diline ve beline sahip olur. Bu da o
kişiyi örnek insan mertebesine taşıyacaktır.
Allah’ın
önem verdiği konulardan biri de müslümanların birbirlerine sevgi ve merhamet
göstermeleridir. Oruçlu olmak zengini fakirle beraber yaşamaya sevk eden bir
ibadettir. Elindeki imkanları kendi gücünden bilen bu nedenle de zenginliğine
ve imkanlarına güvenen bir insan oruç esnasında bu değerlerin bir önemi
olmadığını daha iyi anlar. Fakir bir insanla kendisi arasında gerçekte hiçbir
farkın olmadığını, elindeki imkanların gelip geçici olduğunu görmesini sağlar. Zengin,
açlığı tatmadıkça fakire gerektiği gibi yardım edemeyebilir. Oruçlu olan kimse fakirlik
ve yoksulluğun ne demek olduğunu bizzat yaşayarak anlamış olur. Kendi
durumunu da şükretmiş olur. Oruçlu olmak ihtiyaç içinde olan insanların
durumunu daha iyi kavrandığını sağladığı için bunun sonucu olarak, şefkat,
merhamet, başkalarına yardım etme ve insanlara faydalı olma gibi
yüce duygular kazandırır. Yardım etme isteği artmış olur. İnsan
cimrilikten uzaklaşmış olur. Birbirlerine yardım eden insan topluluğu arasında
çekişmeler olmaz. Toplum genel anlamda huzur ve merhamet verir ve toplum
birbirine daha faydalı olmaya çalışır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“ Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”
Oruçlu
olan fakir bir insan da kendisinden daha fakir ve muhtaç olan başka bir insanın
durumunu anlamış olur. Kendi haline şükreder. Nimetler insana devamlı
verildikçe, nimetlerin değerini anlama ve Allah’a şükretme hassasiyeti
azalabilir. Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların
değerini daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana,
onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine veren
Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına
vesile olur.
Oruçlu
kişi kutsal bir görevi yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşar. Bu sayede
insanın kalbi sevinç ve mutlulukla dolacaktır. Kalbi sevinç ve mutlulukla dolan
kişi ne yana dönerse orada Allah’ı görecektir. Allah’ın evrendeki tecellisini
seyredecektir. Gördüğü her nesne Allah’ı hatırlatacaktır. Allah şöyle
buyurmaktadır:
Doğu da Allah'ındır, batı da.
Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah,
kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Bazı
insanların çok yemek yeme, alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıkları
vardır. İnsanlar, bu alışkanlıklarından vazgeçemediklerini iddia
ederler ve kendilerince çeşitli mazeretler öne sürerler. Ama Ramazan
ayında oruç tutulduğunda bu alışkanlıklarına karşı direnirler ve sabrederler.
Kötü alışkanlıklarına mahkum olan bir kişiyi, belirli bir süre zarfında oruç
alıkoymuş olur. Bunun için de yılda bir ay bile olsa, alışageldiği hayat
düzeninin dışında bir programla oruç tutarak yaşamaya çalışan kişi, hayatta
karşılaşabileceği yeni durumlara hazır hale gelmek üzere tatbikat yapmaktadır.
Ramazan ayında Allah’ın emrine uyarak iradesine sahip olan bir kişi ramazan
ayından sonra da iradesine sahip olarak bu alışkanlıklarından vazgeçebilir.
Oruç insanlara kötü alışkanlıklarını bırakmada yardım eden bir ibadettir.
Oruç
tutan kişi, helal kazancın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Oruç tutmak
suretiyle aç ve susuz kalan kişi kul hakkının ne denli önemli olduğunu anlar.
Başkalarının büyük emek harcayarak elde ettiklerini haksız bir biçimde kendi
zimmetine geçirmekten uzak durur. Bilir ki, kendisi de benzer bir durumla
karşılaşabilir. Böylece kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına
yapmamak gerektiğini daha açık bir biçimde öğrenir.
Her
kötülüğün başı, Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Halbuki
oruç, bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay
boyunca devam eden bu manevi eğitim sonucu Allah korkusu kalplere iyice
yerleşir, bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak
her türlü kötülükten uzaklaşmış olur. Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden korumakla
kalmayacak, onu cehennem ateşinden de koruyacaktır. Çünkü, insanı cehenneme
sürükleyen kötülüklerdir, bunlardan uzaklaşan cehennemden de uzaklaşmış
demektir.
Oruç, köklü bir irade terbiyesi,
insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve
iyi huylar kazandıran bir ibadettir. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun
yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez." Bu hadis-i şerifte, oruç
tuttuğu halde kötü huyları terketmeyenlerin oruçlarının kamil oruç olmayacağını
bildirilmiştir.
Peygamber efendimiz diğer bir
hadis-i şerifinde: "Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan
sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet edenler vardır ki onlara da
bundan kalan sadece uykusuzluktur." buyurmuştur. Bu kimseler, helal olan
şeylerden uzaklaştıkları halde, uzaklaşmaları gereken diğer haramlardan
uzaklaşmadıkları için oruç ibadetinden bekledikleri karşılığı tam
bulamayacaklardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, orucun bir hikmeti de,
insanı kötülüklerden uzaklaştırarak olgunlaştırmak, ahlak ve fazilet sahibi
olmasını sağlamaktır.
Oruç, baştan başa bir zikirdir.
Ramazan Ayında farz olan orucu tutan bir Müslüman, bir ay boyunca devamlı
olarak Allah'ı zikir etmektedir. Gündüz, oruçlu olduğunun şuuru içinde
bulunduğu için daima Allah'ı hatırlar, oruç bozacak işlerden kendisini korur,
iftardan sonra; namaz ve benzeri ibadetlerle meşgul olur ve yatarken sahura
kalkmayı düşünür. Dolayısıyla oruç insana Allah’ı sürekli hatırlatmasını
sağlatır.
Oruç, görür gibi Allah'a
inanmanın ve gerçek anlamda Allah'tan korkmayı sağlar. Çünkü, oruçta kişi
yalnız Allah'tan korkar, hiç kimsenin kendisini görmediği zamanlarda orucunu
bozmayan bir mümin, gerçekten Allah'tan korkan, Allah'ı görür gibi ona inanan
kişidir.
Oruç, müslümanı disipline sokar,
müslümana zamanının önemini hatırlatır. Allah’ın
emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir kişi, Allah’ın
emirlerini yapmak itiyadını da kazanır. Böylelikle, Allah’ın başka emirlerini
yapmaya da alışkanlık peyda eder. Oruç kesintisiz bir ibadet olduğu ve beşeri
ihtiyaçlar sebebiyle devamlı olarak kendisini hatırlattığı için kulun kendini
Allah ile beraber, O'nun huzurunda, Allah'ı yanında hissetmesi, böyle düşünmesi
ve buna göre yaşamasını sağlar.
Oruçlu olan kimse belli bir
zamana kadar bir şey yiyip içemeyeceği için sabır göstermelidir. Bu sayede
kişinin sabır göstermesi ilerlemiş olur. Sahip olduğu helal şeylere oruçlu
olduğu için el sürmeyen kimse, iradesine hakim olmuş, nefsini zorluklara
alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur. Böyle bir insan
hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında sarsılmaz, bunlara
kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya ulaşır. Acılı durumlar
karşısında sabır göstererek soğukkanlılığını korur. Oruç tutan kimse sabretme,
sıkıntılara göğüs germe, açlığa susuzluğa dayanma ve nefse hakim
olma durumunu kazanır.
Oruç insanları doğruluğa, ihlasa,
iyiliğe, nefis terbiyesine, merhamete yöneltir. Nefsi sabır göstermeye, güçlük
ve meşakkatlere katlanmaya, karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve engelleri
aşmak için gereken dikkat ve metanete sevk eder. Oruç vücudun açlığa, susuzluğa
karşı mukavemetini de arttırır. İnsana dayanıklılık ve tahammül gücü
kazandırır. Oruç çalışan kimseler için sıhhat ve rahatlık kaynağıdır. Çünkü
orucun verdiği hafiflik ve rahatlık sayesinde iç organlarımız metanete sevk
eder.
Midemiz, yiyecek ve içeceklerden
uzak kaldığı gibi, dilimiz yalandan, ellerimiz haram işlerden, gözlerimiz
harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü
işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak oruçtan nasibini almalıdır. Oruçludan
beklenen budur.
Oruç tutan bir müslüman çeşitli
yemeklerle donatılmış sofranın başında helal olan nimetlere elini sürmez,
sabırla iftar vaktini bekler. Orucun müslümana kazandırdığı bu irade terbiyesi,
insanı nefsani arzuların esaretinden kurtarıp adeta melekleştiren gerçek bir
eğitimdir. Helal olan şeylere bile elini sürmeyen bu oruçlu, nasıl olur da
harama el uzatabilir. Vücudunun ihtiyacı olan faydalı yiyecek ve içecekleri istediği
zaman bırakabilen bir mümin, nasıl olur da içkileri kullanmaktan vazgeçmez. Oruç
bize, belirli bir süre helal olan şeylerden uzaklaşmakla haramlardan sakınmayı
öğretir.
Oruç insanın ruh dünyasını
tedavi ederek, psikolojik sıkıntı, bunalım ve saplantıları ortadan kaldırır. Oruç,
Allah'a kulluğun bir şuur ifadesidir. Oruç, bir teslimiyettir. "Ey Rabbim!
Sen istediğin için yemiyorum, içmiyorum. İşte senin emrindeyim" demektir.
Oruç insanın kendi içinden gelen
bazı olumsuz duygulara gem vurmasını öğretir. İnsanı "aşağılık
duygusu"ndan kurtarır, kendine güven duygusunu arttırır. İftar davetleri
ile dostluk, akrabalık bağları kuvvetlenir. Orucun insan sağlığı bakımından
da çok yararlı olduğu bilinen bir gerçektir. Bu husus tıbben de kanıtlanmıştır.
Allah Kuran’da oruç tutmayı emretmekte ve oruç tutamayanların ne yapması
gerektiğini şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, sizden öncekilere
yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.
(Bakara Suresi, 183)
(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden
kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
(tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye
(vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç
tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 184)
Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet
olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri
(kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa
artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca
diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu
kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına
karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara
Suresi, 185)
Allah Kuran’da oruç tutanlar için müjde vermektedir :
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman
kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden
erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve
sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla
(Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka
veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan
kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı
çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar
için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Peygamberimiz Efendimiz orucun fazileti üzerinde çok fazla durmuş
ve tüm detaylarıyla bu ibadetin inceliklerini ümmetine anlatmıştır.
Oruç ile ilgili hadislerinde Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
"Ademoğlunun her ameli katlanır. Bir iyilik yedi yüz misline
kadar katlanabilir. Yalnız oruç müstesna. Çünkü onun mükafatını Allah
verecektir. Oruçlu iken iki sevinç vardır. Birincisi iftar zamanının
sevinci, diğeri Rabbine ulaştığı zamanki sevinçtir." (Müslim)
Orucun diğer ibadetlerden en büyük farkı gösteriş için yapma ihtimalinin
çok az oluşudur. Bu yüzden mümini riyaya sürükleme gibi bir tehlikesi
yoktur. Resulullah (sav) oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
Allah buyurmuştur ki: "Oruçlu kimse benim rızam için yemesini,
içmesini ve cinsi münasebetlerini bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya
benim için yapılan (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükafatını
doğrudan doğruya ben veririm." (Buhari)
"Ramazan ayı girdiğinde göklerin kapıları açılır, cehennemin
kapıları kapatılır ve şeytan zincire vurulur. Orucu boşlama, çünkü
onun dengi yoktur." (Müslim)
"Cennette bir kapı vardır ki buna reyyan derler. Kıyamet gününde
buradan oruçlular girecektir. Müteakiben bu kapı kapanacak başka
kimse alınmayacaktır." (Müslim)
ALLAH SEVGİSİ VE ALLAH KORKUSU
İman eden bir kişi, bütün
kalbiyle sevmesi, yakınlaşması, bağlanması gereken varlığın Allah olduğunu
bilir. Çünkü Allah kendisini yoktan var etmiş, bedenini, aklını, şuurunu,
imanını ve sahip olduğu bütün herşeyi kendisine vermiştir. Bütün ihtiyaçlarını
karşılamıştır ve halen de karşılamaktadır. Kendisi için bu dünyada sayısız
nimetler yaratmıştır. Dahası, kendisine iman ettiği ve itaat ettiği takdirde,
onu, hem dünyada hem de ahirette çok büyük ve sonsuz bir nimetle, kendinden bir
sevgi ve hoşnutlukla müjdelemektedir. Bütün bunları da yalnızca kendisinden bir
rahmet ve lütuf olarak karşılıksız bir şekilde vermektedir. O halde gerçek
anlamda, herkesten çok sevilmeye, bağlanılmaya layık olan yalnızca Allah'tır.
Sevginin oluşmasındaki
sebeplerden biri de sevilen kimsedeki üstün ve güzel özelliklere karşı duyulan
ilgi ve hayranlıktır. Bu ilgi ve hayranlık karşı taraftan da karşılık
gördüğünde aradaki ilişki kuvvetli bir sevgi bağına dönüşür. Ancak burada
önemli olan nokta, üstünlük ve güzelliğin gerçek sahibini bulmak ve ilgi, sevgi
ve hayranlık hislerini ona yöneltmektir. O da yine, bütün güzelliklerin, üstün
ve yüce sıfatların kaynağı, sahibi olan Allah'tır. O'nun yarattıklarının
sahipmiş gibi göründükleri üstün sıfatlar ise yalnızca Allah'ın sonsuz
sıfatlarının çok küçük birer yansımasıdırlar ve gerçekte Allah'a aittirler.
Allah'ın kulları üzerinde tecelli etmekte, yani görünmektedirler.
Bütün bunlardan dolayı sevgi
ancak Allah'ın zatına duyulur. İnsanın bir kimseyi veya bir eşyayı, Allah'tan
bağımsız, müstakil bir varlık olarak görüp de Allah'ı sever gibi sevmesi ise,
onun şirk koştuğunun en belirgin alametlerinden birisidir. Ayette şöyle
bildirilmektedir:
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki,
onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler.
İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
Ayette bildirildiği gibi,
insanların bir kısmı Allah'a ortak koşmakta ve diğer varlıkları Allah'ı
severcesine sevmektedirler (Allah'ı tenzih ederiz). Müminler ise, hiçbir
insanın, maddenin ya da canlının gerçekte kendine ait bir gücü ya da güzelliği
olmadığını bilirler. Bunların hepsini, sahip oldukları tüm özelliklerle
birlikte yoktan yaratan ancak Allah'tır. Hiçbir canlı kendi güzelliğini
tasarlayıp meydana getiremez. Bir insanın yüzündeki güzelliği ya da bir
hayvanın sahip olduğu sevimliliği belli bir ömürle yaratan ve ecelleri
geldiğinde hepsini yok edecek olan Allah'tır; her güzellik yalnızca Allah'ın
hakimiyetindedir. İşte bu nedenle mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri,
insanları, hayvanları, doğayı Allah'ın yarattığını bilerek sever. Dolayısıyla
asıl sevgisi, tüm bu güzellikleri ona veren ve herşeyin sahibi olan Allah'a
yöneliktir. Allah’ın yarattıklarını sadece Allah için sevmeliyiz.
Allah aşkı insana müthiş bir enerji ve canlılık verir.Bu durumdan hiç ayrılmamak gerekir.O ruhla yaşamak lazımdır.Allah’a derin bir teslimiyetin üstünde durmak lazımdır.Allah korkusunun çok üstünde durmak lazım.Bunun dışında da Kuran’a tam tabi olmak vardır.Bunun dışında rahatsız olacağınız,tedirgin olacağınız bir şey yoktur.Tevekkül edip Allah’a teslim olmak lazım.Bazı insanlar ruhlarındaki sevgiyi öldürmüş durumdadırlar.O ruhlarındaki ölüyü diriltmeleri lazımdır.Asıl konu Allah aşkının ve Allah korkusunun insanı kaplamasıdır.Allah aşkına kavuşan insan dünyanın bütün güzelliklerine de kavuşur,ahiretin de bütün güzelliklerine kavuşur.Allah’ın rızasını kazandıktan sonra insanın aklı Allah’ın aklına bağlanmış oluyor.Artık o insanı Allah yönetir.Yani o insan şeytanın kontrolünden çıkar.Kalbini ve gönlünü tam Allah’a teslim eden artık Allah’ın yönetimine tam geçmiş demektir.Böyle bir insan sürekli derinliği,mutluluğu ve güzelliği yaşar.İnsanların bir tane aşkı olur.Ya Allah’a aşık olunur,ya dünyaya aşık olunur.Bir insan dünyaya aşıksa aklı gitti demektir.Dünyayı Allah aşkıyla sevmemiz gerekir.Allah’ı sevdiğimiz için,Allah rızası için dünyayı sevmeliyiz.Allah sevgisinde insanda bir aşık elektriği oluşur.İnsanın hücreleri Allah’ı tanır ve Allah’ı severler.Allah’ı sevdiğinde de o hücre çok canlı olur, çok sıhhatli olur.Allah aşkıyla vücudun bütün hücreleri bayram ederler.Çok açılırlar.Yani kul Allah’ı sevdikçe vücudun bütün hücreleri huzur ve rahatlık içinde olurlar.O yüzdende Allah’ın izniyle sağlıklı ve sıhhatli olurlar.Sevginin,şefkatin,saygının,derin Allah korkusunun,derin Allah sevgisinin olmadığı her hareket başarısız olur.Bir hareketin başarılı olması için mutlaka derin Allah sevgisi ve derin Allah korkusu taşıması gerekir ve muhabbet ve coşkulu bir müslüman sevgisi taşıması gerekir.
Allah korkusu, bir insan için
hem imanının çok keskin bir göstergesi hem de onun ebedi hayatını belirleyecek
çok önemli bir özelliktir. İnsan, ancak ve ancak Allah'tan korkup sakınırsa
kurtulacaktır.
Hesap günü yaşanacak olayları
düşünüp de korkuya kapılmamak ise mümkün değildir. Fakat bu korku yalnızca iman
edenlere özgü bir korkudur. Çünkü Allah'ın pek çok ayetinde tarif ettiği
imtihan ortamının, yazıcıların, şahitlerin ve herkesin bir araya getirilip
toplanacağı hesap gününün kesin birer gerçek olduğuna ancak müminler kayıtsız
şartsız inanırlar ve kötü bir sonla karşılaşmaktan korkarlar.
Sizin de yaptığınız herşey, an
ve an kayda geçiyor; bunları okuduğunuz an da buna dahil. Hızla Allah'a hesap
vereceğiniz güne doğru yaklaşıyorsunuz. Ve o gün geldiğinde yanınızda
getireceğiniz en değerli şey Allah korkusu olacaktır:
... Azık edinin, şüphesiz
azığın en hayırlısı takva (Allah korkusu) dır. Ey temiz akıl sahipleri, benden
korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)
Allah korkusu elde edilmesi
zor olan, birtakım aşamalardan geçerek kazanılacak bir his değildir. Aksine
şuuru açık, düşünen her insanın aksi mümkün olmayacak şekilde derinden
hissettiği bir duygudur. Bir insanın gerçek Allah korkusunu elde edebilmesi için
samimi tek bir tefekkürü bile yeterli olabilir. Yalnızca bir an ölümü, ölümden
sonra karşılaşacaklarını düşünüp, Allah'a karşı saygı dolu bir korku
hissedebilir. Bu, tamamen insanın düşünmesine ve aklını kullanmasına bağlıdır.
Müminin Allah korkusu başka
hiçbir korkuya benzemeyen, son derece içli ve saygı dolu bir korkudur. Bu korku
diğer korkular gibi insana sıkıntı ve azap veren bir korku türü değildir. Tam
tersine, insana kulluğunu ve aczini hatırlatan, onun aklını ve şuurunu açıp
geliştiren, insanı çok üstün bir ahlak seviyesine ulaştıran bir korkudur.
Bu korku müminin ahirete olan
özlemini artıran, ümit ve şevkini körükleyen bir korkudur. Allah korkusu,
müminin Allah'a olan yakınlığını ve sevgisini kat kat artıran, ona büyük manevi
hazlar yaşatan asil bir duygudur. Kuran'da iman edenlerin taşıdıkları bu içli
ve saygı dolu korkudan pek çok ayette bahsedilir:
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb
ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için
bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır. (Mülk Suresi, 12)
... Rablerinden içleri saygı
ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. (Rad Suresi, 21)
Görmediği halde Rahman'a karşı
'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen
içindir. (Kaf Suresi, 33)
Ki onlar (o peygamberler)
Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve
Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
(Ahzab Suresi, 39)
Allah korkusu müminleri ruhen
zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son derece ince
hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi mükafat ve mutluluğun
anahtarıdır.
Elbette ki Allah'ı hakkıyla
takdir edebilmek için Kuran ayetlerini çok iyi bilmek gerektiği gibi, O'nun dış
dünyadaki ayetlerini —delillerini— de iyi bilip tanımak şarttır. En küçük bir
atomdan ya da bir canlı hücresinden dev yıldızlara hatta galaksilere kadar
Allah'ın sayısız yaratılış delilleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmak
insanın Allah korkusunu artırır. Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah'ın
yarattığı şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine çok daha yakından
şahit olmasını, Allah'ın kudretini, diğer insanlara göre, çok daha fazla takdir
edebilmesini sağlar. Bu da O'na karşı duyduğu korku ve haşyetin kat kat artmasına
vesile olur. İşte Allah bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar:
... Kulları içinde ise
Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün
ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Insan sahip
olduğu herşeyi, aldığı her nefesi, yaşadığı her anı Allah'a borçludur. İşte
müminler bu gerçeklerin farkında olduklarından Allah'tan, Allah'ın sınırlarını
aşmaktan daimi bir korku duyarlar.
Allah'tan korkan kişi,
sadakat, vefa, doğruluk, dürüstlük, samimiyet gibi tüm güzel ahlaka ait
tavırları gösterir. Kuran'ın birçok yerinde bu üstün ahlak özelliklerini
sergileyen müminlerden bahsedilir. Gerçekte, tüm insanların özlemini duyduğu
insan modeli de budur. Fakat, Allah korkusu olmadığı takdirde bir insanda bu
özelliklerin gerçek anlamda ve devamlı bulunması asla mümkün değildir. Çünkü
Allah'tan korkmayan bir kişi kendi menfaatleriyle çatıştığı anda Kuran ahlakını
değil, çıkarlarının gerektirdiği davranış biçimini benimseyecektir. Allah'tan, O'na hesap vermekten, cehenneme
girip kötü davranışlarının karşılığını görmekten korkmadığı için böyle
davranmasını engelleyen bir endişesi yoktur.
Allah'a karşı derin bir haşyet
duyan kişi, insanların arasında bulunduğu zaman da, kimsenin görmediği
ortamlarda da Allah'a karşı gelmekten aynı titizlikle sakınır. Çünkü bir
kötülüğü, ister herkesin içinde isterse yalnız başına yapsın, ister açığa
vursun isterse saklasın, Allah'ın bunu
bileceğini, Allah'ın açığı da gizliyi de gizlinin gizlisini de bildiğini ve kendisini
tümünden sorguya çekeceğini bilir. Bu konudaki samimiyetinin Allah tarafından
deneneceğini ve imtihan kastıyla
kendisine çeşitli fırsatlar, uygun ortamlar yaratılacağını da bilir. Allah bir
ayetinde müminlere şöyle emretmiştir:
Günahın açıkta olanını da,
gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle
karşılık göreceklerdir. (Enam Suresi, 120)
Elbette ki bir insanın
Allah katındaki üstünlüğü, Allah'ı gereği gibi takdir ettiği, Allah'ın razı
olduğu hayırlı işlerde bulunduğu, Kuran'ın hükümlerini yerine getirdiği,
Allah'ın beğendiği ahlakı üzerinde taşıdığı, samimi ve ihlaslı olduğu oranda
olacaktır. Allah'a yakınlaştıran tüm bu özelliklere de Allah'tan korkup
sakındığı ölçüde sahip olabilir. İşte bu nedenle kişinin kalbinde taşıdığı
Allah korkusunun derecesi onun Allah katındaki üstünlük derecesinin de bir
göstergesidir.
Ey iman edenler, Allah'tan
korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan)
verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.
(Enfal Suresi, 29)
Doğruyu yanlıştan ayıran bir
nur, mümine verilen akletme yeteneğidir ve kuşkusuz insana dünyada
verilebilecek en büyük ve en değerli
nimetlerdendir.
Doğruyu yanlıştan ayırabilen
bir akla sahip olan insanın her sözü, her tavrı, aldığı her karar, verdiği her
tepki isabetlidir. Allah'ın doğrularına uygundur. İyiyle kötüyü derhal ayırt
edebildiği için Allah'tan korkan bir insan, her işinde Allah'ın rızasına uygun
hareket eder. Kararsızlık, çözümsüzlük, tereddüt, vesvese, aklının karışması
gibi sorunları olmaz. Bunun tam tersi yani insanın böyle bir yetenekten mahrum
olması ise dünyada da ahirette de kendisini helaka sürükleyecek bir
eksikliktir.
Ey iman edenler, Allah'tan
sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat
(güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size
mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Allah Kuran'da, Kendisi'nden
korkup sakınarak hareket eden kullarını hem dünyada hem de ahirette maddi
manevi nimetlerinin içinde yaşatacağını vaat eder. Çünkü ayetin ifadesiyle,
"Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlar"dır.
Allah korkusu ve rızası
taşımayan bir kimsenin ibadetleri hiçbir zaman gerektiği gibi ihlaslı ve samimi
olamaz. Yaptığı işlerin, ibadetlerin altında her zaman gösteriş, büyüklenme,
başkalarının rızasını arama, rekabet hissi gibi çarpık niyet ve arayışlar
bulunur. Bu yüzden hayatı boyunca yaptığı tüm işler –tevbe edip Allah'a
yönelmezse- boşa gitmiş olur.
Dünyada hayatları boyunca
cenneti kaybetmekten, sonsuz cehennem azabına uğramaktan korkarak, Allah'a
karşı gelmekten sakınmış olan müminler, Allah'ın korkup sakınanlara vaat ettiği
mükafata kavuşmuşlardır. Artık, ebedi yurtlarına girmek üzere sevk edilirler:
Rablerinden korkup-sakınanlar
da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları
açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun,
hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Onlar da)
Dediler ki: "Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan
Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde
bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 73-74)
Bir ayette de Allah'tan
korkanların içinde yaşadıkları ebedi hayat ile Allah'tan korkmayanların
karşılaştıkları korkunç son şöyle karşılaştırılmıştır:
Takva sahiplerine (Allah'tan
korkanlara) va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan
ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan
ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her
türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir
kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan'
kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
Hiç şüphesiz ki, vicdanlı bir
kişinin yalnızca bu ayeti biraz tefekkür edip zihninde canlandırması dahi,
Allah'tan gücü yettiğince korkması için yeterli olacaktır.
Unutmamak gerekir ki insan
acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede muhtaç bir varlıktır. İmtihan
ortamı içinde tüm zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç alarak
göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan korkmayanlar, gizli açık
tüm bu azap ve belalarla baş etmek durumundadırlar ki insan yaratılış olarak
buna dayanabilecek güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki, gerekse
ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan elinden geldiği
kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere bir yaşam sürmektir.
Yalnızca Allah'a yöneltilmesi
gereken korku hissi O'nun yarattıklarına duyulduğunda bu korku kişinin tüm
tavır ve davranışlarını da etkileyerek kendisini son derece aşağılık bir konuma
sokar. Çünkü kendisinden gerçekten korkulmaya layık olan tek varlık Allah'tır.
Mutlak gücün sahibi O'dur, herşey O'nun dilemesi ve kontrolü altındadır.
Allah'ın bilgisi, ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşemez. O'nun dilemesi
olmadıkça hiçbir şey insana zarar veremez. Dolayısıyla Allah'tan başka korkup sakınılması gereken
varlık yoktur.
Allah'tan değil de
başkalarından korkan insanlar, Allah'ın yarattıklarını Allah'tan bağımsız bir
güç ve irade sahibi olarak görürler. Allah'ı bırakıp O'nun yarattıklarından
medet umarlar. Bu beklentilerinin karşılığını hiçbir zaman alamadıkları gibi
ömürleri aşağılanarak ve ezilerek geçer. Allah'a kul olmakta kibirlenen,
büyüklenen bu insanlar aslında binlerce insanı razı etmeye çalışırlar.
Allah iman edenlere kesinlikle
insanlardan korkmamalarını, yalnızca kendisinden korkmalarını emretmiştir:
... Öyleyse insanlardan
korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın...
(Maide Suresi, 44)
... Onlardan korkmayın, Benden
korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
(Bakara Suresi, 150)
İşte bu şeytan, ancak kendi
dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Ben’den
korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)
Kuran’da Allah’tan
korkulması emredilmektedir:
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle
bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir
karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek
(durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi
aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman
Suresi, 33)
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın
için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18)
Ey iman edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun
elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin.
Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah,
muhakkak ki korkup-sakınanlarla beraberdir. (Bakara Suresi, 194)
Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının.
(Bakara Suresi, 197)
Allah'tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki,
siz O'na döndürülüp-toplanacaksınız. (Bakara Suresi, 203)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki elbette O'na
kavuşucusunuz. İman edenlere müjde ver. (Bakara Suresi, 223)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah
herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 231)
Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah
yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 233)
Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan
eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden
korkup-sakının. (Nisa Suresi, 1)
Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza
ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı
çabuk görendir. (Maide Suresi, 4)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde olanı bilendir. (Maide Suresi, 7)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta
olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkup-sakının.
(Maide Suresi, 57)
Kendisi'ne inanmakta olduğunuz Allah'tan
korkup-sakının. (Maide Suresi, 88)
O'na (götürülüp) toplanacağınız Allah'tan
korkup-sakının. (Maide Suresi, 96)
Ey temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkup-sakının.
Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 100)
Allah'tan korkup-sakının ve dinleyin. (Maide
Suresi, 108)
Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. Şu halde
ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz. (Enam Suresi, 155)
eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının (Enfal
Suresi, 1)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah
bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 69)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü
kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)
İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de
sizin Rabbinizim; öyleyse Benden korkup-sakının. (Muminun Suresi, 52)
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının… (Lokman
Suresi, 33)
Allah'tan korkup-sakının; umulur ki
esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan
korkup-sakının (Tegabün Suresi, 16)
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve
(sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki
kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak
gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir
din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)
‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin
ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum
Suresi, 31)
Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru
(sadık)larla birlikte olun. (Tevbe Suresi, 119)
Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,)
onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah’tan korkup-sakının.
Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler. (Maide Suresi, 11)
ALLAH KORKUSUNUN İNSANA KAZANDIRDIKLARI
ALLAH KATINDA
ÜSTÜNLÜK
... Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim)
olanınız, takvaca (Allah korkusunda) en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah,
bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
DOĞRUYU YANLIŞTAN
AYIRAN BİR NUR VE ANLAYIŞ
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız,
size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir,
kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal
Suresi, 29)
ALLAH'IN RAHMETiNDEN
İKİ KAT VERMESi
Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun
elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin.
Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
İBADETLERİN
KABULÜ
Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini
oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki
kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti
ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) " Allah, ancak
korkup-sakınanlardan kabul eder." (Maide Suresi, 27)
İŞİNDE BİR
KOLAYLIK GÖSTERİLMESİ
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona
işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
ALLAH'IN ÇIKIŞ
YOLU GÖSTERMESİ
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona
bir çıkış yolu gösterir. (Talak Suresi, 2)
ALLAH'IN
KÖTÜLÜKLERINI ÖRTMESİ, BAĞIŞLAMASI VE ECRiNi ARTIRMASI
Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan
korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür. (Talak
Suresi, 5)
ALLAH YOLUNDA HARCAMA
YAPMANIN ÖNEMİ
Zekat, dinen zengin
sayılan erginlik çağına gelmiş akıl sahibi Müslümanların, mallarının
belli bir miktarını ki genellikle % 2,5 diğer bir ifade ile kırktabirini,
seneden seneye fakir Müslümanlara vermesidir.
İslam, yoksula yardımı
kişinin isteğine bırakmayarak zengin olan herkesin zekat vermesini
zorunlu kılmıştır. Çünkü zekat, Allah'ın zenginlere ihsan ettiği
malda, fakirlerin hakkıdır.
Zekat, toplumda huzur
ve dayanışmayı sağlayan bir sosyal yardımlaşma sistemidir. Zekat,
paraya olan aşırı tutkuyu azaltır, fertler arasında karşılıklı sevgi
ve saygı duygularını geliştirerek servet düşmanlığını önler. Böylece
toplumda huzur ve güvenin kökleşmesinde önemli rol oynar.
Zekat, Allah'ın rızasını
kazandıran, kişinin anlayışında, malın, araç olmaktan çıkarak
amaç haline gelmesini önleyen, insanda başkalarını düşünme, merhamet
ve iyilik gibi güzel duyguları geliştiren ve toplumsal barışı sağlayan
bir ibadettir.
Zekatın mahiyeti
ile ilgili olarak Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali'nin beşinci
kitabında şöyle söylemektedir:
Zekât lûgat deyiminde
"temizlik, bereket, çoğalma, güzel övgü" manalarını taşır.
Din deyiminde ise; "Bir malın belli bir miktarını, belli bir zaman
sonra hak sahibi olan bir kısım müslümanlara Yüce Allah'ın rızası
için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek)tir."
Zekât, kulların kulluk
görevindeki sadakatlerine delâlet eder. Bu yöndendir ki, zekâta
"sadaka"da denmiştir. Bununla beraber "sadaka" sözü,
zekâttan daha kapsamlı mana taşır. Vacibleri de, nafileleri de
içine alır.
Zekât vermeye,
"Tezkiye", zekât verene de "Müzekkî" denilir. Şahidler
hakkında yapilan övgüye de "Tezkiye" dendigi bilinmektedir.
Zekât vermek farzdır.
Peygamberimizin hicretlerinin ikinci yılında, oruçtan önce farz
kılınmıştır. İslâm'ın şartlarından birini teşkil etmektedir. Belli
miktarda bulunan nakid paraların ve ticaret mallarının üzerinden
bir yıl geçince, zekâtlarını geciktirmeden hemen vermek gerekir.
Çünkü bu zekât mallarına yoksulların hakkı geçmiş oluyor. Artık bu
hakkı özürsüz olarak geciktirmek caiz olmaz...
Zekâtın aşikâre verilmesi
daha faziletlidir. Çünkü bu şekilde verilmesi, başkalarına bir
örnek olur ve teşvîk yerine geçer. Kendisi hakkında, zekât vermiyor
diye, kötü bir zannı da kaldırmış olur. Zekât bir farz olduğu için, bunun
yerine getirilmesinde gösteriş olmaz. Nafile olarak verilen sadakalarda
ise, durum böyle değildir. Bunların gizli verilmesi ve gösteriş yapılmasına
engel olunması daha faziletlidir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam
ilmihali, s. 311)
Hz. Peygamber (sav),
sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O'ndan herhangi
bir şey istenirse az veya çok mutlaka bir şey verirdi. Verdiğinden
dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı.
Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav), zekatın dört sınıf maldan verileceğini belirtmiştir. Bunlar
halk arasında en çok dolaşan ve insanların zorunlu ihtiyaçları
olan mallardır:
1) Zirai mahsüller ve
meyveler,
2) Hayvanlar (deve,
sığır, davar),
3) Altın ve gümüş,
4) Her türlü ticaret
malı.
Yeryüzündeki tüm mülkün
sahibi, Allah'tır. İnsanlar, “mal sahibi” olduklarını sanmakla kendilerini
aldatırlar. Sahip olduklarını sandıkları şeyleri kendileri yaratmamışlardır, o
şeyleri yaşatmaya güçleri yetmez. Yok olmalarını da engelleyemezler. Dahası,
bir şeye “sahip” olacak bir durumları yoktur, çünkü kendileri bir başka
varlığın “mülkü”dürler; insanların sahibi olan Allah'ın kontrolü altındadırlar.
Kuran'da, tüm
varlıkların, kendilerini yaratmış olan Allah'ın mülkü olduğu şöyle haber
verilir: “Göklerde, yerde, bu ikisinin
arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur”. (Taha Suresi, 6) Bir
başka ayette ise şöyle denir: “Göklerin
ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmiyor musun? O, kimi dilerse
azaplandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, herşeye güç yetirendir. (Maide
Suresi, 40)
Allah, sahip oldukları
malları insanlara dünya hayatında “emanet” olarak vermiştir. Bu emanet, belli
bir vakte kadardır ve elbette günü geldiğinde hesabı sorulacaktır. İnsana
sorulacak olan hesap, kendisine “emanet” olarak verilen mülkü nasıl ve hangi
mantıkla kullandığıdır. Eğer o mülkü kendisinin saymış, “gasp” ederek
sahiplenmiş ve o mülkü nasıl kullanması gerektiğini kendisine anlatan Resullere
karşı “mallarımız konusunda dilediğimiz
gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?” (Hud Suresi, 87)
diye cevap vermişse, büyük bir azaba müstahak olur. Kuran'da, bunların başına
gelecekler şöyle aktarılır:
Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler,
bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için
şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin
ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran
Suresi, 180)
Ayette belirtildiği
gibi, insan, Allah'ın bol ihsanından insanlara verilen mallar, o insanlar
tarafından “cimrilik” yapmadan harcanması içindir. İnsan, malı sahiplenip onu
muhafaza etmeye çalışmak yerine, malın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek
ve malı O'nun emrettiği biçimde harcamakla yükümlüdür. Kendisine emanet verilen
mallardan, kendi ihtiyaçları için gerekli olan makul bir kısmını kullanacak, ihtiyaçtan
arta kalanı ise Allah yolunda harcayacaktır. Kuran’da bu durum şöyle
bildirilmiştir:
… Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan
artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki
düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)
Kuran’da kimlere harcama
yapılacağı bildirilmiştir:
Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak
edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir."
(Bakara Suresi, 215)
(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki,
onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen
onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek
insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu
bilir. (Bakara Suresi, 273)
Sadakalar, -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler,
(zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular,
Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)
Sevilen şeylerden infak
etmenin önemi Kuran’da şöyle bildirilir:
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her
ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Ali İmran Suresi, 92)
Eğer Allah yolunda
harcamak yerine, bu malları “biriktirmeye” kalkarsa, onları sahiplenmiş olur.
Bunun ahiretteki cezası ise çok ağırdır. Ayetlerde şöyle bildirilir:
...Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara
acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı
gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte
bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın”
(denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)
....O, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının
kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame'ye atılacaktır. “Hutame”nin
ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze
Suresi, 2-6)
Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini
kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve
servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 15-18)
Şeytan infak etmekten
alıkoymak için insanları gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu
olarak onları cimriliğe sürükler. Kuran’da şeytanın, insanların
fakirlere yardımda bulunmalarını engellemeye çalıştığı ve onları fakirlikle
korkuttuğu bildirilir:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı
emrediyor. Allah ise, size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor.
Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Ayetin devamında bildirildiği
gibi mülkün sahibi olan Allah, şeytanın bu zayıf hilesini boşa çıkarır ve
insanları sonsuz ihsanıyla müjdeler.
İslam'da “iktisat”
vardır, ama “malı yığma” yoktur. Müminler, “kötü günler”e karşı, yığılacak mallara
değil, Allah'a güvenirler. Allah da, onlara bereketi artırır. İnfak ettikleri
(Allah yolunda harcadıkları) mallara karşılık, onlara çok daha fazlasını verir.
Bunu da infak ederler, Allah nimetini daha da artırır. İnfakın bereketi ayetlerde
şöyle ifade edilir:
Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her
bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine
kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)
Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı
kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede
bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine
benzer ki, ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah,
yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 265)
De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine
genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine
bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe Suresi,
39)
Gerçekten Allah'ın Kitab'ını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin
olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. Çünkü (Allah,) ecirlerini
noksansız olarak öder ve Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O,
bağışlayandır, şükrü kabul
edendir. (Fatır Suresi, 29-30)
Allah yolunda yapılan
harcama eğer Allah'ın değil de insanların rızası için yapılırsa tüm değerini
yitirir. Kuran'da, gösteriş için yapılan infakın bir değerinin olmadığı
ayetlerde bildirilmiştir:
Ey iman edenler,
Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını
infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.
Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine
sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından
hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet
vermez. (Bakara Suresi, 264)
Onlar, cimrilikte
bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından
kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azap
hazırlamışızdır. Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak
ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa,
artık ne kötü bir arkadaştır o. Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın
kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah,
onları iyi bilendir. (Nisa Suresi, 37-39)
Kuran’da
Allah yolunda harcama yapılması emredilmiştir:
Allah yolunda infak edin ve
kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah,
iyilik edenleri sever. (Bakara Suresi, 195)
Ey iman edenler, hiçbir
alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel,
size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafirler... Onlar
zulmedenlerdir. (Bakara Suresi, 254)
Ey iman edenler,
kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak
edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın
ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık
olandır. (Bakara Suresi, 267)
Sizden birinize ölüm gelip de:
"Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece
sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak
verdiklerimizden infak edin. (Münafikun Suresi, 10)
İman etmiş kullarıma söyle:
"Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı
kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak
etsinler." (İbrahim Suresi, 31)
Öyleyse güç yetirebildiğiniz
kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır
(en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından
(ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.
(Tegabün Suresi, 16)
… Size ne oluyor ki, Allah
yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. (Hadid
Suresi, 10)
İşte sizler böylesiniz; Allah
yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor.
Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise,
Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek
olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin
benzeriniz de olmazlar. (Muhammed Suresi, 38)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı
verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah
Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi,
110)
...Namazı dosdoğru kılın, zekatı
verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için
önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık)
olarak Allah Katında bulursunuz... (Müzzemmil Suresi, 20)
Dosdoğru namazı kılın, zekatı
verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz. (Nur
Suresi, 56)
Namazı dosdoğru kılın, zekatı
verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin. (Bakara Suresi, 43)
Kuran’da
Allah yolunda harcama yapanlara müjdeler verilmektedir:
Onlar, gaybe inanırlar, namazı
dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de
kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet
üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. (Bakara Suresi, 3-5)
Mallarını Allah yolunda infak
edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin
ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 262)
…Hayır olarak her ne infak
ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten
başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz
-haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir. (Bakara
Suresi, 272)
Onlar ki, mallarını gece,
gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri
Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara
Suresi, 274)
Mü'minler ancak o kimselerdir
ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda
imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı
dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri Katında onlar için dereceler,
bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)
...Allah yolunda her ne infak
ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
(Enfal Suresi, 60)
...Şüphesiz Allah, iyilik
yapanların ecrini kaybetmez. Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah
yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle
onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe
Suresi, 120-121)
Allah'a ve Resûlü’ne iman edin.
"Sizi kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği' şeylerden
infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlara büyük bir ecir
vardır. (Hadid Suresi, 7)
Onlar, bollukta da, darlıkta da
infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile
(vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. Ve 'çirkin bir hayasızlık'
işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen
günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları
bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar
etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne
güzel bir karşılık (ecir var). (Ali İmran Suresi, 134-136)
Onlar Allah'ın ahdini yerine
getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın
ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile
titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu)
isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu
yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. Onlar, Adn
cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih
davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir
kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya)
Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 20-24)
İman edip güzel amellerde
bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların
ecirleri Rablerinin Katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Ancak onlardan ilimde
derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene
inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe
inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi,
162)
Bize bu dünyada da, ahirette de
iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime
isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara,
zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (Araf
Suresi, 156)
Mü'min erkekler ve mü'min
kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten
sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve
Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi,
71)
Mü'minler gerçekten felah
bulmuştur; Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır; Onlar, 'tümüyle boş'
şeylerden yüz çevirenlerdir; Onlar, zekata ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka)
yerine getirenlerdir; Ve onlar ırzlarını koruyanlardır; Ancak eşleri ya da sağ
ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış
değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı
çiğneyenlerdir. (Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.
Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır. İşte (yeryüzünün hakimiyetine
ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e
de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (Müminun Suresi,
1-11)
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret,
ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı
vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba
uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah,
yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından
arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 37-38)
Gerçekten Allah'ın Kitab'ını
okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak
bir ticareti umabilirler. Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve
Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. (Fatır
Suresi, 29-30)
İnsanların mallarından artsın
diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını)
isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat
arttıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)
Onlar, namazı dosdoğru kılarlar,
zekatı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle ahirete inanırlar. İşte onlar,
Rab'lerinden bir hidayet üzerindedirler ve felah bulanlar da onlardır. (Lokman
Suresi, 4-5)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve
Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat
eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve
sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla
(Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka
veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan
kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı
çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar
için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Gerçek şu ki, sadaka veren
erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler; onlar
için kat kat arttırılır ve 'kerim (üstün ve onurlu)' olan ecir de onlarındır.
(Hadid Suresi, 18)
Ayette ve hadiste yapılan yardımların en güzelinin
gizli yardımlar olduğu bildirilmektedir :
"Ben Allah'tan korkarım diyen adam, sol elinin
verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah'ı
zikrederek gözleri boşalan kimsedir." (Müslim)
Sadakaları açıkta
verirseniz ne iyi; fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan
haberi olandır. (Bakara Suresi, 271)
Peygamber Efendimiz, Allah yolunda harcama yapmanın önemini
hadislerinde bildirmiştir:
"Zekat vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet
günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten
zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda
tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet
gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur."
(Buhari)
"Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden
esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden
menetmesin." (Müslim)
(Allaha ve Resulüne inanan, malının zekatını versin.)
[Taberânî]
(Zekât vermekle müslümanlığınız mükemmel hale gelir.) [Bezzar]
(Zekât vermeyen, temiz malını kirletmiş olur.) [Taberânî]
(Zekât vermeyen kimse, kıyamette ateştedir.) [Taberânî]
(Zekât vermeyen bir toplum, rahmetten, iyilikten mahrum
kalır. Hayvanlar da olmasa, hiç rahmet görmezlerdi.) [Taberânî]
(Zekâtını veren o malın şerrinden korunmuş olur.) [Beyhekî]
(Ölmeden önce tevbe ediniz. Hayırlı işleri yapmaya mâni
çıkmadan önce acele ediniz. Zekât ve sadaka vermekte acele ediniz. Böylece
Rabbinizin rızıklarına ve yardımına kavuşunuz.) [İbni Mace]
(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü
ölümden korur.) [Taberani]
(Sadaka Allahın gazabını söndürür ve kötü ölümden korur.)
[Tirmizî]
(Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar ve duası kabul olur)
[İbni Mace]
(Gizli-açık çok sadaka verin ki, rızkınız bollaşsın, yardıma
mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin.) (İbni Mace)
(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.)
[Tirmizi]
(Sadaka, kibri ve övünmeyi yok eder.) [Tirmizi]
(Sadaka yetmiş kötülük kapısını kapatır.) [Taberani]
(Sadaka vermekle mal eksilmez) [Tirmizi]
(Sadaka, kabir azabından korur, Kıyamette sahibini
himayesine alır.) [Beyheki]
(Allah rızası için verilen sadaka, Cehennem ateşinden
korur.) [Taberani]
(Yarım hurma da olsa, sadaka vererek Cehennemden korunun.)
[T.Gafilin]
(Malını Allah yolunda harcayanın sevabı 700 misline kadar
artar.) [Beyheki]
(Sadaka şeytanın belini kırar.) [Deylemi]
(Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah’da
ihsanını keser.) [Müslim]
"Müjde o kimseyedir ki sözünün fazlasını tutmuş
ve malının fazlasını infak etmiştir." (Bezzar)
ALLAH’I ZİKRETMENİN ÖNEMİ
Bütün ibadetlerin özü ve aslı Allah’ı anmak ve
O'nu hatırlamaktır. Eğer zikir
olmazsa, diğer ibadetler de tam yapılmamış olur. Allah anılarak ve Allah'ın
rızası düşünülerek yapılmadıktan sonra, diğer ibadetler, karşılıksız birer amel
haline gelebilirler. Kuran'da, peygamberlerin vasıfları anlatılırken, en çok
onların Allah'ı zikretmelerine dikkat çekilir. Sad Suresi 30. ayette, "Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne
güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" denir.
* Allah’ı
zikretmek mümini ahlaken çok güzelleştirir.
* İçinde kötü
düşünceye yer kalmaz.
* İnsanların
üzerindeki unutkanlık ve gafleti yok eder.
* Müminin
bilincini, imani şevkini ve iradesini canlı tutar.
* Müminin
sürekli olarak Allah’a yönelip dönmesini sağlar.
* Allah’ın
huzurunda olmak ve O’nu en güzel isimlerle yüceltmek, Allah’la güçlü bir
manevi bağlantı sağlar.
* Sadece
Allah’ın anılması, O’nun yüceltilmesini ve bütün eksikliklerden münezzeh
tutularak O’nun birlenmesini sağlar.
* Allah’ın
yarattığı nimetler için O’na şükredilmesine ve Allah’ın rızasının kazanılmasına
vesile olur.
* Tevbe
ederek insanın aczi için Allah’tan bağışlanma dilemesine vesile olur.
* Huşu içinde
Allah’ı zikreden birinin imanda derinliği, samimiyeti, ihlası ve Rabbimiz’e
olan yakınlığı artar.
* Bu
ahlaktaki bir insanın ise Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır göstermesi
Allah’ın izniyle mümkün değildir.
Allah ayetlerde şöyle emreder :
Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. (Ahzab Suresi,
41)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi
kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan
olma. (A’raf Suresi, 205)
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi
Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık
onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
Kendileri Allah'ı
unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın.
İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 19)
Ve sabah, akşam Rabbinin adını zikret. (İnsan Suresi, 25)
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve
yan yatarken zikredin… (Nisa Suresi, 103)
Allah Kuran’da
Kendisi’ni zikretmeyi, gaflete kapılanlardan olmamayı, malların ve çocukların
Kendisi’ni unutturmamasını emretmiştir. Allah’ın bu emirlerini titizlikle
yerine getirmemiz gerekir.
Allah Kuran’da
Kendisi’ni zikretmenin en büyük ibadet olduğunu bildirmiştir :
… Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve
kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür.
Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
Allah gerçek huzur
ve mutluluğun sadece Kendisi’ni düşünmek ile olacağını şöyle
bildirmiştir :
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle
mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain
olur. (Rad Suresi, 28)
Müminleri mutlu
kılan, onlara huzur ve ferahlık veren, Allah'a karşı duydukları derin sevgi ve
bağlılıkları ve kalplerinin her an Allah ile birlikte olmasıdır. Bu ise,
Allah'ın samimi imanlarına karşılık müminlere bir lütuf olarak verdiği bir
nimeti ve rahmetidir.
Kuran’da Allah’ı
zikredenlere müjdeler verilmektedir :
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları
Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya
kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı
(dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah, yaptıklarının
en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından arttıracaktır. Allah,
dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 37-38)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden
(Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve
saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren
kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan
erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve
(Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve
büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Bir şey
unutulduğunda Allah’ın zikredilmesi ayette bildirilmiştir:
...Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur
ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir." (Kehf
Suresi, 24)
Allah Kuran'da,
iman edenler için peygamberlerin yaşamlarında güzel örnekler olduğuna şu
şekilde dikkat çekmiştir:
Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve
Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.
(Ahzab Suresi, 21)
Peygamberimiz
(sav), şu veya bu şekilde daima zikirle meşguldü. Allah ile birlikte
olmanın en iyi yolunun O'nu zikretmek olduğunu söylerdi. Peygamberimiz
(sav), Allah'ı zikretme konusunda Kuran'daki bu uyarıları kendi hayatında
mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Hadis rivayetlerinde, otururken,
ayaktayken, yürürken, yerken, uykudan evvel, abdest alırken, elbiselerini
giyerken, yolculuğa çıkarken, mescide girerken, kısacası bütün
durumlarda Allah'ı anmayı ihmal etmezdi. Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler
ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler..."
(Al-i İmran Suresi, 191)
"Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara, için için zikret..." (A'raf Suresi,
205)
Allah'ın bize
farz kıldığı ibadetlerin tümünün özünde Allah'ın daha iyi bir şekilde
anılması vardır.
Zira Peygamber
Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur.
"Başka gölge
bulunmayan kıyamet gününde Allah yedi sınıf insanı kendi gölgeliğinde
gölgelendirir. Bunlardan birisi kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı
zikredip Allah korkusundan gözleri yaşaran kimsedir." (Buhari-Müslim)
Yine başka bir
hadiste "Lailahe İllallah" kelimesini zikretmenin faziletini
Resulullah (sav) şöyle açıklıyor:
"Kulun yaptığı
her iyilik kıyamet günü teraziye konur. Yalnız "Lailahe İllallah"
kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi kat gökten, yerden
ve onun içindekilerden ağır gelir." (Taberani)
Resulullah Efendimiz
(sav) şöyle buyurdu:
"Allahu Teala
dedi ki: Kullarım Beni zikredip, dudaklarını Benim için kıpırdattığı
müddetçe Ben kulumla beraberim. Kulum tenha bir yerde Beni zikrederse,
Ben de onu kendi Zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, Ben de onun
bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum Bana
bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek
gelirse ben ona koşarak gelirim, yani isteklerine süratle icabet
ederim." (Buhari)
"Amellerinizin
en hayırlısını, Allah Katında en makbulünü ve derecelerinizi en
çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli,
düşman karşısında ölmekten ya da öldürülmekten daha hayırlısını
size bildireyim mi? Daima Allah'ı zikretmenizdir." (Tirmizi)
ALLAH’IN
NİMETLERİNİ DÜŞÜNMEK VE NİMETLERE ŞÜKRETMEK
Allah Kuran'da şükretmeyi emretmektedir:
Peki bir de şöyle düşünün. Doğduğunuz günden itibaren tek bir odada yaşamınızı sürdürdüğünüzü farz edin. Bu oda dört duvardan oluşuyor olsun ve dışarıyı görebileceğiniz küçük bir penceresi bile olmasın. Sadece ihtiyacınıza yönelik birkaç mütevazi mobilya bu odaya konmuş olsun. Yaşamınızı geçirdiğiniz bu odada size yalnızca hayatınızı sürdürebilmeniz için gerekli olan bir-iki çeşit yiyecek ve su verilsin. Odada, dışarıdan haber alabilmenizi sağlayacak herhangi bir iletişim aracının, örneğin; bir telefon, radyo yada bir televizyonun da bulunmadığını varsayalım. Dolayısıyla birçok konu hakkında bilginiz olmayacaktır.
Derken bir gün hayatınızı geçirdiğiniz bu odadan çıkarıldığınızı ve dış dünyayı gördüğünüzü farz edin. Bu durumda dünya hakkında neler düşünürsünüz?
Tüm bu gördükleriniz karşısında hem hayrete kapılır, hem de tüm bunları biraraya kimin yerleştirdiğini merak edersiniz. Meyvelerin renklerini görüp, kokularını duyduğunuzda bunları kimin böylesine cezbedici renklere boyadığını, bu enfes kokuları onlara kimin verdiğini merak edersiniz. Bir kavunu tattığınızda, elmadan bir parça ısırdığınızda lezzetlerinin nasıl bu kadar güzel ve çeşitli olduğunu, böyle kabuklu bir cismin içine nasıl olup da şekerin yerleştirildiğini düşünür, meyvelerin sıra sıra dizilmiş çekirdeklerini gördüğünüzde tasarımlarını kimin yaptığını öğrenmek istersiniz.
Gördüğünüz her yeni şey, öğrendiğiniz her bilgi sizde büyük bir heyecan yaratır. Herşeyin nedenini, nasılını öğrenmeye çalışırsınız. Karpuzun çoğalabilmek için çekirdeklerine ihtiyaç duyduğunu, kuşların uçmak için mutlaka tüylerinin olmasının gerektiğini Güneş'ten gelen ışınların, oksijenin, suyun bütün canlıların yaşaması için gerekli olduğunu, denizlerin ve okyanusların varlığının önemini, bitkiler olmasa yeryüzünde bozulacak dengeleri, tahta parçasına benzeyen tohumlarda çeşit çeşit bitkilerin çıkmasını sağlayan bilgilerin şifrelenmiş olduğunu ve daha pek çok detayı öğrenirsiniz. Öğrendiğiniz herşey bu ihtişamı biraz daha idrak etmenizi sağlar.
Bütün bunların detaylarını birer birer öğrenirken her seferinde aynı sorular aklınıza gelecektir: Bu muhteşem varlıkların tümü nasıl ortaya çıktı? Ben nasıl meydana geldim? Madem herşeyin bir sebebi var, herşeye bir sebep bulunuyor; peki öyleyse ben niye varım?
Allah Kuran'da şükretmeyi emretmektedir:
Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin. (Bakara Suresi, 152)
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi,172)
Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
…öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi,17)
"Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 66)
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi,172)
Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
…öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi,17)
"Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 66)
Allah Kuran'da nimetlerin anlatılmasını istemektedir:
Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 11)
Allah Kuran'da nimetlerin düşünülmesini istemektedir:
Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka Yaratıcı var mı? O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah'tan korkup-sakının. Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler. (Maide Suresi, 11)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece Biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Ahzab Suresi, 9)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah'tan korkup-sakının. Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler. (Maide Suresi, 11)
Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece Biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Ahzab Suresi, 9)
Şükür, bir nimeti verene teşekkür etmek, memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek, verilen nimetin değerini bilmek, takdir etmek manasına gelir. Söz konusu olan Allah'a şükretmek olunca , şükrün bu genel tarifine, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve herşeyin yalnızca O'ndan geldiğinin şuurunda olmayı, bunu kalple ve dille ifade etmeyi de eklemek gerekir. Şükretmenin tersi ise Kuran'da, nankörlük anlamına gelen "küfür" terimiyle tanımlanır. Yalnızca bu tanım bile şükretmenin Allah katında ne kadar önemli bir ibadet olduğunu ve bu ibadetten uzaklaşmanın insanı ne kadar kötü bir konuma soktuğunu göstermesi açısından yeterlidir.
Şükür, Kuran'da üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Yetmişe yakın ayette şükretmenin öneminden bahsedilir, müminlere şükretmeleri hatırlatılır, şükredenlerin ve şükretmeyenlerin örnekleri verilir, akıbetleri anlatılır. Şükrün Kuran'da bu derece önemle vurgulanmasının nedeni, bunun imanın ve tevhidin en büyük göstergelerinden biri olmasındandır. Bir ayette şükretmek, "yalnızca Allah'a kulluk etme"nin şartı olarak belirtilir:
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)
Zümer Suresi'ndeki ayetlerde ise şükretmek, şirk koşmanın zıttı olarak Allah'a kulluk etmekle birlikte zikredilmiştir:
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol. (Zümer Suresi, 65-66)
Şükretmenin ne kadar önemli bir konu olduğunu anlamanın bir başka yolu da İblisin Kuran'da ibret olarak nakledilen sözleridir. Ayetlerde bu sözler şöyle haber verilmektedir:
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
Görüldüğü gibi, kibir, haset ve kıskançlığından ötürü kıyamete kadar tüm yaşamını insanları saptırmaya adamış olan şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını kendisi için yeterli ve büyük bir başarı olarak görmektedir. Şeytanın ana hedeflerinden birinin insanları şükürden alıkoymak olduğu dikkate alındığında, şükretmeyen bir kimsenin nasıl büyük bir sapkınlık içinde olduğu daha iyi anlaşılır.
Şükür imtihanın bir parçasıdır. Allah insana katından sayısız nimetler verir, ona nasıl davranması gerektiğini bildirir ve onun bu nimetler karşısındaki tavrını dener. İnsan da artık ya şükredenlerden olur ya da nankörlerden. Bu durum aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)
Ayette, denenmekte olan insanın iki yoldan birisini, yani şükrü veya nankörlüğü seçeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla ayette, şükretmenin imanla, şükretmemenin ise küfürle eş tutulduğu açıkça görülmektedir.
Azabın temelinde de şükretmemek vardır. Allah, şükreden ve iman edenler için azabın söz konusu olmadığını müjdelemektedir:
Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir. (Nisa Suresi, 147)
Yukarıdaki ayette olduğu gibi Allah, şükrün karşılığını vereceğini, şükredenlere nimetini artıracağını ve onları ödüllendireceğini Kuran'ın başka birçok ayetinde haber vermiştir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
Lut kavmi de uyarıları yalanladı. Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık. Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz. (Kamer Suresi, 33-35)
Nahl Suresi'nin 18. ayetinde, "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" hükmüyle bildirildiği gibi, Allah'ın nimetlerini tek tek sayabilmek şöyle dursun, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir. Nimetin sınırı olmadığına göre şükretmenin de bir sınırı yoktur. O halde insan sürekli bir şükür halinde bulunmalı, Allah'ın nimetini anmalı, hatırda tutmalı, anlatmalıdır.
Bazı kimseler şükretmek için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini, ya da çok büyük bir sorunlarının hallolmasını beklerler. Oysa biraz dikkat edildiğinde, insanın her anının nimet içinde geçtiği görülür. Hayatı, sağlığı, aklı, şuuru, beş duyusu, nefes aldığı hava ve bunlara benzer sayısız nimet kendisine her an kesintisiz bir şekilde sunulmaktadır. Bu nimetlerin ise her biri ayrı bir şükrü gerektirir. Allah'ı anmasında, tefekküründe eksiklik olan kimseler gaflet içinde oldukları için, bu nimetlerin değerini onlara sahipken bilmez, bunların şükrünü yapmaz, ancak bu nimetler ellerinden alındığı zaman değerlerini anlar, nankörlüklerinin cezasını çekerler.
Kuran'da, Allah'ın insanlara şükretmeleri için verdiği çeşitli nimetler sayılır ve bunların şükürlerinin yapılması tekrar tekrar öğütlenip hatırlatılır. Bu nimetlerden bazıları şunlardır: İnsanın düzgün bir biçimde yaratılıp var edilmesi, işitme, görme ve hislerin verilmesi, Allah'ın insanlara dinini öğretmesi, ayetlerini açıklaması, müminleri temizleyip arındırması, günahların bağışlanması, ibadetlerde kolaylık sağlanması, inkarcılara karşı zafer verilmesi, müminlerin küfrün eziyetlerinden kurtarılması, insanların yeryüzünde yerleşik kılınıp onlara geçimlikler verilmesi, insanlar için içilecek suyun yaratılması, toprağın verdiği ürünler, hayvanların insanların hizmetine ve yararına sunulması, denizin insanların emrine verilmesi, denizden çıkan ürünler, süs eşyaları, denizde giden gemiler, gece ile gündüzün yaratılması...
Bir kimse "ben şükretmiyorum fakat bütün ibadetleri yapıyorum, birçok iyilik, sevap işliyorum" gibi bir mazeret öne süremez. Çünkü şükretmeyen bir kimse Allah'ı anmayan, Allah'tan tamamen gafil yaşayan bir kimse demektir. Allah'ın verdiği sayısız nimeti görmezlikten gelen, hayvanlar gibi bu nimetleri şuursuzca tüketip nimetin sahibini ve bu nimetlerin veriliş hikmetini düşünmeyen, hatta aklına bile getirmeyen, kısaca Allah'a karşı nankörlük eden bir kimsenin bu tutumunu değiştirmediği halde Allah'tan birşeyler umması, ahiret konusunda olumlu beklentileri olması son derece anlamsızdır. Mümin o yüzden şükretme konusunda asla gevşeklik göstermemelidir.
Allah'ın Kuran'daki ve dış dünyadaki ayetlerini de ancak çokça şükredenlerin anlayabileceğine dair Kuran'da pek çok ifade geçmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)
Andolsun Musa'yı: "Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" diye ayetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. (İbrahim Suresi, 5)
Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. (Lokman Suresi, 31)
Onlar ise: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır) dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece biz de onları efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. (Sebe Suresi, 19)
Allah'ın bu ayet ve delillerinin hikmeti ancak çokça şükredenlerin ulaştıkları kavrayış ve duyarlılık sayesinde anlaşılabilir. Nankör ve duyarsız kişiler ise Allah'ın ayetlerinin hikmetlerini anlayamaz hatta bu ayetlerin farkına bile varamazlar.
Kuran'da Allah'ın peygamberlere sürekli olarak şükredici olmalarını öğütlediğini görürüz. Hz. Musa da bu peygamberlerdendir:
(Allah:) "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol." (Araf Suresi, 144)
Yine ayetlerde, elçilerin üstün özelliklerinden bahsedilirken, onların şükretmeleri pek çok ayette (Nahl Suresi, 120-121; İsra Suresi, 3; Neml Suresi, 19; Yusuf Suresi, 38; Lokman Suresi, 12) özellikle vurgulanır.
Ahkaf Suresi'nin 15. ayetinde örnek verilen bir müminin, olgunluk çağı olan kırk yaşına ulaştığı zaman yaptığı duada, Allah'tan ilk olarak O'nun nimetine şükredici olmayı istemesi de şükretmenin önemini göstermektedir:
Biz insana, "anne ve babasına" iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (Ahkaf Suresi, 15)
Şükür, Kuran'da üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Yetmişe yakın ayette şükretmenin öneminden bahsedilir, müminlere şükretmeleri hatırlatılır, şükredenlerin ve şükretmeyenlerin örnekleri verilir, akıbetleri anlatılır. Şükrün Kuran'da bu derece önemle vurgulanmasının nedeni, bunun imanın ve tevhidin en büyük göstergelerinden biri olmasındandır. Bir ayette şükretmek, "yalnızca Allah'a kulluk etme"nin şartı olarak belirtilir:
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)
Zümer Suresi'ndeki ayetlerde ise şükretmek, şirk koşmanın zıttı olarak Allah'a kulluk etmekle birlikte zikredilmiştir:
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol. (Zümer Suresi, 65-66)
Şükretmenin ne kadar önemli bir konu olduğunu anlamanın bir başka yolu da İblisin Kuran'da ibret olarak nakledilen sözleridir. Ayetlerde bu sözler şöyle haber verilmektedir:
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
Görüldüğü gibi, kibir, haset ve kıskançlığından ötürü kıyamete kadar tüm yaşamını insanları saptırmaya adamış olan şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını kendisi için yeterli ve büyük bir başarı olarak görmektedir. Şeytanın ana hedeflerinden birinin insanları şükürden alıkoymak olduğu dikkate alındığında, şükretmeyen bir kimsenin nasıl büyük bir sapkınlık içinde olduğu daha iyi anlaşılır.
Şükür imtihanın bir parçasıdır. Allah insana katından sayısız nimetler verir, ona nasıl davranması gerektiğini bildirir ve onun bu nimetler karşısındaki tavrını dener. İnsan da artık ya şükredenlerden olur ya da nankörlerden. Bu durum aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)
Ayette, denenmekte olan insanın iki yoldan birisini, yani şükrü veya nankörlüğü seçeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla ayette, şükretmenin imanla, şükretmemenin ise küfürle eş tutulduğu açıkça görülmektedir.
Azabın temelinde de şükretmemek vardır. Allah, şükreden ve iman edenler için azabın söz konusu olmadığını müjdelemektedir:
Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir. (Nisa Suresi, 147)
Yukarıdaki ayette olduğu gibi Allah, şükrün karşılığını vereceğini, şükredenlere nimetini artıracağını ve onları ödüllendireceğini Kuran'ın başka birçok ayetinde haber vermiştir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
Lut kavmi de uyarıları yalanladı. Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık. Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte Biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz. (Kamer Suresi, 33-35)
Nahl Suresi'nin 18. ayetinde, "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" hükmüyle bildirildiği gibi, Allah'ın nimetlerini tek tek sayabilmek şöyle dursun, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir. Nimetin sınırı olmadığına göre şükretmenin de bir sınırı yoktur. O halde insan sürekli bir şükür halinde bulunmalı, Allah'ın nimetini anmalı, hatırda tutmalı, anlatmalıdır.
Bazı kimseler şükretmek için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini, ya da çok büyük bir sorunlarının hallolmasını beklerler. Oysa biraz dikkat edildiğinde, insanın her anının nimet içinde geçtiği görülür. Hayatı, sağlığı, aklı, şuuru, beş duyusu, nefes aldığı hava ve bunlara benzer sayısız nimet kendisine her an kesintisiz bir şekilde sunulmaktadır. Bu nimetlerin ise her biri ayrı bir şükrü gerektirir. Allah'ı anmasında, tefekküründe eksiklik olan kimseler gaflet içinde oldukları için, bu nimetlerin değerini onlara sahipken bilmez, bunların şükrünü yapmaz, ancak bu nimetler ellerinden alındığı zaman değerlerini anlar, nankörlüklerinin cezasını çekerler.
Kuran'da, Allah'ın insanlara şükretmeleri için verdiği çeşitli nimetler sayılır ve bunların şükürlerinin yapılması tekrar tekrar öğütlenip hatırlatılır. Bu nimetlerden bazıları şunlardır: İnsanın düzgün bir biçimde yaratılıp var edilmesi, işitme, görme ve hislerin verilmesi, Allah'ın insanlara dinini öğretmesi, ayetlerini açıklaması, müminleri temizleyip arındırması, günahların bağışlanması, ibadetlerde kolaylık sağlanması, inkarcılara karşı zafer verilmesi, müminlerin küfrün eziyetlerinden kurtarılması, insanların yeryüzünde yerleşik kılınıp onlara geçimlikler verilmesi, insanlar için içilecek suyun yaratılması, toprağın verdiği ürünler, hayvanların insanların hizmetine ve yararına sunulması, denizin insanların emrine verilmesi, denizden çıkan ürünler, süs eşyaları, denizde giden gemiler, gece ile gündüzün yaratılması...
Bir kimse "ben şükretmiyorum fakat bütün ibadetleri yapıyorum, birçok iyilik, sevap işliyorum" gibi bir mazeret öne süremez. Çünkü şükretmeyen bir kimse Allah'ı anmayan, Allah'tan tamamen gafil yaşayan bir kimse demektir. Allah'ın verdiği sayısız nimeti görmezlikten gelen, hayvanlar gibi bu nimetleri şuursuzca tüketip nimetin sahibini ve bu nimetlerin veriliş hikmetini düşünmeyen, hatta aklına bile getirmeyen, kısaca Allah'a karşı nankörlük eden bir kimsenin bu tutumunu değiştirmediği halde Allah'tan birşeyler umması, ahiret konusunda olumlu beklentileri olması son derece anlamsızdır. Mümin o yüzden şükretme konusunda asla gevşeklik göstermemelidir.
Allah'ın Kuran'daki ve dış dünyadaki ayetlerini de ancak çokça şükredenlerin anlayabileceğine dair Kuran'da pek çok ifade geçmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)
Andolsun Musa'yı: "Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" diye ayetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. (İbrahim Suresi, 5)
Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. (Lokman Suresi, 31)
Onlar ise: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır) dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece biz de onları efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. (Sebe Suresi, 19)
Allah'ın bu ayet ve delillerinin hikmeti ancak çokça şükredenlerin ulaştıkları kavrayış ve duyarlılık sayesinde anlaşılabilir. Nankör ve duyarsız kişiler ise Allah'ın ayetlerinin hikmetlerini anlayamaz hatta bu ayetlerin farkına bile varamazlar.
Kuran'da Allah'ın peygamberlere sürekli olarak şükredici olmalarını öğütlediğini görürüz. Hz. Musa da bu peygamberlerdendir:
(Allah:) "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol." (Araf Suresi, 144)
Yine ayetlerde, elçilerin üstün özelliklerinden bahsedilirken, onların şükretmeleri pek çok ayette (Nahl Suresi, 120-121; İsra Suresi, 3; Neml Suresi, 19; Yusuf Suresi, 38; Lokman Suresi, 12) özellikle vurgulanır.
Ahkaf Suresi'nin 15. ayetinde örnek verilen bir müminin, olgunluk çağı olan kırk yaşına ulaştığı zaman yaptığı duada, Allah'tan ilk olarak O'nun nimetine şükredici olmayı istemesi de şükretmenin önemini göstermektedir:
Biz insana, "anne ve babasına" iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (Ahkaf Suresi, 15)
Sabah kalktığınızda yaptığınız işleri bir an için aklınızdan geçirin. Gözünüzü açarsınız, nefes alırsınız, yatakta doğrulursunuz, kalkar ve yürürsünüz, yemek yersiniz, kıyafetlerinizi değiştirirsiniz. Annenizle veya kardeşinizle konuşursunuz, size söylediklerini duyarsınız. Sonra dışarıya çıkarsınız ya da pencereden dışarıya bakarsınız ve masmavi gökyüzünü görürsünüz. Belki o an pencerenin önünden uçan kuşların seslerini duyarsınız. Düşen bir yaprağı izlerken, ağaçtaki olgunlaşmış elmaları fark edersiniz. Güneşin sıcaklığını ve rüzgarı yüzünüzde hissedersiniz. Sokakta yürüyen, arabalarıyla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar vardır. Kısacası sizin için sıradan bir gün başlamıştır. Gördüğünüz, duyduğunuz şeyler alışılmıştır; bu yüzden bunların üzerinde düşünmeye bile gerek duymazsınız.
Peki bir de şöyle düşünün. Doğduğunuz günden itibaren tek bir odada yaşamınızı sürdürdüğünüzü farz edin. Bu oda dört duvardan oluşuyor olsun ve dışarıyı görebileceğiniz küçük bir penceresi bile olmasın. Sadece ihtiyacınıza yönelik birkaç mütevazi mobilya bu odaya konmuş olsun. Yaşamınızı geçirdiğiniz bu odada size yalnızca hayatınızı sürdürebilmeniz için gerekli olan bir-iki çeşit yiyecek ve su verilsin. Odada, dışarıdan haber alabilmenizi sağlayacak herhangi bir iletişim aracının, örneğin; bir telefon, radyo yada bir televizyonun da bulunmadığını varsayalım. Dolayısıyla birçok konu hakkında bilginiz olmayacaktır.
Derken bir gün hayatınızı geçirdiğiniz bu odadan çıkarıldığınızı ve dış dünyayı gördüğünüzü farz edin. Bu durumda dünya hakkında neler düşünürsünüz?
Gözünüzün görebildiği alanın genişliği, ışığın varlığı, Güneş'in yüzünüze çarpan sıcaklığı, gökyüzünün masmavi rengi, bembeyaz bulutların varlığı sizi çok şaşırtacaktır. Geceleri gökyüzünde beliren parlak ışıklı yıldızlar, tüm ihtişamı ile gökyüzüne doğru uzanan dağlar, insanlar için bir güzellik olan akarsular, göller, denizler, yeryüzüne hayat veren sağanak yağmur, yemyeşil ağaçlar, rengarenk menekşeler, papatyalar, karanfiller, güzel kokularıyla leylaklar, güller, her biri insana ayrı lezzet veren portakallar, karpuzlar, erikler, çilekler, muzlar, şeftaliler, insanda şefkat duygusu uyandıran kediler, köpekler, tavşanlar, gazeller, hayranlık verici estetikleri ve renkleriyle kelebekler, kuşlar, denizaltı canlıları….
Tüm bu gördükleriniz karşısında hem hayrete kapılır, hem de tüm bunları biraraya kimin yerleştirdiğini merak edersiniz. Meyvelerin renklerini görüp, kokularını duyduğunuzda bunları kimin böylesine cezbedici renklere boyadığını, bu enfes kokuları onlara kimin verdiğini merak edersiniz. Bir kavunu tattığınızda, elmadan bir parça ısırdığınızda lezzetlerinin nasıl bu kadar güzel ve çeşitli olduğunu, böyle kabuklu bir cismin içine nasıl olup da şekerin yerleştirildiğini düşünür, meyvelerin sıra sıra dizilmiş çekirdeklerini gördüğünüzde tasarımlarını kimin yaptığını öğrenmek istersiniz.
Gördüğünüz her yeni şey, öğrendiğiniz her bilgi sizde büyük bir heyecan yaratır. Herşeyin nedenini, nasılını öğrenmeye çalışırsınız. Karpuzun çoğalabilmek için çekirdeklerine ihtiyaç duyduğunu, kuşların uçmak için mutlaka tüylerinin olmasının gerektiğini Güneş'ten gelen ışınların, oksijenin, suyun bütün canlıların yaşaması için gerekli olduğunu, denizlerin ve okyanusların varlığının önemini, bitkiler olmasa yeryüzünde bozulacak dengeleri, tahta parçasına benzeyen tohumlarda çeşit çeşit bitkilerin çıkmasını sağlayan bilgilerin şifrelenmiş olduğunu ve daha pek çok detayı öğrenirsiniz. Öğrendiğiniz herşey bu ihtişamı biraz daha idrak etmenizi sağlar.
Öğrenmeye başladıklarınızın yeryüzündeki canlıların özelliklerinin sadece çok küçük bir kısmı olduğundan, herşeyin birbirine bağlı çalıştığından, göremediğiniz varlıkların, duyamadığınız seslerin var olduğundan, uzaydaki ihtişamlı sistemlerin varlığından haberdar olduğunuzda ise şaşkınlığınız daha da artar.
Bütün bunların detaylarını birer birer öğrenirken her seferinde aynı sorular aklınıza gelecektir: Bu muhteşem varlıkların tümü nasıl ortaya çıktı? Ben nasıl meydana geldim? Madem herşeyin bir sebebi var, herşeye bir sebep bulunuyor; peki öyleyse ben niye varım?
Yıllarca kaldığınız bir odadan çıktığınız anda dünyadaki çeşitlilik ve ihtişamlı yaratılış ile karşı karşıya kaldığınız için sürekli düşünmekte ve sorularınıza cevap aramaktasınızdır. Her sorunuzun cevabında "mutlaka bunları yapan biri vardır" sözleri yer almaktadır. Düşünce tembelliğine kapılmadığınız ve çevrenizdeki varlıklara bir alışkanlık perdesi ardından bakmadığınız için herşeyin bir Yaratıcı'sının olduğuna kesin kanaatiniz gelecektir. İşte her insanın yapması gereken aslında budur: Gördüğü şeylere alışkanlıkla değil de düşünerek, sorular sorarak bakmak…
Nasıl ki her gün üzerinden geçtiğiniz çelik köprüleri bir yapan varsa, sağlamlığı çelik ile karşılaştırılan kemiklerinizi de bir tasarlayan vardır. Hiçbir zaman için birisi çıkıp da ham demir ve kömürün tesadüfen birleşerek çeliği, çeliğin de tesadüfen çimentolarla birleşip köprüleri oluşturduğunu söyleyemez. Çünkü böyle bir iddiada bulunan kişinin aklından şüphe edileceğini herkes bilir.
Sahip olduğunuz beden kusursuz bir şekilde sizin için hazırlandı. Örneğin çevrenizi net olarak görebilmeniz için mükemmel bir çift göz yaratıldı. Dışarıdaki hava ile henüz karşılaşmış olmanıza rağmen, periyodik olarak soluk almanızı sağlayacak solunum sisteminiz daha siz anne karnındayken oluştu. Besinlerin her türlüsünü sindirebilecek bir sindirim sistemine, size özel parmak izleriyle birlikte parmaklara ve ellere, gözlerinizi yabancı maddelerden koruyacak göz kapakları ve kirpiklere ve bunun gibi çok sayıda organ ve özelliğe sahip olarak dünyaya geldiniz. Hızla yaklaşan bir cisme karşı otomatik olarak göz kapaklarınızı kapatarak gözünüzü korumanızı sağlayan refleks ve bunun gibi daha birçok "koruma tedbiri", hiç haberiniz yokken alındı ve bedeninize yerleştirildi. Bunlar için hiçbir zaman uğraş vermenize gerek olmadı.
Bu sistemleri sizin için Yaratan, en kusursuz şekilde bedeninize yerleştiren Allah'tır. Sonsuz güç sahibi Allah şu ana kadar yaşamış olan ve şu anda yaşayan tüm insanları aynı mükemmel sistemlere sahip olarak yaratmaktadır.
Allah
insana yaşamı boyunca nimetler sunar. Ancak bu
nimetlerin farkına varabilmek, her birinin hakkını verebilmek için üzerlerinde
düşünmek gerekir. İnsanlar için gökten su indiren, içecekleri suyu var eden,
ağaçları, bitkileri, çiçekleri yaratan, hayvanları onların hizmetine veren,
yerden çeşitli renk ve tatlarda meyveler bitiren Allah'tır. Geceyi, gündüzü,
güneşi, yıldızları ve ayı insanların emrine veren, üretip-türettiği çeşitli
yiyecekleri de insanlara sunan Allah'tır. Balarısına, insanlara şifa olacak
balı yapmasını vahyeden de Allah'tır. Allah denizi, içindeki envai çeşit
nimetle birlikte insanın kullanımına sunmuştur. Bundan başka ırmaklar, dağlar,
yollar hep insana yarar sağlaması için Allah tarafından var edilmiştir.
İnsan,
her an kopyalanan DNA'sı, her an aldığı nefes, her an atan kalbi, her nefeste
soluduğu oksijen, her an dönen Dünya, her an hareket eden atomlar ve daha
sayısız detay sayesinde yaşayabilmektedir. Çeşit çeşit yiyecekler, Dünya'ya
"renk" getiren güneş ışınları, fotosentez yapan bitkiler, gökten inen
su, bitkilere besin sunan mikroorganizmalar, denizler ve daha sayısız nimet bu
dünyada yaşamın devamlılığına vesile olur. Dünya'nın konumu, Güneş'in, Ay'ın
varlığı, bunların Dünya'ya uzaklıkları, Samanyolu galaksisi içindeki yerleri,
büyüklükleri, eğimleri, yörüngeleri, içerdikleri tüm gazlar, moleküller,
atomlar, insanın var olmasına uygun özel koşullarla yaratılmışlardır. İnsan,
hayatta kalabilmesini sağlayacak sayısız nimetle birlikte kusursuz bir şekilde
yaratıldığını düşünmelidir.
Dünya kör tesadüfler sonucu oluşmuş
sıradan bir mekan değildir. Dikkatle bakıldığında; yeryüzünün insan için
yayılıp döşendiği, toprağın adeta bir halı gibi kaplandığı, gökyüzünün insanın
korunabilmesi için adeta bir tavan kılındığı, içindeki canlıların insanın
beslenmesi, giyimi ve barınması için uygun özelliklerle dolu olduğu,
çiçeklerin, böceklerin ve diğer herşeyin çok büyük bir sanatın göstergesi
olduğu açıktır.
Evrendeki
milyarlarca yıldızdan sadece biri olan Güneş boşluk içinde yeryüzüne ışınlar
yollamakta, bu ışınlar sayesinde Dünya ısınmakta, besin döngüsü, su döngüsü,
azot döngüsü gerçekleşmekte, insan; hayvan, bitki ve mikroorganizmalarla
birlikte kendisine sağlanan sayısız sebep vesilesiyle yaşayabilmektedir.
Milyonlarca, milyarlarca detay bir araya getirilmiş, en güzel ve en kusursuz
şekli ile insana sunulmuştur. Kimisi insanın yaşaması için gereken ihtiyaçları
karşılarken, kimisi de bir güzellik, bir nimet olarak ona ikram edilmiştir. Bu
detayların her biri bir sanattır, bir yaratılış harikasıdır. Bazen bu detaylar
o kadar hayatidir ki, olmamaları durumunda yaşam durur, Dünya ölü bir gezegen halini
alır. İnsanın ise, bunların çok büyük bir bölümünü değil yoktan var etmeye,
benzerlerini bile yapmaya gücü yetmez.
İnsanı
yoktan yaratmış olan Allah'tır. Onu ve onun etrafını saran tüm güzellikleri,
farkında olduğu veya olmadığı tüm nimetleri, bu nimetlerin en küçüğünü ve en
büyüğünü sürekli olarak yaratan ve bunların her birinde hayranlık uyandırıcı
detaylar var eden Yüce Allah'tır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır. Allah, sonsuz
aklı ile insanların kavrayamadıkları, henüz detaylarını keşfedemedikleri sistemler
yaratmış, her detayın içinde Kendi Yüceliğini ve kudretini gösteren daha da
ince güzellikler var etmiştir. Yoktan var eden, her şeyi dilediği gibi takdir
eden ve onları her an dilediği gibi yaratmaya kadir olan Yüce Allah için
kuşkusuz bu son derece kolaydır. Allah dilerse, elbette bunların tümünü giderip
yok edebilir.
GÖZ
NİMETİ
Kendi
gözünüz ile ilgili şöyle bir düşünün. Yaşamınızda sahip olduğunuz herşey
gözleriniz sayesinde bir anlam kazandı. Ailenizi, dostlarınızı, evinizi,
işinizi, kısaca yaşamınız boyunca karşılaştığınız herşeyi gerçek anlamıyla
gözleriniz sayesinde tanıdınız. Onlarsız dış dünyayı hiçbir zaman tam olarak
bilemezdiniz. Gözleriniz olmasaydı bir rengin, bir şeklin, bir manzaranın, bir
insan yüzünün, güzellik denen kavramın nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman
hayalinizde canlandıramazdınız. Fakat, gözleriniz var, bu sayede etrafınızı
görüyor, şu anda da önünüzdeki yazıyı okuyorsunuz.
Dahası, görmek için hiçbir çaba harcamıyorsunuz; sadece görmek istediğiniz şeye doğru bakıyorsunuz. Gözünüze, gözün içindeki organellere, gözden beyne giden sinirlere ve beyninize "bakın, görün, şu işlemleri yapın" emri vermiyorsunuz. Tıpkı yeryüzünde yaşayan ve yaşamış milyarlarca insan gibi sadece bakıyor ve görüyorsunuz. Bir cisme odaklanıp onu net görmek için göz merceğinizin cismin uzaklığına göre alması gereken yarıçapın optik ölçümlerini, merceğe bağlı kasların çok hassas kasılma oranlarını hesaplamıyorsunuz. Yalnızca o cismi net görmek istiyorsunuz, gerisi saniyenin çok küçük bir diliminde sizin için otomatik olarak hallediliyor. Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğu, çok sayıda insan gibi belki bugüne kadar sizin de aklınıza gelmedi.
Dahası, görmek için hiçbir çaba harcamıyorsunuz; sadece görmek istediğiniz şeye doğru bakıyorsunuz. Gözünüze, gözün içindeki organellere, gözden beyne giden sinirlere ve beyninize "bakın, görün, şu işlemleri yapın" emri vermiyorsunuz. Tıpkı yeryüzünde yaşayan ve yaşamış milyarlarca insan gibi sadece bakıyor ve görüyorsunuz. Bir cisme odaklanıp onu net görmek için göz merceğinizin cismin uzaklığına göre alması gereken yarıçapın optik ölçümlerini, merceğe bağlı kasların çok hassas kasılma oranlarını hesaplamıyorsunuz. Yalnızca o cismi net görmek istiyorsunuz, gerisi saniyenin çok küçük bir diliminde sizin için otomatik olarak hallediliyor. Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğu, çok sayıda insan gibi belki bugüne kadar sizin de aklınıza gelmedi.
Üstelik,
böyle mükemmel bir aygıta sahip olmak için de hiçbir çabanız olmadı. Doğduğunuz
anda gözlerinizi de -özel bir rahatsızlığınız yoksa- son derece kusursuz bir
yapıya sahip olarak buldunuz. Büyük bir ihtimalle, "nasıl böyle bir
sisteme sahip oldum, bana bu özelliği kim verdi, karşılığında benden ne
istiyor?" gibi sorular sormadınız. Fakat emin olabilirsiniz ki size
yukarıda belirttiğimiz özellikleri veren Yaratıcı, zamanı geldiğinde -ki o
zaman sandığınızdan çok daha yakın- size bu nimetin hesabını soracak.
Bu
nimetin değerini en iyi anlayanlar da görme yeteneklerini sonradan
kaybedenlerdir. Eğer bir gün gözlerinizi kaybedecek olursanız -ki bu olay
ihtimal dahilindedir- o tarihten sonra geleceğe ait bütün planlarınız ikinci
planda kalacak ve dünyadaki en büyük isteğiniz, gözlerinize tekrar kavuşmak
olacaktır.
Ya
da yıllar boyu kör bir hayat geçirdikten sonra bir gün tıbbi bir müdahale
sonucunda gözlerinizin açıldığını düşünün. Şundan kesinlikle emin olun ki, bu
dünyada verilebilecek hiçbir şey sizin için bundan daha değerli olmayacak, o
gün ve onu takip eden günlerde sizi hiçbir şey bu kadar sevindirip mutlu
etmeyecektir.
Göz
merceğinin sahip olduğu özellikleri bir ömür boyu koruyamaması üzerinde
düşünülmesi gereken bir konudur. Tıpkı vücuttaki diğer organlar gibi göz de
yaşlanma sürecinde mükemmelliğini kaybeder. Bu vesileyle Allah insanda, yaş
ilerledikçe yaşlanmanın alametlerini gösterecek izler oluşturur. Dünya
hayatının geçici olduğu, insan bedeninin bir gün yok olacağı gibi gerçekler
buna benzer pek çok vesile ile bize hatırlatılır. Düşünen ve aklını kullanan
insanlar için her gördüklerinde ibretler vardır.
Gözünüz bir kamera gibi sık sık arıza yapmaz, bakıma ihtiyaç duymaz. Bir kamera özel fabrikalarda, birçok farklı materyal (plastik, metaller, cam vs.) kullanılarak, mühendislerin tasarımlarına göre, bu konuda uzman teknisyenler tarafından üretilir. Göz ise anne karnında tek bir hücrenin bölünerek çoğalması sonucunda oluşmuştur.
Başınızın üzerine bir kamera bağlayıp, çekim yaparken koşsanız veya yürüseniz, kaydedilen görüntüde kaymalar ve sarsıntının izleri olur. Oysa tıpkı başınızın üzerine bağlanmış bir kamera gibi çekim yapan gözünüz yürürken hiçbir rahatsızlık hissettirmez. Görüntüde bir sarsıntı veya kayma olmaz.
Akla gelebilecek bir başka soru merceği oluşturan kasların neden ışığı retinaya düşürmek istedikleridir. Hiçbir insanın aklında ''gözüme giren ışınları retina tabakasına düşüreyim de rahat göreyim" diye bir düşünce yoktur. Genelde çoğu insanın ne retinadan ne de göz merceğinden haberi vardır. Ama bu küçük organlar gün boyu insanlar için akıl almaz hesaplar gerektiren işlemler yaparlar. Merceğin böyle bir şeyi kendi kendine yapması için retinanın görevini, görmenin nasıl bir şey olduğunu, beynin yapısını, fotonların ne işe yaradıklarını bilmesi gerekir. Ancak bu şekilde üzerine düşen ışığı retina üzerine sürekli odaklamaya çalışacaktır.
Elbette ki ne merceğin ne de merceği oluşturan hücrelerin kendilerine ait bir iradeleri yoktur. Mercek, kornea, iris, retina, bunları oluşturan hücreler, etraflarındaki kaslar, beyin, hepsi Allah'ın kendilerine ilham ettiği şekilde görevlerini yine Allah'ın izniyle gerçekleştirirler.
Gözünüz bir kamera gibi sık sık arıza yapmaz, bakıma ihtiyaç duymaz. Bir kamera özel fabrikalarda, birçok farklı materyal (plastik, metaller, cam vs.) kullanılarak, mühendislerin tasarımlarına göre, bu konuda uzman teknisyenler tarafından üretilir. Göz ise anne karnında tek bir hücrenin bölünerek çoğalması sonucunda oluşmuştur.
Başınızın üzerine bir kamera bağlayıp, çekim yaparken koşsanız veya yürüseniz, kaydedilen görüntüde kaymalar ve sarsıntının izleri olur. Oysa tıpkı başınızın üzerine bağlanmış bir kamera gibi çekim yapan gözünüz yürürken hiçbir rahatsızlık hissettirmez. Görüntüde bir sarsıntı veya kayma olmaz.
Akla gelebilecek bir başka soru merceği oluşturan kasların neden ışığı retinaya düşürmek istedikleridir. Hiçbir insanın aklında ''gözüme giren ışınları retina tabakasına düşüreyim de rahat göreyim" diye bir düşünce yoktur. Genelde çoğu insanın ne retinadan ne de göz merceğinden haberi vardır. Ama bu küçük organlar gün boyu insanlar için akıl almaz hesaplar gerektiren işlemler yaparlar. Merceğin böyle bir şeyi kendi kendine yapması için retinanın görevini, görmenin nasıl bir şey olduğunu, beynin yapısını, fotonların ne işe yaradıklarını bilmesi gerekir. Ancak bu şekilde üzerine düşen ışığı retina üzerine sürekli odaklamaya çalışacaktır.
Elbette ki ne merceğin ne de merceği oluşturan hücrelerin kendilerine ait bir iradeleri yoktur. Mercek, kornea, iris, retina, bunları oluşturan hücreler, etraflarındaki kaslar, beyin, hepsi Allah'ın kendilerine ilham ettiği şekilde görevlerini yine Allah'ın izniyle gerçekleştirirler.
Eğer
gözleriniz şu anda görüyorsa, ve siz de böyle büyük bir nimetin kıymetini
gereği gibi takdir edip bu eşsiz nimeti size lütfedene minnettarlığınızı ifade
etmiyorsanız çok büyük bir nankörlük içindesiniz demektir.
De ki:
"Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne
az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)
RENK
NİMETİ
Hiçbir
rengin olmadığı, kapkaranlık bir dünyada yaşamak nasıl olurdu, hiç düşündünüz
mü? Bedeninizin, çevrenizdeki insanların, denizlerin, gökyüzünün, ağaçların,
çiçeklerin, kısacası her şeyin kapkara olduğunu gözünüzde canlandırmaya
çalışın. Etrafınızda hiçbir rengin olmadığını düşünün. Çevrenizdeki insanların,
kedilerin, köpeklerin, kuşların, kelebeklerin, meyvelerin hiç rengi olmasaydı
neler hissederdiniz kafanızda canlandırmaya çalışın. Böyle bir dünyada yaşamayı
hiç istemezdiniz öyle değil mi?
Çoğu
insan, şimdiye kadar ne kadar renkli bir dünyada yaşadığını, nasıl olup da
çevresinde böyle bir renk çeşitliliğinin olduğunu hiç düşünmemiş olabilir.
Renklerin olmadığı bir dünyanın nasıl olabileceği de hiç aklına gelmemiş
olabilir. Çünkü gözleri gören herkes gözünü açtığı andan itibaren renkli bir
dünyayla karşılaşmıştır. Oysa kapkaranlık, renksiz bir yeryüzü modeli imkansız
değildir, aksine asıl şaşırtıcı olan şu anda ışıl ışıl ve rengarenk bir dünyada
yaşıyor olmamızdır.
Renksiz
bir dünya denildiğinde akla siyahın, beyazın ve grinin tonlarının olduğu bir
yer gelebilir. Oysa siyah, beyaz ve gri de birer renktirler. Bu yüzden insanın
renksizliği hayal etmesi çok zordur. Renksizliği tarif ederken de mutlaka bir
renk kullanmak zorunluluğu hissedilir. "Her şey renksiz, kapkaraydı;
yüzünde renk kalmamıştı, bembeyaz olmuştu" gibi cümlelerle renksizlik
ifade edilmeye çalışılır. Oysa bunlar renksizliğin değil siyah-beyaz bir
dünyanın tarifidir.
Bir
saniye için etrafınızdaki her şeyin renklerinin bir anda yok olduğunu düşünün.
Böyle bir durumda her şey birbirine karışacak, cisimleri birbirinden ayırmak
imkansızlaşacaktır. Örneğin kahverengi tahta bir masanın üzerinde duran turuncu
bir portakalı, kırmızı çilekleri ya da rengarenk çiçekleri görmek imkansızlaşacaktır;
çünkü ne portakal turuncu olacaktır, ne masa kahverengi, ne de çilekler
kırmızı… Tarifi bile son derece zor olan bu renksiz dünyada kısa bir süre bile
olsa yaşamak insana büyük bir sıkıntı verecektir.
Bir
insanın dış dünyayla bağlantı kurmasında, hafızasının çalışmasında, beyninin
öğrenme görevini yerine getirmesinde rengin önemi çok büyüktür. Çünkü insan,
olaylar ve mekanlar, kişiler ve nesneler arasında ancak dış görünüşleri ve
renkleri sayesinde sağlıklı bir bağlantı kurar. Sadece ses ya da dokunma,
cisimleri tanımlamada yeterli olmaz. İnsan için dış dünya ancak renkleriyle bir
bütündür ve bir anlam ifade eder.
Renklerin
çeşitliliğinin bize olan faydası sadece çevremizi tanımamız değildir. Doğada
yer alan kusursuz renk uyumu insan ruhuna büyük bir zevk verir. Ancak burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: İnsanın bu uyumu görebilmesi ve bütün
detaylarından zevk alması için de ona çok özel bir tasarımı olan gözler
verilmiştir. Canlılar aleminde renkleri en ince ayrıntısına kadar algılayabilen
en fonksiyonel göz, insan gözleridir. Öyle ki insan gözü milyonlarca renge
karşı duyarlıdır. Mükemmel bir şekilde çalışan insandaki göz mekanizması renkli
bir dünyayı görebilmek için özel olarak tasarlanmıştır.
KOKU
VE TAT NİMETİ
Yediklerinizin
ve içtiklerinizin güzel kokularını ve tatlarını alamadığınızı varsayın; ne
kadar önemli olduklarını hemen kavrarsınız. Örneğin, çileği çilek yapan onun
kokusu ve tadıdır; bunları hissedemezseniz, çileğin ne demek olduğunu da
bilemezsiniz.
Dünyaya
geldiğinizden bu yana koku ve tat alma duyularınızı kullanıyor, on binlerce
kokuyu ve tadı hiçbir güçlük çekmeden algılayabiliyorsunuz. Çünkü bunu mümkün
kılan harikulade sistemlere sahipsiniz. Koku ve tat alma duyularınız bir ömür
boyu durup dinlenmeksizin, tek bir hata yapmaksızın sizin adınıza faaliyet
gösterirler. Üstelik bunlar için herhangi bir bedel ödemediniz; böyle bir
beceriyi elde etmek için hiçbir eğitim almadınız, özel bir çaba harcamadınız.
Şüphesiz, sahip olduğumuz herşey gibi, bu harika nimetleri de alemlerin Rabbi
olan Allah'a borçluyuz. Unutmamak
gerekir ki, renksiz, tatsız ve kokusuz bir dünyada da yaşıyor olabilirdik.
Ve Allah bunları bize nimet olarak vermemiş olsaydı, bu güzellikleri biz hiçbir
şekilde elde edemezdik. Ancak Allah hem kokuları ve tatları hem de bunları
algılayabilecek duyu sistemlerini yaratarak insana sonsuz rahmetinden
bağışlamıştır.
ELEKTRİK
NİMETİ
Şöyle
bir düşünelim, elektriksiz hayat nasıl olurdu? Böyle bir durumda yüksek katları
asansörsüz çıkmanız, buzdolabında sakladığınız yiyeceklerin bozulmaması için
çözüm aramanız gerekecekti. Koltuğunuza yaslanıp televizyon izleyemeyecek,
mikrodalga fırında yemeğinizi ısıtamayacak, müzik setinizden sevdiğiniz bir
müziği dinleyemeyecek, saçınızı kısa sürede kurutamayacak, klimanızla serinleyemeyecek,
bir düğmeye basarak odanızı aydınlatamayacak, bulaşık-çamaşır-kurutma gibi;
temizliğiniz için gerekli olan makineleri çalıştıramayacaktınız. Geceleri
eviniz güvensiz ve karanlık olacak, elektrikli kalorifer, su ısıtıcısı, masa
lambası, video ve bilgisayar gibi hayatınızı kolaylaştıran, yaşamınıza hız
katan pek çok teknolojik aletten uzak bir yaşantınız olacaktı. Şimdi de
elektriksiz bir hayatı şehir çapında düşünelim:
Sağlık,
trafik, ulaşım, haberleşme, güvenlik sistemleri, iş yerleri, su dağıtımı,
enerji üretimi, basın-yayın, bakım-onarım çalışmaları, elektriğe bağımlı olarak
işleyen alanlardan ilk akla gelenlerdir.
Kesilmesi
durumunda hayatı durma noktasına getirebilen elektrik, bizim için tüm bu
saydıklarımızdan daha büyük öneme sahiptir. Şehir içindeki sistemlerin
işlemesi, kurulu düzenin devam etmesi nasıl elektriğe bağımlı ise, vücudumuzda
da enerji üretimi, iletişim, güvenlik, bakım-onarım gibi hemen hemen her türlü
işlem için elektriğe ihtiyaç duyulur. Kısacası elektrik, vücudumuz için hayati
bir öneme sahiptir. Çünkü vücudumuzdaki elektrik sistemi olmadan canlılıktan
söz etmemiz mümkün değildir ve vücudumuzdaki elektrik ihtiyacı, bir şehrin
ihtiyacından çok daha vazgeçilmezdir.
Pek
çok insan elektrikten faydalanırken, kendi bedeninin de tıpkı içinde yaşadığı
şehir gibi elektriksiz çalışmayacağını bilmez ya da düşünmez. Oysa vücudumuz
kusursuz bir elektrik şebekesi ile donatılmıştır. İnsan vücuduna baktığımızda,
elektronik ile ilgili son derece karmaşık bilgileri kapsayan, elektrik enerjisinden
nasıl yararlanılacağını bilen akıllı sistemler bulunduğunu görürüz.
Elektrik,
elektronların hareketinden ortaya çıkan bir enerji biçimidir. Vücudumuz da bu
elektrik enerjisi olmadan çalışamaz; elektrik her birimizin yaşamını
sürdürebilmesi, konuşabilmesi, hareket edip istediklerini yapabilmesi için
hayati önem taşır. Aksi takdirde kişi ya felç olur ya da ölür. Çünkü elektrik
olmadığında bütün yaşamsal faaliyetler durur. İnsan elektrikle iletişimini
sağlayan, elektrikle hareket edebilen ve elektrikle beş duyusunu kullanabilen
bir varlıktır. Kişi bunun hiç farkında olmasa da, dünyaya geldiği andan
itibaren tümüyle elektrik enerjisine bağlı mekanizmalarla görmeye başlar,
bunlarla çevresini tanır ve gelişir.
Ölmek
üzere olan kalbi durmuş bir hastaya ilk olarak elektrik şoku uygulanmasının
sebebi de budur. Böyle bir durumdaki hastaya iyileşmesi için ilaç, vitamin veya
herhangi bir besin maddesi verilmez. Vücuda fayda sağlayacak çok sayıda madde
varken kalbin çalışması için öncelikle elektriğe ihtiyaç duyulur. Çünkü vücudun
elektrik sistemi herhangi bir nedenle bozulduğunda veya canlandırılması
gerektiğinde, hiçbir şey elektriğin yerini tutmaz.
Hareket
eden tüm canlıların vücutlarında elektrik vardır. Bizi biz yapan, mesajları
yeterli hızda taşıyan tek şey elektriktir... Düşüncelerimiz, yürüyebilmemiz,
görmemiz, rüya görmemiz tüm bunlar temel olarak elektrik sinyalleri tarafından
yönlendirilip organize edilmektedir. Bunlar bir bilgisayarda meydana gelenlerle
benzerlik göstermektedir, fakat çok daha mükemmel ve komplekstir.
İnsan
vücudu kendi elektriğini kendi üretir. Vücutta herhangi bir fonksiyonun
gerçekleşmesi için ilgili organa ya da dokuya bir sinyal gönderilmelidir.
Dolayısıyla hayatta kalabilmemiz için, vücudun hiçbir noktasında tesadüflere yer
yoktur. Çünkü milyonlarca detayın aynı anda, ölçüsüyle, zamanlamasıyla hatasız
ve eksiksiz olması, bunların hiçbirinin hiç yorulmadan aralıksız bir şekilde
ömür boyu müthiş bir koordinasyonla çalışması tesadüflerle açıklanması imkansız
bir durumdur. Her organ başına buyruk hareket etse, kendilerine gelen emirleri
geciktirse ya da bunlara gelişigüzel cevap verse, istediği zaman büyüse,
istediği zaman çalışsa oluşacak kaos ortamında bir an bile yaşamamız mümkün
olmazdı. Üstelik böyle bir karmaşa ortamının yaşanması için sadece kısa süreli
bir gecikme ya da az sayıda hücrenin karışıklık çıkarması bile yeterli olurdu.
KAN
VE KALP NİMETİ
Siz
dahil tüm insanlar dünyaya gelmeden önce anne karnında dokuz uzun ay
geçirirler. İnsan, bu aşamanın başlangıcında sadece anne karnında gelişmeye
başlayan küçücük bir hücre topluluğundan ibarettir... 22. günde fasulye
tanesinden bile küçüktür. Bir gün, bu topluluğun tam orta yerinde küçücük bir
yumru, bir emir alır ve aniden atmaya başlar. Vücuttaki tüm diğer hücreler sakindir
ama o sürekli hareket eder ve asla durmaz. Asla "biraz durup dinlenme
ihtiyacı" hissetmez. Ta ki, aradan on yıllar geçip de "dur"
emrini alacağı güne kadar. Geçen bu süre ise, bir insan ömrünü tanımlar. Bu
küçük yumruya "başla" ve "dur" emirlerini kim vermektedir?
Siz
henüz anne karnında 3 haftalıkken atmaya başlayan bu mükemmel pompanın, yani
kalbin, çok önemli bir sorumluluğu vardır. Vücut içinde kanın dolaşmasını
sağlamak; bir başka deyişle sizi meydana getiren ve tıpkı sizin gibi
"canlı" olan yaklaşık 100 trilyon hücreye hayat vermek; bu hücrelerin
nefes alıp vermelerini ve beslenmelerini sağlamak, onları temizlemek,
hastalıklarını iyileştirmek ve onları düşmanlardan korumak... Sizi oluşturan
hücreleri, dolayısıyla sizi yaşatan bu sistemi kuran kimdir?
Peki
size yaşam veren bu sistemin varlığı için siz ne yaptınız? Sizin böyle bir
sisteme sahip olmak için yapabileceğiniz bir şey yoktu, çünkü henüz dünyaya
gözlerinizi açmadan sizin için hazırlanmış bir düzenin içinde yaşamaya
başladınız. Sahip olduğunuz beden kusursuz bir şekilde sizin için hazırlandı.
Örneğin çevrenizi net olarak görebilmeniz için mükemmel bir çift göz yaratıldı.
Dışarıdaki hava ile henüz karşılaşmış olmanıza rağmen, periyodik olarak soluk
almanızı sağlayacak solunum sisteminiz daha siz anne karnındayken oluştu.
Besinlerin her türlüsünü sindirebilecek bir sindirim sistemine, size özel
parmak izleriyle birlikte parmaklara ve ellere, gözlerinizi yabancı maddelerden
koruyacak göz kapakları ve kirpiklere ve bunun gibi çok sayıda organ ve
özelliğe sahip olarak dünyaya geldiniz. Hızla yaklaşan bir cisme karşı otomatik
olarak göz kapaklarınızı kapatarak gözünüzü korumanızı sağlayan refleks ve
bunun gibi daha birçok "koruma tedbiri", hiç haberiniz yokken alındı
ve bedeninize yerleştirildi. Bunlar için hiçbir zaman uğraş vermenize gerek
olmadı.
Bu
sistemleri sizin için Yaratan, en kusursuz şekilde bedeninize yerleştiren
Allah'tır. Sonsuz güç sahibi Allah şu ana kadar yaşamış olan ve şu anda yaşayan
tüm insanları aynı mükemmel sistemlere sahip olarak yaratmaktadır.
Size
yaşam veren kalp ve onun hareketlendirdiği dolaşım sistemi de işte bu kusursuz
ve eksiksiz düzenin bir parçasıdır. Kalbin pompaladığı "kan" adlı
mucizevi sıvı, hareket etmeye başladığı andan itibaren bedeninizdeki hemen her
hücreye "hayat" taşır. Kan, gözünüzden ayak parmaklarınıza kadar her
noktayı dolaşan mükemmel bir ağ ile tüm bedeninizi kaplar. Siz büyürsünüz, o
gelişir. Siz hastalanırsınız, sizi o savunur. Yaşamanız için hücrelerinizin
beslenmesini o sağlar. Vücudunuzu o temizler. En önemlisi sizi yaşatacak olan
oksijeni vücudun her hücresine ulaştırma görevi ona aittir.
Kendinize
aynada şöyle bir bakın. Yüzünüzün ve bedeninizin sadece 2 milimetre altında,
oldukça büyük bir hızla ve basınçla akmakta olan kırmızı sıvının varlığını
hissedebiliyor musunuz? Binlerce kilometrelik muhteşem bir damar ağının, kanı
metrelerce yukarı fırlatabilecek kadar büyük bir güçle pompalayan kalbin
atışının farkında mısınız?
Hayır,
aynadaki görüntünüzde, bu muazzam hareketlilikten eser yoktur. Oysa siz son
derece sakin yaşamınıza devam ederken, hatta gece uyurken bile bu koşuşturmaca
hiç kesintiye uğramadan sürer. Kalp büyük bir güçle ve şiddetli bir sesle kanı
pompalamakta, kan da büyük bir hızla ve yine yoğun bir gürültü ile akmaktadır.
Tüm bunların farkında olmamanızın en önemli sebebi ise, yine sizin için özel
olarak dizayn edilmiş olan ince derinizdir. Size, altındaki bu olağanüstü
hareketliliği gizlercesine düzgün, güzel ve sakin bir görünüm kazandırır.
Kan,
kalp ve damar ağından oluşan ve bedeninizin içinde siz yaşadığınız sürece hiç
aksamadan işleyen bu sisteme "kan dolaşımı" denir. Kanın dolaşım
serüveni, sayısız detaydan oluşan eşsiz bir yaratılış delilidir.
Kan,
vücutta hem taşıyıcı hem de denetleyici gibi hareket eder. Bedenin içinde
sürekli olarak dolaşır durur ve bu yolculuğu sırasında her an mutlaka yapacağı
bir iş vardır:
Kan, bedendeki haberleşmenin
neredeyse tamamını üstlenir.
Hücrelerin ve dolayısıyla bedenin
enerji kazanabilmesi için gerekli olan hammaddeler kanın içinde taşınır.
Bedenin sıcaklığını adeta bir
klima gibi ayarlar. Vücut ısımız, kan sayesinde sürekli olarak sabittir.
Kanın dolaşımı sırasında,
içindeki koruma birimleri sürekli olarak iş başındadır. Vücuda girebilecek
mikroplara karşı her an tetiktedirler.
Kan, vücudun yiyecek servisini de
üstlenmiştir. Besinler tüm hücrelere kan vasıtasıyla dağıtılır.
Atıkların ve zehirlerin toplanıp
taşındığı bir kanalizasyon sistemi olarak da işlev görür.
Kan bir tür tamir birimini de
içinde barındırır. Damarlarda oluşan her yırtık ve hasar, bu birim tarafından
hemen belirlenir ve onarılır.
Bedeninizde dolaşan kan, özel bir
nimet, büyük bir mucizedir.
CANLILARDAKİ
MUCİZELER
Yeryüzünde
var olan tüm canlılar üremelerinden, korunmalarına, beslenme şekillerinden
kendilerine inşa ettikleri yuvalara kadar sayısız üstün özelliklerle
donatılmışlardır. Kimi bir mimar gibi yuvasını inşa eder, kimi bir kimyager
gibi düşünerek en ideal ısıtmayı sağlar, kimi ise gerçek bir kamuflaj
ustasıdır. Bu canlıların yaşantıları incelendiğinde ise, hem fiziksel
özelliklerinin hem de davranışlarının birbiriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir
uyum içerisinde olduğu görülür.
Canlıların
hiçbiri bir bilince veya akla sahip değillerdir, hatta bir kısmının bir beyni
dahi yoktur. Öyle ise bu canlıların sahip oldukları üstün özellikleri onlara
vermek, örneğin bir arının kendi aklını kullanarak matematik harikası petekleri
inşa ettiğini söylemek akla ve mantığa uygun olmayacaktır. Bu canlıların her birinde
çok üstün bir aklın ve çok büyük bir ilmin açık delilleri görülmektedir.
Doğanın tamamında sergilenen bu akıl ve mükemmel uyum, evrendeki herşeyin
Yaratıcısı olan Allah'a aittir.
Dünyanın
neresine gidilirse gidilsin, hangi canlı incelenirse incelensin sonuç
değişmeyecektir. Tüm evrene hakim olan kusursuz bir düzen vardır. Ve bizler
gördüğümüz her canlıda bu düzenin kusursuzluğuna bir kere daha şahit oluruz.
Hayvanların
yaptıkları birçok iş ve hareket, mevcut zekalarıyla gerçekleştiremeyecekleri
ölçüde akıl, bilgi, tecrübe ve uzmanlık gerektirir. Basit bir gözlem bile bütün
bu üstün özelliklerin hayvanın kendisinden kaynaklanmadığını anlamak için
yeterlidir. Binlerce kilometre göç eden kuşların hatasız yön bulma yetenekleri,
örümceklerin mimarlık harikası ağlar inşa etmesi, karınca kolonilerindeki
mükemmel işbirliği ve görev dağılımları, binlerce arının birlikte yaptıkları
geometri harikası petekler ve buna benzer sayısız örnek...
Bu
hayvanların bütün bunları yapmalarını sağlayacak bir akıl ve irade kaynağı ne
kendi vücutlarında ne de doğada bulunur. Ancak görünmeyen bir akıl ve gücün
bilinçli müdahalesi her aşamada kendini gösterir. Bu akıl ve gücün sahibinin
kendisi gözle görülmese de, mevcut olaylardaki her müdahalesi hiçbir şüpheye
yer bırakmayacak derecede bu gücün varlığını kanıtlamaktadır.
Allah
Kendi varlığının sayısız delilini insanların gözleri önüne sermiştir. O kendi
sonsuz aklını ve ilmini dilediği canlı üzerinde tecelli ettirir. Sonsuz
rahmetiyle, en umulmadık, en aciz, hatta çoğu zaman bir beyne bile sahip
olmayan canlılara akıl almaz işler yaptırır. Bunun bir sonucu olarak, kuşlardan
sürüngenlere, balinalardan böceklere kadar büyük küçük birçok canlı, insanları
hayrete düşüren ve kendilerinden beklenmeyen hareket ve davranışlar sergilerler.
Bu hareketlerin çoğu insanları şaşırtır. Birçoğunun karşısında (örneğin
örümceğin çelikten daha sağlam bir ip üretmesi) kendini akıllı, bilgili, şuurlu
gören insanoğlu bile aciz kalır, hatta bunun benzerini taklit etmeye dahi güç
yetiremez.
Canlılardaki
tasarım örnekleri, bize bu olağanüstü düzeni yaratmış olan Allah’ın benzersiz
sanatını ve gücünün sınırsızlığını tanıtan ayetlerden, yani delillerdendir.
Önemli olan bu ayetleri görebilmek ve Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü takdir
edebilmektir.
TOHUM
MUCİZESİ
Her
insan tohumu tanır, neye benzediğini bilir, bitkilerin tohumlardan oluştuğundan
haberdardır. Ancak nasıl olup da tahta parçasını andıran bir cisimden birbirine
benzeyen ya da benzemeyen çeşit çeşit bitkinin çıktığını, bütün bu bitkilere
ait bilgilerin tohumlara nasıl yerleştirildiğini, bu bilgilerin nasıl ayrı ayrı
şifrelendirildiğini belki de hiç düşünmemiştir.
Nasıl
olup da tahta görünümlü bir cisimden tam ayarında şekeriyle, özel kokusuyla,
lezzetiyle meyveler çıkmaktadır? Ağacı üreten, meyveleri ağaca yerleştiren
tohumun kendisi midir? Meyvelerin veya çiçeklerin şeklini, rengini belirleyen
tohum mudur? Peki ya ağaç ile ilgili bilgileri eksiksiz olarak içindeki
embriyoya yerleştiren tohumun kendisi midir?
Bu
gibi sorular insanın aklına hiç gelmemiş olabilir. Ancak insan bu sorular
üzerinde biraz düşününce, "Bir tohum ağaç üretmeyi nasıl bilir?"
sorusunun cevabını da merak etmeye başlayacaktır. Tahta parçası görünümündeki
bir cisim nasıl olur da ürettiği ağacın nasıl bir şekle ve yapıya sahip olması
gerektiğini belirleyebilir? İşte özellikle bu son soru oldukça önemlidir. Çünkü
tohumdan herhangi bir odun kütlesi çıkmaz. Bir elma ağacını düşünelim. Elma
ağacı, bilindiği gibi toprağa atılan bir tohumdan ortaya çıkar. Tohum, küçük
bir cisimdir; ama nasıl olur bilinmez, o tohumun içinden belli bir süre sonra
4-5 metre
uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev bir ağaç oluşur. Ağaçtaki elmalar,
cilalanmış gibi duran pürüzsüz kabukları, kendine özgü aroması, içlerindeki
şekerli su ile kusursuzdurlar. Tohumun, kendisine oranla bu dev boyuttaki ağacı
yaparken kullanabileceği tek malzeme ise ilk aşamada kendi içindeki yedek
besin, sonrasında ise sadece toprak ve güneş ışığıdır.
Elma
örneğinde de görüldüğü gibi tohumlar, içinde taşıma sistemi bulunan, topraktaki
maddeleri özümsemek için gereken köklere sahip ve son derece iyi tasarlanmış
canlı bir varlık üretmektedir. İnsan bile, akıl sahibi bir varlık olarak, iyi
bir ağaç resmi çizmesi gerektiğinde dahi zorlanır; bir ağacın köklerindeki ve
dallarındaki ayrıntıları çizmek ise çok daha zor bir iştir. Ama tohum, bu son
derece kompleks canlıyı bütün sistemleriyle birlikte, canlı olarak
üretmektedir.
Konuyu
anlatabilmek için tohum "üretmektedir" diyoruz; ancak şunu
hatırlatalım: Tohum, müstakil bir akla, şuura ve iradeye sahip bir varlık
değildir. Bu durumda ağaçları ve bitkileri tüm çarpıcı sistemleriyle birlikte
ortaya çıkaranın yani üretenin tohumun kendisi olduğunu iddia etmek mümkün
değildir. Eğer böyle bir iddiada bulunan olursa, bu durumda tohumun son derece
-hatta insandan bile- akıllı ve bilgili bir varlık olduğu sonucuna varması
gerekir. Elbette bu, gerçekdışı bir iddia olur.
Tohumun
içinde son derece üstün bir akıl ve kapsamlı bir bilgi gizlidir. Ancak bu akıl
ve bilgi, elbette tohumun kendisine ait değildir. Tohumu meydana getiren
maddelerin moleküllerinin, bu moleküllerin atomlarının akıl ve bilgi sahibi
olduğu iddia edilemeyeceğine göre bu bilgi tohumun içine bir şekilde
yerleştirilmiştir.
İşte
insan bu şekilde birkaç aşamalı düşündüğünde çok önemli gerçeklere ulaşır.
Tohum, kendi başına hiçbir şey yapması mümkün olmayan kuru, cansız bir
cisimdir. Tohumlara bu bilgi sonsuz güç Allah tarafından yerleştirilmiştir.
Tohumlar Allah tarafından ağaç yapabilecek bilgi ve sisteme sahip olarak
yaratılmıştır. Toprağa atılan her tohum, Allah'ın ilmi ile kuşatılmıştır; O'nun
ilmi ile büyüyüp gelişir ve bitki haline gelir.
Allah Kuran’da yarattığı
nimetlerden çok bahsetmektedir. Allah insanların nimetleri düşünmesini ve
nimetlere şükretmesini istemektedir:
O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten
yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse
(bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın. (Bakara Suresi, 22)
Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O
diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na
döndürüleceksiniz. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe
yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi
bilendir. (Bakara Suresi, 28-29)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin
olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda
gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın
yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı
orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun
eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka
İlah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Ali İmran
Suresi, 6)
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda
gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. (Ali İmran
Suresi, 190)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan
Allah'adır. (Bundan) Sonra bile, inkar edenler, Rablerine (birtakım varlıkları
ve güçleri) denk tutuyorlar. (Enam Suresi, 1)
Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur… (Enam Suresi,
2)
Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı?
Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve
servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık,
nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle Biz onları yıkıma
uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) var ettik. (Enam Suresi, 6)
De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç)
beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?"…(Enam Suresi,
14)
Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte
(yapıp kazanmakta) olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya
kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra 'en son dönüşünüz' O'nadır.
Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. (Enam Suresi, 60)
Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır,
ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da
çevriliyorsunuz? O, sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş
ve Ay'ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah'ın
takdiridir. O, karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size
yıldızları var edendir. Bilebilen bir topluluk için Biz ayetleri birer birer
(bölüm bölüm) açıkladık. O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir
karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk
için ayetleri birer birer açıkladık. O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin
bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne
bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere
sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve
nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa
eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten
ayetler vardır. (Enam Suresi, 95-99)
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır… (Enam Suresi, 101)
Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri,
zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur… (Enam
Suresi, 141)
Hayvanlardan yük taşıyan ve (yünlerinden, tüylerinden) döşek
yapılanları da (yaratan O'dur)…(Enam Suresi, 142)
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra
arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle
örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz
olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne
Yücedir. (Araf Suresi, 54)
Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar
ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre
sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden
çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
(Araf Suresi, 57)
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa
istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır… (Yunus Suresi, 3)
Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı
bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile
yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklamaktadır. Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın
göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette
ayetler vardır. (Yunus Suresi, 5-6)
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur… (Yunus Suresi, 22)
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara
ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran
kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah"
diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak
mısınız? (Yunus Suresi, 31)
De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu
iade edecek olan var mı?" De ki: "Allah yaratmayı (ilkin) başlatır,
sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?" (Yunus Suresi, 34)
O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak
sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten
ayetler vardır. (Yunus Suresi, 67)
Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları
görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri
adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler,
ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin
bilgiyle inanırsınız. Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve
ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi
gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır. Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları,
ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile
sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün
kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır. (Rad Suresi, 2-4)
O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış
bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. Gök gürültüsü O'nu hamd ile, melekler
de O'na olan korkularından tesbih ederler.. O, yıldırımları gönderip bununla
dilediğine çarpar; onlar ise Allah hakkında çekişip-tartışırlar. O, gücü (ve
cezası) pek çetin olandır. (Rad Suresi, 12-13)
Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık
olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri
için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır.
Güneş'i ve Ay'ı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü
de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın
nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek
şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 32-34)
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik
de sizleri suladık… (Hicr Suresi, 22)
Gökleri ve yeri hak ile yarattı…(Nahl Suresi, 3)
İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve
hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan
yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir
güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı
şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz
şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve
merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl
Suresi, 4-8)
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki)
hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin,
hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda,
düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı
sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde
sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi).
Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de
sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan
süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini
görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar
da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı);
onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. (Nahl Suresi, 10-16)
Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti;
işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. Sizin için
hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı
sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan
dupduru bir süt içirmekteyiz. Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden
kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık
edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda
bir ayet vardır. Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların
kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye,
böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından
türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz
düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 65-69)
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve
umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı?
Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir
topluluk için bunda ayetler vardır. Allah, size evlerinizi (içinde)
"güvenlik ve huzur bulacağınız yerler" kıldı; ve size hayvan
derilerinden hem göç gününde, hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz
evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar
giyimlikler-döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı. Allah, sizin için
yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler
kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı)
koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle
tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz. (Nahl Suresi, 78-81)
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini
yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel)
kılmıştır… (İsra Suresi, 99)
Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir. Rahman (olan
Allah) arşa istiva etmiştir. (Taha Suresi, 4-5)
O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer,
birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.
Yine de onlar inanmayacaklar mı? Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit
dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş yollar açtık. Gökyüzünü
korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp
gidiyor. (Enbiya Suresi, 30-33)
Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki,
Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan
(embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından;
size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye
kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da
erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına
son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi
için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru
ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir,
kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5)
İri cüsseli develeri size Allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için
onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına
ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları
zaman da onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara
sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz. (Hac Suresi, 36)
İşte böyle; çünkü Allah, geceyi gündüze bağlayıp katar ve gündüzü
geceye bağlayıp-katar. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. (Hac Suresi, 61)
Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil
donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, herşeyden haberdardır. (Hac Suresi,
63)
Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden
gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne
düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok
merhametlidir. (Hac Suresi, 65)
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası
olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını
bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir
çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik
olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla
onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Müminun
Suresi, 12-14)
Andolsun, Biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller
değiliz. Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde
yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. Böylelikle,
bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik,
içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz. Ve (daha
çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık); o yağlı ve yiyenlere bir
katık olarak bitmekte (ürün vermekte)dir. Gerçekten hayvanlarda da sizin için
bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve
onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz.
Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız. (Müminun Suresi, 17-22)
Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını
birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların
arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi
bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu
çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.
Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Gerçekten bunda basiret sahipleri için
birer ibret vardır. Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı
üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı)
üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye
güç yetirendir. (Nur Suresi, 43-45)
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde
ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir
etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı
onu durgun kılardı. Sonra Biz Güneş'i ona bir delil kılmışızdır. Sonra da onu
tutup Kendimize ağır ağır çekmişizdir. O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu
bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. Ve Kendi
rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O'dur. Biz, gökten
tertemiz su indirdik; Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve
yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için. (Nur
Suresi, 45-49)
İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu
giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını
önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur. Ve insanı bir
sudan yaratıp onu, neseb ve sihriyyet (sahibi) kılan O'dur. Senin Rabbin güç
yetirendir. (Nur Suresi, 53-54)
O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve
sonra arşa istiva edendir… (Nur Suresi, 59)
Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay
vareden (Allah) ne Yücedir. O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt
alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Nur Suresi, 61-62)
Yeryüzünde bir bakmadılar mı ki, Biz onda her güzel (kerim) çiftten
nice ürünler bitirdik. (Şuara Suresi, 7)
(Onlar mı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi?
Ki onunla (o suyla) gönül alıcı bahçeler bitirdik, sizin içinse bir ağacını
bitirmek (bile) mümkün değildir… (Neml Suresi, 60)
Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden
ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir
ara-engel (haciz) koyan mı?... (Neml Suresi, 61)
Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve
rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi?... (Neml
Suresi, 63-64)
Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi
gökten ve yerden rızıklandıran mı?... (Neml Suresi, 64)
Görmediler mi, Biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de
aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda
ayetler vardır. (Neml Suresi, 86)
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların
sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan'
Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu)… (Neml Suresi, 88)
Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O'nun
fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki
şükredersiniz. (Kasas Suresi, 73)
Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda iman edenler
için bir ayet vardır. (Ankebut Suresi, 44)
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim
emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah"
diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61)
Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü
dirilten kimdir?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah"
diyecekler. De ki: "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu
akletmiyorlar. (Ankebut Suresi, 63)
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu
ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak
yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.
(Rum Suresi, 8)
Allah, yaratmayı başlatır, sonra onu iade eder, sonra da siz O'na
döndürülürsünüz. (Rum Suresi, 11)
O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da
yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratmış
bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta
olan bir beşer (türü) oldunuz. Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi
nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da,
O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten
ayetler vardır. Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin
ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten
ayetler vardır. Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi
temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir
kavim için gerçekten ayetler vardır. Size bir korku ve umut (unsuru) olarak
şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla
diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir
kavim için gerçekten ayetler vardır. Göğün ve yerin O'nun emriyle (hareketten
kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir.
Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman,
hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. (Rum Suresi, 19-25)
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek
kolaydır… (Rum Suresi, 27)
Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte,
daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini
yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Rum Suresi, 40)
Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl
dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından
yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince,
hemen sevince kapılıverirler. Oysa onlar, bundan önce (yağmurun) üzerine
inmesinden evvel umutlarını kesmişlerdi. Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine
bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de
gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir. (Rum Suresi, 48-50)
Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet
kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini
yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)
O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda
da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan
türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan
çiftten bir bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10)
Görmüyor musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze bağlayıp-katar,
gündüzü de geceye bağlayıp-katar. Güneş ile ayı emre amade kılmıştır. Her biri,
adı konulmuş bir süreye kadar akıp gider. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
(Lokman Suresi, 29)
Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için,
gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok
sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. (Lokman Suresi, 31)
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı,
sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz
yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? Gökten yere her işi O evirip
düzene koyar… (Secde Suresi, 4-5)
Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan
başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan
yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin
için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde
Suresi, 7-9)
Görmüyorlar mı; Biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz da onunla ekin
bitiriyoruz; ondan hayvanları, kendileri yemektedir. Yine de görmüyorlar mı?
(Secde Suresi, 27)
De ki: "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kim?... (Sebe
Suresi, 24)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri
elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah,
herşeye güç yetirendir. (Fatır Suresi, 1)
Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi
rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka Yaratıcı var mı?... (Fatır Suresi, 3)
Allah, rüzgarları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece Biz onu
ölü bir beldeye sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte
(ölümden sonra) dirilip- yayılma da böyledir. (Fatır Suresi, 9)
Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift
çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da…
(Fatır Suresi, 11)
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu
da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta
olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki
şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini
görürsün. (Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye
bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir
süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin
Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin
incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 12-13)
Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla,
renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri
değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da
renkleri böyle değişik olanlar vardır… (Fatır Suresi, 27-28)
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti
altında) tutuyor… (Fatır Suresi, 41)
Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler
çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve
üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun
ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de
şükretmiyorlar mı? Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha
bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir. Gece de
kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık
karanlıkta kalıvermişlerdir. Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir
müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın
takdiridir. Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik;
sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a
erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir
yörüngede yüzüp gitmektedirler. Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da
kendileri için bir ayettir. Ve onlar için binmekte oldukları bunun benzeri
(nice) şeyleri yaratmamız da. (Yasin Suresi, 33-42)
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı
görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için
boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar.
Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de
şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 71-73)
İnsan, Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi
o, apaçık bir düşman kesilmiştir. (Yasin Suresi, 77)
Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz.
Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi?
Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. (Yasin Suresi, 80-81)
Şüphesiz Biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla
süsleyip-donattık. (Saffat Suresi, 6)
Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim
yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. (Saffat
Suresi, 11)
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne
sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya boyun
eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir.
Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. Sizi tek bir nefisten
yarattı, sonra ondan kendi eşini var etti ve sizin için davarlardan sekiz çift
indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan
sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan
Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl
çevriliyorsunuz? (Zümer Suresi, 5-6)
Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin
içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler
çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu
kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten
öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (Zümer Suresi, 21)
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor.
İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Zümer Suresi, 13)
Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da
gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir
fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (Mümin Suresi, 61)
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi
suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size
güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin
Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)
O'dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan
(embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü
(erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür
vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş
bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle
yaşatır). (Mümin Suresi, 67)
Allah O'dur ki, kimine binmeniz, kiminden yemeniz için size (bir yarar
olmak üzere) davarları var etti. Onlarda sizin için yararlar vardır. Onların
üstünde göğüslerinizde olan bir hacete (ihtiyaca ve arzuya) ulaşırsınız;
onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız. (Mümin Suresi, 79-80)
Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler
yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde
takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi
ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek
(İtaat ederek) geldik" dediler. Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak
tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle
süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan,
bilen (Allah)'ın takdiridir. (Fussilet Suresi, 10-12)
O, göklerin ve yerin Yaratıcısı'dır. Size kendi nefislerinizden eşler,
davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip-yayıyor. O'nun
benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. (Şura Suresi, 11)
O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini
serip-yayar. O, Veli'dir, Hamid'dir. Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda
her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman
onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 28-29)
Ki O, yeri sizin için bir beşik kıldı ve doğru yolu bulursunuz diye
onda size (birtakım) yollar var etti. Ki O, belli bir miktar ile gökten su
indirdi de, onunla ölü bir memleketi ‘dirilttik (ve her yanına yeniden hayat)
yaydık'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. Ki O, bütün
çiftleri yarattı ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri
var etti. (Zuhruf Suresi, 10-12)
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle
inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya
aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü
diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını
kullanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4-5)
Allah; Kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız
diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz. Kendinden (bir
nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi.
Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye
Suresi, 12-13)
Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis
kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 22)
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı
konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık… (Ahkaf Suresi, 3)
Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan
yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O,
herşeye güç yetirendir. (Ahkaf Suresi, 33)
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu
nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda
sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice
bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle
bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü)
su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri
üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)
Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte
olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)
Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde
yarattık; Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. (Kaf Suresi, 38)
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu)
genişleticiyiz. Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz). Ve Biz,
herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (Zariyat Suresi,
47-49)
Rahman (olan Allah) Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı
öğretti. Güneş ve ay (belli) bir hesap iledir. Bitki ve ağaç (O'na) secde
etmektedirler. Gökyüzü, Onu da yükseltti ve mizanı koydu. (Rahman Suresi, 1-7)
Yere gelince, onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçalttı-koydu.
Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve güzel kokulu
bitkiler. (Rahman Suresi, 10-12)
İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı. Cann'ı (cinni) da
'yalın-dumansız bir ateşten' yarattı. (Rahman Suresi, 14-15)
Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir
engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)
İkisinden de inci ve mercan çıkar. (Rahman Suresi, 22)
Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere
gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O
sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)
Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. O,
göğüslerin özünde (saklı) olanı bilendir. (Hadid Suresi, 6)
O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir,
'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde
olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim
(suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır. (Tegabün Suresi, 3)
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların
arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve
gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.
(Talak Suresi, 12)
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış
olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’
(tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir. Andolsun, Biz en yakın olan göğü (dünya göğünü)
kandillerle süsleyip-donattık ve bunları, şeytanlar için taşlama-birimleri
(rücum) kıldık… (Mülk Suresi, 3-5)
Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. Şu halde onun omuzlarında
yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. (Mülk Suresi, 15)
De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller
veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" De ki: "Sizi yeryüzünde
üretip-türeten O'dur. Siz O'na toplanıp götürüleceksiniz." (Müşk Suresi,
23-24)
"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum
(mutabakat) içinde yaratmıştır?" "Ve ayı bunlar içinde bir nur
kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır."
"Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi." "Sonra sizi yine
oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla
diriltip-çıkaracaktır." "Allah, yeri sizin için bir yaygı
kıldı." "Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız,
diye." (Nuh Suresi, 15-20)
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu
deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)
Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı? Sonra onu savunması sağlam bir
karar yerine yerleştirdik. Belli bir süreye kadar; İşte (buna) güç yetirdik.
Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz. (Mürselat Suresi, 20-23)
Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? Dirilere ve ölülere. Ve
onda sabit yüksek dağlar var etmedik mi? Size tatlı bir su içirmedik mi? (Mürselat
Suresi, 25-27)
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? Sizi çift
çift yarattık. Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü
bir geçim-vakti kıldık. Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik.
Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık. Sıkıp suyu çıkaran
(bulut)lardan 'bardaktan boşanırcasına su' indirdik. Bununla taneler ve
bitkiler bitirip-çıkaralım diye. Ve birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri de. (Nebe
Suresi, 6-16)
Kahrolası insan, ne kadar nankördür. (Allah) Onu hangi şeyden yarattı?
Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu.' Sonra ona yolu
kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü. Sonra dilediği zaman
onu diriltir. Hayır; ona (Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi. Bir de insan,
yediğine bir bakıversin; Biz şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık, Sonra yeri
yardıkça yardık; Böylece onda taneler bitirdik, Üzümler, yoncalar, Zeytinler,
hurmalar, Boyları birbiriyle yarışan ve içiçe girmiş ağaçlı bahçeler. Meyveler
ve otlaklıklar, Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere. (Abese
Suresi, 17-32)
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan
nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir
itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi,
6-8)
İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? Dökülüp atılan bir sudan
yaratıldı. (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında(ki organlar)dan çıkar.
Şüphesiz (Allah), onu yeniden-döndürmeye güç yetirendir. (Tarık Suresi, 5-8)
Ki O, yarattı, 'bir düzen içinde biçim verdi', Takdir etti, böylece yol
gösterdi, 'Yemyeşil-otlağı' çıkardı. Ardından onu kuru, kara bir duruma soktu.
(Ala Suresi, 2-5)
Andolsun, Biz insanı bir zorluk içinde yarattık. O, hiç kimsenin
kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? O: "Yığınla mal
tüketip-yok ettim" diyor. Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak? Biz ona 'iki yol-iki amaç'
gösterdik. (Beled Suresi, 4-10)
Güneş'e ve onun parıltısına andolsun, Onu izlediği zaman Ay'a, Onu
(Güneş) parıldattığı zaman gündüze, Onu sarıp-örttüğü zaman geceye, Göğe ve onu
bina edene, Yere ve onu yayıp döşeyene, (Şems Suresi, 1-6)
Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun, Parıldayıp-aydınlandığı zaman
gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana; (Leyl Suresi, 1-3)
O, insanı bir alak'tan yarattı. (Alak Suresi, 2)
DEDİKODU YAPMAKTAN ŞİDDETLE KAÇININ
Dedikodu, sevgi, şefkat ve merhameti azaltan bir kötü ahlak özelliğidir. Yüce Allah Kuran'da, müminleri bu davranıştan kesin olarak men etmiştir. Müminin aklından geçirdikleri ve hissettikleri de, yapıp ettiklerinde olduğu gibi Allah'ın sınırlarını aşmaz. Kuran hükümlerinin rehberliğinde duygu ve düşüncelerini terbiye eden mümin, şüphesiz Allah’ın izniyle mümin kardeşlerine daima en güzel ahlakla yaklaşır.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda en yaygın olarak görülen karakter bozukluklarından biri "dedikodu"dur. Bu gibi toplumlardaki din ahlakından uzak insanlar, vakitleri ya da imkanları olmasa dahi dedikodu yapabilmek için mutlaka bir fırsat bulurlar. Bazen kapı önünde komşularla, bazen saatler süren telefon konuşmalarında, bazen de çay ya da kahve ziyaretlerinde bu manzarayı görmek mümkündür. Ancak burada asıl önemli olan, bu kişilerin dedikodudan derin bir zevk almalarıdır. Çünkü dedikoduya konu olan kişi küçük düşürülüp aşağılanırken, dedikoduyu yapanlar kendilerini büyük göstermeye çalışırlar. Bu nedenle arkadaş toplantılarında konuşabilecekleri pek çok faydalı ya da güzel konu varken, onlar ısrarla dönüp dolaşıp sözü birilerinin dedikodusunu yapmaya getirirler. Komşuları, dostları, akrabaları, eşleri, televizyon yıldızları ve hatta yoldan geçen yabancı biri bile bu dedikodulara malzeme olabilir. Yüce Rabbimiz, birbirlerinin dedikodusunu yapan, arkadan çekiştiren insanları bir ayetinde şu şekilde uyarmaktadır:
Dedikodu, sevgi, şefkat ve merhameti azaltan bir kötü ahlak özelliğidir. Yüce Allah Kuran'da, müminleri bu davranıştan kesin olarak men etmiştir. Müminin aklından geçirdikleri ve hissettikleri de, yapıp ettiklerinde olduğu gibi Allah'ın sınırlarını aşmaz. Kuran hükümlerinin rehberliğinde duygu ve düşüncelerini terbiye eden mümin, şüphesiz Allah’ın izniyle mümin kardeşlerine daima en güzel ahlakla yaklaşır.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda en yaygın olarak görülen karakter bozukluklarından biri "dedikodu"dur. Bu gibi toplumlardaki din ahlakından uzak insanlar, vakitleri ya da imkanları olmasa dahi dedikodu yapabilmek için mutlaka bir fırsat bulurlar. Bazen kapı önünde komşularla, bazen saatler süren telefon konuşmalarında, bazen de çay ya da kahve ziyaretlerinde bu manzarayı görmek mümkündür. Ancak burada asıl önemli olan, bu kişilerin dedikodudan derin bir zevk almalarıdır. Çünkü dedikoduya konu olan kişi küçük düşürülüp aşağılanırken, dedikoduyu yapanlar kendilerini büyük göstermeye çalışırlar. Bu nedenle arkadaş toplantılarında konuşabilecekleri pek çok faydalı ya da güzel konu varken, onlar ısrarla dönüp dolaşıp sözü birilerinin dedikodusunu yapmaya getirirler. Komşuları, dostları, akrabaları, eşleri, televizyon yıldızları ve hatta yoldan geçen yabancı biri bile bu dedikodulara malzeme olabilir. Yüce Rabbimiz, birbirlerinin dedikodusunu yapan, arkadan çekiştiren insanları bir ayetinde şu şekilde uyarmaktadır:
"Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline;"
(Hümeze Suresi, 1)
DEDİKODU KİŞİNİN İYİ NİYETTEN UZAK OLDUĞUNUN BİR GÖSTERGESİDİR
Kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı hiçbir konuşmayı arkasından yapmanın doğru olmadığını her insan bilir. Hiç kimse -dedikodu yapan kişi de dahil- bunun aksini savunmaz. Çünkü gerçekten eleştirilmesi gereken bir konu varsa ve bu konu o kişiye yardımcı olmak amacıyla konuşuluyorsa
yapılacak en doğru
hareket
bu durumu ilgili kişiye
bildirmektir. Yoksa herkesle durum değerlendirmesi yapıp
kınanan kişinin durumdan
haberdar edilmemesinin altında iyi bir niyet ve akılcı bir amaç yattığı
söylenemez. Üstelik dedikodu yapan bu insanlar
aynı davranışın
kendileri için de yapılma ihtimali olduğunu bilir ve bundan hiç hoşlanmazlar.
Kendileri hakkında olumsuz konuşulması konusuna son derece hassasiyet
gösterirken
başkalarının
canının yanmasını umursamadan bu çirkin tavırdan vazgeçmezler. Ancak Yüce Allah
Kuran’da insanları dedikodudan men etmiş ve bunun Kuran ahlakına uygun
olmadığını şu şekilde bildirmiştir:
"Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)
Allah’ın Kuran'da bildirdiği bu emir gereği
Allah korkusu taşıyan
müminler asla birbirlerinin arkasından konuşup birbirlerini çekiştirmezler.
Gerçek sevginin ve dostluğun en önemli belirtilerinden birinin
karşılarındaki kişiye
dünyada ve ahirette fayda verecek şekilde hareket etmek olduğunu bilirler. Bu
durumda da eğer yanlış bir tavır görüyorlarsa bir an önce yanlışını anlaması ve
bu yanlıştan vazgeçmesi için bunu ilgili kişiye söylerler.
DEDİKODU YAPANLAR ŞEYTANIN YOLUNA UYMUŞ OLURLAR
Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar arasında normal karşılanan dedikodu
görmezlikten gelinecek
bir davranış değildir. Çünkü dedikodu yapmayı alışkanlık haline getiren kişinin
vicdanı farkında olmadan öyle körelir ki
kişi artık bunun bir suç
olduğunu bile hissetmemeye başlar ve çekinmeden
her fırsatta dedikodu
yapar. Kuşkusuz bu
şeytanın iman etmeyen
insanları sürüklediği büyük bir beladır. Yüce Rabbimiz
şeytanın bu oyununa
karşı kullarını bir ayette şöyle uyarmıştır:
Kullarıma
sözün en güzel olanını
söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan
insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi,
53)
DEDİKODU KİŞİNİN İYİ NİYETTEN UZAK OLDUĞUNUN BİR GÖSTERGESİDİR
Kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı hiçbir konuşmayı arkasından yapmanın doğru olmadığını her insan bilir. Hiç kimse -dedikodu yapan kişi de dahil- bunun aksini savunmaz. Çünkü gerçekten eleştirilmesi gereken bir konu varsa ve bu konu o kişiye yardımcı olmak amacıyla konuşuluyorsa





"Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)
Allah’ın Kuran'da bildirdiği bu emir gereği


DEDİKODU YAPANLAR ŞEYTANIN YOLUNA UYMUŞ OLURLAR
Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar arasında normal karşılanan dedikodu





Kullarıma

Ayette bildirilen gerçek son
derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı sürekli olan en
güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları
emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan,
insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır.
DEDİKODU TOPLUM İÇİNDEKİ BAŞKA KÖTÜLÜKLERİN DE KAYNAĞIDIR
İnsanlar kendileri hakkında dedikodu yapılmasından hoşlanmayacakları için, dedikodunun sebebiyet verdiği en önemli sonuçlardan biri, insanlar arasında dedikoduyla düşmanlık tohumlarının serpilmesidir. Dedikodu kini, öfkeyi ve nefreti alevlendirir. Çok küçük konular dedikodu yüzünden önlenemez problemlerin, tartışmaların, kavgaların ortaya çıkmasına neden olur. Hatta gazetelerde çoğu kez, dedikodu yüzünden yuvaların yıkıldığına, ortaklıkların bozulduğuna, dahası cinayetlerin işlendiğine dair haberlere tanık oluruz.
Dedikodu yapmak tek başına çok kötü bir ahlak özelliği olduğu gibi aynı zamanda da insanların vakitlerinin boş ve amaçsız geçmesine de sebep olmaktadır. Oysa sonsuz hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, Kuran’da dedikoduyu yasakladığı gibi, boş vakit geçirmeyi de yasaklamıştır. Yüce Allah’a samimi olarak inanan kişi, bırakın dedikodu yapmayı veya dedikodu yapan kişiyi dinlemeyi, boş veya yararsız olan tek bir söz duyduğunda dahi o ortamdan en güzel bir tarzda uzaklaşır. Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:
"Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar

Allah başka bir ayette ise iman edenlerin boş şeylerden tümüyle yüz çevirdiklerini bildirir:
"Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Müminun Suresi, 3)
Sonuç olarak dedikodu yapmak Allah’ın haram kıldığı bir eylem olduğu gibi, bu kötülüğü yapanlar Allah’ın haram kıldığı; insanların arasını açmak, kin ve öfkeye neden olmak ve boş vakit geçirmek gibi başka günahları da işlemiş olurlar.
Bu nedenlerden dolayı dedikodudan şiddetle kaçınmak, dedikodu yapılan ortamlardan uzak durmak, dedikoduya şahit olunduğunda da bu yanlışı uygun bir şekilde hatırlatmak en onurlu, asil ve Kuran ahlakına en uygun davranış olacaktır.
Unutulmamalıdır ki bir toplumda dedikodu hastalığının önlenmesinin tek geçerli yolu, din ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasını sağlamaktır. Din ahlakının varlığı, öncelikle Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah'ın emri doğrultusunda hayırlarda yarışır, imkanlarını ve vakitlerini dedikodu yapmak gibi boş işler yerine hayırlı bir faaliyette bulunmaya yöneltirler.
Toplumu oluşturan bireyler
arasındaki ilişkiler, o toplumun niteliğini de belirler. Hoşgörü ve affedicilik
gibi özelliklere sahip olmayan bireylerin oluşturduğu toplumlarda huzur ve
güvenlik duygusunun hakim olması düşünülemez. Kişilerin birbirlerine
tahammülsüz yaklaşımları insan ilişkilerini, dolayısıyla toplum yapısını bozar.
İnsan ilişkilerini bozan en önemli toplumsal hastalıklardan birisi de “gıybet” tir. Gıybet “bir kişinin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek” olarak tarif edilebilir. Genelde kişiyi arkasından çekiştirenler bir savunma olarak söylediklerinin doğru olduğunu, yalan söylemediklerini ifade etseler de bu sonucu değiştirmeyecektir. Söz konusu kişilerin yaptıkları gıybettir. Eğer kişinin arkasından söylenen şeyler doğru değilse, bu iftira olur ki, bu durumda bu sözleri söyleyen kişi yalan söyleyerek büyük bir günah daha işlemiş olur.
Gıybeti Yüce Allah Kuran’da kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir: “Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 12)
Ayette Yüce Allah insanlara bir örnek vermiştir. Şimdi bu örneği gözünüzde canlandırın. Kendi öz kardeşinizin ölüsünün etini yediğinizi düşünün. Bunu yaptığınızı düşünmek bile tiksindiricidir. İşte Allah Katında birisinin gıybetini yapmak, kardeşinin ölü etini yemeğe eşdeğer bir tavırdır. Başka insanları çekiştirenler, bu derece kötü bir davranışta bulunmuş olurlar.
Gıybet, insanlar arasındaki ilişkileri bozar, gereksiz husumetlere sebep olur. Gıybet yapılan ortamda bulunanlar bu konuşmalara şahit oldukları için, kendisini savunma imkanı olmayan kişi hakkında, bilinçsizce olumsuz düşüncelere sahip olurlar. Bir nedeni olmadığı halde gereksiz yere başkaları hakkında olumsuz önyargıları olur. Bu önyargılar sonuçta toplumsal bir hastalığa dönüşür ve insanlar arasındaki dostluğa zarar verir.
Gıybeti yapılan kişi ise bir vesile ile bu konuşmaları duymuş olsa, o insanlara karşı güveni sarsılır. Toplum içinde karşılıklı güvensizlik ve tedirginlik doğar. Kendisi hakkında yapılan bu hoş olmayan çekiştirmelerden dolayı, onlara karşı duyduğu yakınlık ve dostluğu kaybeder.
Müslümanların birbirleri hakkında gıybet yapması inananları birbirlerinden tümüyle uzaklaştırıp fırkalara böler. Bu da Yüce Rabbimizin; “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Al-i İmran Suresi, 103) emrine ters bir durum oluşturur.
Her ne yönden bakılırsa bakılsın gıybet insanlara zarar veren, toplumu içten içe kemiren toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı mücadele, ancak insanların birbirlerine karşı samimi ve yapıcı düşünüp davranmalarıyla olur. Yapılması gereken, bir kişide bir hata gördüğünde, arkasından çekiştirmek yerine yapıcı eleştirilerde bulunarak kendince gördüğü hatayı düzeltmeye çalışmaktır. Bu tarz olumlu bir yaklaşım insanların karşılıklı güvenini, saygısını ve sevgisini arttıracaktır.
Samimi bir niyetle gıybetin terk edilmesi sadece insan ilişkilerini düzeltmekle kalmaz. Bu, insanın ahiret yaşamı için de yapabileceği en doğru davranıştır. Hümeze Suresi'ndeki bir Kuran ayetinde Allah insanları arkasından çekiştirenleri şöyle uyarmaktadır: “Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline.” (Hümeze Suresi, 1)
İnsanlar arasındaki dostlukları bozan, onların birbirlerine düşman olmalarına sebep olan bu çirkin tavrın terk edilmesi sadece daha sağlıklı daha güvenli toplumlar yaratmakla kalmayacak, insanların ahiret yurdunu kazanmalarına vesile olacak hayırlı bir amelde bulunmalarını da sağlayacaktır.
İnsan ilişkilerini bozan en önemli toplumsal hastalıklardan birisi de “gıybet” tir. Gıybet “bir kişinin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek” olarak tarif edilebilir. Genelde kişiyi arkasından çekiştirenler bir savunma olarak söylediklerinin doğru olduğunu, yalan söylemediklerini ifade etseler de bu sonucu değiştirmeyecektir. Söz konusu kişilerin yaptıkları gıybettir. Eğer kişinin arkasından söylenen şeyler doğru değilse, bu iftira olur ki, bu durumda bu sözleri söyleyen kişi yalan söyleyerek büyük bir günah daha işlemiş olur.
Gıybeti Yüce Allah Kuran’da kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir: “Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 12)
Ayette Yüce Allah insanlara bir örnek vermiştir. Şimdi bu örneği gözünüzde canlandırın. Kendi öz kardeşinizin ölüsünün etini yediğinizi düşünün. Bunu yaptığınızı düşünmek bile tiksindiricidir. İşte Allah Katında birisinin gıybetini yapmak, kardeşinin ölü etini yemeğe eşdeğer bir tavırdır. Başka insanları çekiştirenler, bu derece kötü bir davranışta bulunmuş olurlar.
Gıybet, insanlar arasındaki ilişkileri bozar, gereksiz husumetlere sebep olur. Gıybet yapılan ortamda bulunanlar bu konuşmalara şahit oldukları için, kendisini savunma imkanı olmayan kişi hakkında, bilinçsizce olumsuz düşüncelere sahip olurlar. Bir nedeni olmadığı halde gereksiz yere başkaları hakkında olumsuz önyargıları olur. Bu önyargılar sonuçta toplumsal bir hastalığa dönüşür ve insanlar arasındaki dostluğa zarar verir.
Gıybeti yapılan kişi ise bir vesile ile bu konuşmaları duymuş olsa, o insanlara karşı güveni sarsılır. Toplum içinde karşılıklı güvensizlik ve tedirginlik doğar. Kendisi hakkında yapılan bu hoş olmayan çekiştirmelerden dolayı, onlara karşı duyduğu yakınlık ve dostluğu kaybeder.
Müslümanların birbirleri hakkında gıybet yapması inananları birbirlerinden tümüyle uzaklaştırıp fırkalara böler. Bu da Yüce Rabbimizin; “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Al-i İmran Suresi, 103) emrine ters bir durum oluşturur.
Her ne yönden bakılırsa bakılsın gıybet insanlara zarar veren, toplumu içten içe kemiren toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalığa karşı mücadele, ancak insanların birbirlerine karşı samimi ve yapıcı düşünüp davranmalarıyla olur. Yapılması gereken, bir kişide bir hata gördüğünde, arkasından çekiştirmek yerine yapıcı eleştirilerde bulunarak kendince gördüğü hatayı düzeltmeye çalışmaktır. Bu tarz olumlu bir yaklaşım insanların karşılıklı güvenini, saygısını ve sevgisini arttıracaktır.
Samimi bir niyetle gıybetin terk edilmesi sadece insan ilişkilerini düzeltmekle kalmaz. Bu, insanın ahiret yaşamı için de yapabileceği en doğru davranıştır. Hümeze Suresi'ndeki bir Kuran ayetinde Allah insanları arkasından çekiştirenleri şöyle uyarmaktadır: “Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline.” (Hümeze Suresi, 1)
İnsanlar arasındaki dostlukları bozan, onların birbirlerine düşman olmalarına sebep olan bu çirkin tavrın terk edilmesi sadece daha sağlıklı daha güvenli toplumlar yaratmakla kalmayacak, insanların ahiret yurdunu kazanmalarına vesile olacak hayırlı bir amelde bulunmalarını da sağlayacaktır.
Peygamber Efendimiz dedikodu ile
ilgili şunları söylemiştir:
(Oruç, ateşe kalkandır. Gıybetle
parçalanmadıkça korur.) [Buhari]
(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan
tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar
kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini
yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir" dedi.) [Ebu Davud]
(Gıybet edeni dinleyen de günahta
ortaktır.) [Taberani]
(Miracda göğüslerinden asılarak
azap edilenleri gördüm. Bunlar, kaş göz işaretiyle alay ve gıybet edenlerdir (Beyheki)
(Miracda, Cehennemde kokmuş leş
yiyenlerin kim olduğunu sordum. Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini
yiyenlerdir dendi.) [İ. Ahmed]
(Gıybet ve kovuculuk, kişinin
imanını zayıflatarak yok eder.) [İsfehani]
(Biri için söylenen kusur, onda
varsa, gıybettir, yoksa iftira olur.) [Müslim]
(Beş şey oruç ve abdestte hayır
bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin
etmek.) [Deylemi]
(Gıybet yapmayan Allahü tealanın
güvencesindedir.) [İbni Huzeyme]
Resulullah gıybet edene, (Tevbe
et, kardeşinin etini yedin) buyurdu. (Taberani, İ. Ebi Şeybe)
DÜŞÜNMENİN ÖNEMİ
Yüce Allah'ın üstün ilmi ve
kudreti, ancak samimi bir tefekkürle hakkıyla takdir edilebilir. Bu sayede
insan, Rabbimiz’in açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman ederken,
O'nun üstün sıfatlarını tanır, Allah'a daha çok yakınlaşır ve her işinde O'nun
rızasını gözetmeyi amaç edinir.
Yüce Rabbimiz, Kuran'daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet etmektedir. Düşünmek, özellikle "derin düşünmek" insanın, alemleri yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Allah'ı takdir edebilme gücünü, kavrayışını dolayısıyla Allah korkusunu ve Allah'a olan yakınlığını artıran en önemli vesilelerden birisidir. Gördüğümüz, farkına vardığımız herşey Allah'ın bir tecellisi ve delilidir. Bu nedenle göklerde, yerde ve bunların arasında bulunan herşey insanın düşünmesi için birer vesiledir.
Yüce Rabbimiz, Kuran'daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet etmektedir. Düşünmek, özellikle "derin düşünmek" insanın, alemleri yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Allah'ı takdir edebilme gücünü, kavrayışını dolayısıyla Allah korkusunu ve Allah'a olan yakınlığını artıran en önemli vesilelerden birisidir. Gördüğümüz, farkına vardığımız herşey Allah'ın bir tecellisi ve delilidir. Bu nedenle göklerde, yerde ve bunların arasında bulunan herşey insanın düşünmesi için birer vesiledir.
ALLAH’IN
YARATMA SANATINI GÖREBİLMENİN YOLU: TEFEKKÜR
Tefekkür etmek evrendeki herşeye
Allah’ın üstün yaratma sanatının birer delili olarak bakmaktır. Sözgelimi
pencereye bakmakla pencereden bakmak bir değildir. Pencereye bakanlar belki
pencerenin üzerindeki lekeleri görür ya da pencerenin çerçevesi, camı gibi bir
takım yapısal özellikleri hakkında görsel bilgi sahibi olurlar. Pencerenin
muhteşem bir dünyaya açıldığını düşünüp buradan dışarı bakanlarsa, bu
pencerenin ardındaki güzellikleri seyrederler ve bundan sonsuz keyif alırlar.
Bu anlamda tefekkür etmek, çevremizdeki güzellikleri görebilmemize yarayan bir
nimettir. Tefekkür sayesinde karşılaştığımız görüntülerin her biri bize Yüce
Rabbimiz’in azametini, sonsuz rahmetini ve üstün yaratma sanatını gösterir.
İnsanlar gün içinde birçok konu
hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda
vermeyecek, "boş ve gereksiz", insanı hiçbir sonuca vardırmayan,
insana hiçbir şey kazandırmayan, yararsız düşüncelerdir. Oysa önemli olan
insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini, hikmetlerini araştırarak
gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir.
“Derin bir şekilde” düşünmeyi
başaran bir insan, bir meyve, örneğin bir portakal yerken bile, bu meyve
hakkında tefekkür eder; portakalın kuru bir topraktan bu kadar lezzetli ve sulu
bir meyve olarak hem de dilimlenmiş bir şekilde çıktığını, insanın ihtiyaç
duyduğu vitaminleri içerdiğini ve tam da insanların bu vitaminlere ihtiyaç
duyduğu kış mevsiminde yetiştiğini düşünür. Bu şekilde derin düşünen bir mümin,
çevresindeki her incelikte Allah'ın kudretini ve sanatını görür, O'nu tesbih
eder ve Allah'a yakınlaşmaya bir yol bulur.
DÜŞÜNCE
TEMBELLİĞİNDEN KURTULMAK
İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyabilir. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır.
Derin düşünmeyi engelleyen en önemli etkenlerden bir tanesi düşünce tembelliğidir. Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar, herşeyi hep gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Örneğin;
İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyabilir. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır.
Derin düşünmeyi engelleyen en önemli etkenlerden bir tanesi düşünce tembelliğidir. Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar, herşeyi hep gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Örneğin;
- Kişinin
hep alıştığı şekilde hareket etmesi,
- Zor
ve zahmetli bile olsa her konuda yalnızca bildiği yöntemleri uygulaması,
- Hiç
yeni bir fikir getirmemesi ya da farklı bir yöntem denememesi,
- Eksik
olduğunu bildiği konularda kişilik özelliklerini iyi yönde değiştirme
ihtiyacı duymaması; gibi davranışlar yoğun düşünce tembelliğinin en
belirgin göstergelerindendir.
İnsanların
düşünmesini engelleyen diğer nedenler şöyledir:
-
Çoğunluğa uymanın getirdiği
zihinsel uyuşukluk
-
"Fazla düşünmek
iyi değildir" şeklindeki yanlış telkin
-
Düşünmenin getireceği
sorumluluklardan kaçmak
-
Günlük hayatın akışına
kapılarak düşünmemeleri
-
Herşeye
"alışkanlık gözü"yle bakmak ve bu nedenle üzerinde düşünmeye gerek
görmemek
Oysa insan tefekkür etmekle
gelişir. Doğruları görebilme yeteneğinin artması, adalet duygusunun güçlenmesi,
her konuda akledebilme özelliği ve benzeri meziyetlerin kazanılması da tefekkür
vesilesiyle gerçekleşir. İşte bu noktada tefekkür etmenin bir insana neler
kazandırabileceğinin bilinmesi kuşkusuz ki teşvik edici olacaktır.
DÜŞÜNMEKTEN
KAÇINANLARI BEKLEYEN ZOR HESAP
İman etmeyenler, "O gün
cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu
hatırlamadan) ona ne fayda?" (Fecr Suresi, 23) ayetinde de
bildirildiği gibi ancak cehennemi gördükten sonra gerçek anlamda düşünmeye
başlarlar.
Bu kişiler o ana kadar, dünyaya gönderiliş amaçlarını çevrelerindeki canlıların nasıl ortaya çıktığını ve neden yaratıldıklarını, gece ve gündüzün varoluş sebeplerini, evrendeki düzenin kusursuzluğunu, Allah'ın Kuran'da emrettiklerini kısacası kendilerine gerçek anlamda fayda verecek konulardan hiçbirini o ana kadar düşünmemişlerdir. Bir gün tüm insanlar gibi kendilerinin de öleceğini ve Allah'ın huzurunda hesap vereceklerini akıllarına bile getirmemişlerdir.
Büyük bir kavrayış ve anlayış eksikliği içinde olan bu gibi insanlar gerçekleri ayette de bildirildiği gibi ancak Rabbimiz'in huzurunda hesap verirken anlayacaklardır.
Bu kişiler o ana kadar, dünyaya gönderiliş amaçlarını çevrelerindeki canlıların nasıl ortaya çıktığını ve neden yaratıldıklarını, gece ve gündüzün varoluş sebeplerini, evrendeki düzenin kusursuzluğunu, Allah'ın Kuran'da emrettiklerini kısacası kendilerine gerçek anlamda fayda verecek konulardan hiçbirini o ana kadar düşünmemişlerdir. Bir gün tüm insanlar gibi kendilerinin de öleceğini ve Allah'ın huzurunda hesap vereceklerini akıllarına bile getirmemişlerdir.
Büyük bir kavrayış ve anlayış eksikliği içinde olan bu gibi insanlar gerçekleri ayette de bildirildiği gibi ancak Rabbimiz'in huzurunda hesap verirken anlayacaklardır.
TEFEKKÜR
ETMENİN AHİRETTEKİ GÜZEL KARŞILIĞI
Peygamber Efendimiz (sav)’in “Bir saat tefekkür, bin yıl nafile ibadetten hayırlıdır." hadis-i şerifinde önemini vurguladığı tefekkürle ilgili üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır: Samimi bir şekilde tefekkür etmek, bir mümine hem dünyada hem de ahirette pek çok hayır ve hikmet kazandırır. Çünkü iman eden kişiler etraflarında olan bitenler hakkında sürekli düşünürler; çevrelerindeki varlıkları inceler ve onlardaki yaratılış delillerini görürler. Bu da kişinin üzerindeki gaflet perdesinin aralanmasında ve samimi bir şekilde Allah'a yönelmesinde son derece etkili olur.
Bu nedenle Allah’a daha yakın olmak isteyen her insanın, tefekkür etmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.
Tefekkür ederek daima doğruyu gören müminin ahiretteki kazancı Rabbimiz'in sevgisi, rızası, rahmeti ve cenneti olacaktır. Kuşkusuz bu, en güzel kazançtır.
Peygamber Efendimiz (sav)’in “Bir saat tefekkür, bin yıl nafile ibadetten hayırlıdır." hadis-i şerifinde önemini vurguladığı tefekkürle ilgili üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır: Samimi bir şekilde tefekkür etmek, bir mümine hem dünyada hem de ahirette pek çok hayır ve hikmet kazandırır. Çünkü iman eden kişiler etraflarında olan bitenler hakkında sürekli düşünürler; çevrelerindeki varlıkları inceler ve onlardaki yaratılış delillerini görürler. Bu da kişinin üzerindeki gaflet perdesinin aralanmasında ve samimi bir şekilde Allah'a yönelmesinde son derece etkili olur.
Bu nedenle Allah’a daha yakın olmak isteyen her insanın, tefekkür etmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.
Tefekkür ederek daima doğruyu gören müminin ahiretteki kazancı Rabbimiz'in sevgisi, rızası, rahmeti ve cenneti olacaktır. Kuşkusuz bu, en güzel kazançtır.
TEFEKKÜRÜN
KAZANDIRDIKLARI
Düşünen insan;
Düşünen insan;
-
Allah'ın yaratış
sırlarını, dünya hayatının gerçeğini, cennet ve cehennemin varlığını, olayların
iç yüzünü kavrar.
-
Allah'ın razı olduğu
bir kul olmanın önemini daha iyi anlar, din ahlakını gereği gibi yaşar.
-
Gördüğü herşeyde
Allah'ın sıfatlarını tanır, insanların bazıları gibi değil, Allah'ın emrettiği
şekilde düşünmeye başlar. Bunun sonucu olarak da hem güzelliklerden herkesten
çok daha fazla zevk alır, hem de gereksiz kuruntulara, dünyaya yönelik hırslara
kapılarak kendini sıkıntıya sokmaz.
-
Her an Allah’ı yanında
hisseder. Bu nedenle tefekkür eden bir kişinin Allah'a olan bağlılığının
derecesi, Allah korkusu, sorumluluk hissi ve şevki gün geçtikçe artar.
Bunlar, düşünen bir insanın
dünyada kazanacağı güzelliklerden sadece birkaçıdır. Dünya hayatında düşünerek
gerçekleri görmekten kaçınan insanların ise düşünecekleri, hem de "derin
ve iyiden iyiye" düşünecekleri ve gerçekleri tüm açıklığı ile görecekleri
bir gün mutlaka gelecektir. Ancak o günkü düşünmeleri onlara hiçbir yarar
sağlamayacaktır. Allah Kuran'daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet
etmektedir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile
gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen
gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra
dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde,
gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir
topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Bakara Suresi, 221)
Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz. (Bakara Suresi, 266)
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Bakara Suresi, 269)
Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" (En’am Suresi, 40)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am Suresi, 46)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; size Allah'ın azabı apansız ya da açıktan geliverirse, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?" (En’am Suresi, 47)
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 50)
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 80)
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (En’am Suresi, 126)
"Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (En’am Suresi, 152)
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)
Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) "Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız." (Araf Suresi, 171)
Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. (Araf Suresi, 176)
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Araf Suresi, 184)
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer O'nun azabı size gece veya gündüz geliverirse, suçlu-günahkarlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar?" (Yunus Suresi, 50)
Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 24)
"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?" (Hud Suresi, 30)
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Ra’d Suresi, 3)
Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Ra’d Suresi, 19)
Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 25)
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 11)
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 13)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl Suresi, 44)
Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 69)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)
İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67)
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44)
Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Müminun Suresi, 85)
(Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik. (Nur Suresi, 1)
Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. (Nur Suresi, 27)
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler. (Furkan Suresi, 50)
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 62)
Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)
Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye. (Kasas Suresi, 43)
(Musa'ya) Seslendiğimiz zaman da, sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için (gönderildin). Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye. (Kasas Suresi, 46)
Andolsun, Biz öğüt alıp-düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip-indirdik. (Kasas Suresi, 51)
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
De ki: "Size bir tek öğüt veriyorum: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra düşünmeniz. Sizin sahibiniz (veya arkadaşınız olan Peygamber)de hiçbir delilik yoktur. O, yalnızca sizi, şiddetli bir azabın öncesinde uyarandır." (Sebe Suresi, 46)
Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? (Saffat Suresi, 155)
(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. (Sad Suresi, 29)
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik. (Zümer Suresi, 27)
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz. (Mümin Suresi, 58)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti. (Duhan Suresi, 13)
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
Öyle olmasa, Kur'an'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)
Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik; (Zariyat Suresi, 38)
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz). Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (Zariyat Suresi, 47-49)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Bakara Suresi, 221)
Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz. (Bakara Suresi, 266)
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Bakara Suresi, 269)
Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" (En’am Suresi, 40)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am Suresi, 46)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; size Allah'ın azabı apansız ya da açıktan geliverirse, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?" (En’am Suresi, 47)
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 50)
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 80)
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (En’am Suresi, 126)
"Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (En’am Suresi, 152)
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)
Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) "Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız." (Araf Suresi, 171)
Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. (Araf Suresi, 176)
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Araf Suresi, 184)
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer O'nun azabı size gece veya gündüz geliverirse, suçlu-günahkarlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar?" (Yunus Suresi, 50)
Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 24)
"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?" (Hud Suresi, 30)
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Ra’d Suresi, 3)
Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Ra’d Suresi, 19)
Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 25)
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 11)
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 13)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl Suresi, 44)
Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 69)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)
İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67)
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44)
Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Müminun Suresi, 85)
(Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik. (Nur Suresi, 1)
Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. (Nur Suresi, 27)
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler. (Furkan Suresi, 50)
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 62)
Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)
Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye. (Kasas Suresi, 43)
(Musa'ya) Seslendiğimiz zaman da, sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için (gönderildin). Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye. (Kasas Suresi, 46)
Andolsun, Biz öğüt alıp-düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip-indirdik. (Kasas Suresi, 51)
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
De ki: "Size bir tek öğüt veriyorum: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra düşünmeniz. Sizin sahibiniz (veya arkadaşınız olan Peygamber)de hiçbir delilik yoktur. O, yalnızca sizi, şiddetli bir azabın öncesinde uyarandır." (Sebe Suresi, 46)
Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? (Saffat Suresi, 155)
(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. (Sad Suresi, 29)
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik. (Zümer Suresi, 27)
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz. (Mümin Suresi, 58)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti. (Duhan Suresi, 13)
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
Öyle olmasa, Kur'an'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)
Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik; (Zariyat Suresi, 38)
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz). Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (Zariyat Suresi, 47-49)
Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt
alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 15)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 17)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 22)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 32)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 40)
Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 51)
Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi? (Vakıa Suresi, 62)
Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)
Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 42)
Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 55)
Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.' (Abese Suresi, 12)
Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. (A’la Suresi , 10)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 17)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 22)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 32)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 40)
Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 51)
Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi? (Vakıa Suresi, 62)
Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)
Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 42)
Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 55)
Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.' (Abese Suresi, 12)
Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. (A’
SALAVATIN ÖNEMİ
Resulullah
(sav)'a salat ve selam göndermek çok sevap getiren ve değerli bir iştir.
Çok salavat getirenin Allah, ahirette mevkisini yükseltir. Allah
Kuran’da şöyle buyurmaktadır :
"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey
iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin."
(Ahzab Suresi, 56)
Resulullah (sav)'ın adı anıldığında
O'na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum
kalacaklardır. Peygamberimiz (sav)'in bazı hadisleri şöyledir:
"Kıyamet günü bana en yakın
olanlar ve şefaatime hak kazananlar, benim üzerime en fazla salavat
getirenlerinizdir." (Tirmizi)
"Her kim benim üzerime salavat
getirirse, Allah ona on misli mağfiret eder." (Ebu Davud)
"Günlerin en faziletlisi
Cuma günleridir. O gün benim üzerime çok salavat getirin. Zira sizin
salavat ve selamlarınız melekler vasıtasıyla bana ulaştırılır."
(Ebu Davud)
"Cuma günü ve Cuma gecesi bana çokça
salavat getirin." (Beyhaki)
"Adım anıldığında salavat
getirin ve dua edin. Zira nerede olursanız olun, salat ve selamlarınız
bana ulaşır." (Ebu Davud)
Resulullah
(sav)'a salat ve selam göndermenin tavsiye edildiği zamanlar:
1) Ezan okunurken:
Peygamberimiz
(sav) şöyle buyurmuştur: "Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediklerini
tekrar edin ve sonra bana salat gönderin. Bir salat ve selam için Allah
size on kat sevap verir." (Ahmed)
2) Camiye girerken ve çıkarken:
Resulullah Efendimiz
(sav) camiye girerken ve çıkarken salat ve selam okurdu. Hz. Ali
(r.a.), "Camiye girdiğinizde Resulullah'a salat edin." (Ahmed)
buyuruyor.
3) Cenaze namazında:
Peygamberimiz
(sav)'in sünnetine göre cenaze namazının sonunda Peygamberimiz
(sav)'e salat (Allahümme salli ve Allahümme barik) okunur.
4) Duaların sonunda:
Hz. Ömer (r.a.): "Resulullah'a salat okunana kadar okunan
dua, yerle gök arasında durur."
5) Cuma gününde:
Peygamberimiz
(sav) şöyle buyuruyor: "Cuma günleri çok salat okuyun. Çünkü o
gün melekler yanınızdadır. Kim bana salat ve selam gönderirse daha
sözü bitmeden bana ulaşır." (Nesei)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder